Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Yaşar nuri öztürk ve çelişkiler (2 Kullanıcı)

imported_Niyazi_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Haz 2010
Mesajlar
5
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
96
SAYIN ÖZTÜRK VE ÇELİŞKİLER

Geçtiğimiz aylarda Yaşar Nuri Öztürk’ün İnkılâp Yayınevinden çıkan son kitabını okudum: “Kuran’ın Yarattığı Mucize Devrimler”. Okudukça gözlerime inanamadım. Pek çok tespit ve kabulü öncekilerinin tersineydi.
Bu tespitleri şöyle sıralayabiliriz:

• İnsan yaratılanların en üstünü değildir.
• Aşk değil, akıl ve ilim Allah’a erdiricidir.
• Ariflik değil, âlimlik daha üstündür.
• Mürşide bağlanmak ve teslim olmak “yedek ilâh - şirk” anlamına gelir. Mürşit bildiklerini etrafına anlatandır. Ona teslimiyet şirk açısından tehlike arz eder. Mürşidin hiçbir manevî etkisi yoktur.
• İlk yaratılanın Hz. Muhammed’in ruhu olduğu, âlemlerin Hz. Muhammed için yaratıldığı tezi yanlıştır.


Konuları sırayla inceleyelim.


• İnsan yaratılanların en üstünü değildir.

Sayın Öztürk, bu konuda İsra 70’teki “Ademoğullarını yarattıklarımızın bir kısmından üstün kıldık” ifadesine dayanmaktadır. Ancak bu ifade peygamberler ve insan-ı kâmiller (olgun insanlar) için değil, Tevhidi idrak etmemiş olanlar için kullanılmıştır. Aksi halde Sayın Öztürk’ün de kitaplarında yer verdiği Tevhit İlmi temelinden sarsılır, çünkü Tevhit - Hakikat İlminin temeli Allah’ın kendine halife yaratma amacıdır ve bu amaç Hz. Muhammed ile gerçekleşmiştir. Düz mantıkla ve dış görünüşte Hz. Muhammed de insandır, ama Allah’ın amacı olan kâmil insandır. O’ndan daha üstün bir varlık var diye nasıl düşünebiliriz?

Göklerdeki şuurlular her kimlerse teknolojik bakımdan veya bazı metafizik özellikler dolayısıyla üstün olabilirler. Telepati, astral seyahat, zaman içinde yolculuk gibi özellikler gösterebilirler ve bu yönlerden üstünlükleri kabul edilebilir, ama Allah’ın amacı, kendisinin tıpa tıp aynı olan “insan benim sırrım, ben de insanın sırrıyım” hitabına mazhar ve muhatap olan insanı ortaya çıkarmaktır; üstünlük ölçüsü budur. Allah’ın kendisini olduğu gibi, yani “Allah ismi” ile ortaya çıkartabildiği insan en üstün yaratıktır. Bu vasfa sahip olmayan diğer insanlar, ancak insan-ı kâmiller hariç diğer yaratılanlardan (bitki, hayvan vb. gibi) üstündürler. Aksi halde Allah isminden daha üstün bir hal ve idrakin bulunduğunu kabul etmemiz gerekir ki bu da “Kuran’dan onay almaz”; ayrıca Hz. Muhammed Makam-ı Mahmud’un da sahibidir. Sayın Öztürk aynı kitabında bir çelişki olarak şöyle söylüyor: “Tüm varlıklar insanın emrine boyun eğdirilmiştir”.

Kemâleddin Abdülrezzak Kâşâniyyus Semerkandî “Tevilât-ı Kâşâniyye”sinde İsra 70 hakkında şunları söylüyor (alıntı sadeleştirilmiştir): “Peygamberler gibi olan bazı insanların yakın ehli meleklerden daha faziletli olmaları ve akıl makamı sınırını aşmış olmaları onların Âdemoğlu olmaları nedeniyle değildir. Bakara Suresi 2/30’da ‘Şu bir gerçek ki ben sizin bilmediklerinizi bilmekteyim’ buyrulması ile işaret edilen, kendilerine verilmiş olan sır yönündendir, yani vahdet makamıdır. Bu nedenle onlar Âdemoğulları’ndan değildirler.” (s.209)

Mısrî Niyazî şöyle söylüyor:
“Tayy edip insanlık deryasını geçip ilâhi âleme gark olmuşam.
Ben makâm-ı vahdet deryasında olan bir balığım.”
( Niyâzî-i Mısrî Divânı ve İlâhiyat Açıklaması. Altıntaş c. 3 / s. 11)


• Aşk değil, akıl ve ilim Allah’a erdiricidir.

Konuya Hz. Ali’nin bilinen bir sözüyle girmek istiyorum: “İlim bir noktaydı cahiller onu çoğalttılar” ve şu sözüyle devam ediyorum “Kuran’ın manası Fatiha’da, Fatiha’nın manası Bismillahirrahmanirrahim’de, Bismillahirrahmanirrahim’in manası B ( ﺒ ) harfinde, B harfinin manası B harfinin altındaki noktada gizlidir; o nokta da benim”. Görüldüğü gibi Hz. Ali’ye göre ilim azaldıkça başlangıç - son noktasına yaklaşılmaktadır (Sonuçta her şey O’na dönecektir).

Hz Ali bu sözleri ilmi ve âlimi reddetmek için değil, ilmin bittiği veya nokta haline geldiği konumun Allah’a varış noktası olduğunu anlatmak için söylemiştir. Bilindiği gibi Cebrail’in geçemediği bir sınır vardır; bu da akıldır. Akıl yaratılmıştır; yaratan ise aşktır.

• Hiçbir yaratıcılık, yaratılana olan aşk olmazsa başlayamaz
• Hiçbir ana çocuğuna aşk ve sevgi duymasa onun için bin bir güçlüğe katlanamaz. Önce aşk duyar anne, sonra nasıl bakacağına ilimle, yani bilgiyle yön verir.

Her konuda önce aşk, istek, heyecan, sonra konu ile ilgili bilgiler devreye girer.

Allah insana şah damarından yakınsa ve insan bunun bilincinde değilse, bilincine varmak için bazı uygulamalar yapmak zorundadır. Önce Allah’a varmayı her şeyden, herkesten çok istemeli, Allah’a varmak onun için olmazsa olmaz olmalıdır. İşte bu istek aşktır ve erdirici yöne onu sürükler ve onu Tevhit İlmine vakıf edecek bir mürşit ile karşılaşır ve yeni bilgileri uygulayabilmek için eski bildiklerini unutmak zorundadır; bu da aşkla gerçekleşir. Şah damarından yakın olan Allah’a varmak için yeni doğruları hayata geçirmesi gerekir. Eğer aşk yoksa bu tatbikatlar yapılamaz. Gayreti aşk doğurur; aşk yoksa gayret biter.

Şimdi size Sayın Öztürk’ün önceki kitaplarında aşka verdiği önemi yansıtan bölümleri aktarıyorum. Son kitabının aksine “Kuran ve Sünnete Göre Tasavvuf” adlı kitabında “Aşk Sırrı” başlıklı bir bölüm var. Bu bölümde Sayın Öztürk’ün fikirleri şöyle:

• “Bu ayette geçen ‘her şeyden güçlü sevgi’ aşktır.”
• “Aşk ehlinden başka kim var karşılıksız seven. Mevlâna’nın deyimiyle ‘Şu cihanda aşıkların beden ve gönüllerinden başka hiçbir şey karşılıksız hareket etmez’.”
• “Aşk insanda yaratıcı iradenin hâkim olması demektir.”
(s.333)

Çelişki apaçık ortada değil mi? Değilse Sayın Öztürk karar değiştirdi demektir.


• Ariflik değil, âlimlik daha üstündür.

Bu bahse gene Sayın Öztürk’ün “Kuran ve Sünnete Göre Tasavvuf” adlı kitabından bir alıntıyla başlayalım:“Şems şöyle diyor ‘Sen hakikati ilim yoluyla bulmak istiyorsun, halbuki bu yolda savaşmak gerekir.’”

Ariflik neyle savaşacağını keşfetmek, hedefi tam idrak etmek demektir. İlim sana genel kuralı söyler, örneğin ‘nefsinle savaşacaksın’ der. Sen ise kılıç tutmasını bilmezken savaşı nasıl becereceksin? İşte arifin kılıcı aşktır ve ancak bu aşkla sonuca varabilir. Arif olmak için önce aşık olmak gerekir. Muhiddin Arabî “Kahramanlık hikâyesi dinleyerek kahraman olunmaz” der. Arif Allah ile arasındaki perdeleri keşfeden ve onlara kılıç sallayandır ve bunun yolunu arifliği tasdik edilmiş bir mürşitten öğrenir. Son olarak bir örnekle konuyu toparlayalım.

Birisi size arabanın motorunu ve nasıl kullanıldığını anlatsa siz de bunu ezbere bilseniz bu bilgi sizi şoför yapar mı? Tabii ki hayır. Ne zaman şoför koltuğuna oturup bin bir zorluğu, sıkıntıyı, korkuyu yaşarsanız gün gelir araba sizin hâkimiyetinize girer; artık şoförsünüzdür. Motorun nasıl çalıştığını bilsen de olur, bilmesen de; hedefine varırsın.

Motorun nasıl çalıştığını ezbere bilen adam, arabanın içine girip çalışmadıkça, arabayı çarpıp sürtmedikçe asla şoför olup hedefine varamaz. Arif bizzat arenaya çıkıp savaşmayı göze alandır. Savaştıkça savaşmayı öğrenir. Bir grup insan da savaşın kurallarını bilir, tribünlerden seyreder, bu seyir onu savaşçı yapmaz.

• Mürşide bağlanmak ve teslim olmak “yedek ilâh - şirk” anlamına gelir. Mürşit bildiklerini etrafına anlatandır. Ona teslimiyet şirk açısından tehlike arz eder. Mürşidin hiçbir manevî etkisi yoktur.

Ben lise talebesiyken Kuran’ın Türkçesini okumuş ve anlamamıştım. Neden geçmiş peygamber hikâyelerinin çok sık anlatıldığına akıl erdirememiş ve içimde bir eksiklik, tatminsizlik duyarak hüsrana uğramıştım. Allah’ı bulma, anlama yönünde içimde bir ferahlama olmamıştı. Ne zaman ki yetki belgesi (icazeti) olan mürşidime kavuştum, o zaman bütün düğümler çözüldü. Tevhit İlminin aşamalarını öğrendikçe ve tatbik etme çabasına girip her zerrede Allah’ı seyredince gönlüm aşkla ve sevinçle doldu. Mürşidimin anlattıkları, Kuran dış yüzüyle okunduğunda anlaşılamazdı. Değil bir kere, yüz kere okunsa anahtar bilgiye ulaşmak olanaksızdı. Şimdi ben Efendimin bana açtığı sırları Kuran’da aramaya kalksaydım Tevhidi reddetmem gerekirdi. Ben eğer eski bildiklerimi unutmasaydım, mürşidime teslim olmasaydım Tevhidi yaşamam imkânsızdı. Nasıl ki doktorun dediklerine teslim olmak gerekiyorsa icazetli bir manevî doktora teslim olmak gerekir. Doktora teslim olunduğunda şirke mi düşüyorsunuz? Ameliyat olduğunuzda doktora teslim olmuyor musunuz? Ya teslim olup kurtulacaksın, ya da telef olup gideceksin; iki şıktan biri.

Burada tek hakkınız doktorun diplomalı olup olmadığını araştırmaktır. Diplomalı ise ona karşı fikir üretmeniz; onun dediklerinin tıp kitabına uyup uymadığını tetkik etmeniz mümkün olmaz. Doktorun sahtesi olabildiği gibi, mürşidin de sahtesi maalesef olabilmektedir. İstisnalar kaideyi bozmaz.

“İnsan konuşan Kuran’dır” sözü üzerine düşünürsek; bu her insan değil, insan-ı kâmildir. Dolayısıyla siz bir insan-ı kâmile teslim olduğunuzda Kuran’a teslim olmuş olursunuz. Aynı mantığı insan-ı kâmilin Allah’ın halifesi olması gerçeğinde de uygulamak mümkündür.
Yaşar Nuri Öztürk’ün “Kuran’ın Yarattığı Mucize Devrimler” adlı kitabından alıntılar:

“Efendinin müridi – robotu haline gelen, yani Kuran dışında bir şeye veya kişiye teslim olan nasıl oluyor da Müslüman oluyor? Hem de birinci sınıf Müslüman… Müritten özgür bireye, yani maskeli şirkten tevhide geçmedikçe ölümsüz hiçbir şey üretemeyiz.” (s.161)

“Müritten insana geçmedikçe demokrasiye ulaşamayız; çünkü özgürlüğe, ‘yaratıcı ben’e ulaşamazsınız, insan suretinde robotlarla uğraşırsınız.” (s.161)
“Din büyüklerini ilâhlaştırmada bir numaralı sömürü ocağı olarak tasavvuf kullanıldı.” (s.108)
“Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar” kitabından alıntılar:
“Beyatla mürşide teslim olan onun kişiliğinde Peygamber’e teslim olmuştur.” (s.84)
“Burada düğüm noktası mürşittir. Bizim üzerinde durduğumuz nokta mürit dediğimiz sığınan bir insanın en ileri ruhi kudretlerle dolu bir insan tarafından erdirilişinin sırrıdır.” (s.84)
“İsmail Hakkı şöyle yazıyor: ‘Mürşit-i kâmil Cebrail’in nefesi mertebesindedir.” (s.86)
“Gerçek olan şu ki tasavvuf düşüncesi insanın manevî doğumunu, mürşit olmadan gerçekleştirebilecek bir olay olarak görmüyor.” (s.86)
“Bütün İslâm ilimleri kitapla elde edilebildiği halde, mistik bilgi, kemâl mürşit diye andığımız tipin taklit edilmesine dayanır.” (s.83)
“Mürşit Nebi’nin yerini tutan bir kıymetler taşıyıcısıdır. Mürşidi taklit de küçültücü değil, yüceltici ve erdirici olacaktır.” (s.83)
“Şunu da biliyoruz ki, tasavvufa intisap etmek isteyen, hemen bütün madde imkânlarına sahip kişiler (padişahlar, vezirler, büyük zenginler) mürşitleri tarafından helâ temizliğine, sokaklarda aleni dilenciliğe, mecbur bırakıldıktan sonra kabul edilmişlerdir.” (s.57)
“Aziz Mahmud Hüdaî (ölümü 1623), Osmanlı İmparatorluğunun en önemli kadılıklarından biri olan ‘Bursa Kadılığı’nı işgal etmekteydi. Buna göre o maddi imkânlar bakımından çok önemli bir mevki sahibi ve büyük itibarı olan bir kişiydi. Devrin büyük mürşitlerinden biri olan Üftade’ye gitmek istedi niyetini açtığında Üftade ona dedi ki: ‘Bana intisab etmek istiyorsan önce kadılıktan istifade edecek, sonra da nefsinin gurur ve şımarıklığını kırmak için omzuna bir sırık alıp üstüne ciğer dizerek Bursa sokaklarında bağırarak ciğer satacaksın. Hüdai bu onur kırıcı işten sıyrılmak için epey didindiyse de sonunda ciğerciliği yapmak zorunda kaldı.” (s.58)
“Mevlâna Halit (ölümü 1826), mürşidine intisab için başvurduğunda devrinin nüfuzlu ve imkânları geniş bir ilim adamıydı. Mürşidi ondaki ilim ve şımarıklık putunu kırmak için ilk görev olarak tekkede helâları temizleme işini vermiştir.” (s.58)
Sayın Öztürk’ün iki kitabı arasındaki büyük çelişkinin neresinden bakılsa izahı yoktur.


• İlk yaratılanın Hz. Hz.Muhammed’in ruhu olduğu, âlemlerin Hz.Muhammed için yaratıldığı tezi yanlıştır.

• “Allah ilk olarak benim nurumu yarattı.”
• “İlk yaratılan benim nurumdu.”
• “Allah’ın ilk yarattığı benim nurumdur.”
(Keşfü’l Hâfâ, 1/264-265)
• “Ben Allah’tan, müminler de benden.” (Keşfü’l Hâfâ, 1/205)
• “Sen, sen olmasaydın bu kâinatı yaratmazdım.” (Keşfü’l Hâfâ, 2/164)
Yukarıdaki hadisleri tamamladıktan sonra matematiksel bir mantıkla aklımızı kullanalım. Allah’ın şu andaki mevcut kâinatı yaratırken uyguladığı yöntem, Allah’ın suretinde yaratılmış olan bizler için de geçerlidir. Kâinat, en düşük seviyeden en gelişmiş seviyeye doğru ilerlemiş, en sonunda insan türleri gelişerek bugünkü idrakteki insana gelinmiştir. Bu insanların ruhsal gelişmesi için peygamberler de getirilerek Hz. Muhammed’de son bulmuştur. Bilindiği gibi Allah’ın yarattığı ilk cevher her şeyi içinde toplamıştır. Seviye düştükçe cevherin kalitesi azalır, en düşük seviyeye kadar iner. Seviyelerin ruhsal anlamda oluşması son bulduğunda madde âleminde ortaya çıkışlar başlar; ancak ruhsal âlemdeki sıralamanın tam tersi bir sıralamayla ortaya çıkabilirler. Önce gök cisimleri, taş, toprak, denizler sonra bitki, sonra hayvan, sonra insan, sonra insan-ı kâmillerin ortaya çıkışı, en sonunda Allah’ın ilk yarattığı cevheri taşıyan büyük ve ilk ruh Hz. Muhammed madde âlemine gelmiştir. Ruh ve madde asıl ve ayna gibidir. Asılda en üstte olan, aynada en altta görülür, yani ilk yaratılan en sonda görülür.

Hz. Muhammed’in ruhu - ilk
RUH
-------------------------------------------
MADDE
Hz. Muhammed’in bedeni - son



Allah’ın amacı olan Allah ismini kapsayan cevher, Hz. Muhammed’in ruhudur; onun için madde âlemine en son gelmiştir ve “İlk yaratılan ruhumdu” buyurmuşlardır.

Kâinatın Hz. Muhammed için yaratılmasına gelince; Allah’ın amacı insanı, insan-ı kâmili, Hz. Muhammed’i madde âlemine göndermesi için madde âleminin önceden oluşması gerekirdi. Âlemlerin Hz. Muhammed için yaratılması bu bağlamdadır.


NİYAZİ
 

makbergulu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2007
Mesajlar
467
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaşar Nuri ÖZTÜRK Tarafından tahrif edilen bazı ayetler
Yaşar Nuri ÖZTÜRK Tarafından tahrif edilen bazı ayetler

Bismillahirrahmanirrahim

Başlangıç ve her şeyin evveli nihayetsiz her şeyin sonu, Kadim, Kerim, Fazilet ve Cömertlik sahibi, varlığı kendinden, alemlerin yegane gerçek hükümdarı, Rabbi olan Allah’a Hamd ve Senalar olsun. Kıyamete dek salat ve selam rahmet Nebisi, Ümmetin şefaatçisi, halkın aynasında Hakkın Kainattaki tecellilerinin en mükemmeli olan Peygamberimiz, Seyidimiz, Rehberimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya (s.a.v) ve onun pak temiz, şerefli Alinin ve Güzide Ashabının, Salihlerin ve onlara uyanlara olsun. Amin.



Rabbimize Hamd Efendimize salat ve selamdan sonra bilinmeli ki Tarih boyunca her dönem de hadisleri ve İslam’ı tahrife yönelik çalışmaların bulunduğunu ve günümüzde bile bu tür faaliyetlerin Kuranda ki İslam bu veya dini hurafeler den, Bidatlar dan temizleme bahanesiyle gücünü ve fikirlerini batılı oryantalistlerden alan bir takım dinde reformistler den biri olan ve Türkiye de bize göre bu akımda başı çeken Yaşar Nuri ÖZTÜRKÜN kuranı ön planda tutayım derken ve kendince sözde islamı tahrifattan uzaklaştırma adına hareket edip ama kuranı hiçbir ilmi dayanağı olmadan nasıl tahrifata uğrattığını bu küçük çalışmada sizlere sunacağız. İnşallah bu çalışmamızın devamı gelecek Tevfik Alemlerin Rabbi olan Allahtandır.

Bilindiği üzere Kur’an’ı yorumlayacak ilmi kudrete sahip olan kişilerin Kur’an ayetleri üzerinde ortaya koydukları tevil ve tefsir ihtilafının sebebi delilden kaynaklanan ihtilaf olmasından dolayı bunu hiç kimse garip karşılamaz. Bir başka ifadeyle Kur’an ayetlerini anlamlandırırken Tefsir ve tercüme ederken, izlenen usul diğer Kur’an ayetlerinden, Hz.Peygamber (s.a.v)’in açıklamalarından, Arap dilinin belağat ve kullanımından ve bilimin verilerinden, bunlardan oluşan delil ve karinelerden hareket etme zorunluluğu vardır ve bu şekilde yapılacak tercüme ve tefsir ancak hevadan uzaktır. Delilsiz ve karinesiz olarak, sırf şahsi görüş,arzu ve heva’ya dayanarak ayetlerde yapılacak tevil ve tefsirler ise netice de Kur’an’ın tahrifine kişiyi götürecektir.

Bu kaideyi çok iyi bilmesine rağmen hiçbir kural ve kaideye dayanmadan sadece hevasına göre ayetlere mana veren sayın ÖZTÜRK’ ÜN bu tutumunun aslında ilmi bir değeri olmadığı heva ve zannına yenik düştüğünü, dini bidatlar dan temizleme bahanesiyle tarih de ki diğer fikirdaşları gibi sünneti devreden çıkarma hareketi sergilediğini ve kuran karşısında sünneti tamamen devre dışı bırakma çabasından başka bir şey değildir. Sizlerinde aşağıda çok net göreceğiniz gibi sayın ÖZTÜRK ayetlere anlam verirken hiçbir delile ve karineye dayanmamakta,sadece ve sadece şahsi görüşünden hareket etmekte ve aslında kendisi kuranı tahrif etmektedir.


ÖZTÜRK Kurandaki İslam adlı eserinde 12/ Yusuf, 111.ayetinin
Le kad kane fi kasasihim ibratul li ulil elbab, ma kane hadisey yuftera ve lakin tasdikallezi beyne yedeyhi ve tefsile kulli şey'iv ve hudev ve rahmetel li kavmiy yu'minûn.
mealini ‘‘Bu Kur’an uydurulmuş bir hadis değildir; ancak kendinden önceki vahyin tasdiki, herşeyin detaylı anlatımı, inanan bir topluluk için bir kılavuz ve rahmettir’’şeklinde verdikten sonra şöyle diyor:

‘‘Görüldüğü gibi Kur’an kendisini uydurma bir hadis olmamakla yüceltmekle ve böylece sonraki zamanlarda getirdiği dine bir yığın problem çıkaracak uydurma hadislere mucize bir biçimde dikkat çekmektedir.(…)
‘‘Kur’an uydurma hadislere imanın kendisine imanla yan yana olmayacağına bir çok ayetinde mucize ifadelerle dikkat çekmiştir. Bazı örnekler verelim:‘‘Allah hadisin en güzelini indirmiştir.(Zümer,23),‘‘Eğer doğru sözlü iseler o Kur’an’ın benzeri bir hadis getirsinler.’’(Tür,34),‘‘Hadis söyleme bakımından Allah’tan doğru sözlü kim olabilir?’’ (Nisa,87),‘‘O Kur’an’dan sonra hangi hadise inanıyorlar?’’ (A’raf, 185; Mürselat,50),‘‘Allah’tan ve onun ayetlerinden sonra hangi hadise iman ediyorlar?’’ ( Casiye, 6). (…)

‘‘Lokman suresi 6-7. ayetler bu noktaya mucize bir dokunuşla ışık tutmaktadır:‘‘İnsanlardan bazısı vardır ki, Allah yolundan bilgisizce saptırmak ve o yolu eğlenme aracı yapmak için hadis eğlencesi (lehvel hadis) satın alır.İşte böylelerine yere batırıcı bir azap vardır.Ona ayetlerimiz okunduğunda onu işitmemiş,kulaklarında ağırlık varmış gibi burun bükerek yüz çevirir.Böylesini acıklı bir azap ile muştula.’’ (16) Kur’an’daki İslam’’, 214-5 )
52/Tur,34.ayetiyle de yine ÖZTÜRK ‘‘Kur’an bu ayetiyle de bir mucize sergilemiş ve sonraki zamanlarda kendisinin getirdiği aydınlık dinin başına dert açacak olan uydurma hadislere dikkat çekmiştir.Demek istemiştir ki,dini teslim ettiğiniz bu hadislerin Kur’an’ın yerini alabilecek bir tek sözü bile yoktur.Öyle iken Kur’an’ın dinini onun vahiyleri dururken bu uydurma hadislere dayandırmak için neden çırpınıyorsunuz.?’’(17) Kur’an’daki İslam’’,318.) diye belirtmiştir.

Ayetlerde geçen sizinde çok net gördüğünüz gibi hadis ifadesini öztürk sözlük anlamından çıkartarak hadisi kuran karşısında mahkum etme suretiyle ayetleri tahrif etmiştir. Yine (Hadis Eğlencesi ve Bir Kur’an Mucizesi’’ başlıklı makale, ‘ iktibas’ Dergisi, Eylül-1992) bu makalede Lokman suresi 6 ayetinde geçen ‘‘Lehve’l-hadis’’ (laf eğlenci) ifadesini yazısına başlık yapmış ve şöyle demiştir:

‘‘Başlığımızdaki ‘Hadis Eğlencesi’ (Lehve’l-Hadis) deyimi, Kur’an’ın Lokman suresi 6.ayetinden alınmış ve deyimin özünü oluşturduğu için ‘hadis’ kelimesi terim anlamıyla aynen korunmuştur. Anılan surenin 6. ve 7. ayetleri hadis eğlencesi satın alarak insanları hiçbir ilme dayanmaksızın Allah’ın yolundan saptırıp dini alay konusu haline getirenleri korkunç bir sonun beklediğini duyurmaktadır.Ayetlere göre hadis eğlencesi satın alanların bir özelliği de Kur’an’dan rahatsız olmak, onu dinlememek için bahaneler aramaktır. Bu ayetlerin sergilediği ürpertici haberi iyi kavramak için Yusuf suresinin son ayetini de dikkate almak gerekiyor. Kur’an orada, kendisiyle ilgili mucize bir tespit sunar:‘‘Bu Kur’an uydurulmuş bir hadis değildir.’’ (12/Yusuf,111.)Kur’an yine hadis kelimesini kullanarak iki yerde de şunu soruyor: Kur’an’dan sonra hangi hadis’e iman ediyorlar?’’ (7/el-A’raf,185; 45/el-Casiye, 6).

‘‘Görülüyor ki Kur’an, kendisinin başına dert açacak, üstelik de Allah elçisine isnad edilecek hadislerin yıkımına dikkat çekerek bağlılarını mucize bir ihtarla uyarmıştır. Gerçekten de Kur’an’ın berrak ve erdirici yaratılış dininin başına en büyük sıkıntılar ilk günden itibaren hep bu uydurulmuş hadisler yüzünden gelmiştir.(…)

Evet kuran gerçekten Öztürk’ün iddia ettiği gibi hadislere karşı bizi uyarmış mıdır? Rasulullahın s.a.v kuranı insanların doğru anlamaları için tebliğ ve beyan vasfı olmasına rağmen. Bunu anlaya bilmek için Öztürk’ün verdiği ayetleri tahlil etmemiz gerekir verdiği ilk ayetten başlayalım.

İlk ayet Yusuf, 111.ayetidir. Bu ayetten itibaren geriye doğru gidildikçe, birbirini izleyen ayetler de,daha önce gönderilen Peygamberlerden bahsedilmekte ve 109.ayetten itibaren mealen şöyle denmektedir. ‘‘Senden önce de şehirler halkından yalnız kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başka (elçi) göndermedik.Yeryüzünde hiç gezmezler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! (Günahlardan) korunanlar için ahiret yurdu daha iyidir. Aklınızı kullanmıyor musunuz?’’
‘‘(Bir süre serbest bırakılmalarına aldanmasınlar. Kendilerinden önce gelenlere de öyle fırsat verilmiştir. Fakat) ne zaman ki elçiler umutlarını kestiler ve kendilerinin yalana çıkarıldıklarını (kafirlere karşı kendilerine yapılacağı va’dedilen yardımın yapılmayacağını) sandılar, işte o zaman onlara yardımımız geldi de, dilediğimiz kimseler kurtarıldı. Azabımız suçlular topluluğundan asla geri çevrilmez.’’
‘‘Elbette onların hikayelerinde akıl sahipleri için ibret vardır. Bu (Kur’an) uydurulacak bir söz değildir ; ancak kendinden önceki ( ilahi kitab ) ların doğrulanması, herşeyin açıklanması ; inananlar için bir kılavuz ve rahmettir.’’

Bu ayetlerde detaya girilmeden okumak suretiyle bile hadislere karşı bir şey denmediği geçmiş peygamberlerin kıssalarından ibretler alınması gerektiği ve bu kıssalarında uydurma sözler olmadığı açıkça anlaşılır.

Verdiği ikinci ayetin Zümer,23) buradaki ‘hadis’ kelimesini ıstılahı anlamda alacak, olursak, bu, ÖZTÜRK’ün lehine değil, aleyhine delil olur. Çünkü eğer bu kelimeyi ıstılahı anlamda alırsak ‘hadis’i Allah’ın indirdiğini söylememiz gerekecektir ayet şöyle: ‘‘Allah sözün en güzelini ( Kur’an’ın ayetlerini güzellikte ) birbirine benzer ikişerli bir Kitab halinde indirdi…’’

Verdiği üçüncü ayete Tur 34. biraz geriden 30 ncu ayetten itibaren bakıldığında iddiasının yersiz olduğu çok aşikar görülür.
‘‘Yoksa onlar ( senin hakkında ) :‘‘Bir şairdir. Zamanın felaketlerine çarpılmasını gözetliyoruz’’ mu diyorlar?’’

‘‘De ki: ‘‘Gözetleyin, ben de sizlerle beraber gözetleyenlerdenim ( bakalım hangimiz felaketlere çarpılacağız)?’’

‘‘Akılları mı bunu kendilerine emrediyor, yoksa onlar azgın bir topluluk mudur?’’

‘‘Yoksa ‘‘Onu uydurdu’’ mu diyorlar? Hayır, onlar inanmıyorlar.’’

‘‘Doğru iseler haydi onun gibi bir söz getirsinler.’’

‘‘Yoksa kendileri hiçbir şey olmadan (yani bir yaratıcı olmadan, yahut boşu boşuna) mı yaratıldılar? Yoksa yaratanlar kendileri midir?’’

Altını çizdiğim ayette görüldüğü gibi hiçte onun dediği ‘‘Kur’an bu ayetiyle de bir mucize sergilemiş ve sonraki zamanlarda kendisinin getirdiği aydınlık dinin başına dert açacak olan uydurma hadislere dikkat çekmiştir.Demek istemiştir ki,dini teslim ettiğiniz bu hadislerin Kur’an’ın yerini alabilecek bir tek sözü bile yoktur.Öyle iken Kur’an’ın dinini onun vahiyleri dururken bu uydurma hadislere dayandırmak için neden çırpınıyorsunuz.?

Gibi bir mana çıkmıyor Allah c.c inkarcılara karşı iddianızda doğruysanız onun (kuran) gibi bir söz (Hadis) getirsinler buyuruyor dediği çok net görülüyor.

Verdiği dördüncü ayete A’raf, 185 bakıldığında yine 182 den itibaren: ‘‘Ayetlerimizi yalanlayanları, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş helake yaklaştıracağız.’’

‘‘Onlara mühlet veriyorum,çünkü benim tuzağım sağlamdır.’’

‘‘Düşünmediler mi ki, arkadaşları ( Muhammed ) hiçbir delilik yoktur, apaçık bir uyarıcıdır?’’

‘‘Göklerin, yerin melekutuna ve Allah’ın yarattığı şeylere ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bak(ıp ibret al)madılar mı? Peki bun(a inanmadık)dan sonra hangi söze inanacaklar?’’

Öztürkün iddiasıyla hiçbir alakası olmadığı açıkça görülür.

Verdiği beşinci Mürselat,50 ayetinde de: ‘‘(Hakk’ı) yalanlayanların vay haline o gün!’’
‘‘Yeyin azıcık sefa sürün,siz suçlularsınız.’’
‘‘(Hakk’ı) yalanlayanların vay haline o gün!’’
‘‘Onlar bun(a inanmadık)dan sonra hangi söze inanacaklar?’’

İddiasının yersiz olduğu görülür.

Verdiği altıncı Lokman,6-7 ayette de: ‘‘İnsanlarda kimi var ki, bilgisizce ( insanları ) Allah’ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için eğlence ( türünden, boş ) sözleri satın alır.işte onlara küçük düşürücü bir azap vardır.’’

‘‘Ona ayetimiz okunduğu zaman sanki onları hiç işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak ( arkasını ) döner. Onu acı bir azap ile müjdele.’’

Görüldüğü gibi ayetlerde bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve saptırmak için boş sözlere başvurduğu ve ayetler okununca da duymamış gibi kibirli bir şekilde arkasını dönüp giden bir şahıs tipi çizilmiştir. Bu tiple peygamberinin mesajını ve o mesajı getirenin yolunda en iyi şekilde gitmek için çaba sarf eden alimlerin bir birine benzeyip benzemediğini size bırakıyorum bu mümkün mü?

Evet öztürk’ün hadis diye bir ilmi kıritere ölçüye dayanmadan tamamen heva ve nefsiyle tevil ettiği, tahrif ettiği ve hadisleri kuran karşısında mahkum ettiği ayetlerin gerçek şekli budur. Sayın Öztürk’e Rabbimizin: Huvellezi enzele aleykel kitabe minhu ayatum muhkematun hunne ummul kitabi ve uharu muteşabihat, fe emmellezine fi kulubihim zeyğun fe yettebiune ma teşabehe minhubtiğael fitneti vebtiğae te'vilih, ve ma ya'lemu te'vilehu illellah, ver rasihune fil ilmi yekulune amenna bihi kullum min indi rabbina, ve ma yezzekkeru illa ulul elbâb.

O, sana Kitab’ı indirendir. Onun (Kur’an’ın) bazı âyetleri muhkemdir, onlar kitabın anasıdır. Diğerleri de müteşabihtir. Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık yorumlarını yapmak için müteşabih âyetlerinin ardına düşerler. Oysa onun gerçek manasını ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar, “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır” derler. (Bu inceliği) ancak akıl sahipleri düşünüp anlar. Ali imran 7 ayetini kendisine hatırlatır tövbeye ve insafa çağırırız.

Şimdi bizde Kur’an’da bir çok yerde geçen ‘hadis’ kelimesini, tıpkı ÖZTÜRK’ün yaptığı gibi ıstılahı anlamda alacak ve de ayetleri, bağlamlarına ve diğer ayetlerin açıklamasına peygamberimizin beyanına başvurmadan anlamaya kalkacak olursak, nasıl bir dalalete düşeceğimizi size göstermek için birkaç örnek vereceğiz.
 

makbergulu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2007
Mesajlar
467
Tepki puanı
0
Puanları
0
1-‘‘Nerede olursanız olun ölüm sizi yakalayacaktır.Titizlikle korunan muhteşem kulelerde olsanız bile,Onlara bir iyilik isabet ettiğinde,‘‘bu,Allah katındandır’’ derler. Ama kendilerine bir kötülük dokunduğunda,‘‘bu senin yüzündendir’’ derler. De ki :‘‘Hepsi , Allah katındandır.’’Şu topluluğa ne oluyor ki, neredeyse hiçbir hadisi anlamıyorlar.’’ Nisa,78.


2- ‘‘Şimdi sen, bu hadise inanmazlarsa, belki de arkalarından kendini eritircesine üzüleceksin.’’ Kehf, 6

3- ‘‘Şimdi siz bu hadisten mi hayrete düşüyorsunuz?Gülüyorsunuz, ağlamıyorsunuz? Ve siz, kibirlenip kafa tutarak sersemce somurtuyorsunuz.’ Necm, 59,-61.

4- ‘‘Alemlerin Rabbinden indirilmiştir. Şimdi siz bu hadisi mi kirletip küçümseyeceksiniz?’’ Vakı’a, 81.


5- ‘‘Bu hadisi yalanlayanla beni baş başa Bırak; Onları bilmedikleri yerden yakalıyacağız.’’ Kalem, 44.
Bu örnekleri bize Kur’an ayetlerini keyfi olarak yorumlamanın nasıl kabul edilemez bir tutum olduğunu ve bunun apaçık bir tahrif anlamına geldiğini bütün çıplaklığıyla göstermektedir. Eğer zikrettiğimiz bu ayetlerde geçen ‘‘hadis’’ kelimesini , ÖZTÜRK’ün yaptığı gibi ‘‘Hz.Peygamber (s.a.v)‘e izafe edilen sözler’’anlamında alacak olursak, hadisleri kirletip küçümsemeye çalışan kimselerin Yüce Allah (c.c)’ın gazabına müstahak olduklarını ve bizzat Yüce Allah (c.c) tarafından ‘‘sersemce somurtan’’kimseler olarak tavsif edildiği söylemek gerektiği gerçeği bir yana Kur‘an ayetleri arasında korkunç çelişki bulunduğunu söylemek kaçınılmaz olacaktır. Zira ÖZTÜRK‘ün zikrettiği ayetlerde ‘‘hadis’’ yerilmekteyken, bizim burada zikrettiğimiz ayetlerde ‘‘hadis’’i küçümseyenler ve yalanlayanlar –az önce de belirttiğimiz gibi en ağır şekilde – yerilmektedir. Demek ki çelişki kuranda değil Öztürkün mantığında ve keyfi tutumundadır.


Yukarıdan beri örneklerini gördüğümüz üzere ÖZTÜRKÜN,Allah’ın dinine Allah’ın Kitabı’ndan başka bir şeyin karışmaması adına yüzyıllar boyunca makbul görülerek kendisiyle amel edilmiş pek çok sahih hadisin hatta mütevatir rivayetlerin karşısında yaygara çıkarırcasına dikilirken kendisi daha büyük tahrife kapı açıp ayetleri tahrif etmiştir.Acaba Yüce Allah (c.c) Kur’an’ı koruyacağına dair va’dini (Hicr, 9) 1400 sene boyunca yerine getirmemiş midir bu zamanda yaşayan Yaşar Nuri ÖZTÜRK gelene kadar Kur’an ayetleri tahrif edilmiş olarak kalmıştır da ÖZTÜRK düzeltmiştir. Hangi aklı başında insandan böyle bir şeye inanması beklenebilir? Vesselam veddua

NOT: Bu yazının hazırlanmasında Ebubekir SİFİL hocamızın Modern İslam düşüncesinin tenkidi adlı eserinden de faydalandık Allah kendisinden razı olsun.



Haydar Kerrar
ANKARA
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt