Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

*YARIM Hurma ile.. Bir Nefesçik CAN ile* (1 Kullanıcı)

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
selamünaleyküm canım kardeşim
Allah razı olsun ,emeğine sağlık çok mühim konuları paylaşıyorsun teşekkür ediyorum..
Allaha emanet ol kardeşim..
selam ve dua ile...


Ve Aleyküm Selam değerli gülsengül ablacım..
Allah sizden de razı olsun inşallah.. İlginiz için ben teşekkür ederim..
Sizin de gönlünüze sağlık..:)
Rabbimize emanet olunuz inşallah.. Selam ve Dua ile.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
[FONT=Arial,verdana] Tebliğ Hizmetinde Ashâbın Fedakârlıkları


[/FONT]Işkencelere Katlanmaları

a.Erkekler

İslâm'ın tevhîd inancına düşman olan Mekkeli kâfir ve müşrikler, Allah Resûlu'nü (s.a.s.) bu yoldan döndüremeyince şiddet ve baskıya başladılar. Islam'a giren, Peygamber Efendimiz'e (s.a.s.) tâbi olan herkes takip edilmeye başlandı.

Herkes, kendi kabilesindeki Müslümanları takip edip, ihbâr edecek, ihbar edilen bu Müslümanlar hapsedilecek veya dövülerek aç, susuz bırakılarak işkenceye tabi tutulacaklardır. Bu yetmezse, çıplak vücutla, güneş altında çölün kumlarına yatırılacaklardır.

Mekkelilerin Müslümanlara uyguladıkları işkenceler, Müslümanların sosyal durumlarına göre değişiyordu. Bu yüzden, kabilesi güçlü olanlara fazla işkence yapamıyorlardı. Ancak, fırsat bulduklarında, ailesinin durumu ne olursa olsun, hakâret ediyor, en azından psikolojik baskı yapıyorlardı.

Mekke devletinin Müslümanlara karşı uyguladığı bu işkence ve zulüm altında en çok ezilenler, mustad'aflar (zayıflar) oluyordu. Bunlar kimsesiz Müslümanlardı... Ya akrabaları, aileleri yoktu veya aileleri fakir ve zayıftı. Bu Müslümanların çoğunluğu, Müslüman olan köleler, kimsesizler, zayıflar ve Kureyş'ten olmayanlardı. Ammâr'ın, Bilâl'in, Suheyb'in ve cariyelerin uğradıkları işkenceler akla gelmedik türdendi. Bu işkenceler o raddeye varıyordu ki, bazıları dayanamayıp şuurlarını kaybediyorlardı.

Hz. Bilâl-i Habeşî (r), Ümeyye b. Halef'in kölesiydi. Ümeyye onun boynuna ip bağlatır, sokaklarda gezdirir, ücretle tuttuğu çocukları peşine takar, onlara Bilâl'i sürüklettirir ve taşlattırırdı. Ümeyye bazen Bilâl'i tam bir gün aç bırakır, bir yudum su vermez, sonra da kızgın kumların üzerine çırıl çıplak yatırır, ağzına güneşte kurumuş bir parça et verir ve üzerine de büyük bir taş koyardı. Bu işkenceler karşısında bayılan Bilâl, imanını gizlemeye ihtiyaç duymadan, "Ehad, ehad" der, başka bir şey demez, putlara inanmayacağını, sadece ve sadece tek bir Rabb'in önünde boyun eğeceğini yüzlerine haykırırdı.

Hz. Mus'ab b. Umeyr (r), Mekke'nin en zengin ailesinin biricik çocuğuydu İslâm'a girdiğinde on yedi yaşlarındaydı. O, sokaklardan geçerken genç kızlar pencerelere üşüşür ve ona mendil sallarlardı. O, yemesine giymesine itina gösteren biriydi. Ancak İslâm'a girdikten sonra, ailesinden hiç yakınlık görmedi (İbn Hacer, 3:421). Medine'ye giderken üzerinde sadece bir elbisesi vardı ve başkaca da eşyası yoktu. Ondan sonra da hep böyle yaşadı. Hatta Uhud'da şehid düştüğü zaman bütün uzuvlarını Allah için vermiş.. evet, o gün kütükte doğranır gibi doğranmış, sonra da üzerine örtmek için bir kefen bezi dahi bulunamamıştı (Buhari, "Cenâiz", 28).

Habbâb b. Eret (r), iman dolu siyahî bir demirciydi. Ümmü Enmâr'ın kölesi iken âzâd edilmişti, ama Allah'a iman edince Ümmü Enmâr onu bağlatır, ateşte kızarttığı demirle başını dağlardı. Kendisine işkence edenlerden Abd-i Yeğuş oğlu Esved'se sırtını, yüzünü ve göğsünü kızgın kumlara sürter ve diğer müşrik ileri gelenleriyle birlikte yaktığı ateşe baş aşağı tutarlar, ateş sönünce de, yer soğuyuncaya ve Habbab'ın vücudunun yağı ve teri kuruyuncaya kadar kızgın küller üzerine yatırıp, kalkmaması için göğsünden ayaklarıyla basarlardı.

Yasir âilesi (r), Ammâr'ın anne ve babası ilk mü'minlerdendi. Yasir âilesi denilen bu ailenin kimsesi yoktu. Mahzum Oğulları onları dinlerinden döndürmek için güneşin en kızgın zamanında taş ve kumlar üzerinde olmadık işkencelere uğratırlardı. O kadar işkencelere maruz kaldılar ki, sonunda Yâsir şehid oldu, zevcesi yaşlı Sümeyye de Ebu Cehil'in sapladığı mızrağıyla can verdi. Peygamberimiz (s.a.s.) bu ailenin yanından bir gün yine işkence görürlerken geçmiş ve, "Sabredin ey Yâsir ailesi, sabredin; sizin mükâfâtınız Cennet'tir" diye tesellide bulunmuştu.

Ammâr b. Yâsir (r), Müşrikler, Yâsir'in oğlu Abdullah'ı yerden yere çalarlar, Ammâr'a ise demir gömlek giydirirler ve onu işkenceden işkenceye uğratırlar, o kadar ki, Ammâr ne dediğini ve ne yaptığını bilmez hale gelirdi. Vücudunu ateşle dağlarlardı. Yapılan işkenceler o noktaya varmıştı ki, Ammâr diliyle, Hz. Muhammed'in (s.a.s.) getirdiği dini inkar etmek zorunda kalmış, ağlayarak durumu Peygamberimize bildirmiş, Resûlullah'ın: "Kalbin nasıl?" sorusuna: "Imanla dopdolu", cevabını verince: "Seni işkenceye uğrattıklarında dilinle istediklerini söyleyebilirsin." karşılığını almıştı.

b.Kadın Mü'minler


Erkek mü'minlerin yanısıra kadın mü'minler de en ağır işkencelere maruz kalırlardı. Hz. Sümeyye (r), Tevhîd şehitleri içinde ikinin ikincisi olma şerefine eren Ammar'ın annesi Sümeyye oldu, kocası Yasir'le birlikte Allah'a imandan dönmedikleri için öldürülüp şehid edildi.

Hz. Fatıma (r), Allah Resûlü'nün (s.a.s.) küçük kızı, babasının en büyük
destekçilerindendi. Babası onu gittiği yerlere çoğunlukla götürür ve yanından eksik etmezdi. Öyle ki, kendisine "babasının anası" lakabı verilmiştir (İbn Hacer, 4:377). Rivâyetler, Mescid-i Haram'da namaz kılarken babasının üzerine atılan pislikleri onun koşup temizlediğini naklederler. (İbn Ishâk 1981, 192)

Hz. Zınnîre ve Lübeyne (r), Hz. Ömer'in (r) ailesinde iki câriye idiler. Ikisi de daha ilk yıllarda bir Allah'a iman ettiklerinden öylesi işkencelere uğratıldılar ki, istisnasız her gün dövülürlerdi.

Fükeyhe'yi (r) Abdü'd-Dâr oğulları öğlenin en şiddetli sıcağında kumlar üzerine yatırırlar, bağlarlar, üzerine demir giysiler giydirirler, kumlar üzerine kâh sırtına, kâh göğsüne ağır taşlar koyar ve öldü diye bırakır giderlerdi. Ebu Cehil, ayağına ip bağlatır ve kızgın kumlar ve taşlıklar üzerinde sürükletirdi.

İslâm'ı tebliğ ve uğrunda mücahede ve mücadele etmede erkekler gibi kadınlara da elbette düşen vazifeler vardır. İslâm, mü'min erkeklerle, mü'min kadınların omuzlarında yükselmiştir.

Müslüman oldukları için bu işkenceleri çekenler sadece köleler ve zayıflar değildi. Peygamber Efendimiz'den (s.a.s.) Bilâl'e kadar bütün Müslümanlar işkence altındaydılar. Ve bu işkence, İslâm'a girişin ilk gününde başlıyordu. Hz. Ebu Bekir ve Talha gibi eşraftan olan Müslümanlar da bu işkencelerden nasbini alıyorlardı.

Yeni Ümit
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Kur'an Ahlakına Göre Fedakarlık

Fedakarlık denince akla, sadece insanın maddi anlamda sahip olduklarının bir kısmını ya da ihtiyacından fazlasını başkalarına vermesi gelmemelidir. Kuran'da bildirilen fedakarlık, müminin hayatının tümüne hakim olan ve inancının gücünden kaynaklanan bir hayat şeklidir. Bu fedakarlık ruhu, kişinin çevresindeki her konuya karşı vicdani bir duyarlılık içinde olmasını gerektirir. Fedakarlık, insanın karşılaştığı toplumsal sorunlardan, dünyanın dört bir yanında zulüm ve eziyet gören, açlık çeken, ihtiyaç içindeki insanlara kadar, olabilecek her konuda kendisini sorumlu hissetmesi ve tüm bunlara çözüm getirmeyi hedeflemesidir.

"Nasıl olsa bu konulara çözüm getirebilecek imkan ve güç sahibi pek çok insan var. Onlar düşünsünler, onlar ilgilensinler. " demeden, aklını ve vicdanını olabilecek en yüksek seviyede kullanmasıdır. Allah'ın "Sizden önceki nesillerden, onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi? Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu- günahkarlardı. " (Hud Suresi, 116) ayetiyle bildirdiği "fazilet sahibi kişiler"den olmak için, her insan gibi kendisine de sorumluluk düştüğünü bilen, Allah'tan korkan, O'na gönülden iman eden ve vicdanının sesini dinleyen insan olmak gereklidir.

Müminin gösterdiği bu fedakarane ahlaka karşılık, Yüce Allah kendisini dünyada iyilik ve güzellikle mükafatlandıracak, ahirette de sonsuza dek benzersiz nimetlerle ödüllendirecektir. Rabbimiz güzel davranışlarda bulunanları Kuran'da şöyle müjdelemektedir:

"Güzellik yapanlara daha güzeli ve fazlası vardır. Onların yüzlerini ne bir karartı sarar, ne bir zillet, işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır. " (Yunus Suresi, 26)

 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Allah Yolunda Fedâkârlık

Allah Yolunda Fedâkârlık
Muhabbetin en bâriz alâmeti fedâkârlıktır. Bir sevginin büyüklüğü, sevilen uğrunda yapılan fedâkârlıkla ölçülür. Seven, sevdiği uğruna her şeyini kolayca fedâ ederek bu yolda karşılaştığı bütün meşakkatlere katlanır. Allâh’a ve dînine muhabbet besleyen mü’minlerin de, Allah yolunda her türlü imkânlarından, farz olan mükellefiyetlerinin dışında da infakta bulunmaları ve bu uğurda bâzı meşakkatlere katlanmaları lâzımdır. Zâten Allah Teâlâ’nın lutfettiği nîmetlerin sarf edilebileceği en fazîletli yer, yine Allah yoludur.
Mevlânâ Hazretleri şöyle buyurur:
“Mal ile beden, kar gibi erir, gider. Fakat onlar, Allah yolunda harcanırsa, Allah onlara alıcı olur. Kur’ân’da; «Allah, cennet karşılığında mü’minlerden canlarını ve mallarını satın aldı…» (et-Tevbe, 111) buyrulmuştur.”
Cenâb-ı Hakk’ın satın aldığı bir şey de eriyip zâil olmaktan kurtularak büyük bir kıymet ve şeref kazanır.
Yüce Rabbimiz, bilhassa zor zamanlarda kullarından fedâkârlık beklemektedir. Kulların bu fedâkârlıklarını da Kur’ânî ifâdeyle; «Karz-ı hasen: Allah yolunda verilen güzel bir borç» sayarak karşılığını kat kat fazlasıyla ödemeyi va’detmektedir.
Fedâkârlık, kâmil mü’minlerin şiârıdır. Yine fedâkârlık, kulu Rabbine yaklaştıran en müstesnâ insanlık cevheridir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, Allâh’ın rızâsına nâil olabilmemiz için ihlâs ve samîmiyetle fedâkârlıkta bulunmamız emredilmektedir.
Fedâkâr bir mü’min, bütün güzel sıfatları kendisinde cem eder.
Fedâkâr bir mü’min; cömert, merhametli, mütevâzı, hizmet ehli ve ruhlara ebedî hayat aşısı yapan bir gönül doktorudur.
Fedâkâr bir mü’min, îsar ehlidir, yâni kendisi de muhtaç olduğu hâlde, mü’min kardeşlerini kendisine tercih ederek elindeki imkânları onlara devretme fazîletini gösterebilen kimsedir.
Yine fedâkâr bir mü’min, Allah yolundaki her hizmeti muhabbet ve şefkatle îfâ eden bir ümit ve îman menbaıdır. O, ruhlara huzur bahşeden her gayretin ön safında yer alır. Yine o, sözleri, davranışları ve örnek ahlâkı ile dâimâ Allâh’ın rızâsını talep hâlindedir. O, dertlinin, muzdaribin yanında, kimsesizlerin ve ümitsizlerin başucundadır.
Bize örnek nesil olarak takdim edilen ashâb-ı kirâm, yaşlısı ve genciyle Allah ve Rasûlü’nün muhabbetini kalplerine yerleştirmiş ve bu uğurda büyük fedâkârlık numûneleri sergilemişlerdir:
Nitekim genç sahâbîler, Peygamber Efendimiz’in tebliğ mektuplarını taşıma şerefine ermek için âdeta birbirleriyle yarışmışlardır. Allah Rasûlü’nün bir arzusunu yerine getirebilmek uğruna her türlü fedâkârlığı göze alıp hiçbir mâzeret öne sürmeden, canla başla hizmete tâlip olmuşlardır. Sarp dağlar ve ıssız çöller aşarak gittikleri diyarlarda, cellâtların arasından geçip kralların huzûrunda Allah Rasûlü’nün mektubunu büyük bir îman cesareti ile okumaları, onların Allah ve Rasûlü’ne duydukları engin muhabbetin bâriz bir tezâhürüdür.
Mevlânâ Hazretleri, Divân-ı Kebîr’inde ne güzel buyurur:
“Altın ne oluyor, can ne oluyor, inci mercan da nedir, bir sevgiye harcanmadıktan, bir Güzel’e fedâ edilmedikten sonra?!”
Yâni insanın canı ve malı, Allah yolunda fedâ edildiğinde ve Allah Teâlâ’ya cennet karşılığında satıldığında büyük bir değer kazanmaktadır. Aksi takdirde israf ve hebâ edilen kıymetler hükmüne girmektedir.


OSMAN NURİ TOPBAŞ
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt