Leyla_Ebedi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 2 Şub 2008
- Mesajlar
- 331
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 18
Allah Teâlâ buyuruyor: “Sor, İsrail oğullarına, onlara nice açık âyetler verdik. Allah’ın nimetini, geldikden sonra kim onu tebdil ederse (yani küfrederek nimetin tebdîline sebeb olursa) bilsin ki Allah muhakkak azâbı pek çetin olandır.
Küfredenlere dünya hayatı pek süslü gösterildi. İman edenleri maskara etmek istiyorlar. Halbuki Allah’a itaat edip O’nun vikayesine girenler kıyamet gününde onların üstündedirler. Allah kimi dilerse ona hesabsız rızık verir.
İnsanlar bir tek ümmettirler. Allah da nebilerini müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi. Onların beraberinde hak uğruna kitabı da indirdi ki her bir nebi insanların ihtilafa düştükleri şeyler hakkında hükmetsin. Halbuki kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra birbirlerine karşı olan ihtiras ve hasedden dolayı ihtilafa düşenler kendilerine bundan önce kitap verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri kendi iradesiyle üzerinde ihtilafa düştükleri hakka ulaştırdı. Allah kimi dilerse onu doğru yola iletir.
Ey mü’minler yoksa siz, sizden evvel geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar ve sıkıntılar gelep çattı ve öyle sarsıldılar ki hatta peygamberleri, beraberindeki iman edenlerle birlikte: “Ne zaman Allah’ın yardımı?!” der oldular. Biliniz ki Allah’ın yardımı yakındır muhakkak.”
* * *
Gözlerine dünya hayatı süslü gösterilenler Abdullah bin Mes’ud, Ammar bin Yâsir, Süheyb bin Sinan, Hubeb bin Adiyy, Bilal bin Rebah el-Habeşi gibi mü’minleri alaya almaya başladılar. Bunları “beyinsiz” addederek istihkar ederler ve: “Şu zavallılar dünya lezzetlerini terk ettiler, türlü ibadetlerle de kendilerine eziyet veriyorlar, rahatlarından oluyorlar.” derlerdi.
Habbab İbni Eret -radıyallahu anh- söylüyor: Bir gün Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e, müşriklerin elinden çektiğimiz sıkıntılardan ve işkencelerden şikayet ettik. Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular.
“Sizden evvelki ümmetlerden öyleleri vardır ki, azap ve işkencenin sayısız şeklini gördükleri halde bu onları dinlerinden döndüremiyordu. Hatta insanı alıp başından aşağıya testere ile keserek işkence ile öldürüyorlar, diğer birini demirden taraklarla tarıyorlar, iliklerine varıncaya kadar sızlatıyolardı da, bu onu dininden vazgeçiremiyordu. Allah’a yemin ederek söylüyorum ki, Allah bu işi tamamlayacak, sizden herhangi biriniz San’â’dan Hadramut’a kadar Allah’tan gayri kimseden korkmayarak, sürü sahibi kurttan endişe etmeyerek gönül rahatlığıyla sefer edebilecek. Fakat siz ecele ediyorsunuz.”
İşte her ümmet başlarına gelen sıkıntılardan, işkencelerden daraldılar, bunaldılar. “Daha ne zaman Allah’ın nusratı?” dediler. Bu hal Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e Mekke Fethi’nden evvel geldi. Ahzab Günü’nde (Hendek Harbi’nde) de aynı şekilde bunaldılar.
Allah Teâlâ bir fırtına ve görünmeyen ordular gönderdi ve küffarı hezimete uğrattı.
Hendek Günü’nde müslümanların çektiği sıkıntıyı bizzat Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘de çekti. Şiddetli sıkıntı, şiddetli soğuk, ezânın ve cefânın envâı netice de “yürekleri ağızlara geldi.”
Eğer bugünün insanları o gün ki müslümanların ma’ruz kaldığı yahudilerden gördükleri düşmanlığı, münafıkların türlü ihânetlerini, müslümanların bunları bertaraf etmek için dört yana davrandıklarını. Medîne’ye hicret ettikleri ilk günleri, Bedir’e hazırlık zamanlarını ve Uhud’u bir görselerdi onlara kâfi ders olurdu.
Fesadın
Altı Kaynağı
Zü’n-Nûn-i Mısrî der ki:
İnsanlar arasında fesad altı şeyden girmiştir:
1- Ahiret ameline karşı niyyet zayıflığı,
2- Bedenlerinin şehvetleri elinde rehin olması,
3- Ecelin her an gelebilme ihtimaline rağmen tûl-i emeli bırakmamaları,
4- Mahlûkların rızâsını Hâlıkın rızâsına tercih etmeleri,
5- Hevâ ve heveslerine uyup nebilerinin sünnetini terk edip arkalarına atmaları,
6- Selefin zelle kabilinden olan hatalarını hüccet edinip onların asıl örnek alınacak menakıbını terk etmeleri, ahlaklarını örnek almamalarıdır.
Heva, şehvet ve bid’atın yok olması, kitap ve sünnetle amel sevgisinin kalblerde iyice yerleşmesi için, akıllı insanın nefis ve tabiata karşı mücâhede etmesi gereklidir.
(Altınoluk)
Küfredenlere dünya hayatı pek süslü gösterildi. İman edenleri maskara etmek istiyorlar. Halbuki Allah’a itaat edip O’nun vikayesine girenler kıyamet gününde onların üstündedirler. Allah kimi dilerse ona hesabsız rızık verir.
İnsanlar bir tek ümmettirler. Allah da nebilerini müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi. Onların beraberinde hak uğruna kitabı da indirdi ki her bir nebi insanların ihtilafa düştükleri şeyler hakkında hükmetsin. Halbuki kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra birbirlerine karşı olan ihtiras ve hasedden dolayı ihtilafa düşenler kendilerine bundan önce kitap verilenlerden başkası değildir. Böylece Allah, iman edenleri kendi iradesiyle üzerinde ihtilafa düştükleri hakka ulaştırdı. Allah kimi dilerse onu doğru yola iletir.
Ey mü’minler yoksa siz, sizden evvel geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar ve sıkıntılar gelep çattı ve öyle sarsıldılar ki hatta peygamberleri, beraberindeki iman edenlerle birlikte: “Ne zaman Allah’ın yardımı?!” der oldular. Biliniz ki Allah’ın yardımı yakındır muhakkak.”
* * *
Gözlerine dünya hayatı süslü gösterilenler Abdullah bin Mes’ud, Ammar bin Yâsir, Süheyb bin Sinan, Hubeb bin Adiyy, Bilal bin Rebah el-Habeşi gibi mü’minleri alaya almaya başladılar. Bunları “beyinsiz” addederek istihkar ederler ve: “Şu zavallılar dünya lezzetlerini terk ettiler, türlü ibadetlerle de kendilerine eziyet veriyorlar, rahatlarından oluyorlar.” derlerdi.
Habbab İbni Eret -radıyallahu anh- söylüyor: Bir gün Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e, müşriklerin elinden çektiğimiz sıkıntılardan ve işkencelerden şikayet ettik. Nebiyy-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular.
“Sizden evvelki ümmetlerden öyleleri vardır ki, azap ve işkencenin sayısız şeklini gördükleri halde bu onları dinlerinden döndüremiyordu. Hatta insanı alıp başından aşağıya testere ile keserek işkence ile öldürüyorlar, diğer birini demirden taraklarla tarıyorlar, iliklerine varıncaya kadar sızlatıyolardı da, bu onu dininden vazgeçiremiyordu. Allah’a yemin ederek söylüyorum ki, Allah bu işi tamamlayacak, sizden herhangi biriniz San’â’dan Hadramut’a kadar Allah’tan gayri kimseden korkmayarak, sürü sahibi kurttan endişe etmeyerek gönül rahatlığıyla sefer edebilecek. Fakat siz ecele ediyorsunuz.”
İşte her ümmet başlarına gelen sıkıntılardan, işkencelerden daraldılar, bunaldılar. “Daha ne zaman Allah’ın nusratı?” dediler. Bu hal Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e Mekke Fethi’nden evvel geldi. Ahzab Günü’nde (Hendek Harbi’nde) de aynı şekilde bunaldılar.
Allah Teâlâ bir fırtına ve görünmeyen ordular gönderdi ve küffarı hezimete uğrattı.
Hendek Günü’nde müslümanların çektiği sıkıntıyı bizzat Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘de çekti. Şiddetli sıkıntı, şiddetli soğuk, ezânın ve cefânın envâı netice de “yürekleri ağızlara geldi.”
Eğer bugünün insanları o gün ki müslümanların ma’ruz kaldığı yahudilerden gördükleri düşmanlığı, münafıkların türlü ihânetlerini, müslümanların bunları bertaraf etmek için dört yana davrandıklarını. Medîne’ye hicret ettikleri ilk günleri, Bedir’e hazırlık zamanlarını ve Uhud’u bir görselerdi onlara kâfi ders olurdu.
Fesadın
Altı Kaynağı
Zü’n-Nûn-i Mısrî der ki:
İnsanlar arasında fesad altı şeyden girmiştir:
1- Ahiret ameline karşı niyyet zayıflığı,
2- Bedenlerinin şehvetleri elinde rehin olması,
3- Ecelin her an gelebilme ihtimaline rağmen tûl-i emeli bırakmamaları,
4- Mahlûkların rızâsını Hâlıkın rızâsına tercih etmeleri,
5- Hevâ ve heveslerine uyup nebilerinin sünnetini terk edip arkalarına atmaları,
6- Selefin zelle kabilinden olan hatalarını hüccet edinip onların asıl örnek alınacak menakıbını terk etmeleri, ahlaklarını örnek almamalarıdır.
Heva, şehvet ve bid’atın yok olması, kitap ve sünnetle amel sevgisinin kalblerde iyice yerleşmesi için, akıllı insanın nefis ve tabiata karşı mücâhede etmesi gereklidir.
(Altınoluk)