Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

ALLAHCC VAR..Mesele yok... (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Dedim ki, “İBDA-C, İBDA fikriyatını benimsemiş olanların, kim ne yapıyorsa mesuliyetini taşıdığı benim dışımdaki işlerdir. Zaten öyle olmazsa, gidersiniz bir adamın kafasına kurşun sıkarsınız, İBDA-C diye bir kağıt bırakırsınız; ondan sonra da bana yıkarsınız!” ... Demek ki İBDA-C, hukuk planında bir suçlamanın umumi olarak zümreye sirayetini önleyen ve bir takım devlet destekli illegal örgütlerin (Kontrgerilla hikayesi) provokasyonuna karşı da bir tedbir... Bu yüzden daha önce açıkça, “provokasyolar da bize yarıyor!” dedim.)
Ve yine aynı Röportaj’dan, İBDA-C’deki “Cebhe” esprisi:
(Şimdi bizim en mühim meselelerimizden biri, hukuk savaşıdır; yani kanun adına yapılan kanunsuzlukları, açık olduğu yerde açık, yoruma gidildiği yerde yorumla gösterecek bir diyalektikle sergilemek... “Bunun faydası nedir?” derseniz, gaye “hukuk düzeni” adına yapılan hukuka aykırı davranışları ve düşünceleri ifşa etmekten büyük fayda olmaz derim... Bir misal vereyim... Mesela şu gazete haberi:
Bursa’da bilmem ne mahâllesinde 2 banka şubesi bombalanmış... Şimdi oraya bırakılan İBDA falan filan yazılı bir kağıttan dolayı, sen de İBDA’cı olduğuna göre, gel hesab ver... Üç aşağı beş yukarı operasyoncuların mantığı da bu!.. Şayet “kanun önünde eşitlik prensibi” geçerliyse, aynı şeyin Başbakan için de, Savcı için de geçerli olması lazım; oraya “Başbakanlık” veya “Savcılık” diye bir kağıt atarlar tamam... Misal güzel olsun diye “Milliyetçi Cebhe” vardı ya, hani “MSP-AP-MHP” nin koalisyonu, onu düşününce daha da inandırıcı; üstelik CEBHE!.. “Cebhe” deyince hemen “askeri kanat” ı anlayan savcı hikayesi... “Sen filanı tanıyorsun, filan senin emrinde, sen filanın emrindesin!” gibi rastgele suçlamalar... “Ben falanı da tanıyorum, ama her ne hikmetse pek oralı görünmüyorsunuz!” ... Eğer delilsiz ve mesnedsiz “hâl ve durum” un takdiri sözkonusu ise, bu herkes için geçerli olmalı; delilli veya delilsiz, “hâl ve durumlarına bakar bakmaz, Bakanlardan başlayarak emrindeki “görevli” lere kadar her kademede “hırsız, rüşvetçi, haraçcı” olanları hemen tanırsınız... Ama birbirleriyle alakaları dikkate alınarak bu “örgüt üyeleri” yakalanmaz!..)
1991’de ifade ettiğim, yukarıda altını çizdiğim hususlar, hem de ben o tarihten sonra, -Yayınevi’ne bakan arkadaş, eniştem Harun Yüksel, Tüccar Mehmed Fazıl, 6 ayda veya senede bir hatır sorduğumuz Hasan Ölçer gibi son derece sınırlı ve tek tek sayılır dostlarım hariç, İBDA-C sıfat ve vasfıyla görünen ne legal ve ne de illegal faaliyet gösteren hiç kimseyle temasım bile olmamasına rağmen- 1999’un sonunda tutuklanmamın ardından, bizzat Emniyet Müdürü Hasan Özdemir tarafından teyid edilmiştir... Emniyet Müdürü, Metris’te telef olduğu için küpürünü ve tarihini şu an veremeyeceğim ama gazete arşivinden temini kabil bir basına gösterme işinde, (Hürriyet gazetesi haberi), yakalanan bir takım bombalama sanıklarını “İBDA-C örgütü mensubu” diye takdimden sonra, “bunlar gece rüya görüp, sonra eylem yapıyorlar!” diyor... Bu duruma göre, ben de “örgütün başı” diye tutuklandığıma göre, Türkiye’nin herhangi bir yerinde varlığından bile haberim olmayan insanların rüyalarına girip onları örgütlüyor ve yine rüyalarına girip talimat veriyorum... Benim tutuklanma gerekçemi çelen bu ifadenin hukuk, mantık ve sıhhat şartı üzerinde durmayı size bırakıyorum; yalnız bu ifadede, benim daha önceki celsede söylediğim, “ben bıçak yaparım; isteyen ekmek keser, isteyen adam!” sözünün, yani benle alakasızlığın anlamı açık... Yani, “kendinden zuhur diyalektiği” gereği, kim ne yaparsa, kendi karar verir ve yapar; Emniyet Müdürü’nün ifadesinden de belli ki, ortada İBDA-C diye yekpare bir örgüt, hiyerarşi ve organlar yok... Neticede; herhangi bir Parti veya cemaat veya Devlet teşkilatı içinde, -malum olduğu üzere polis içinde de var, Partiler içinde de var, Devletin değişik kurum ve kuruluşları içinde de var-, bir takım illegal örgütlenmelerden dolayı, (rüşvet, haraç, cinayet vesaire gibi işler), Parti’nin Başkanı, Cemaatin lideri veya Devlet’in kurum ve kuruluşunun bütün çalışanları, -hem de ortada hiyerarşi de olsa- nasıl suçlanamıyorsa, “suçun şahsiliği ilkesi” gereği ben de suçlanamam... Sorum bakidir: Böyle bir durumda, niçin bir kısım insanlar hukukun o tarafında kalırken, bir kısım insanlar hukukun bu tarafında kalıyorlar?
Gelelim sık sık vurguladığım 1991 tarihine... Geçen celsede de 1991 tarihine kadar, İBDA Cebheleri içinde silahlı mücadele veren hiçbir Cebhe’nin bulunmadığını belirtmiştim... Bu husus, polis sorgulamasında, İBDA-C’nin Cebheler hâlinde benim tarafımdan ortaya atılmış bir fikir olması meselesine nazaran özellikle önemlidir... Yani; kim ne yaparsa, hatası ve sevabı, şerefi ve mesuliyeti kendine, “kendinden zuhuru” göstersin... Nitekim 1991 tarihine kadar, bu soydan, TAVIR, KİP (Kitab Satışı ve Propaganda), yine onlara ait Fatih’te bir lokal, İHAB (İbda Haber toplama), “Gölge Sanat” dergi ve lokal teşebbüsü, Sultanahmet’te “Karar” dergisi ve lokali, “Öfke” isimli bir dergi, Ak-Doğuş dergisi vesaire çıkmıştır... Bunların hepsi, kendi inisiyatifleriyle ve gayet tabii kendi grub veya zümrelerini temsilen çıkmışlardır. Mesela benimle birlikte gözaltına alınan ve benim “yakın korumam” diye tutuklanan Sadettin Ustaosmanoğlu, geçen celsede belirttiğim gibi, 1987-1989 tarihleri arasında çıkan “Öfke” isimli dergiden, kendisini tanımaksızın, sadece ismini bildiğim birisidir. Kaldı ki, o zamanlardan tanıdığım bir takım arkadaşların ve gençlerin, velev ki herhangi bir illegal işe girişmiş bulunsunlar, bugün nice Bakan-Milletvekili ve işadamının 1980-1990’da bizzat örgüt üyesi olsalar bile suçlanamamalarına nazaran, ben hiç suçlanamam... Bu hususta, geçen celsedeki yazılı ifademin 16. maddesini, 17. maddesini, 18. maddesini ve 20. maddesini tekrar hatırlatıyorum: Yine “suçun şahsiliği ilkesi” ve “münâsib görme” bahsi... Bu arada, benim tavsiyemle kurulan ve hâlen faaliyette ve şu anda avukatlığımı yapanlardan Hasan Ölçer ve Harun Yüksel’in bulunduğu KIVAM HUKUK BÜROSU, 1989’da benim tavsiyemle kurulmuştur; o tarihten bugüne kadar geçen 11 senedir de, birlikte çalışmaktadırlar... Ve Harun Yüksel aynı zamanda eniştemdir.
Eğer benimle irtibatlandırmak istiyorsanız, kaç türlü irtibat bir arada; ve benim veya onların yapacağı bir suçtan dolayı, ben veya onlar suçlanabilir mi?
1991 tarihinin diğer ve çok önemli bir özelliği de, 1991’deki tutuklanmamın ardından, -4 ay Bayrampaşa Cezaevi’nde yattıktan sonra-, o tarihte çıkan affa da gerek kalmadan, 163. maddenin kaldırılmasından dolayı ilk celsede 6 arkadaşımla beraber bırakılmamdır... Bu husus, sözkonusu tarihten önceki bütün polis ve tabii ki savcılık ilişkilendirmelerini geçersiz kılar: Yukarıda da söylediğim gibi, 1980’den 1990’a kadarki dönemde örgütlere mensub nice insanların Bakan-Milletvekili, ve o zaman solcuyken şimdi ünlü iş adamı olan örnekleri vardır... Sözkonusu tarihten-tutuklanma tarihinden 5 ay öncesine kadar ki durumum ise, zaten bir başka DGM Savcılığı’nın Adana DGM Savcısı’na yolladığı belgeyle sabit... Hatırlatıyorum:
-(Sanık gıyabi tevkif ile aranır durumda iken HAKKINDA HERHANGİ BİR DELİL ELDE EDİLEMEDİĞİ VE SANIĞIN YAYINCILIĞINI YAPTIĞI dergileri ve örgütsel faaliyetleri İstanbul ilinde yönettiği gerekçe gösterilerek Adana DGM tarafından 11 Mayıs 1998 tarih ve 1998/44 sayılı yetkisizlik kararı ile hakkındaki dosya Başsavcılığına gönderilmiştir. ADANA DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESİ CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’nın SANIĞIN HAKKINDA YETKİSİZLİK KARARINDA YAZILDIĞI ŞEKİLDE DELİL ELDE EDİLEMEMİŞSE TAKİPSİZLİK KARARI VERME OLANAĞI BULUNDUĞU GİBİ, DOSYA İÇERİĞİNE GÖRE SANIĞIN İSTANBUL DEVLET GÜVENLİK MAHKEMESİ CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI YETKİSİ ALANINA GİREN BİR EYLEMİ DE TESBİT EDİLEMEMİŞTİR.
İÇİŞLERİ BAKANLIĞI’NIN DOSYA İÇERİSİNDE BULUNAN 3 MART 1998 TARİHLİ YAZISINDA BU SANIĞIN İSTANBUL’DA YAYINLANAN YASAL DERGİLERDEKİ FAALİYETLERİNDE YASADIŞI ÖRGÜTÜN ÜYESİ VE YÖNETİCİSİ OLDUĞU DELİLİ OLAMAZ.)
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Kaldıki ben, sözü geçen yasal dergilerde de bir faaliyet yapmadım; röportajlarım çıktı... Takdir edersiniz ki, herhangi bir dergi veya gazetede röportajı çıkan insan, bu yüzden o dergi veya gazetede faaliyet yapan, yani çalışan olamaz!..
Belirttiğim iki husus, -1991 tarihi ve DGM Savcılığı’nın Ağustos 1998 kararı-, iddianamede bulunan ve aslında birbirini çelen iki meseleye de açıklık getirmiş oluyor... Birincisi: Dişe dokunur birşey elde edemeyince işi eski defterleri kurcalamaya ve soruşturmayı süslemeye döken polis sorgulamasından kaynaklanan “1980 öncesi eylemler” ifadesinin bir anlamı olmadığı... İkincisi: “Örgüt ilk eylemini 3 Ocak 1994 tarihinde Bolu-Düzce’de yaptı” ifadesinin benimle hiçbir ilgisinin bulunmadığı.
Yukarıda belirtilen çelişkili iki tarihi, “iddianame ve ekleri hakkında” DGM Başkanlığı’na dilekçe sunan Avukatım Harun Yüksel Bey, gayet güzel bir şekilde belirtiyor ve soruyor:
-(İddianameye göre “örgüt” , ilk eylemini 3/1/1994 tarihinde Bolu-Düzce İlçesi’nde duvarlara yazılama yaparak gerçekleştirmiştir. Hâlbuki aynı iddianamenin 4. sahifesinde, “Kumandan kod- Salih İzzet Erdiş kolluk anlatımlarında” başlığı ile müvekkilimin DGM Savcılığı ve yedek hakimliğinde reddettiği, reddettiği için de aleyhine kullanılması mümkün olmayan ifadelerinde, “1980 yıllarına kadar bizzat kendisi ve arkadaşları ile birlikte İBDA-C adlı örgüt adına yazılama, pankart asma ve molotof kokteyli atma eylemlerine katıldığını” demektedir.
Şimdi aynı iddianamenin iki ayrı sahifesinden birinde “İBDA-C” isimli örgütün ilk eylemini 1994 yılında Düzce’de gerçekleştirdiği söylenirken, diğerinde 1980 öncesinde eylemler gerçekleştirdiği söylenmektedir. Ve arada tam 14 yıllık büyük fark vardır. Bu iddialar doğru mudur? Doğruysa, ikisi birden doğru olamayacağına göre, hangisi doğrudur?
İddianame elinde bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 01/1999 tarihli yazısına göre ise bu “örgüt” , 1985 yılında oluşturulmuştur. (Bu da tarih hususunda üçüncü çelişki. (S.M.)
Şimdi iddianame ekindeki bu istihbarat raporuna göre, “İBDA-C örgütü” 1985 yılında kurulduğuna göre, iddianamede müvekkilimin kolluk anlatımlarında söylendiği iddia edilen “1980 yıllarına kadar bizzat kendisi ve arkadaşlarıyla birlikte İBDA-C örgütü adına yazılama, pankart asma ve molotof kokteyli atma eylemlerine katıldığı” iddiasına ne diyeceğiz? 1985 yılında kurulduğu öne sürülen bir örgüt, 1980 öncesinde nasıl eylem yapabilmektedir? Zaman makinesine binip zaman içinde 10 yıllık geriye doğru bir yolculuk yaparak mı?)
Benim, dilekçede belirtilen çelişkiden başka eklemek istediğim husus; “bir değil, birçok İBDA-C var” meselesini hatırlatmaktan başka, telaffuz edilen 1980 tarihinde böyle bir örgüt ve isminin olmadığının bizzat polis kayıtlarından anlaşılabileceğidir... Örgüt bir yana, “İBDA” lâfzının ilk telaffuzu 1984 sonu-1985’dir. Bu tarih “İBDA Yayınevi” nin kuruluş tarihidir: Bu da, ne kadar yapmacık ve sipariş üzerine bir örgüt şeması oluşturulduğunun ayrı bir göstergesidir... Legal bir yayınevi, hem birilerinin kafa yapısına göre illegal kabul ediliyor, (böyle bir şey olabilir mi?) , hem de “illegal örgüt” olmuş oluyor(!)
Polis’in süslemek ve zenginleştirmek için dosyaya ilave ettiği bir takım şemalara da temas imkânı vermesi bakımından (ki ayrıca üzerinde duracağım), Harun Yüksel Bey’in verdiği dilekçeden devam ediyorum... Şöyle diyor:
- (Sayın Savcı iddianamesinin 16. sahifesinde “Salih İzzet Erdiş’in örgüt mensublarının gerçekleştirdiğ eylemlere doğrudan doğruya katıldığı tesbit edilememiş olmakla beraber” demektedir ve yine tarafsız bir kamu hüviyetinden sıyrılmaktadır. Çünkü bu cümlenin tarafsız bir iddia makamına yakışan şekli şöyle olmalıydı; “Salih İzzet Erdiş’in, örgüt mensublarının eylemlerine doğrudan doğruya katıldığı, veya onlara herhangi bir emir ve talimat verdiği tesbit olunamamıştır.”
O cümle aynen bu yazdığım şekilde olmalıydı, çünkü bütün dosya münderecatı böyle olmasını, ancak böyle olursa doğru, haklı ve tarafsız olacağını göstermektedir.
Aynı cümlenin devamında Sayın Savcı iddiasına uygun “hukukî” delil bulunmayışındaki zaafı, “mantık” yoluyla telafi etmeye çalışarak şöyle demektedir: “Büyük Doğu İslâm Devleti’nin nasıl kurulacağı hususunda kitablarında yer vererek örgüt mensublarına vermektedir.”
Yine müvekkilim Emniyet Genel Müdürlüğü istihbarat raporunda tek tek sayılan 98 eylemi Türkiye çapında gerçekleştirmiş bir “terör örgütü” nü yalnızca yayınladığı kitablarla yönetmektedir. Bu cümlenin bırakınız hukuken yanlış oluşunu, mantıken yanlış oluşunu anlayabilmek için mantık profesörü olmak gerekmez. İlkokul çocukları bile kendi oyun mantıkları içinde basit bir oyunu yönetebilmek için bile bizzat oyunun içinde olmak gerektiğini bilirler. Ama iddianame hem oyunun içinde olduğuna dair bulgu “yok” diyor, hem de “oyunu yönetiyor” diyor.
İddialarına uygun delil gösteremeyen Sayın Savcı, “mantık” a sığınmaya devam ediyor: “Lidersiz bir örgüt düşünülemediği gibi, örgüt mensublarının gerçekleştirdiği eylemlerden örgüt liderinin sorumlu tutulmaması eşyanın tabiatına aykırı düşer” ... Ne kadar doğru!..
Ama sözkonusu olan bir mantık yarışması değil, yargılama...
Yargılama, mantık kurallarına uygunluk dışında, lehte ve aleyhde delillerin değerlendirilmesiyle yapılır.
Bir insanı hem örgüt lideri olarak suçlayacaksınız, hem de örgütle maddî, fizikî bir bağının tesbit edilemediğini söyleyeceksiniz, sonra da “bir örgüt olduğuna göre, bu örgüt mensubları da onun fikirlerini benimsediğine göre, bu örgütün lideri olsa olsa bu fikir adamıdır!” diyeceksiniz ve o fikir adamının delilsiz, mesnedsiz idamını isteyecekseniz!..
Bu, hukuk kavramı karşısında olacak iş mi?)
Harun Yüksel Bey’in söylediklerine eklemek istediğim husus, bu “spekülatif mantık” bahsine dair... Yani, insandaki “normatif şuur” un düşürdüğü yanlışlığa dair... Batılı bir ilim adamı, bu hususu şöyle belirtiyor:
-(İnsanlar, tamamen gelişigüzel hadiselerden bir nizam kurmaya karşı derin bir temayüle sahibtirler. Gelişigüzel hadiseleri belli bir kanuna göre cereyan ediyormuş görmek çok kolay olduğu gibi, bu idrak bir kere teşekkül ettikten sonra da, eğer tahkiki zorsa, kanun kendisini isbat edecek durumları bizzat sağlayabilir. Bâtıl itikad işte budur... Batılı bir sosyal psikolog, bunun bir denemesini yapmıştır. Yapılan bir denemede, denemeye katılanlara rastgele rakamlar ve şekiller verilerek, bu rakam veya şekil serilerinin hangi prensibe göre sıralandıklarının bulunması istenmiş, işin hakikati, yani böyle bir prensibin bulunmadığı ise saklanmıştır. Neticede, tecrübeye katılanların hepsi bir çeşit kanun bulmuşlar, üstelik böyle bir kanunun olmadığı ve ellerindeki serilerin tamamen gelişigüzel seçildiği söylenince de, keşfettikleri kanunları hararetle müdafaaya kalkışmışlardır.)
Polis’in ve Savcılık iddianamesinin, tamamen gelişigüzel bağlantılara mantıkî bir ifade vermelerine mukabil, polisin soruşturması bir yana, Savcılık iddianamesindeki yanlışlığa, aynı dilekçede çok güzel temas ediliyor:
-(İddianameyi hazırlayan Sayın Savcı, müvekkilimin “fikir adamlığını” görmezden gelmektedir... Savcı’nın görevi sadece sanık aleyhine olan delilleri mi toplamaktır? Bir savcı, sanık lehine delilleri toplamaktan imtina eder, hatta bunları gizlemeye çalışırsa, kamu adına hareket eden bağımsız bir Savcı olmaktan çıkar, dâvâda müdahil veya müşteki gibi “taraf” konumuna girer. Maalesef bu iddianame ve ekleri, bağımsız bir Savcı’nın iddianamesinden çok, sanığı her ne pahasına olursa olsun mahkum ettirmek isteyen “taraf” beyanına benzemektedir.)
Savcılık iddianamesinin taraflılığı yanında, benim gerçekten anlayamadığım ve samimi olarak öğrenmek istediğim mesele, İBDA-C’nin illegal örgüt ve benim onun lideri olup olmadığımı, İçişleri Bakanlığı mı tesbit ediyor, yoksa bu iş Mahkeme’nin işi mi?.. Burada birbiriyle ilgili üç mesele ortaya çıkar... Birincisi: Eğer İçişleri Bakanlığı tesbit ediyorsa, o zaman Mahkeme’ye lüzum yoktur... İkincisi: Geçen celsede kendisinden iktibas yaptığım Beyoğlu Cumhuriyet Savcısı Mehmed Demir’in söylediği sözün bir kere daha doğrulanışıdır... Ne dediğini hatırlayalım: “Yargı, kendisini millete ait egemenlik hakkını kullanan bağımsız ve diğer kuvvetlere eşit bir kurum olarak göremez hâle geldi. Yargı mensubları kendilerini hakim ve savcı olarak değil, “hukuk memuru” konumunda gördüler. Ne kadar kanunsuzluk yapıldı ise, işte bu ezikliğin üzerine bina edildi!” ... Üçüncüsü: Eğer delil ve mesnedlerin tayininden sonra suçluya, suçluluğa veya suçsuzluğa kendi prosedürü içinde karar verecek “bağımsız yargı” sözkonusu ise, bu durumda İçişleri Bakanlığı’nın tesbiti ve daha da ötesinde siparişi ne demek?.. Her üç mesele birarada gözönünde tutulduğunda, yeri gelince temas edeceğim üzere, “yargının siyasîleşmesi” dâvâsının bir yönü de ortaya çıkmaktadır.
Hatırlanacağı üzere geçen celsenin başında fikrimi peşin peşin söylemiştim... Tekrar edeyim:
-(T.C. içinde yaşayan 3000 aile; hukuk da bunların çıkarına göre, ekonomi de, siyaset de, ordu da, polis de... Kendi aralarındaki dalaşmalar bir yana, bunlar hukuk üstü imtiyazlı bir zümredir! Devlet, hukuk demektir ve hukukun olmadığı yerde devlet değil, çete vardır. Bu çerçevede, -emir komuta zinciri içinde hareket eden DGM’lerin mânâsı da bellidir-, DGM Savcılığı’nın aynen aldığı polis sorgulaması sırasında, “yukarıdan bastırıyorlar, sen İBDA-C örgütünün lideri olduğunu mecburen kabul edeceksin!” diyen Komiser Yardımcısı Bahri’nin tavrı, buna tipik bir örnektir.)
Avukatım Harun Yüksel Bey, DGM Başkanlığı’na verdiği dilekçede, bu bahsi de içine alacak şekilde devam ediyor:
- (Müvekkilim rejim muhâlifidir ve bu rejime niçin muhâlif olduğunu eserler boyunca anlatmaktadır. İnsanca yaşanabilecek bir rejimin nasıl olması gerektiğini de aynı eserlerinde anlatmaktadır.
Rejime muhâlif olmak bir düşüncedir, bir fikirdir. Ve her insanın, yaşadığı rejimi beğenmeme, ondan daha iyisini isteme hakkı vardır... Ve bunu yasaklayan herhangi bir kanun maddesi de yoktur. Böyle bir kanun maddesi olsaydı bile, düşüncenin yasaklanması fiilen mümkün değildir. T.C. pratiği bunun mümkün olmadığını gösteren en canlı pratiktir. Buna rağmen T.C. Anayasası, “Hiç kimse inanç ve kanaatleri yüzünden kınanamaz” demektedir.
Sayın Savcı’nın iddianame boyunca yaptığı ise, müvekkilimin düşüncelerini yargılamak ve kınamaktan ibarettir. Hâlbuki aynı iddianamenin müvekkilim için uygulanmasını istediği kanun maddesi düşünce suçunu değil, eylem suçunu cezalandırmaktadır.
Yani rejim muhâlifi olabilirsiniz ama, bu düşüncenizi bizzat eyleme dökmedikçe 146. maddede öngörülen suçu işlemiş olamazsınız.
146. madde başka türlü yorumlanamaz. Müvekkilimin herhangi bir eyleme katıldığına dair delil elde edilemediğini zaten iddianame söylüyor. Öyleyse niçin takibsizlik kararı verilmemiştir de, dâvâ açılmıştır?
Bu dâvâ T.C.’de 28 Şubat’tan bu yana yaşanan “yargının siyasîleşmesi” sürecinin çok açık bir örneğidir: “Delil yok, ama Ankara’daki güç odakları öyle istiyor.”
Sayın Mahkeme’nin bu dâvâda vereceği karar, müvekkilim hakkında olmaktan ziyâde, “yargının siyasîleşme sürecinin” bitip bitmediği, yargının bağımsızlığına Mahkeme’nin sahib çıkıp çıkmadığı hakkında olacaktır.)
Gerek yargının siyasileşmesi ve gerekse “hukukun o tarafında kalanlarla bu tarafında kalanlar” bahsine, Savcılık iddianamesinde geçen “örgüt mensublarının sanığa olan bağlılığı” ifadesine de temas bakımından değinelim... Önce, “Marifetname” isimli eserimde tesbit edilen bir husus:
- (Bugün hukukla vakıâ, metinle ruh, mevzuatla tatbikât arasındaki fark gittikçe genişlemektedir; dünyada mevcut birçok anayasa tamamen göstermeliktir ve tarif ettikleri rejimin memlekette olanla hiçbir alâkası yoktur... Anayasa adeta mevcut rejimi gizleyen bir paravana vazifesi görür.)
Hukukla vakıâ arasındaki bu uçurum, -“hukuk-mukuk hak getire” örnekleri kıyas unsuru olarak almaz ve “hukuk devleti” iddiasını nisbet kabul ederseniz-, dünyanın hiç bir yerinde yoktur... Gözaltında işkence gibi sıradan işler bir yana; 28 Şubat süreci içinde, bugünkü Genelkurmay Başkanı’nın ıstanbul DGM’yi ziyaretinden sonra, İBDA-C dâvâlarında, aynı dâvâ ve suçtan birkaç sene ceza alan veya tahliye olanların arkadaşları, ya müebbed ya 30’ar yıl ceza almaya başlamışlardır... Aynı çerçevede: Aynı zamanda MGK üyesi olan Başbakan’a, “eşşekoğlu eşek, pezevenk!” diyen General’e hukukî bir muamele tatbik edilmezken, kimler ve ne sudan bahanelerle “hakaret” dâvâsına uğramışlardır... Neticeyi, Avukatım’ın dilekçesinde geçen sözle bağlıyorum:
- (Bu dâvâ, benim dâvâm, T.C.’de 28Şubat’tan bu yana yaşanan “yargının siyasîleşmesi” sürecinin çok açık bir örneğidir: “Delil yok, ama Ankara’daki güç odakları öyle istiyor.” )
Sanıyorum, geçen celsede ve bu celsede meseleleri fikir bazında etraflıca ve asıl gerçeklere temas ederek ele alışım, dobralığım ve üslûbum da, niçin güç odaklarını kızdırdığımı gösteriyor... Tarafsız bir yargı örneği göstereceğini beklediğim Mahkeme’den, bu hususu hassaten gözününde tutacağını umuyorum; Çünkü bu dâvâ, benim dâvâm olmanın ötesinde, hukukun üstünlüğü ve hukuk haysiyetini gösteren bir dâvâ olacaktır.
Savcılık iddianamesinin hülâsa diye nitelediğim kısmında, “İBDA-C adlı örgüt mensublarının Kumandan kod sanık Salih İzzet Erdiş’e olan bağlılığı, bağlı oldukları İBDA-C adlı örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğü, gerçekleştirdikleri eylemlerin çokluğu, gerçekleşen eylemlerin ağırlığı, toplum içerisinde yarattığı korku ve vehamet derecesi” gibi ifadelerle, benim mevcut rejimi silah zoru ile değiştirmeye teşebbüs suçunu işlediğim söyleniyor... Bunları tek tek ele alalım:
Birincisi: İBDA-C’nin ne olduğu defalarca ifade edildiği için, tekrarına lüzum görmüyorum.. Burada eklemek istediğim husus, iddianamedeki gibi rastgele bir genellemenin, İBDA fikrini benimsemiş legal çerçevedeki birçok insanı ve kuruluşu da töhmet altına sokucu oluşudur. İBDA ve İBDA-C farkı baki, bugün İBDA Yayınevi’nin hâlen faaliyette bulunuşunu ve bugüne kadar yaklaşık 150.000 kitab satışını -her kitabın kaç kişi tarafından okunmuş olduğu ayrı dâvâ- gözönünde tutarsanız, mesele daha iyi anlaşılır... Bu, aynı zamanda bir kıyas ölçüsü de verir; yani, illegal örgüt suçlamasıyla Cezaevleri’nde kaç kişi var ve herhangi bir illegal faaliyete karışmamış şu kadar bin kişilik zümre kıyası.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İkincisi: Savcılık iddianamesi, “mensublarının bana bağlılığını” terör örgütü lideri oluşuma mesned diye gösterirken, aynı kıyasla Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’den, Başbakan’dan, Bakanlar’dan, bütün parti Başkanları’ndan, Adliyeler’den,çeşitli kamu kuruluşlarından, özel kuruluşlardan ve alelâde arkadaşlıklara kadar kolayca sirâyet ettirilebilir bir “mantık ve hukuk-hukuk mantığı” yanlışlığına düşmektedir... Adı senelerdir bir takım olaylara karışan Yahya Demirel, gazete ve televizyonlardan izlediğimiz gibi adı Malki cinayetinde geçen Şevket Demirel, malum olduğu üzere Cavit Çağlar ve Kamuran Çörtük gibi isimlerin bahsinin geçtiği adlî olaylardan dolayı, bunların hepsi Cumhurbaşkanı’nın çok yakını ve içli-dışlı olmalarına rağmen, “bağlılık” tan ötürü herhangi bir sirayet sözkonusu olmuyor; zaten Cumhurbaşkanı da, “suçun şahsîliği ilkesi var” diye, işin hukukî mesnedini sık sık tekrarlamıştır... “Suçun şahsîliği” ilkesi yanında, “hukukta eşitlik” prensibi de var. Neticede: Bana olan mücerret bir bağlılığın herhangi bir hukukî suç mesnedi teşkil etmeyeceği açık.
Üçüncüsü: İddianame’deki “Ülke genelindeki organik bütünlük” sözüne gelince... Bunun da üzerinde yeterince durdum... Eklemek istediğim husus şudur: Bütün iddianame boyunca görülen ve polis soruşturmasından kaynaklanan, bir yönüyle ahlâkî ve diğer yönüyle hukukî iki zaaf... Önce, “Marifetname” isimli eserimde tesbit edilen, bir fikir adamına ait sözü aktarayım... Şu:
- (Kanunlar bazı şartlarda vatandaşları bir “şahıs” olmaktan çıkararak bir “şey” olmalarına müsaadede bulundukça, “hürriyet” asla mevcut olamaz.)
Eğer polis soruşturmayı sipariş üzerine yapmasaydı, -ki bu husus yakalanışımdan 5 ay önceki DGM Savcılığı’nın kararına rağmen oluşundan da belli-, karşısındaki adamı “yukarıdan bastırıyorlar” diye onlara hoş görünmek için herhangi bir “obje-şey” hâlinde görmeseydi, aslında kendilerinin de tesbit edemediği “Ülke genelindeki organik bütünlük” iddiasını diğer iddialarla beraber rastgele bağlantılarla Savcılığın önüne getirmezdi... Ortada organ yok, tabii olarak organik ilişki yok, ama “Organik bütünlük” var(!)... Gerçekte olan ise, daha önce üzerinde durduğum “normatif şuur hatası” nın en kötü örneklerinden biri!... Bir misal vereyim: Ne kadar İBDA-C olduğunu ve isimlerini sordular, bunları hatırlamadığımı ve bilmediğimi, dergi ve gazetelerden bulabileceklerini söyledim. Tahminimi sorduklarında da, 80-90 civarında olabileceğini belirttim. Yani İBDA-C’nin organik bir bütünlük içinde olduğunu iddia edenler, araştırma yerine araştırma yapmış gibi yapanlar, birbirinden bağımsız unsurları tanımamaları bir yana, bir de akıl danıştıkları hususu çarpıtarak Savcılığın önüne götürmüşlerdir... Nitekim, baştan savmalık şuradan belli ki, “organik bütünlük” ten bahsedilirken, sözkonusu birbirinden bağımsız unsurların bile listesi dosyada mevcut değildir; bunun yerine, dosyayı kabarık göstermek üzere, hiç tanımadığım insanlara ait rastgele araştırma ve soruşturma ifadeleri eklenmiştir.
Dördüncüsü: Savcılık İddianamesi’nde geçen, “gerçekleştirdiği eylemlerin ağırlığı, toplum içerisinde yarattığı korku ve vehamet derecesi” gibi ifadelerin ölçüsünün ne olduğunu ve nerden sonra “örgüt” kararına varıp benimle ilişkilendirdiklerini anlamadığım gibi, zaten ilk düğme yanlış iliklenince diğerlerinin de tabiî olarak yanlış olacağı hakikatince, pek kurcalamak gerekmiyor.
Beşincisi: İddianame’de geçen, “mevcut rejimi silah zoru ile değiştirme” ifadesine gelince... Mevcut rejimi nasıl gördüğümü gayet açık bir şekilde belirttim ve geçen celsede Yargıtay Başkanı’ndan değişik yazarlara kadar eleştiri örnekleri verdikten sonra, benim onlardan mevcudun yerine sistem çapında bir TEKLİF farkıyla ayrıldığımı söyledim. “Mevcudu nasıl olursa olsun, isterse silah zoruyla değiştirilsin, bundan memnun olurum!” desem bile, neticede bu “rejimi silah zoruyla değiştirmeye teşebbüs” suçunu işlediğim anlamına gelmez.
Şimdi gelelim, Polis’in süslemek ve zenginleştirmek için Savcılık önüne götürdüğü ve dosyada mevcut şemalara... Bu şemalar, hukukî bir “normatif şuur yanlışlığı” olmanın ötesinde, hakkımda sipariş üzerine iş yapılmasının açık kasdını gösteren belgelerdir... Ne mantığa uygundur, ne de hukuk mantığına... Bu hususu göstermek üzere, önce mücerret bir fikrî çerçeve çizeyim:
- (Mantık, geçen celsede üzerinde durduğum “muhayyelattan terekküb eden kıyas” örneği de içinde, kullanana göre hizmet eden iki yüzlüğü bir alettir. Bu yüzden mantık, “herkesin hakikati kendine” hikmetince çalışır... Bütün mesele şuradadır: Herkesin hakikati kendine olduğuna göre, hakikatin hakikati ne? Bu meselenin ardından da, her meselenin kendine mahsus “esas, usûl ve kaidelerle ele alınabilmesi” özelliği ile, iştirak noktaları üzerinden karşılaştırmalar yapılır.)
Şimdi dâvâ, bir örgüt dâvâsı ve örgütün başını suçlama olduğuna göre, bunun “esas, usûl ve kaideleri” nin, “delillerden suçluya varmak” olması gerekmez mi?... İşin tuhaf tarafı; “bu örgüt başıdır!” diye bir “münâsib görme” tavrı bir yana, “suçun şahsîliği ilkesi” bir yana, çıkarılan şemalardaki unsurlar da herhangi bir illegal veriyi göstermiyor ve suç unsuru taşımıyor.
Şemalara tek tek bakalım:
Birincisi: İBDA Yayınevi nin çıkardığı, benim kitablarımın listesi... 1979’dan 1998’e kadar çıkan kitablarım; 1998’in sonunda, Savcılığın önüne “illegal örgüt başı” oluşumla ilgili olarak gelmiş... Hâlen legal olarak faaliyetine devam eden bir Yayınevi’nde çıkan kitablarımın, “örgüt başı” olarak suçlanmama nisbet, ne emare, ne karine, ve ne de delil teşkil etmeyeceğini söylemem lüzumsuz... Bu mantıkla; herhangi bir yazarı, “Örgüt başı” diye bir “münâsib görme” nin ardından kitablarını alt alta sıralayarak suçlandırabilirsiniz ki, hem mantık ve tabiî ki hukuk mantığına aykırılığı açık.
İkincisi: İBDA, -yani benim dışımda- çıkan, İBDA’cı dergiler şeması... Bu dergiler, hem benim dışımda, hem de benim herhangi bir müdahâlem ve tavsiyem dışında çıkarılmıştır; sahibleri belli, çıkaranları belli... Kaldı ki, benim müdahâlem ve tavsiyemle çıkarılmış olsalardı bilse, hepsi legal dergilerdir... Bırakınız benim dışımda oluşunu, bunun Savcılık önüne götürülüşündeki mantıkla, bir adamı “örgüt başı” diye bir “münâsib görme” işinden sonra çıkardığı legal dergileri alt alta sıralayıp suçlandırabilirsiniz... Yani bu şemanın da herhangi bir emare, karine veya delil teşkil eder yanı yok.
Üçüncüsü: Dernek, parti veya benim çıkardığım dergi veya çıkaranları arasında dergiler ve yayınevi şeması... Şemada, 1966-1967’de “Milliyetçiler Derneği ve Komünizmle Mücadele Derneği” nde, 1969-1971’de Eskişehir’de “Milli Nizam Partisi Gençlik Kolları” nda ve 1972-1973’de yine Eskişehir’de “Milli Selamet Partsi Gençlik Kolları” nda bulunduğumun notu... Fikir yürütmek lüzumsuz ama, üzerinde duralım: Önce, ne sözkonusu derneklerde ve ne de Parti’de, ben kayıtlı bir üye değildim... Öyle olsa da farketmez, bunlar legal kuruluşlar... Üstelik, yüzbinlerle ifadeli kitleleri toplayan o derneklerde, benim gibi çocuk yaşta biri bir yana, hangi ünlü politikacılar ve her meslekten kimler vardı ve hamileri kimlerdi?.. Yani, benim sözkonusu Derneklere ve Parti’ye uğramış olmamdan dolayı, onlar bana bağlanıyor da, onun için mi suç işleme sürecim gibi Savcılık önüne götürülüyor?.. 1976’dan 1980’e kadar çıkan dergiler ise, aradaki zaman faktörü de bir yana, zaten legal olarak çıkmış dergiler ve şu an devam eden dâvâ mevzuu ile hiçbir alakası yok!.. 1981’den bugüne kadar geçen süreçteki alt alta dizilmiş üç Yayınevi’nin de!..
Dördüncüsü: “Başyücelik Devleti” şeması... “Başyücelik devleti” , Rahmetli Üstadım Necib Fazıl’ın, içindeki bütün meseleleri kendisine nisbetle örgüleştirdiği “Büyük Doğu İdeolocyası” isimli eserinin bir faslıdır. Sözkonusu eser, tek parti döneminde, yani ta 1943’te çıkan Büyük Doğu mecmualarından başlayarak yıllarca tefrika edilmiş ve ilk baskısı 1960-1961 yıllarında yapılmıştır; o günden bu güne de bilmem kaç baskı... Geçen celsede ifade ettiğim gibi, “Başyücelik Devleti” faslı, benim “Başyücelik Devleti” isimli eserimde tahlil edilmiştir... Netice olarak: Kitablardan böyle bir şema çıkararak Savcılığın önüne götürülmesinin ne anlamı var, anlamış değilim.
Beşincisi: “30.12.1998 tarihinde yakalanan Sadettin Ustaosmanoğlu’nun ikametinde yapılan aramada elde edilen rulo şeklinde hazırlanmış örgütün simge ve bayrağının numunesidir” diye bir kağıt... Kağıtta “İBDA-C örgütünün simgesi” dediği yer, simsiyah, hiç bir şey yok; herhâlde el işareti olacaktı... Herşeyden önce; sözkonusu işaret, legal veya illegal İBDA-C’lerin kullanmasından önce İBDA’nındır ve hâlen Cağaloğlu’nun ortasında bulunan Yayınevi’nin kocaman tabelasının iki yanında bulunmaktadır... Aynı şekilde, Cem Boyner’in partisi tarafından da sahiblenilmiştir... İşaret ettiğim hususlar çerçevesinde ortaya çıkan birinci mesele şudur: Simge İBDA’nın, yani legal olduğuna göre, nasıl ki yakasında filan partinin veya kuruluşun rozeti var diye bir adamın işlediği suçtan dolayı bir parti veya kuruluş suçlanamıyorsa, illegal faaliyette bulunanlardan dolayı da o simge illegal örgüt simgesi diye nitelenemez... Buna bağlı ikinci mesele de şudur: Cem Boyner ve Partisi, sözkonusu simgeyi sahiblenirken “İBDA-C örgütünün simgesi” diye illegal örgüt ve mensubu olmuyorlar da, niçin Sadettin Ustaosmanoğlu’nda illegal örgüt ve bağlantısı kuruluyor?.. Bayrak meselesine gelince: Bayrak, illegal örgüt bayrağı değil, 1995’de basılan “Başyücelik Devleti” isimli eserimin kapağında mevcuttur... Ve basımından önce, 1984’lerden başlayan bir fikir ve edebiyatı hâlinde, benimdir: Renginden şekline kadar mânâsı, çeşitli eserlerime sindirilmiştir... Bütün bu hususlar gözönünde tutulduğunda, sözkonusu fotokopiyi Savcılığın önüne götürmenin, soruşturmayı süslemenin dışında bir mânâsı yoktur.
Altıncısı: “30.12.1998 tarihinde yakalanan Sadettin Ustaosmanoğlu’nun işlettiği FURKAN dergisinde elde edilen İBDA-C örgütü mensublarına ait resimler”... Savcılık önüne götürülen bu resimlerin içinde, resim içinde resim hâlinde benim de ve özellikle belirli büyük bir fotoğrafım var... Önce; sözkonusu fotoğraf, İBDA Yayınevi’nin binlerce basılmış bir ürünüdür... Sonra; Furkan dergisi legal bir dergi olduğu gibi, irili ufaklı bütün basın ve televizyon kuruluşlarının arşivinde bulunan ve bulunabilecek olan bir malzeme değerindedir... Ayrıca, ahlâkî ve hukukî değerlendirmesini size bıraktığım bir husus: Bir hırsız, bir eve girip bir takım özel eşyaları ve notları çalsa, bu suçtur. Fakat nasıl oluyorsa, gizli polis soruşturması diye alınan notlar vesâir şeyler, havalarda uçuşuyor... Böyle bir durumda da söylenen şudur: “Gazeteci, haber kaynağını açıklamak zorunda değildir!”... Haberin kaynağı belli ve tahkiki de pek basittir; bu ayrı dâvâ... Ama kimler ve neleri açıklamak zorunda değilken, Sadettin Ustaosmanoğlu ve FURKAN dergisi her arşivde bulunabilecek olan alenîleşmiş resimleri açıklamak zorunda(!)... Bunun süslemek üzere Savcılık önüne götürülmesi de cabası!.
Salih İzzet Erdiş
17 Nisan 2000
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Devran
mesih nizamlı


günler günü gelip, gününe erişti.
Zaman bekleninen, vaktine erişti.
Hasret aşkıyla birlikte, şahsına erişti.
Yara acı cefasından erişti o kumandan...




Beklediğimiz gündü, sen bekleninen.
Kurtuluş yılı zamanın, sen istenilen.
Aşkların bir'leştiği, sen hasreti çekilen.
Yara acı cefasından erişti o kumandan...


-canım yoluna,harcına kanım-
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ERKEN GEL

Ey genç adam,yolumu adım adım bilirsin!

Erken gel,beni evde bulamayabilirsin!

-Necip Fazıl Kısakürek,Çile-

_______________

KÖKLER'den

Dedi ki :

-(Elime daha erken geçseydin...Benim daha

dinç olduğum bir zamanda...Ama birşey farketmez;

bu işler böyle oluyor!..Elime bir genç geçti,pîr geçti;

kendi geldi!..İnşallah seni ben yetiştireceğim!)

.......

Dedi ki :

-(İSTİKBAL İSLÂMINDIR ; ne güzel bir mevzuun var...

Allah ne kadar ömür verir,daha ne kadar yaşarım bilmem.

Ama senin,bizim davamızda bir hayli hisse sahibi olarak

görünmen lâzım...Zaten benim bir takdim yazım olacak...

Bütün hüviyetin görünecek.)

S.Mirzabeyoğlu :

-(Allah mahçup etmesin efendim...)

Dedi ki :

-(Öyle,öyle! Benim yanıma senin gibi kimse gelmedi...

Cins zekâ...Yüzüne karşı methetmem olmuyor ama,

kanıma girmişsin!..Derinliğine,kanıma; bunu görüyorum...

Hayatımı sen anlıyorsun;bu böyle...Sonra öyle devam

edersin.Dünya bir kahraman bekliyor; bir fikir kahramanı...

Hadi bakalım inşallah!..Bizden bekleniyor,bizde de bir fikir

adamının yaşamaması için her şey mevcut...Bu millet fikir

diye birşeyden anlamıyor,ama Allah ne gösterir...Biz fikircimizi

yetiştirmeye bakalım.Bomboş bir devirdeyiz,bomboş! Ne kadar

talihsiz bir nesiliz biz!)

.......

Dedi ki :

-(Sen her türlü yazıyı yazabilirsin,buna lâyıksın! -Nfk-)

-Salih Mirzabeyoğlu,Kökler-
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Mirzabeyoğlu'nun eserleri şunlar:

1. Bütün Fikrin Gerekliliği -İktidar Siyaset Hareket- /Fikir (2.Basım)
2. Aydınlık Savaşçıları -Moro Destanı- /Destan
3. İdeolocya ve İhtilâl -Kavganın İçinden- /Fikir (2.Basım)
4. Yaşamayi Deneme /Roman
5. Önsöz /Şiir
6. Tarihten Bir Yaprak /Fikir
7. Kültür Davamız -Temel Meseleler- /Fikir (3.Basım)
8. Damlaya Damlaya -Yılanlı Kuyudan Notlar- /Fikir (2.Basım)
9. Anafor /Şiir
10. Necip Fazıl'la Başbaşa -İntıbâ ve İlhâm- /Fikir (2.Basım)
11. Müjdelerin Müjdesi /Hikayeler
12. İslâma Muhatap Anlayış -Teorik Dil Alanı- /Fikir (2.Basım)
13. Kayan Yıldız Sırrı -Şâh Eser Şâheser- /Şiir (4.Basım)
14. İstikbâl İslâmındır -Denenmemiş Tek Nizam- /Fikir (3.Basım)
15. Gölgeler -Yaşadigimız Günler- /Roman (2.Basım)
16. İbda Diyalektiği -Kurtuluş Yolu- /Fikir (3.Basım)
17. Dil ve Anlayış -Dil ve Diyalektik- /Fikir (2.Basım)
18. Kökler -Necip Fazıl'dan Esseyyid Abdülhakîm Arvasî'ye- /Menakıb (2.Basım)
19. Marifetname -Süzgeç ve Şekil- /Fikir
20. Kavgam l -Necip Fazıl- /Fikir (2.Basım)
21. Kavgam ll -Necip Fazıl- /Fikir (2.Basım)
22. İktisat ve Ahlâk -İktisada Giriş- /Fikir
23. Hikemiyat -Tefekkür ve Hikmet- /Fikir
24. Şiir ve Sanat Hikemiyati -Estetik ve Ahlâk- /Fikir
25. Hukuk Edebiyatı -Nizam ve İdare Ruhu- /Fikir
26. İşkence -Hukuk ve Hûk- /Gözlem
27. Tilki Günlüğü l -Ufuk ile Hafiye- /Ruhî Roman
28. Tilki Günlüğü ll -Ufuk ile Hafiye- /Ruhî Roman
29. Tilki Günlüğü lll -Ufuk ile Hafiye- /Ruhî Roman
30. Tilki Günlüğü lV -Ufuk ile Hafiye- /Ruhî Roman
31. Tilki Günlüğü V -Ufuk ile Hafiye- /Ruhî Roman
32. Tilki Günlüğü Vl -Ufuk ile Hafiye- /Ruhî Roman
33. Hakikat-i Ferdiyye -Çöle İnen Nur- /Fikir
34. Sahâbîlerin Rolü ve Mânâsı -Peygamber Halkası- /Fikir
35. Başyücelik Devleti -Yeni Dünya Düzeni- /Fikir
36. Yağmurcu -Gerçekliğin Peşinde- /Fikir
37. Üç Işik -Sohbet Konferans- /Fikir
38. Adımlar -1984'den 1996'ya- /Fikir
39. Parakutâ' -Para'nın Romanı- /Fikir
40. Hırka-i Tecrîd -Risâle-i Üçışık- /Fikir


[FONT=Century Gothic, Trebuchet Ms, serif]Press Medya[/FONT]
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
"Tenimizi ezebilirsiniz… Ama, ruhumuzu asla… Onu ne işkence zapteder, ne kelepçe, ne pranga… Gülümser durur inancımız, hürriyet buudunda sonsuzca… Bizi edebilirsiniz, evimizden, tenimizden… Ama dinimizden? Çok şükür, pişmanlık uğramadı semtimizden… Ya siz? Ezeli pis hayvancıklar… Neye yaradı işkenceniz? Dünyanız kara, ahiretiniz zift… Sizi bekliyor cehenneminiz!.." Salih MİRZABEYOĞLU
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
İNANÇ EGEMEN OLMALIDIR!



Siyasal hareketler inançla ve tabandan aldığı kuvvetle ayakta durur.

Şartlara göre eğilen ve uzlaşmacı olan siyasal hareketler kayıplarını telafi edemez.

Yönetimsel etkisizleşme ve her alana etkiden uzaklaşmalarla korkular egemen olmaya başlar.

Kendinden emin olmayanlar panikler yaşar.

Sevginin yerini tehdit alırsa orada toplumsal barış ve huzur aramayın.

Ararsanız hayalperest olursunuz.

Yaşam gerçekçi olanların yürüdükleri yolların açıldığını görmüştür.

Her olay gerçekle yüzleşmelidir.

Gerçekler birilerini korkutabilir.

Korkunun ecele faydası olmadığını söyleyenler boşuna konuşmamış.





Korkuya dayalı güç barakaya benzer.

Rüzgâra yenilir.

Sevgi ve insanların düşüncelerine saygıyı esas alanlar için endişe olmaz.

Herkes herkesi sevecek ve sempatik olacak diye bir kaide yok.

Düşünceler farklı.

Niyetler değişiktir.

Olaylara farklı pencerelerden bakanları dışlayarak muzaffer olamazsınız.

Sadece eridiğinizi gün gelir birileri söyler.

O birileri halktır.

Uzlaşmak ve ortak noktalarda buluşmak söylemleriyle kimseyi hikâye dinlemeye mecbur etmeyin.

Kötülerle uzlaşmak olmaz.

Hırsızlarla pazarlık olmaz.

Haksız kazanç ve rüşvetle yaşam geçirenlerin düştüğü an onlara sahiplenmeyin.

Sizde aynı daire de yargılanırsınız.

Ölçüler sonuna kadar müdafaa edilmelidir.

Mücadele etmek güzeldir.

Mücadelesiz bir siyaset olmaz.

Menfaat için siyasi mücadele yapanlar çıkar dişlileri arasında erir ve gider.

İlkeli olanları çıkar dişlisine parça olmaya davet edemezsiniz.

Cesaret bile edemeziniz.

Doğru adam mensubu olduğu siyasal düşünceye en büyük güç veren adamdır.

Farkında olamadığınız gerçeklere ulaşmak için sabırlın olacaksınız.

Önemli olan fark edenleri görmektir.

Onlarla basamakları rahatça aşarsınız.

Seçim kazanmak önemlidir.

Kazanılan şartları geliştirmek ondan zordur.

Yüzde yüz herkesi memnun edeceğinizi zannetmeyin.

Sırtınızda taşısanız bile gün gelir nankörlük yaparlar.

Bu ülke de siyaset böyle acımasızdır.

Gömlek değiştirenimi arasanız, pabuç takaslayarak postal tercih edenleri mi?

Yığınla çelişki yaşayan bir ülke de ayakta kalmak önemli başarıdır.

Ne zaman çelme yiyeceğinizi kestirseniz tedbirinizi alırsınız.

İdrak edemezseniz düşer ve düştüğünüz yerden kalkamazsınız.

Hareket alanını, akıştaki yürüyüşlerini, kadrosundaki samimiyeti tesis edenler başkalarının tayin ettiği oyun alanında yer almaz.

İlkelerinin gösterdiği amaçlarla adım atar.

Kaybeder veya kazanır.

Fakat ilkelerini yaşatır.

Siyaset ilkelerle ayakta kalır.

Dün söylediklerini muktedir olduğu zaman terk edenler her zaman erimeye ve muktedirlik şartlarını kaybederek tasfiyeye sürüklenmeye mecbur bırakılırlar.

İnsan ve yürek merkezli olmayan siyasal hareketler saman alevi misalidir.

Sadece duman kokularını duyarsınız.

Hissedersiniz.





Siyaset dalkavuklar sebebiyle kirleniyor.

Kraldan fazla kralcı gözükenler koltuk derdine düştüğü için samimiyetin üzerine asit dökmekle meşgul olur.

Yalan ve iftirayla siyaseti kullanmaya ve amaçları adına her yolu mubahlaştıran yapılanmalar tıkandıklarını fark etmelidir.

Dün dündür mantığı çöktü.

Eleştirilmezlikler tarih oldu.

Doğruya gidişte her şey eleştiriye açık olacaktır.

Dokunulmazlaştırırsanız diktatörler üretirsiniz.

Diktatörlerin olduğu alanda özgür siyaset yaptırmazlar size!

Sadece alkışlar ve kenarda tiyatro seyredersiniz.

Gelen ağam, giden paşam mantığı geçmişe terk edildi.

Bu bakış açısı korkak, ezik, kişiliksiz bir yığın üretti.

Bilinçsiz yığınlar zafer kazanamaz.

Kim güderse koyunu olur.

Koyunlara çoban her zaman bulurlar.

Koyunlar ne verilirse razıdırlar.

Bacağından asıldığında ise feryatları nafiledir.

İnanın.

Doğru kalın.

Yalnız olursunuz.

Fakat kaybetmezsiniz.

Dalkavuklukla siyaset yapılmaz.

Varsın koltuklarda oturmayın.

Kimsesiz zannetsinler sizi!

Fakat kimsesiz olmadığınız gün gelir anlaşılır.

Toplumda her zaman fark edilirsiniz.

Çünkü doğrular adına dik duruşun temsilcisi olmak onurdur.





Düne kadar nice yalnızlar vardı.

Gün geldi arkalarında binler yürüdü.

Yüz binler oldular.

Milyonlarca gönül olduklarında dünün doğrularının onları bu aşamaya getirdiğini anladılar.

Hayat kısa!

Ne hayalci olun, ne de dalkavuk!

Birilerini sahte alkışlarla büyütmeyin.

Büyütürseniz ilk şamarı size atarlar!





İnançlar önemlidir.

İnanan insan her güce karşı direnir.

Korkmak yoktur ruhlarında.

Doğruya iman eden baş eğmez.

Bükülmez.

Aciz gözükmez.

Sıkıntılar karşısında gözyaşı dökecek kadar alçalmaz.

Siyaset zor zamanlarda omuz verenlerin yürekli adımlarıyla yapılır.

Zor zamanlarda kaçanlar ve kendilerini korkularının esiri yapanlar günümüz şartlarında vitrinlerde olmak için ne entrikalar çevirir bilmezsiniz.

Bilseniz de dikkate almazsınız.

Fakat ayrık otu gibidirler.

Tedbir almazsanız etrafınızda çoğalırlar.

Nefesinizi kesmeye kalkacak boyuta geldikleri zaman atacağınız adımın kıymeti kalmaz.

Tedbir her zaman ilk adımdır.

Ufku dar olanlar için yaşam tehlikeli tuzaklarla doludur.

Düşmenin mazereti olmaz.

Düşmeyeceksin.

İnanç adamları oyunlara gelmez.


 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
KARANLIK HÜCRE...
Bir günden kâğıdıma düşenler diye yazdıysam
Belki de yarınlara kalmaz diye bakıp ardından...
Unutmak istesem de bir yanımdan
Sanki felçli halimden sarkan bir geceden kalan...
Belki hatırlarsın -belki de sıradan- belki de geride kalan bir an?
Anlatmak istesem de kelimeleri sıralamadan gözyaşlarımdan akan
Unutmadan, bu hatıra değil sadece gözlerimle taş duvarlardan ruhuma vuran...
Hissizlik desende açlıklardan, direnişlerden kalan.
Elimde bir demir parçası sakin, sessiz, yavaş, vurmadan...
Keskin olması gerek, artık sabahtan...
Vuruşmaya hazır mısın? Şehit Olmaya Hazır mısın? Sormadan
Olmak zamanı geldiyse olmalısın diye. Dua'dan
Uzak kalmadan direnişi hatırlayarak Şehidlerini unutmadan
Yeniden dirilmek için sabırla, gayretle, hiç geride kalmadan...
Hücremde, kendimde görüyorum, kendimde buluyorum ışığı, yormadan...
Hiç unutma, Direniş kalelerini, Direniş Siperlerini, Kartaldan;
Hiç Unutma, Aydınlık için, Kalkan, Metris Destanı'nı Hatırandan...
Hiç unutma, Mamak'tan, Bandırma'dan, Bolu'dan...
HİÇ UNUTMA! GÜNES DOĞMADAN...
M.Tahir Başarıcı
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
— “Biricik taktik ve diyalektik olarak, ALLAH ve Resûlü’ne hakikat dedikleri mevhumelerden değil, bizzat hakikati ALLAH ve Resûlü’nün emirleri terazisinde tartanlardan olacaksın! Mantık üstü mantığın şu olacak: Doğruyu mu istiyorsun?.. ALLAH ile Resûlü’nün bildirdiği!.. Güzeli mi istiyorsun? ALLAH ile Resûlü’nün gösterdiği!.. İyiyi mi istiyorsun?.. ALLAH ile Resûlü’nün öğrettiği!.. (s.37) Hakikati Ferdiye-ÇÖLE İNEN NUR..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
"Tenimizi ezebilirsiniz… Ama, ruhumuzu asla… Onu ne işkence zapteder, ne kelepçe, ne pranga… Gülümser durur inancımız, hürriyet buudunda sonsuzca… Bizi edebilirsiniz, evimizden, tenimizden… Ama dinimizden? Çok şükür, pişmanlık uğramadı semtimizden… Ya siz? Ezeli pis hayvancıklar… Neye yaradı işkenceniz? Dünyanız kara, ahiretiniz zift… Sizi bekliyor cehenneminiz!.." Salih MİRZABEYOĞLU...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
makumi1.jpg

ALLAHCC VE RESUL DAVASINDA,
12 YILDIR BOLU ZINDANLARINDA MÜEBBETLİK ESİR...
Salih MİRZABEYOĞLU...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
İnsanın yaratılmasından maksat, Allah'ın emrettiği ibadetlerin eda edilmesi olduğu gibi, ibadetlerin edasından maksat da imânın hakikati olan "yakîn" halini elde etmektir; yakîn, yani şüphesiz, kat'î ve sağlam olarak bilmek... Allah'a imân, din manzumesini O'ndan getiren Resûlü'ne "yakîn" hâlini elde etmeye çalışmak da Allah'a imânın hakikatindendir, imânın kendisidir; Allah'ın Sevgilisi, Allah'a imân ve itaat kendisiyle mümkün olan... O'na "yakîn" getirme usûllerinden biri de, belirttiği liyakat nisbetinde, tefekkürdür; ve tefekkürün öyle çeşitleri vardır ki, has ve hususî ibadet neviîndendir...
SALİH MİRZABEYOĞLU
 

Aşk-ı Hicab

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Şub 2009
Mesajlar
12,148
Tepki puanı
25
Puanları
38
Yaş
39
Necip Fazıl, Osman Yüksel'e bir tomar kağıt göstererek, "İşte şeceremiz. Benim soyum Kısakürek ailesi. Dulkadiroğulları'na dayanır..." diye övünür.
Serdengeçti:
"Üstad çok güzel ama, ne yazık ki siz en alta düşmüşsünüz!" diyerek takılmak ister.
Çile şairi altta kalır mı? Şecereyi ters çevirir ve adını en üste çıkarır, sonra da:
"Bütün bunlar, beni hazırlamak için gelmiş geçmişlerdir!" der.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Şeyh Said ve Deniz Gezmiş yeniden yargılanıyor

images
images
images


Ankara Barosu tarafından kurulan 28 kişilik komisyon, Cumhuriyet tarihine iz bırakan davaları yeniden inceleyecek. İlk aşamada belirlenen altı dosya arasında Şeyh Sait, Deniz Gezmiş ve 'Umut' davaları da var.Komisynun bu davaları yeniden gündeme getirmesi 13 senedir hiç bir hukuki dayanağı olmadan üstüste idam cezasına çarptırılmış Salih Mirzabeyoğlunu da akıllara getirdi.

Ankara Barosu, Cumhuriyet tarihine damgasını vuran dava dosyaları raftan iniyor. Bu çerçevede uzman ve avukatlardan oluşan 28 kişilik bir komisyon kuruldu. Yapılacak çalışmayla kamu vicdanında yara açan davalar, ilk kez derinlemesine tartışılacak, dönemin mevzuatına uygunluğu, hukuk ve hak ihlali yönleriyle irdelenecek. Proje, tamamlandıktan sonra kitap olarak da yayınlanacak.Salih Mirzabeyoğlu davasınında bu komisyon tarafından ele alınmasını isteyen site takipçilerimiz 28 şubat darbesi sonucunda belkide en büyük cezalardan birine çarptırılan Mütefekkir Yazar Mirzabeyoğlu'nun adeta görülmeyerek ve gösterilmeyerek milletten gizlendiğini dile getiriyorlar.

ŞEYH SAİD DE VAR MUMCU DA
Ankara Barosu, ilk etapta inceleyeceği altı dosyayı belirlendi. Buna göre öncelikle Şeyh Sait, Deniz Gezmiş, Bahçelievler Katliamı, Kemal Türkler ve Gün Sazak cinayetleri ile Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok ve Muammer Aksoy cinayetlerine ilişkin 22 eylemle ilgili 'Umut' davaları araştırılacak. Belirlenen davaların Yönetim Kurulu'nca onaylanmasının ardından dosyalar toplanacak, hem kağıt üzerinde hem de sanal ortamda arşivlenecek. Arşivlenen davalar, komisyon üyeleri tarafından incelenecek, çalışmalar, forumlar ve değerlendirme toplantıları yapılacak. Ayrıca davaların görüldüğü dönemdeki hukuki mevzuat ve siyasi ortam göz önünde bulundurularak yargılamaların 'insan hakları' gibi açılardan tartışmaya açılması sağlanacak. Hukuki bir sonuç doğurmayacak çalışmanın amacıysa 'Cumhuriyetin belleğini oluşturmak.'
Tamamı Ankara Barosu tarafından finanse edilecek çalışmada, toplanan dava dosyalarına internet üzerinden ulaşmak da mümkün olacak.

İZ BIRAKAN DİĞER DAVALAR SIRADA
'Şeyh Sait' gibi Osmanlıca dava dosyalarının günümüz Türkçesine çevrilmesi için Kültür Bakanlığı'ndan yardım isteyeceklerini belirten Komisyon Yürütme Kurulu üyesi Avukat Hakan Canduran, komisyonun oluşturulmasında avukatların başvuru usulüyle belirlendiğini, davalarla ilgili uzmanların ise komisyona katılmaları için davet edildiğini söyledi. Altı dava hakkında çalışmalar tamamlanınca 'Cumhuriyet Tarihine İz Bırakan' diğer davalar için yeni komisyonlar kurulması değerlendirilecek.

SALİH MİRZABEYOĞLU NEDEN GÖRÜLMÜYOR?
Bilindiği üzere Salih Mirzabeyoğlu hiç bir yasadışı bir eylem ve talimatı olmadığı halde kendi çocuğunu okuldan almaya gittiği esnada polisler tarafından gözaltına alınmış ve yasadışı bir örgütün lideri suçlaması ile defalarca idam cezasına çarptırlmıştı.Avukatlarının defalarca medya ve kamuoyuna verdiği demeçlerde dillendirdiği CIA'nın uyguladığı Zihin Kontrol (TELEGRAM) işkencesine maruz kalan Mirzabeyoğlu 12 senedir tek kişilik hücrede F TİPİ cezaevinde tutulmaktadır.

Şeyh Said ve Deniz Gezmiş gibi tarihe hukuk katliamı olarak geçen hadiselerin gündeme geldiği günümüzde Salih Mirzabeyoğlu gibi 60'dan fazla eser yazmış bir mütefekkire uygulanan bu hukuksuzluğu ve işkencelerinde Ankara Barosunca incelenerek halkımıza duyurulması gerekiyor.Bu yönde atılacak adımları sitemiz olarak her daim destekliyor ,Ve kamuoyunu Cumhuriyet Tarihine İz Bırakan bugünkü ve dünkü hukuksuzlukları takip etmeye çağırıyoruz.Yetkililerinde Ankara bürosuna bu yönde başvurmalarını istiyoruz.

Anadolu Haber Günlüğü
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
34056_414367657388_776472388_4410573_913741_n.jpg




"MİRZABEYOĞLU'NUN DAVASI" İÇİN...




Dergimizin Şubat 2011 tarihli nüshasının büyük kısmı İbda Mimarı Salih Mirzabeyoğlu ile alakalı. S. Mirzabeyoğlu'nun 1998 senesinde "yakalanışı", "yakalanarak" konulduğu Metris Cezaevi’nden "Noel Baba Operasyonu" ile tekrar "yakalanarak" DGM'ne getirilmesi, mahkemedeki savunma metni, süreç içindeki adaletin ve hukukun yüzkarası tatbikatları, "Mirzabeyoğlu Davası"nın iddianamesi ve "gerekçeli kararı", avukatlardan biri ile yaptığımız mülâkat, diğer avukatının konu ile alâkalı yazısı, davaya sonradan müdahil olan ve şu anda "Ergenekon Terör Örgütü"nün "terörist yöneticileri"nin avukatlığını yapan Metin Çetinbaş hakkındaki yazılar "dosya"mızın başlıkları.

11 senedir cezaevinde bilfiil TELEGRAM İŞKENCESİ gören, son üç senesinde "hücre"de kalan S. Mirzabeyoğlu'nun üzerinde oynanan "hukuki oyunlar" ile "zihin kontrolü" ile TESLİM ALINMAYA, DİZ ÇÖKTÜRÜLMEYE ÇALIŞILAN İRADESİNİN ne anlama geldiğini elimizden geldiğince mufassal bir şekilde makale ve mülâkatlarla ortaya koymaya çalıştık.

Dergimizin eski sayılarında "Cumhurbaşkanı ve Başbakana Açık Mektub"lar yayınladık, makaleler yazdık, Telegram'a dikkat çekmek, "ne oluyor?" denilmesine vesile olabilmek için; 2010'un Kasım'ı ile birlikte dergimizin temsilcilerinin de bulunduğu bir heyet Ankara'da, AKP, CHP, MHP, SP, BBP, Türkiye Partisi ve Has Parti yetkilileri ile görüştü, dilekçeler verdi, bu sayımızda okuyacağınız gibi bütün bunlara rağmen, birşey elde etmekden "umudları yok"! Herkes, ama herkes "konudan haberdar" ama "vaziyet kendilerini aşıyor"! Veya "muhalefet aracı" olarak bir atımlık "kullanım" derdindeler.

Oysa, S. Mirzabeyoğlu, "Bu dava hukukun haysiyetinin ve şerefinin ortaya çıkacağı bir dava" olacaktır demişti savunmasına başlarken; "idam kararı" verildiği zaman da "Tiyatro Bitti!"; hukuku şerefsiz ve haysiyetsiz bir şekle büründürürseniz, "tiyatro biter"; bittiği yerde de şerefsiz ve haysiyetsizce İFŞA OLURSUNUZ ki, "gerekçeli karar"ın ardından başlayan "Ergenekon Davaları" ile o gün "Mirzabeyoğlu Davası"na taraflı olarak yaklaşanların NE KADAR ŞEREFSİZ VE HAYSİYETSİZ oldukları ortaya çıktı!

Dikkat: "Mirzabeyoğlu'nun Davası"nı "dış mihraklara" bağlayanlar, İbda'nın arkasında "emperyalist devletleri, servisleri" arayanlar, söyleyenler bugün -bir kısmıyla- Ergenekon'da yargılanıyorlar ve "ABD, AB ve NATO'ya karşıyız diye içeri alındık" diye savunma yapan bu "özneler", davanın şu aşamasında bile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yani "emperyalist devletlerin şefaatine" başvuracaklarını, "Türk yargısı"nda mahkûm olsalar bile "AHİM'de beraat edeceklerini" apaçık söylüyorlar!..




Üstad Necib Fazıl'dan bir mısra:
"Ey düşmanım, sen benim ifâdem ve hızımsın;
Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lâzımsın"



Evet, S. Mirzabeyoğlu, mahkeme sonunda "TİYATRO BİTTİ" demişti; "ifademiz" olması nazarından Ergenekon davalarında hem yargılananlar hem de yargılayanlar, "Tiyatro Bitti!"nin ne anlama geldiğini, mahkeme sürecinde -iddianamesi ve "gerekçeli kararı" ile- HUKUKUN ŞEREF VE HAYSİYETİNİN NASIL AYAKLAR ALTINA ALINDIĞINI, şimdi yaptıkları "hukuki açıklamalar, savunmalar" ile ortaya koyuyorlar!



Bırakın Türkiye’yi, dünyada "şerefsiz bir hukuk tatbikatı" olarak örnek gösterilecek muhakeme süreci olan "MİRZABEYOĞLU DAVASI"nı bütün adilikleri ile herkes sayfalarımızı okuyunca idrak edecekdir; işte bunun YAYGINLAŞTIRILMASI için de dergimizin bu sayısını online olarak yayınlıyoruz.



"MİRZABEYOĞLU DAVASI"nı ve "MİRZABEYOĞLU'NUN DAVASI"nı herkes okusun!





FURKAN Dergisi





39. sayımızı http://issuu.com/furkandan/docs/furkandergisi39 adresinden okuyabilirsiniz.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
zeynep.jpg



'Ateşten Yıllar' ve 'Salih Mirzabeyoğlu'na Özgürlük'

Gazetemiz Yeni Şafak yazarlarından Abdulkadir Selvi'nin Nesil Yayınları'ndan çıkan "Ateşten Yıllar" adlı son kitabını okuduğumda bir kere daha anladım ki bu günlerde olup bitenleri daha iyi anlayıp kavrayabilmek için öncelikle geçmişi her yönüyle ve tüm gerçekleriyle bilmek gerekiyor.

Çünkü "Ateşten Yıllar", Bediüzzaman Said Nursi üzerinden gelişen siyasi tartışmaların alevlendiği üç kritik dönemin belgeleri, tutanakları arasından çıkıp gelmiş bir araştırma... Gerçekten çok emek verilen, çok kapsamlı bir araştırmanın ürünü olan bu kitabı; sadece siyasetle ilgilenenler değil geçmişi bilerek yaşadığımız günleri anlamak böylece geleceği de doğru yorumlamak isteyen herkes kesinlikle okumalı bence.

"27 Mayısçılar sadece siyasi iktidarı alaşağı etmemişti. Ordunun içinde de geniş bir kıyıma girmiş iki yüz yirmi generalin bir gecede orduyla ilişiği kesilmişti. Tasfiyeler, tutuklamalar, ihanetler, ihbarlar; darbe döneminden nemalanma çabalarına eklenince korku dolu günler yaşanmaya başlamıştı. İnsanlar 'belki beni ihbar eder' korkusuyla dostlarından bile uzak duruyordu" diye anlatılan ateşten yıllar.

"27 Mayıs ihtilali en acımasız ve en korkunç yüzünü, aralarında cumhurbaşkanının, başbakanın, bakanların, milletvekillerinin bulunduğu Demokratların dipçik altında itile kakıla Yassıada'ya tıkılması, diğeri ise Said Nursi'nin mezarının parçalanması olayıyla gösterdi. Çünkü bu mezardan başka mezarlara yollar açılacaktı. Bediüzzaman'ı mezarında rahat bırakmayanlar, bir yıl sonra bu kez Menderes'i hasta yatağından alıp, bir öğle vakti ipe çekeceklerdi" diye anlatılan ateşten yıllar.

O dönemde ileri sürülen "Said Nursi'nin naaşı denize atıldı" iddiasını çürüten belgelere de yer veren bu kitaptan haberdar olduğum gün, televizyon kanallarından Usame Bin Ladin'in öldürüldüğüne(!) ve denize atıldığına (!) dair ilk haberleri dinlediğim gündü. İlginç değil mi. Nasıl da aynı zihniyet. Denize atıldı diyerek yalanlarını, oyunlarını, zulümlerini gizleyeceklerini, gerçeğin üstünü örteceklerini sanıyorlar. Tıpkı ülkeleri işgal ederken, biz oraya demokrasi götürüyoruz dedikleri gibi.

Aslında sadece Türkiye değil bütün İslam ülkeleri, ateşten yıllar değil tam anlamıyla ateşten bir yüzyıl yaşadı ve şu günlerde Ortadoğu'da, Afrika'da, Kafkasya'da, Balkanlar'da ve Ortaasya'da olup bitenlere bakılırsa ne yazık ki İslam Milleti'nin ve tüm mazlumların ateşten yılları devam ediyor. Zalimlerin fitne fesat oyunları da...

Beklemedikleri bir anda Tunus'ta başlayan halk ayaklanmasının diğer ülkelere de sıçrayacağını öngören bu zalimlerin bundan sonraki ayaklanmaları kendi kontrollerinde istedikleri gibi şekillendirmek için Mısır'da da Libya'da da, Yemen'de de, Suriye'de de; dinamitleri de kendileri koydular fitilleri de kendileri ateşlediler diye düşünüyorum. Tam da bu noktada tüm İslam Milleti Türkiye'den meydanı bu zalimlere bırakmamasını, mazlum ve kardeş halkların yanında etkin bir şekilde yer almasını bekliyor.

Peki Türkiye ne yapıyor. Siyasilerin her geçen gün seviye kaybeden atışmalarını hep birlikte izliyoruz ne yazık ki. Keşke üzücü olan sadece seviye kaybı olsa... Bir yandan karşılıklı hakarete ve tehditlere varan söylemler çoğalırken diğer yandan aynı şekilde insanlarımızın canına kast eden bence oldukça provokatif saldırılar da hızla artıyor. Yani zalimler bu ülkede de büyük bir fitne fesat oyunu için yine iş başında.

Oysa insanlar nasıl da umutlanmıştı, artık her şey güzel olacak diye. Artık barış gelecek, huzur sağlanacak, sofralar bereketlenecek diye. Artık insanca yaşanacak ve ülke tüm özgürlüklerin güvence altına alındığı yepyeni bir anayasaya kavuşacak diye. Artık yeni Nazım Hikmet'lere, Said Nursi'lere, Necip Fazıl'lara sahip çıkılacak diye.

Oysa yine insanlar düşüncelerini yazdığı için hapiste. Elbette görünürde düşünmek ve düşündüğünü yazmak artık suç değil ama suya sabuna dokunmamak şartıyla. Eğer yazdıklarınızda, söylediklerinizde iyi, doğru ve güzel için insanlara bir çağrı; kötü, yanlış ve çirkin için bir eleştiri varsa suçlanmanız için yeterli olabiliyor. Kendinizi her an yasadışı örgüt lideri olarak bulabiliyorsunuz mahkeme karşısında.

Ömür boyu hapse mahkûm Salih Mirzabeyoğlu bunun sayısız örneklerinden biri sadece. Bütün eylemi sayısız esere imza atmaktan ibaret olan Salih Mirzabeyoğlu yıllardır demir parmaklıkların arkasında ve bugün doğum günü. "Salih Mirzabeyoğlu'na Özgürlük" kampanyasını başlatan arkadaşları birkaç gün önce bana gönderdikleri mesajda; 9 Mayıs 2011 Saat 13.30'da yani bugün Salih Mirzabeyoğlu'nu ziyarete gideceklerini, doğum gününde yalnız bırakmayacaklarını, içeri giremeseler de, avukatları aracılığı ile kendisine iletmek istedikleri mesajları yollayacaklarını yazmışlardı.

Ben de mesajımı buradan yazıyorum umarım iletilir Salih Mirzabeyoğlu'na. Kendisinin 28 Mayıs 2010 tarihinde Telegram (zihin kontrolü) işkencesi altında, Carlos'a "Başyücelik Devleti" adlı eserinin İngilizcesini imzalarken avukat görüşü sırasında yazdığı metni aynen tekrar ederek:

"İslam davasının kahraman devrimcisi Salim Muhammed (Carlos)a... Daha henüz ölmedik. Söyleyecek sözümüz var ve görüşmek dileğimiz ümitten öte birgün buluşuruz İnşallah! Öncü rolünü unutma aziz Gönüldaş! Allah her iki dünyada yüzünü güldürsün sana hayırlı ve mutlu günler diliyorum kurtuluşa ermen dualarımla." (Söz Çakal Carlos'ta –Tahkim Yayınevi)



Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Diyalog Gazetecilik San. ve Tic. Ltd. Şti.'ne aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan köşe yazısı/habere aktif link verilerek kullanılabilir.

http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=272 ... odora_Doni
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt