Bazı duâların tesiri belli bir vakte kadar devam eder, kolay kolay redde uğramaz. İmam-ı Suyûtî Hazretleri, böyle beş duâ sayarken şu sıralamayı yapmaktadır:
1 Zulme uğrayan mazlumun duâsı.
Mazlumun mağduriyeti devam ettiği müddetçe duâsının tesiri devam eder.
2 Hacıların ihrama girdikten sonraki duâsı.
Hacı, evine gelinceye kadar duâsının tesiri devam eder:
3 Cihadda yara alan mücahidin duâsı.
Mücahidin yarası iyi oluncaya kadar duâsı tesirini kaybetmez.
4 Hastanın duâsı.
Halinden şikâyet etmeyen hastanın duâsı, iyi oluncaya kadar makbûliyetini muhafaza eder.
5 Bir müminin diğer mümin hakkındaki gizli duâsı.
Arkasından duâ edilen mümin liyakatini kaybetmediği müddetçe duânın makbûliyeti devam eder.
Bu beşinci duânın farklı bir ehemmiyeti vardır. Şöyle ki:
Resûl-i Ekrem Efendimiz bir hadîslerinde bir müminin diğer mümin hakkındaki duâsını şöyle izah buyurmaktalar:
Müslümanın diğer Müslüman hakkında yaptığı gıyabî duâsı makbûldür. O, diğer mümin kardeşi için duâ yaparken başı ucunda vazifeli bulunan Melek "âmin" der ve aynı iyilikler sana da olsun diye ilâve eder.
Demek ki, mümin kardeşlerimiz hakkında neler diler, neleri arzu edersek başucumuzda bir Melek "amin" diyerek aynı şeylerin bize de gelmesini, bizim de aynı şeylere nail olmamızı diler. Meleğin duâsı da bizim için makbûl olur, redde uğramaz.
İşte bundandır ki, mâneviyat büyükleri kendilerine yakınlık duyan müminlerden duâ istemiş, duâya muhtaç olduklarını ısrarla ifade etmişlerdir.
Demek onlar biliyorlardı ki, makbûl duâlardan biri de bir müminin diğer mümine yaptığı gıyabî duâdır. Hattâ bu duâya Melekler âmin derler, kabûl olması için Rabbimizden niyazda bulunurlar.
Anlaşılıyor ki, birbirlerine dindarlıklarından dolayı alâka duyup, yakınlık hisseden kimseler gıyabî duâ ederlerse, fevkalâde makbûl bir şirket-i mâneviye kurmuş olurlar. Bu şirket-i mâneviyeye girebilen kimseler devamlı olarak ortaklarından habersizce duâlar alırlar, yine habersizce duâlar yaparlar. Böylece dindarlıklarından doğan birlik ve yakınlıkları âhiret hesabına geçen hudutsuz bir kazanca vesile olur. Böyle düşünen, hayatını böyle yaşayan insanlar, ölümden de fazla korkmazlar. Ölseler de amel defterleri kapanmaz. Zira kendi ölse de kardeşleri yaşıyor, arkasından yaptıkları duâlarla kendisini mânen ihyâ ediyorlar, yâni şirket-i mâneviye kazancı devam ediyor, yapılan duâlar içinden nasiplerini alıyorlar.
Asıl mühim olan taraf da burasıdır. Öldüğü halde yaşamak, dünyadan göçtüğü halde amel defterine yaşıyormuş gibi sevaplar, duâlar yazılmak. İnsan dünyada böyle din kardeşliği kurar, böyle bir anlayışın içinde yerini aldıktan sonra ölürse, o kimse elbette ölümden de korkmaz, arkasından edilen duâlar hürmetine afva uğrar, huzura nâil olur.
Alıntı