Siyahgulsevdalisi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 20 Haz 2006
- Mesajlar
- 2,046
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Zarûretler haramı mübâh kılar:
Haram dairesini oldukça dar tutan İslâm, hayatın beklenmeyen, tabiî ve devamlı olmayan olayları, sıkıntıları ve icbarları karşısında bu çerçevenin de zorlanabileceğini nazar-ı itibâre almıştır. Kullarına daima kolaylık gösteren Mevlâ, başı darda kalan, başka çare bulamayan müslümana, ölçüyü kaçırmamak üzere haramı yeme ve işleme ruhsatı vermiştir.
Boğazlanmadan ölmüş hayvan, kan, domuz gibi haram yiyecekleri zikrettikçe dört sûrede tekrarlanan "... istek göstermeksizin ve ölçüyü kaçırmaksızın başı darda kalan kimse üzerine günah yoktur; şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve rahmet sahibidir." âyeti22 bu esası vâzetmektedir.23
Haram, İslâm ülkesi dışında da haramdır:
Bazı muâmele ve şeylerde haram-helâl hükmünün, İslâm ülkesi ile alâkası bulunup bulunmadığı faiz, kumar gibi bazı fâsid muâmele ve yasak fiillerin, İslâm ülkesi dışında caiz olup olmadığı üzerinde durulmuştur.
Bu konuda sıhhatli bir hükme varabilmek için öncelikle şu soruların cevaplandırılması gerekecektir:
a) İslâm ülkesi neresidir?
b) İslâm ülkesi hangi hallerde harb ve küfür ülkesine dönüşür.
c) Harb ve küfür ülkesinde faiz ve kumar gibi şeyler müslümanlar arasında mı, yoksa müslüman ile kâfir arasında mı caizdir?
Fazla teferruâta girmeden bu sorulara cevap vererek neticeye varmaya çalışalım:
a) Daha önce "İslâm ülkesi" olmamış, öteden beri müslüman olmayan milletlerin hâkim olageldikleri bir ülkenin, yahut da İslâm ülkesi vasfını aldıktan sonra bu vasfı kaybetmiş bulunan bir ülkenin İslâm ülkesine dönüşebilmesi için iki kriter üzerinde durulmuştur: Bazı İslâm hukukçularına göre "idare ve hâkimiyet" müslümanların eline geçecektir; diğerlerine göre ise ülkede "İslâmî düzen" hâkim olacaktır.
b) Bir kere İslâm ülkesi vasfını kazanmış bulunan bir ülkenin bu vasfını kaybetmesi için getirilen kriterler-yeniden kazanmaya göre- farklıdır. Bilhassa Moğol istilâsından sonra İslâm hukuk âlimleri bu mesele üzerine eğilmişlerdir. Vardıkları neticeyi hanefi ulemâsından Bezzâz el-Kerderî'nin (v. 827/1424) el-Fetâvâ el-Bezzâziyye'sinden özetleyerek nakledelim (Bulak, 1310, C. VI, s. 310-312):
"Bugün kâfirlerin elinde olan (eski İslâm) ülkeler şüphesiz İslâm ülkeleridir... Kâfir idârecilerin idaresi altında bulunan memleketlerde cuma ve bayram namazlarını kılmak caizdir... Kabul edilmiştir ki illetin (hükmün dayanağı olan vasfın) bir parçası kaldıkça ona dayalı olan hüküm de kalır. Bu ülkelerin Moğol istilâsından önce İslâm ülkeleri olduğuna ihtilâfsız olarak hükmetmiştik. Onların hâkim olmalarından sonra da ezan, cuma ve cemâatle namazın açıkça yapılması, şer'in (İslâmın) gerektirdiği şekilde fetvâ vermek, hükmetmek ve öğretim yapmak, onların idarecilerinin itirazı olmadan yaygın bir şekilde yürütülmektedir. Bu ülkelere harb ülkesi (dâru'l-harb) demenin mesnedi ve delili yoktur. Halvânî (r.h.) şöyle demiştir: "İslâm ülkesi ancak küfür ahkâmının yürütülmesi, İslâmın hiçbir hükmü ile hükm edilmemesi, yerin harb ülkesine bitişik olması, orada hiçbir müslüman ve zımminin-iman etmek veya zımmî olmayı kabullenmekle elde ettikleri ilk can, mal, namus...-güvenliğine sahip olamaması halinde harb ülkesine dönüşür. Bu şartların hepsi birden bulunursa dâru'l-harb olur. Delil ve şartlar birbirine karşı gelir, çelişirse, ihtiyaten İslâm yönü ağır basar; yani İslâm ülkesi olarak kabul edilir...."
c) Bir ülkenin İslâm ülkesi olmadığına, harb ve küfür ülkesi vasfını taşıdığına kesin olarak hükmedilirse orada yaşayan müslümanların iman, ibâdet ve ahlâk hayatlarında, haram-helâl açısından bir değişiklik olmaz; bunlar ile İslâm ülkesinde yaşayan müslümanlar arasında-bu bakımlardan- bir fark yoktur. Harb ülkesinde işlenen suçların şer'î cezalarının aynı yerde verilip verilmeyeceği ihtilâflıdır. Bizim konumuz olan muâmele ve eşyâda haram-helâle gelince:
İmam Ebû-Hanîfe ve Muhammed'e göre kâfirin malı, küfür ülkesinde (dûru'l-harbde) dokunulmaz (ma'sûm) bulunmadığından faizli alış-veriş caizdir. Onlara göre bu bir akit değil, mübah olan bir mala, sahibi olan kâfirin rızası ile ve aradaki ahde riâyetsizlik etmeden el koymaktır. Şu halde o ülke kanunlarının izin verdiği ve anlaşmalara aykırı olmayan bu gibi muâmeleler caizdir.
Ebû-Yûsüf, Mâlik, Şâfi'î ve Ahmed b. Hanbel'e göre bu da caiz değildir. Müslüman dâru'l-harbde de olsa kâfir ile faizli alış-veriş yapamaz.24
Harb ve küfür ülkesinde bulunan iki müslümanın karşılıklı olarak faizli alış-veriş yapmaları ve diğer fâsid (gayr-i meşrû) muâmeleleri, bütün müctehidlere göre haramdır, caiz değildir.25
Bu kaideye pratik bir örnek vermek gerekirse şöyle diyebiliriz: Müslümanların Türkiye'de faiz yemeleri İslâma göre caiz değildir; çünkü bu ülkeye kesin olarak dâru'l-harb denemeyeceğini yukarıda naklettiğimiz ifadeler göstermektedir. Müslümanlar Almanya ve benzeri ülkelerde de faiz yiyemezler; çünkü bu faizde müslümanların da hissesi vardır; bankalarda müslümanların da paraları vardır, faiz müslümanlar arasında cereyan etmiş olur. Mevduat sahiplerinin bu faizleri ne yapacakları bu kitabın son bölümünde açıklanmıştır. Kâfirlerin istilâsı altında bulunan İslâm ülkelerinde yaşayan müslümanların yapmaları gereken husus, bu ülkeleri dâru'l-harb sayarak faiz yemek değil, yeniden müslümanların hâkimiyetini sağlamak için çaba göstermektir.
--------------------------------------------------------------------------------
22. el-Bakâra: 2/173; el-Mâide: 5/3; en-En'âm: 6/145; en-Nahl: 16/115.
23. "İslâm Hukukunda Zarûret Hali" isimli bir makalede bu mevzû etraflı bir şekilde incelenmiştir. Bak. Hayreddin Karaman, İslâmın Işığında Günün Mes'eleleri, İst. 1978, s. 171-266.
24. H. Karaman, İslâmın Işığında Günün Meseleleri, s. 274 vd.; İbn Âbidin, ag. esr., C. IV, s. 195.
25. el-Kâsânî, Bedâyi', C. V, s. 192 (son satır).
Haram dairesini oldukça dar tutan İslâm, hayatın beklenmeyen, tabiî ve devamlı olmayan olayları, sıkıntıları ve icbarları karşısında bu çerçevenin de zorlanabileceğini nazar-ı itibâre almıştır. Kullarına daima kolaylık gösteren Mevlâ, başı darda kalan, başka çare bulamayan müslümana, ölçüyü kaçırmamak üzere haramı yeme ve işleme ruhsatı vermiştir.
Boğazlanmadan ölmüş hayvan, kan, domuz gibi haram yiyecekleri zikrettikçe dört sûrede tekrarlanan "... istek göstermeksizin ve ölçüyü kaçırmaksızın başı darda kalan kimse üzerine günah yoktur; şüphesiz Allah çok bağışlayıcı ve rahmet sahibidir." âyeti22 bu esası vâzetmektedir.23
Haram, İslâm ülkesi dışında da haramdır:
Bazı muâmele ve şeylerde haram-helâl hükmünün, İslâm ülkesi ile alâkası bulunup bulunmadığı faiz, kumar gibi bazı fâsid muâmele ve yasak fiillerin, İslâm ülkesi dışında caiz olup olmadığı üzerinde durulmuştur.
Bu konuda sıhhatli bir hükme varabilmek için öncelikle şu soruların cevaplandırılması gerekecektir:
a) İslâm ülkesi neresidir?
b) İslâm ülkesi hangi hallerde harb ve küfür ülkesine dönüşür.
c) Harb ve küfür ülkesinde faiz ve kumar gibi şeyler müslümanlar arasında mı, yoksa müslüman ile kâfir arasında mı caizdir?
Fazla teferruâta girmeden bu sorulara cevap vererek neticeye varmaya çalışalım:
a) Daha önce "İslâm ülkesi" olmamış, öteden beri müslüman olmayan milletlerin hâkim olageldikleri bir ülkenin, yahut da İslâm ülkesi vasfını aldıktan sonra bu vasfı kaybetmiş bulunan bir ülkenin İslâm ülkesine dönüşebilmesi için iki kriter üzerinde durulmuştur: Bazı İslâm hukukçularına göre "idare ve hâkimiyet" müslümanların eline geçecektir; diğerlerine göre ise ülkede "İslâmî düzen" hâkim olacaktır.
b) Bir kere İslâm ülkesi vasfını kazanmış bulunan bir ülkenin bu vasfını kaybetmesi için getirilen kriterler-yeniden kazanmaya göre- farklıdır. Bilhassa Moğol istilâsından sonra İslâm hukuk âlimleri bu mesele üzerine eğilmişlerdir. Vardıkları neticeyi hanefi ulemâsından Bezzâz el-Kerderî'nin (v. 827/1424) el-Fetâvâ el-Bezzâziyye'sinden özetleyerek nakledelim (Bulak, 1310, C. VI, s. 310-312):
"Bugün kâfirlerin elinde olan (eski İslâm) ülkeler şüphesiz İslâm ülkeleridir... Kâfir idârecilerin idaresi altında bulunan memleketlerde cuma ve bayram namazlarını kılmak caizdir... Kabul edilmiştir ki illetin (hükmün dayanağı olan vasfın) bir parçası kaldıkça ona dayalı olan hüküm de kalır. Bu ülkelerin Moğol istilâsından önce İslâm ülkeleri olduğuna ihtilâfsız olarak hükmetmiştik. Onların hâkim olmalarından sonra da ezan, cuma ve cemâatle namazın açıkça yapılması, şer'in (İslâmın) gerektirdiği şekilde fetvâ vermek, hükmetmek ve öğretim yapmak, onların idarecilerinin itirazı olmadan yaygın bir şekilde yürütülmektedir. Bu ülkelere harb ülkesi (dâru'l-harb) demenin mesnedi ve delili yoktur. Halvânî (r.h.) şöyle demiştir: "İslâm ülkesi ancak küfür ahkâmının yürütülmesi, İslâmın hiçbir hükmü ile hükm edilmemesi, yerin harb ülkesine bitişik olması, orada hiçbir müslüman ve zımminin-iman etmek veya zımmî olmayı kabullenmekle elde ettikleri ilk can, mal, namus...-güvenliğine sahip olamaması halinde harb ülkesine dönüşür. Bu şartların hepsi birden bulunursa dâru'l-harb olur. Delil ve şartlar birbirine karşı gelir, çelişirse, ihtiyaten İslâm yönü ağır basar; yani İslâm ülkesi olarak kabul edilir...."
c) Bir ülkenin İslâm ülkesi olmadığına, harb ve küfür ülkesi vasfını taşıdığına kesin olarak hükmedilirse orada yaşayan müslümanların iman, ibâdet ve ahlâk hayatlarında, haram-helâl açısından bir değişiklik olmaz; bunlar ile İslâm ülkesinde yaşayan müslümanlar arasında-bu bakımlardan- bir fark yoktur. Harb ülkesinde işlenen suçların şer'î cezalarının aynı yerde verilip verilmeyeceği ihtilâflıdır. Bizim konumuz olan muâmele ve eşyâda haram-helâle gelince:
İmam Ebû-Hanîfe ve Muhammed'e göre kâfirin malı, küfür ülkesinde (dûru'l-harbde) dokunulmaz (ma'sûm) bulunmadığından faizli alış-veriş caizdir. Onlara göre bu bir akit değil, mübah olan bir mala, sahibi olan kâfirin rızası ile ve aradaki ahde riâyetsizlik etmeden el koymaktır. Şu halde o ülke kanunlarının izin verdiği ve anlaşmalara aykırı olmayan bu gibi muâmeleler caizdir.
Ebû-Yûsüf, Mâlik, Şâfi'î ve Ahmed b. Hanbel'e göre bu da caiz değildir. Müslüman dâru'l-harbde de olsa kâfir ile faizli alış-veriş yapamaz.24
Harb ve küfür ülkesinde bulunan iki müslümanın karşılıklı olarak faizli alış-veriş yapmaları ve diğer fâsid (gayr-i meşrû) muâmeleleri, bütün müctehidlere göre haramdır, caiz değildir.25
Bu kaideye pratik bir örnek vermek gerekirse şöyle diyebiliriz: Müslümanların Türkiye'de faiz yemeleri İslâma göre caiz değildir; çünkü bu ülkeye kesin olarak dâru'l-harb denemeyeceğini yukarıda naklettiğimiz ifadeler göstermektedir. Müslümanlar Almanya ve benzeri ülkelerde de faiz yiyemezler; çünkü bu faizde müslümanların da hissesi vardır; bankalarda müslümanların da paraları vardır, faiz müslümanlar arasında cereyan etmiş olur. Mevduat sahiplerinin bu faizleri ne yapacakları bu kitabın son bölümünde açıklanmıştır. Kâfirlerin istilâsı altında bulunan İslâm ülkelerinde yaşayan müslümanların yapmaları gereken husus, bu ülkeleri dâru'l-harb sayarak faiz yemek değil, yeniden müslümanların hâkimiyetini sağlamak için çaba göstermektir.
--------------------------------------------------------------------------------
22. el-Bakâra: 2/173; el-Mâide: 5/3; en-En'âm: 6/145; en-Nahl: 16/115.
23. "İslâm Hukukunda Zarûret Hali" isimli bir makalede bu mevzû etraflı bir şekilde incelenmiştir. Bak. Hayreddin Karaman, İslâmın Işığında Günün Mes'eleleri, İst. 1978, s. 171-266.
24. H. Karaman, İslâmın Işığında Günün Meseleleri, s. 274 vd.; İbn Âbidin, ag. esr., C. IV, s. 195.
25. el-Kâsânî, Bedâyi', C. V, s. 192 (son satır).