Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ya RasulALLAH! (2 Kullanıcı)

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Risale müellifinin sünnet yolunu tarif ederken ?minhâc,? yani ?geniş yol? tabirini kullanmasındaki inceliği, o şefkatli nebînin hayatından böylesi kesitlerin farkına vardığımda, nihayet anlamış sayılabilirdim artık. Hayır, Hz. Peygamber ancak çok az kişinin geçebileceği dar bir geçit hazırlamış değildi; o, ardına düşenleri patikadan geçiren bir kılavuz da değildi. O, ardına düşen her istidadın kendine münasip bir şerit bulabileceği geniş bir cadde hazırlayan ?rahmeten li?l-âlemîn?(a.s.m.) idi.
Bir kısmını bizzat yaşadığım, bir kısmının yaşandığını gözlemlediğim açmazların ardında ise, bu geniş yolu, genişliği ve kuşatıcılığı ile yerli yerinde kavramayınca gerçekleşen seçmeci ve daraltıcı bir ?sünnet eklektisizmi? vardı.
Bu okumalar vesilesiyle farkettiğim bir diğer yaklaşım hatası, Hz. Peygamberin şahsiyetine dairdi. Bizim kafamızda öyle bir Peygamber tarifi vardı ki, bu tariften ?rahmet peygamberi? mânâsının çıkması asla mümkün değildi. Evlerimize geldiğinde bizi delici bakışlarla süzecek olan, daha evimizin kapısı kendisine açılır açılmaz evi tarassuda başlayacak olan, evimizde olduğumuz sürece yapıp ettiğimize, yiyip içtiğimize, gelene gidene karışacak olan, hatta evlerimizi ?puthane?ye benzetecek olan, hatta evimizde olan kimi şeyleri alıp atacak olan bir peygamber! Huzurunda sürekli ?falso yapmama? telaşı yaşadığımız, bir yanlışımızı görür görmez lâfı yapıştıracak olan bir peygamber! Bizi kendisiyle yargılayacak olan, kendisinin yapıyor olup da bizim yapamıyor olduğumuz her bir şey için bize lâf söyleyecek olan bir peygamber!
Gerek ilgili şiire, gerek kendimizin kurduğu "Peygamber bize gelecek olsa" diye başlayan cümlelerimize sinen peygamber tarifi işte buydu.
Oysa, bütün bunlar, hakkında okuduğum otuz küsur cilt kitaptan çıkan Peygamber portresine ne kadar da uzaktı! Hayır, o, kapıyı çaldığında bizi böylesine huzursuz edecek biri asla olamazdı. Hâşâ, ne eli sopalı biriydi o, ne de dili bıçak gibi keskin biri. Bilakis, ?elinden ve dilinden emin olunan? insanların en mükemmel örneğiydi. Hem, onun gözleri girdiği evlerin dört tarafını tecessüs niyeti ve tenkid sâikasıyla kolaçan da etmezdi; bilakis, hadis kitapları onun elçisi olduğu Kur?ân?ın "Tecessüsetmeyin" emrini nasıl tatbik ettiğine dair muazzam örnekler içermekteydi.
"Peygamber bize gelse" diye başlayan tasvirler ile hadisleri vesilesiyle hayalen ziyaretine gittiğim Peygamber arasındaki fark?ilgili arayışım ve araştırmalarım sırasında beni en ziyade sarsan ve en ziyade inciten tablo buydu! Nasıl olmuş, neler olmuştu da, bir devenin, hatta bir karıncanın dahi incinmesinden rahatsız olan bir peygamber, hâşâ, elinde fırça her kusurlu gördüğü kişiyi karalayacak birine dönüşmüştü zihinlerimizde? Neler olmuştu da ?rahmet peygamberi?ni ?gazap peygamberi? gibi görür olmuş, onunla gelen rahmet tablosunu kasvet tablosuna döndürmüştük?

devamı gelecek...
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,591
Tepki puanı
957
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
SEN GEL DİYE EY SEVGİLİ! ! !


Yaradan Rabbimin adıyla okudum
Ey MUHAMMED seni okudum
Okudum,çoğaldı harflerim,ırmaklarım,yıldızlarım...
Bütün kitaplara Senin isminle yazıldım
Doğdum MUHAMMED'e doğdum
Aşıksam,MUHAMMED'e aşığım
Ölürsem,MUHAMMED'e ölürüm
Gelirsem,MUHAMMED'e gelirim


Yusuf oldum kuyularda hep Seni bekledim
Hüseyin oldum Kerbela'da
Kuruyan dudaklarımla sayıkladım ismini
Ab-ı hayat akıtsın içime diye bekledim

Bekledim
Kapandı yollarım
Uzattım parmaklarımı Hallac gibi doğrandı ellerim
Hiç Seni söylemedim.
Dağlandı dudaklarım
Yazdım gözyaşlarımla Mekke'nin dağlarına;
Ey Sevgili gel diye...

Ağlama duvarını bir çiban gibi sırtında taşırken
Yorulan kollarıyla taş atan Kudüs'üm ben
Kaldırımlarımda ateşler yükselirken
Geldin öptün benim alnımdan
Serinleyip sarıldım taşlara yeniden:
Ey MUHAMMED...
Ey Sevgili...
Ey bad-ı sabah
Ey üzerimize Doğan Ay
Ey güzelliklerin Şahikası
Ey şefaat pınarı.....


Her düşmem gül ayaklarına kapanmamdır,
Böğrümden yediğim her kurşunla tutarım ellerinden
Her şarkımda Seni söylerim
Her tebessümüm Senindir
Hep Seni beklerim; Sen bir gelsen diye Ey Sevgili....


Sevgili...
Ben Veysel'im,
Kenan illerinde hasretini soluyan,
Hırkana bürünürüm karanlıkta kaybolduğumda
Dört taraftan vururlar bana
Vururlar da söyletemezler Sensizliği
Sümeyye gibi develer ayırırlar bedenimi...
Hamza'yım Ey Sevgili,
Uhud'dayım tam önündeyim
Vahşi'nin mızrağı deler geçer yüreğimi
Gel de okşa ne olur oyulmuş yüreğimi,
Hind değil hasretin acıtır onu


Ben Grozni'yim,Keşmir'im,Kandahar'ım...
Saraybosna'yım,Hama'yım,Buhara'yım...
Bağdat'ım,Moro'yum,Taşkent'im...
Doğu Timor'um,Türkistan'ım,Ahıska'yım...
Halepçe'yim,Kırım'ım,İstanbul'um...
Ben kurşunlara evlat vermiş anneyim,
Kurşunlardan sakındığı bedeniyle Seni özleyen
Taş atan bir Filistin'liyim.
Gel öp bizi alnımızdan
Gel sev bizi yaralarımızdan
Ey Sevgili...
Ey MUHAMMED...

Gittin ya gül yüzlü Sevgili
Kırıldım gittiğinden beri,
Kırıldıkça yandı canım.
Çarmıha gerilen benim bedenim,benim ellerim,benim ayaklarım.
Harami sofralarda sergilenen benim başım
Beni bir ağaçta kıstırdılar
Kör bir testereyle biçildim.
Ağladım kurudu göz pınarlarım
Ağladım hasretine türkü yaktım
Ağladım gel diye Ey Sevgili...

Sevgili...
Ömer'im,Ali'yim,Osman'ım...
Vuruldum bir niyaz vaktinde
Kanım dağıldı kitabın sayfalarına
Seni yazdım bir damla kanla
İsminin dolaştığı semaya,bir baştan bir başa
Sen gel diye Ey Sevgili...

Ey Sevgili...
Kırıldı mı dişin?
Dikenler acıttı mı ayaklarını?
Deve işkembeleri kirletti mi elbiselerini?
Medine yollarında yoruldun mu?
Taif'te taşlar kanattı mı gül yanağını?
Kırıldı mı kalbin bize,kırgınmısın Ey Sevgili?

Ne çare Bekirler yok şimdi
Aliler,Osmanlar,Ömerler yok.
Halidler gitti,Mus'ablar gitti
Hatice yok,Zeynep yok,Fatıma yok
Müminlerin annesi sofra açmaz evlerimizde
Kedilerin babası dolaşmaz sokaklarımızda.
Biz ne çok yetim olduk ta,Senin gibi okşayanımız yok artık
Gel bir okşa ne olur
Yaralarımızdaki irinler azdı
Canımız acıdı
Bir merhamet et,bir gülümse Efendim
Bir görün puslu şehirlerin üstünde
Bir ses ver puslu yüreklerimize
Bekler dururuz her şehirde
Sen gel diye Ey Sevgili...

Ey Sevgili...
Buralara bir hal oldu
Ne Yakup inliyor şimdi
Ne Mısır'da rüya görülüyor
Züleyha'lar şaşkın
Yedi adam ne yapsın
Mağaraların kapıları da kapalı
Musa vurunca asasını
Oynamıyor yer yerinden
Yol vermiyor Kızıldeniz
Sakınmıyor İbrahim'i ateşler
Su taşımıyor karınca
Ethem'in balıkları getirmiyor iğneleri denizden
Buralara bir hal oldu
Sen yoksun buralar duman oldu Efendim.
Bir mektubun gelmedi buralara...
Bir Necaşi sormaz halimizi.
Bir yalnızlıktır düştü ocağımıza
Bir karanlıktır çöktü başımıza
Ay aydınlatmıyor,
Gül kokmuyor.
Yokluğun karabasanlar gibi basınca sinemize;
Dağıldı hanemiz,
Dağıldı yüreğimiz,
Dağıldı birliğimiz...

Sevgili affet bizi;
Bir deve olamadık
Hasretinden çatlayıp ölecek,
Bir kuru ağaç olamadık
Yokluğuna kanlı gözyaşları dökecek,
Bir Bilal olamadık
Sensiz ses vermeyecek,
Bir Ebu Zer olamadık
Alıp başını gidecek....

Ey Sevgili...
Ey Şefaat Sahibi...
Affet bizi,
Affet...

Şimdi bir şarkı düşer dilimize
Bir aşk iner yüreğimize
Bir el tutar elimizden
Bir af fermanı gelir ötelerden
Bir Sen gelirsin;
Biz bin seviniriz,
Sevgilim MUHAMMED diye...
Sevgilim MUHAMMED diye,meleklerle yarış ederiz...

Gel Sevgili,
Gel öp,kokla ve yeşert bizi
Ve kalbimizi.......

-S.A.V-

ADEM ÖZBAY...
 

kalbinur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Mar 2012
Mesajlar
2,602
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
34
Sevgili!
Ümmü Mektum gibi
Seni görmeden sana sesleniyoruz
Alıp verdiğin nefesi duyar gibi
Sanki açınca gözlerimizi
Seni görecekmişiz gibi
Sana sesleniyoruz.
Senin huzurunda ses yükselmez.
Edeple konuşulur; edeple susulur.
Hele biz ki bu kapının dilencileri,
El açıp beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi ama
Şu araya giren yıllar olmasa
Medine'ne uzak yollar olmasa
İsmin anılınca yürek yanmasa
Kapında beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi.
Bekliyoruz Sultânım!
Rüyada olsa bile
Belki teşrif edersin diye
Hem de hiç kimseyi beklemediğimiz gibi.
Seni bekliyoruz.
Gelseydin,
Bizim için cennet olurdu gelişin.
Gelseydin,
Saadetli asrından gönderdiğin selâmını,
'Kardeşlerim' deyişini
Birbirimize nasıl anlattığımızı görürdün.
Gelseydin,
Dolaşsaydın sofralarımızı,
Bir tabak fazla görecektin,
Bir bardak, bir kaşık fazla...
Ve sofrada bir yer boş,
Baş köşe! ..
Ola ki Sen(A.S.M.) lutfeder gelirsin diye.
Gelseydin,
Dolaşsaydın gecelerimizi,
O 'Kutlu Doğum' gecelerini,
Anneler görecektin.
Yeni doğmuşsun gibi,
Yeryüzünü yeni teşrif etmişsin gibi,
Mışıl mışıl uyuyasın diye
Seni sabahlara kadar
Hayalen ayaklarında sallayan anneler görecektin.
Sevgili!
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
Maşallah....
Allah celle celalüh hepinizden razı olsun.
Yüreklerizi okşayıp coşturan bu güzel cümleleri
paylaşıp nasiplenmeye sunduğunuz için.
ellerinize sağlık..
selam ve duaile
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Halbuki, üzerine fazla yük vurulan bir devenin gözyaşlarını mübarek elleriyle silen o değil miydi? Devenin sahibine ona karşı daha şefkatli davranmasını söyleyen de o değil miydi? Kendisine genç bir deve hediye edildiğinde Hz. Aişe?ye "Allah refîktir, rıfkı [yumuşak huyluluğu] sever. Rıfk birşeyin içine girdi mi o şeyi güzelleştirir" buyurarak bir terbiye ölçüsü veren rahmet peygamberi(a.s.m.) mi bize kırıcı sözler söyleyecekti? "Mükâfatın büyüklüğü, belânın büyüklüğüyle orantılıdır" buyuran âdil nebî, şu ahirzamanın ağır yükü altındaki bizlerin kalbine acıtıcı kamçılar vurur muydu gerçekten?
Her nasılsa zihnimize kazınmış ?gazap peygamberi? portresine bedel gerçekte Resûl-i Ekrem?in nasıl bir ?rahmet peygamberi? olduğunu belgeleyen binlerce örnek vardı hadis ve siyer kitaplarında. Kaldı ki, en başta Cenab-ı Hak, şahidi idi bunun. "Biz onu ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik" buyuran Rabb-ı Rahîm, ?mü?minlere çok düşkün, çok şefkatli ve çok merhametli? diye de tarif ediyordu onu.

Gençlik dönemini on yıl onunla geçirmiş Enes b. Malik, bu şefkat ve merhametin defaatle şahidi olmuştu. Kendisi gençlik haliyle hata yapsa, söylenen birşeyi unutsa, oyuna dalsa, yanlış yapsa, kırıp dökse dahi, koskoca on yıl boyu bir kez bile "Öf!" dememişti Hz. Peygamber(a.s.m.). Bir kerecik olsun "Niye şöyle yaptın? Niye böyle yapmadın?" diye hesaba çekmemişti.
Hz. Peygamberin evinde büyümüş olan ve kendisi mizaç itibarıyla celâl taşıyan Hz. Ali ise, şöyle tarif edecekti Hz. Peygamberi:
"Daima güleryüzlüydü. Yumuşak huyluydu. Esirgemesi, bağışlaması boldu. Katı kalbli değildi. Kimseyle çekişmezdi. Kimseye bağırıp çağırmaz, kötü söz söylemezdi. Kimseyi ayıplamazdı. Pinti ve cimri değildi. Hoşlanmadığı şeye göz yumardı. Umanı umutsuzluğa düşürmezdi. Birşey hakkındaki hoşnutsuzluğunu açığa vurmazdı. Hiç kimseyi ne yüzüne karşı, ne de arkasından kınamaz, ayıplamazdı. Hiç kimsenin ayıp ve kusurunu araştırmazdı. Hiç kimseye hakkında sevaplı ve hayırlı olmayan sözü söylemezdi. Hilim ve sabrı kendisinde toplamıştı. Hiçbir şey kendisini kızdırmazdı."
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Hz. Ali?nin bu sözleri, Resûlullah?la yaşanmış otuz küsur yılın şahitliğinde söylemiş olduğu sözlerdi. Hz. Peygamberle on yıl evlilik hayatı yaşamış olan Hz. Aişe ise, onun için, şöyle diyecekti:
"İnsanların en güzel ahlâklısı idi. Hiçbir çirkin söz söylemez ve hiçbir çirkin harekete tenezzül etmezdi. Çarşı ve pazarlarda bağırıp çağırmaz, kötülüğü kötülükle karşılamazdı. Fakat, affeder ve bağışlardı. İnsanların en naziği, en iyi huylusu ve en güleryüzlüsü idi. Allah yolunda cihad dışında ne bir hizmetçiye, ne bir cariyeye, ne de bir kimseye el kaldırmış değildi."

O, böyle bir peygamberdi işte. Rahmet peygamberiydi. Şimdi, bu hal üzere olan Peygamberin gelip bizi yerden yere vuracağını, hakkımızda kaba sözler sarfedeceğini nasıl düşünebiliyorduk peki?
Sanırım, sahabiler hakkında geliştirdiğimiz yaklaşımdaki zaaflardan ötürü. Öyle bir ?sahabi? tablosu çiziyorduk ki, bu tarife göre, onlar insan değil de melek idiler âdeta. Her biri doğuştan mükemmel, hepsi doğuştan koruma altında idi sanki. Hiçbiri hiçbir zaman hiçbir yerde sürçmemiş olmalıydı. Eh, etrafında böylesine düzgün insanlar olunca, Peygamber niye bağırıp çağırsın, niye kaba söz söylesin, neden öfkelensindi ki?
Halbuki, vâkıa böyle değildi. Evet, bütün dünya Allah?a ve Resûlüne savaş açmış iken onun yanında saf tutma gibi, İslâm yolunun ?saff-ı evvel?i olma gibi muazzam bir kalite sergilemişti sahabiler. Ama bu, onların asla sürçmedikleri, doğuştan kusursuz oldukları gibi bir anlama da gelmiyordu. Kaldı ki, hiç sürçmemiş olsalar, sık sık sürçebilen bizlerin çıkış yolunu bulmasını sağlayacak birer örnek olabilirler miydi?
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Sahabiler içinde, Cahiliye zamanında da Ebu Bekir misali Cahiliye?ye kapılmadan kalabilenleri vardı, ama onlar sayıca azdı. Çokları, Cahiliye içinden, çok derin uçurumlardan çıkıp gelerek İslâm?ı bulmuşlardı. İslâm?dan önce Ömer ile İslâm?dan sonra Ömer, bunun en muazzam örneğiydi. Kızını diri diri gömen Ömer, Mekke?nin en çok içki içen insanları arasındaki Ömer, öfkelendiği zaman kimsenin gözünün yaşına bakmayan Ömer, İslâm?la şereflendiğinde tastamam değişmişti. Bir Ömer, bir Hamza içkinin merkezinde olduğu bir hayatın içinden çıkıp İslâm?a gelmeleriyle, bugün bu illetle mâlul olan insanlara çok şey söylüyorlardı elbet. Onlara, onların da İslâm?a gelmelerinin pekâlâ mümkün olduğunu, hatta İslâm ile çok çok yükselmelerinin pekâlâ mümkün olduğunu söylüyor; böylece, bu halde olanları "Battı balık yan gider" ümitsizliğine düşüren şeytanın tuzağını bozuyorlardı. Öte yandan, kendisi bugün bu halde olmayan bizlere, bir sarhoşun ruhunda bir Ömer, bir çalıp çırpıcının ruhunda bir Ebu Zer, hayatı şu an için giyinip kuşanmaktan ibaret duran bir gencin ruhunda bir Mus?ab tohumu arama dersi de veriyorlardı.
Sahabileri ?doğuştan kusursuz? gördüğümüzde ise, hem Resûlullah?ın eliyle gerçekleşen mucizevî dönüşümün büyüklüğü nazarımızdan gizleniyor, hem de bugün Resûlullah?ın getirdiği nurun aydınlığında böylesi dönüşümler yaşanmasını sağlayacak dersler çıkarma imkânımız yitip gidiyordu.

Üstelik, bizim düştüğümüz çukurların yanlarında küçük kaldığı uçurumlardan Resûl-i Ekrem?in kılavuzluğuyla çıkıp yükselen sahabilerin bir kısmı, İslâm dairesine girdikten sonra da sürçmeler ve hatta geçici düşüşler yaşamışlardı. Onların yaşadığı bu düşüşler karşısında Resûlullah?ın bize öğrettiği en birinci ders, amel üzerinden imana dair yargıda bulunmama dersiydi. Bedir ashabından olduğu halde Mekke?nin fethi öncesinde Mekke?nin fethine dair gizli bilgileri Mekke?deki ailesini koruma endişesiyle Kureyş?e ulaştırmaya yeltendiğinde Hâtıb b. Ebi Beltea için Hz. Ömer ?münafık? demişti de, Resûlullah bu yaklaşıma net bir biçimde müdahale etmişti. İçkiyi yasaklayan Kur?ân âyeti indikten sonra defalarca sarhoş vaziyette yakalanan, ve yaptığı şakalardan dolayı eskiden beri Medine?de Hımâr ünvanıyla anılan Suveybıt için birisi "Allahım! Şu adama lânet et. Kaç defa içki yüzünden getirildi de, bir türlü ıslah olmuyor" deyip beddua etmişti de, Peygamber aleyhisselam "Ona lânet etmeyin" demiş ve eklemişti: "Allah?a yemin ederek söylüyorum; bu adam hakkında bildiğim birşey varsa, o da Allah ve Resûlünü seviyor olmasıdır."
O, Uhud?da Osman dahil birçok sahabinin, Hudeybiye?de Ömer dahil birçok sahabinin yaşadığı sürçme karşısında asla ve asla kırıcı, kınayıcı ve dışlayıcı olmuş değildi. Uhud?da onun direktifi hilafına yapılan işler, amcası Hamza ve sancaktarı Mus?ab dahil birçok güzide sahabinin şehadetine, kendisinin ise yüzünün yaralanıp dişinin şehit olmasına sebep olduğu halde, bizatihî Cenab-ı Hakkın Kur?ân?ıyla buyurduğu üzere, Allah katından gelen bir rahmetle onlara kötü bir söz etmiş değildi Peygamber. Yine de yumuşak davranmıştı. Ki, Kur?ân?ın belirttiği üzere, o suçluluk psikolojisi içinde kendilerine sert davransaydı, hepsi tastamam dağılıp giderlerdi. Ama o öyle davranmazdı. O rahmet peygamberiydi. O düşenlerin dostuydu; düşenleri düşüren şeytanın değil. Kaba sözle, dışlamakla onların şeytanlarına yardım etmez; bilakis, yumuşak sözle, affedip bağışlamakla kalblerine yardım eder ve şeytanların oyununu bozardı. Onun içinde bulunduğu ortamda kasvet değil, rahmet vardı. Öfke değil, mağfiret vardı.
Zaten, çokları, sırf onun bu haleti ve hasleti sayesinde Müslüman olmuşlardı. Kendisini öldürme kasdıyla ucu zehire bulanmış bir kılıçla mescidine gelen Umeyr b. Vehb?i Mescid-i Nebevî?den çıkmadan Müslüman yapan sır bu değil miydi? Huneyn?de onu öldürme hesapları yapan Şeybe b. Osman, Resûlullah?ın mütebessim yüzünü gördüğünde, hele o mübarek ellerini göğsüne koyduğunda mutlak bir dönüş yaşamamış mıydı? Medine?nin Yahudi alimlerinden Zeyd b. Sa?ne?nin İslâm?ı seçişinin ardındaki nebevî sır neyin nesiydi? Müşrik oldukları bir halde bir vadide alay etme kasdıyla ezan okuyup gülüşen Kureyşli gençler, Peygamber hiç öfkelenmeden onları yanına çağırdığında, sohbet-i nebevînin iksiriyle yoğrulup birkaç saati geçmeden İslâm?ı seçmemişler miydi?
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
Allah celle celalüh razı olsun.
Çok güzel bir yazı dizisi. Devamın bekliyoruz inşallah.
Selam ve dua ile
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Sahabiler içinde, Cahiliye zamanında da Ebu Bekir misali Cahiliye?ye kapılmadan kalabilenleri vardı, ama onlar sayıca azdı. Çokları, Cahiliye içinden, çok derin uçurumlardan çıkıp gelerek İslâm?ı bulmuşlardı. İslâm?dan önce Ömer ile İslâm?dan sonra Ömer, bunun en muazzam örneğiydi. Kızını diri diri gömen Ömer, Mekke?nin en çok içki içen insanları arasındaki Ömer, öfkelendiği zaman kimsenin gözünün yaşına bakmayan Ömer, İslâm?la şereflendiğinde tastamam değişmişti. Bir Ömer, bir Hamza içkinin merkezinde olduğu bir hayatın içinden çıkıp İslâm?a gelmeleriyle, bugün bu illetle mâlul olan insanlara çok şey söylüyorlardı elbet. Onlara, onların da İslâm?a gelmelerinin pekâlâ mümkün olduğunu, hatta İslâm ile çok çok yükselmelerinin pekâlâ mümkün olduğunu söylüyor; böylece, bu halde olanları "Battı balık yan gider" ümitsizliğine düşüren şeytanın tuzağını bozuyorlardı. Öte yandan, kendisi bugün bu halde olmayan bizlere, bir sarhoşun ruhunda bir Ömer, bir çalıp çırpıcının ruhunda bir Ebu Zer, hayatı şu an için giyinip kuşanmaktan ibaret duran bir gencin ruhunda bir Mus?ab tohumu arama dersi de veriyorlardı.
Sahabileri ?doğuştan kusursuz? gördüğümüzde ise, hem Resûlullah?ın eliyle gerçekleşen mucizevî dönüşümün büyüklüğü nazarımızdan gizleniyor, hem de bugün Resûlullah?ın getirdiği nurun aydınlığında böylesi dönüşümler yaşanmasını sağlayacak dersler çıkarma imkânımız yitip gidiyordu.

Üstelik, bizim düştüğümüz çukurların yanlarında küçük kaldığı uçurumlardan Resûl-i Ekrem?in kılavuzluğuyla çıkıp yükselen sahabilerin bir kısmı, İslâm dairesine girdikten sonra da sürçmeler ve hatta geçici düşüşler yaşamışlardı. Onların yaşadığı bu düşüşler karşısında Resûlullah?ın bize öğrettiği en birinci ders, amel üzerinden imana dair yargıda bulunmama dersiydi. Bedir ashabından olduğu halde Mekke?nin fethi öncesinde Mekke?nin fethine dair gizli bilgileri Mekke?deki ailesini koruma endişesiyle Kureyş?e ulaştırmaya yeltendiğinde Hâtıb b. Ebi Beltea için Hz. Ömer ?münafık? demişti de, Resûlullah bu yaklaşıma net bir biçimde müdahale etmişti. İçkiyi yasaklayan Kur?ân âyeti indikten sonra defalarca sarhoş vaziyette yakalanan, ve yaptığı şakalardan dolayı eskiden beri Medine?de Hımâr ünvanıyla anılan Suveybıt
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Bu bakımdan, "Resûlullah bize gelse" diye başlayan karamsar ve karanlık analizlerde gözümüzden kaçan bir başka nokta, Peygamberin sohbetiydi. Bedevîleri medenî, ahlâksızları güzel ahlâk timsali, müşrikleri tevhid eri kılan bir iksir vardı onun sohbetinde.
O halde, Peygamber bize gelse neler yapacağımızı merak edenlerin şunu da merak etmesi gerekirdi: Peygamber bize gelse, biz aynı kalır mıydık?

?Sünnete uygun yaşama? başlığı altında geliştirip "Peygamber bize gelse" kalıbında sunduğumuz kimi yaklaşımlarda var olan bir başka zaaf ise, dengenin korunamayışı idi. ?Denge? ifrat ve tefritten azâdelik idi; her iki uç da, her iki yöndeki aşırılık da dengesizlik sebebiydi. Kudsî nebî(a.s.m.) "Kolaylaştırın, zorlaştırmayın" derken, dengeye çağırıyordu bizi. Ve, kolaylaştırmayıp zorlaştıranlar da, kolaylaştırayım derken yozlaştıranlar da dengenin uzağında idi.
Burada manidar olan, şeytanın ikili taktiğiydi. Laubaliliğe açık olanı ?yozlaştırma? ucuna çeken şeytan, imanı ve teslimiyet sahibi mü?minleri ise ?zorlaştırma? yönüne sevketmekteydi. Bu oyunu eskiden beri oynamış; meselâ Yahudileri Musa?yla gelen emaneti ?yozlaştırma? yönünde çelmelerken, Hıristiyanları İsa?yla geleni ?zorlaştırma? tuzağına çekmişti. Resûl-i Ekrem?in(a.s.m.) hayatında ise "Hayru?l-umûru evsatuhâ" sözünde ifadesini bulan bir denge hali vardı. O, mü?minleri yalnızca Yahudilere benzememe yönünde uyarmış değildi. Hıristiyanlara benzememe yönünde de uyarmıştı. "Kendinize zorluk çıkarmayın, zorluğa uğrarsınız" demişti Hz. Peygamber. "Zira bir kavim kendisini zora attı. Allah da zorluklarını arttırdı. Manastır ve kiliselerdekiler bunların bakiyesidir."
Onun ümmetine tavsiyesi, ne Yahudiler gibi yozlaştırma, ne Hıristiyanlar gibi zorlaştırma idi: "Orta yolu tutun, güzele yakın olanı arayın. Ağır ağır hedefe varabilirsiniz."
Bu bakımdan, ölçüyü iyi bilme ve çıtayı doğru noktaya koyma durumunda idik. Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselâm "Yâ Rasûlallah! Farz namazlarımı kılsam, Ramazan orucumu tutsam, helali helal bilip haramı da haram tanısam ve bunlara hiçbir ilave(hayır ve ibadet)de bulunmasam cennete gider miyim?" diye soran Numan b. Nevfel?e "Evet!" buyurmuştu. Bu ve benzeri hadislerden selef-i sâlihînin çıkardığı ölçü, "Farzları yapan, büyük günahlardan sakınan kurtulur" şeklindeydi. Durum bu iken, ne farzların yanında çok sünnetleri de işlediği halde, uygulayamadığı sünnetlerden dolayı ne kendisini, ne başkalarını helâk olmuş bilemezdi insan. Böylesi bir hal, en başta, Resûl-i Ekrem?i incitirdi. Aslolan, "Sünnet-i seniyyenin her bir nev?ine tamamen ittiba etmek, ehass-ı havassa dahi ancak müyesser olur. Ona bilfiil olmasa da, binniyyet, bilkasd tarafdarâne ve iltizamkârâne talip olmak, herkesin elinden gelir" çizgisinde durabilmekti. "Mü?minin niyeti amelinden hayırlıdır" gibi, "Kişi sevdiğiyle beraberdir" gibi hadisler, bu çizgiyi çizen seleflerin kaydettiği isabetin deliliydi.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
"Peygamber bize gelse" diye başlayan karamsar yaklaşımların gözden kaçırdığı bir büyük nokta ise, ahir zaman gerçeğiydi. Doğrusu, ahir zaman mü?minine ahir zaman hadisleri ışığında bakmak değil miydi? Bir keresinde "Kardeşlerimi özledim" demişti Peygamber. Bunun üzerine sahabileri "Yâ Rasûlallah! Biz senin kardeşlerin değil miyiz?" diye sormuşlardı da, "Sizler benim arkadaşlarımsınız" demiş; ?kardeşlerim? derken, ahir zamanın o ağır imtihanı içinde İslâm üzere kalan mü?minleri kasdettiğini söylemişti. Bu zamanın zorluğuna dikkat çekip bu zor zamanda yaşayan mü?minlere şeytanın kuracağı tuzağı bozma bâbında, ashâbına "Öyle bir zamanda yaşıyorsunuz ki emredilenin onda birini terkeden helâk olur. Fakat öyle bir zaman gelecek ki, emredilenin onda birini yapan kurtulacak" da demişti. Ahir zaman öyle bir zamandı ki, ?o günler avuçta ateş tutmak gibi? idi. "O günlerde, sizin kadar amel yapabilen kimseye elli kişinin ecri verilecektir."
Koyduğu bütün bu ölçüler, sergilediği bütün bu haller, verdiği bütün bu dersler ile onu gerçek haliyle tanıdıktan sonra, Peygamber size gelse ne yapardınız sahi? O şiirde tasvir edilen halleri mi yaşardınız gene? Ondan ağır sözler, sert hareketler göreceğiniz korkusunu duyar ve ya gelmemesini veyahut bir an önce gitmesini mi arzulardınız?Tam aksine, "Yâ Rasûlallah! Senin yokluğunda, biz böyleyiz işte! Lütfen ayrılma hiç yanımızdan" mı derdiniz yoksa?

Bana kalırsa, yapacağınız iş, sonuncusu olurdu. Onu size kadar ulaşan sözleriyle bir rahmet peygamberi olarak tanıyabilmiş iseniz, bütün eksiğiniz ve gediğinizle kendisine koşar, kapınızı da kalbinizi de gönül huzuruyla o gönüller tabibine açardınız.
Hanzale öyle yapmıştı; çünkü o Peygamberi Hz. Ali?nin, Hz. Aişe?nin, diğerlerinin tarif ettiği şekilde biliyordu. Öyle biliyordu; zira onu bilfiil öyle görmüş ve öyle tanımıştı. Ebu Yesâr da öyle tanımıştı onu. "Ben bir günah işledim" diye gidip halini açabilmesi bundandı.
Onu olduğu gibi, sahabilerinin tanıdığı gibi tanıyabilsek, sanırım yalnız ona bakışımız değil, kendimize bakışımız da değişecek; ve, hayatlarımız da asıl o zaman değişecek. Kasvetten rahmet, ümitsizlikten gayret, trajediden zafer, dövünüp durmadan dönüşüm çıkmıyor çünkü.
O halde, hep ümit, hep ümit.
Ne de olsa, "Kişi sevdiğiyle beraberdir" diye biliyoruz ve onun için "Ey sevgili, en sevgili!" diyebiliyoruz.

bu sondu okuyup zaman ayardğınız için ALLAH razı olsun
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
165889_297116920378836_1833987597_n.jpg
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt