Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

ya İSLAM...ya KÜFÜR..... (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
BARAN Dergisi 119. Sayı Çıktı!Tüm Bayilerde!..


B119.jpg


işte


çekildi


isyan


bayrağı


"gemileri yakmışız isteyerek


mümkünü yok dönüşümüzün


çizgimize gelen gelsin"


köy köy


dağ dağ


ve şehir şehir


yankı gelir


bu kutsal çağrıya.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
BARAN'dan – 119 Kâim ve Dâim

Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un geçtiğimiz gün Harp Akademileri Komutanlığı’nda yaptığı ‘yıllık değerlendirme’ konuşmasında geçen şu ifade, konuşmada yer alan bütün başlıkları altında toplayacak mahiyettedir ve sözkonusu konuşmanın tüm muhtevasını şekillendirir:
Toplumların dönüşümünde, modernleşmede asker daima öncü olmuştur
Modernleşmenin, Batı dünyasının geçirdiği bir süreç olduğu malûm…
Batılı akademik çevreler, modernleşmeyi “kilisenin eleştirisi” diye kısaca tarif eder.
Kilise’nin Batı toplumu üzerindeki tasallutundan sıyrılmak maksadını canı pahasına gütmüş, vahşi mazisinden kopmak için kendi toplumunda eleştiri çığırı açmış, bu uğurda yakılmak da dahil türlü vahşet uygulamalarını görmüş ve örnekleştirmiş Batılı, böyle bir sürecin adını modernleşme koydu.
Batı bu süreçte kendi norm, ölçü, kural, kaide, kanun, nosyon ve tarzını oluştururken köklerine kadar indi.
İşi ‘Yunan aklı’ndan başlattı. Akıl davasını ölçülendirdi.
Sistemin ahlâkı ve o ahlâkın da bir adı olmalıydı…
Hristiyanlığı yerine oturtup, ahlâkının adını koydu: ‘Hristiyan ahlâkı’
Ve yüzyılları bulan bu sancılı süreçte, maddesine de damgasını vuran nizam ruhunu gösterdi; Batı topraklarında örnekleştirdi: ‘Roma nizamı’
İslâm ordularının, İslâm toplumundan harika çapında örnekler taşıdığı vahşi Batı, İslâm’ın/Doğu’nun her toslayışında, kendi motiflerini korumak endişesiyle iki zıt temayülü aynı anda gösterdi: “İslâm’a mukavemet ve İslâm’ı taklid…”
Modernleşme, Batı’nın kendi “iyi-kötü” değerlendirmesi etrafında geçmişini inkâr, geçmişinden kurtulmak hamlesidir.
Modernleşme Batı’nın hikâyesidir.
Vahşi Batı’nın hikâyesi…
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Biz doğululara ters gelen Batıcı modernleşmeyle, bizim ne işimiz olabilir?
Şimdinin ‘AB İlerleme Raporu’ olan zamanın Islahat ve Tanzimat gibi fermanlarla geçmişimize ve toplumumuza bulaştırılan bu çamur, bu Batı çamuru, ordunun “ÖNCÜ” değil, “ÖNCE” aldığı ilk yıkıcı darbe olmuştur.
Bu yüzden ilk “dönüşüm” orduda oldu ki, bu mânâda Org. Başbuğ’un dediği doğrudur.
Bu noktada Batı’nın bu tarafa/doğuya nasıl baktığını, yine bir Batılı akademisyenin ağzından aktaralım. Sözkonusu şahsiyet, 1936-52 yılları arasında Türkiye’de bulunmuş, Türkiye’de “çağdaşlaşmayı, modernleşmeyi, Batıcılığı” yakından müşahede etmiş, İstanbul Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak maliye ve iktisat dersleri vermiş, Alman profesör Fritz Neumark’tır. “Boğaziçi’ne Sığınanlar” kitabının yazarı bu adam, birgün bazı talebeleriyle ‘Boğaziçi’nde geziye çıkar.
Hikâyenin gerisi şöyledir:
“Talebelerden biri Prof. Naumark’a şu soruyu sorar:
- Avrupa bizi neden sevmez hocam?
Prof. Naumark şu cevabı verir:
- Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı Türkler’i sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanlar’ın hücrelerine sinmiştir.
Sebeplerine gelince;1. Müslüman olduğunuz için sevmez. Ama faraza laik şöyle dursun, hıristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam eder.
2. Sizler farkında değilsiniz ama, onlar şu gerçeğin farkındadırlar: Tarihten Türk çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.
3. Avrupa’nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa’yı pazar yapmaya başladınız.
4. En az 400 yıl Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz.
5. Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise orta Avrupa ve Balkanları Haçlı ordusuna mezar ettiler.
6. Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağladılar. Önce ahlaki değerlerinizi yıpratmaya başladılar, giyiminizden yaşantınıza kadar sonra kendi içinizde sizi bölmeye başladılar, A-B-C-D gibi…
7. Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etmeseydiler, İslamiyet bugün belki sadece Hicaz’da varlığını devam ettirirdi. Batı her yerde İslamiyet’i, sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlı, Asr-ı Saadet’i devam ettirdi.
8. Kilise size kin kusmaktadır ve sebepleri yukarıdadır.
9. Ben Türkiye’ye geldiğimde 2 üniversiteniz vardı, şimdi 72 üniversite var. Osmanlı zamanında ise her yerde bir medrese vardı, tarihinize bakın her medresede bilim eğitimi vardı, ilk denizaltını Osmanlı’nın yaptığını çoğunuz bilmiyorsunuzdur belki de ama Avrupa bunu biliyor.
10. Sizler, gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır. Ama sizde bunun olması bu şartlarda çok zor.
11. Yine sizler, Avrupa’nın tarihi düşmanısınız ve daima düşman olarak kalacaksınız.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Türkiye’de tersinden “toplumsal dönüşümün” ne anlama geldiğini, “modernleşmede askerin öncülüğü”nün ne demek olduğunu, Org. İlker Başbuğ’un konuşmasında geçen şu ifadeden daha net ve kesin bir ifade anlatamaz:
“Silahlı Kuvvetler hiçbir dönemde dine karşı olmamıştır”
Başbuğ’un aklından, bu cümleyi söylerken şöyle bir düşünce geçmiş olabilir mi:
“TSK’yı bunu söylemeye mecbur kılan şey tam olarak nedir?”
Bir ordunun halkına bunu açıklamak zorunda kalması, zul değil midir?
Org. Başbuğ’u, bu sözüyle halk düşmanı Batıcıların zihniyetini paylaşmayan biri olarak kabul etsek bile, biraz evvel aktardığımız Batılı akademisyenin ifadelerini de aklımızda tutarak, halkımızın % 90’ının nefret ve düşmanlık duygularıyla karşıladığı ABD’nin yeni başkanının, Afganistanlı insanımıza savaş ilân edip ordusundan Terör Örgütü NATO için destek talebini, Irak’ın kuzeyinde yapılanları kamuoyuyla paylaştığı gibi paylaşmayıp gizlemesi ve bunu millete açıklama sorumluluğu ortadayken kalkıp Obama’nın alkışlandığı Meclis’te sarfettiği birtakım sözleri aktardıktan sonra, “ABD Başkanının bu sözlerini, dost bir ülke halkına sempatik görünme arzusundan ziyade, ABD’nin karşı karşıya bulunduğu sorunlara bir çözüm arayışında bulunduğunu göstermesi açısından önemsiyorum.” diyerek, ABD adına kaygılarını gizleyemeyecek kadar Batıcı duygularını ifşa etmesi, din düşmanı olmadığını bilmemizi önemli kılar mı?
Din düşmanı değilsen bundan bize ne!
Halk bu orduyu ‘1919 şartları’nda görüyor… Yani Başbuğ’un anladığı ve önemsediği mânâda, “ABD’nin karşı karşıya bulunduğu sorunlara bir çözüm arayışında bulunduğu” şartlarda değil.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Halkın dini için kaygılanan, Batı’nın İslâm düşmanlığını, Haçlı Rasmussen’in Terör Örgütü NATO’nun başına getirilişin tepkisiz kalmayan, topraklarımızda 100’den fazla terör üssü bulunan, İslâm’a ve Başbuğ’un ifadesiyle, “halk orduyu peygamber ocağı görüyor” sözünü doğrulayıcı, peygamberimize savunuculuğunu, bağlılığını ve fedailiğini gösterecek Mücahit Mehmetçik olarak görmek istiyor.
Ordu din düşmanı değilse, ordunun din temelli İstiklâl Savaşı vermiş geçmişi ortadayken, NATOcular nasıl bu kadar rahat Afganistan’da din temelli İstiklâl Savaşı veren Mücahid Taliban’a karşı NATO’ya destek kararı alıyor?
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Gerçek bir asker, orada savaşanı kendinden bilmese de hiç olmazsa saygı duyar, Batı’nın orada bulunuş nedenini tek kelimeyle açıklardı: Emperyalizm!
Bunu en iyi, İstiklâl Savaşı verdiğine inanmış bir ordu mensubu anlardı.
Ve canlı bir hafızayla şöyle derdi:
“Ben sizin terör tanımınıza katılmıyor; aksine reddediyorum!.. Benim insanımla tarihî, dinî, millî ve kültürel bağları olan Afganistanlı insanıma yaptığınız saldırı ve tecavüz, tek kelimeyle terördür. Ordumdan oraya gidip NATO için vuruşup ölen şehid değil, leştir. Bizim için bu istiklâlci direnişi terör olarak nitelemek, ilk önce tarihî hafızamıza terstir; atalarımın öz toprağımız için döktüğü kana, verdiği cana, yattığı mezara tükürmektir!..”
Hâlâ rejimin, düzenin, devletin ‘temel nitelikleri’nden bahsediliyor. Bu sadece, 85 yıllık Batıcı-Amerikancı propagandaya milletin kanmadığına delalet eder.
Propaganda seviyesinde kalmış son derece sathî, yer yer çelişen ifadeleriyle, -bir yerinde demokrasinin sistem olduğundan, bir başka yerde unsur olduğundan, bir yerde laik olduğundan, bir yerde halk egemenliğinden, bir başka yerde de ortak bir tanımı olmadığından bahsediliyor…- gerçekte bizim hep tekrar edegeldiğimiz gibi, sömürgeleştirmenin ta kendisi olduğunu doğrulamaktadır.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Can alıcı soruyu, Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun gerçek Türk kültürüne hediye ettiği ‘Marifetname’ adlı eserinden soralım: “Demokrasi bir ideal değil, metoddur; sizin bu metod içinde güttüğünüz dünya görüşü nedir?”
Ne yaman çelişki; “Demokrasilerde ordu politikanın yapamaz” denilen bir ülkede, ordunun kendisi demokrasinin kaç türlü tarifini yapıyor.
Demokrasi, askerî politikayı bozar.
Askeri yamuklaştırmak üzere geliştirilmiş demokrasiden başka bir rejim gösterebilir misiniz?
Muvazzaf iken konuşmayan/konuşamayan bir askerin, emekli olduktan sonra Türkiye şartlarında ne kadar dikkate alındığını biliyorsunuz. Muvazzafken demokrasiyi dilinden düşürmeyen bir askerin/generalin, emekli olduktan sonraki ‘demokrat’ hâlini düşünün bir de!
Eli silahlı ve emredici makamdayken davranmayan, ordusunun alnındaki çuval damgasıyla, şimdi de bebek katillerine NATO emri altında, -buna stratejik ittifak diyorlar- yeni çuval hadiselerine gebe olduğu açık Afganistan’da, Amerika’nın yanında ‘muvazzaf’lık!..
Ordu Tanzimat’tan bu yana demokratik reform/sömürgeleştirme darbeleri yemekten ne içeri, ne de dışarı tutarlı bir tutum sahibi olamamıştır.
Demokrasi gibi, ne düşünüldüğü yalnız önemli değil, kimsenin umurunda da olmadığı, okur-yazar ayak takımlarının çoğunluk iddiasıyla takıldığı, “karargâhlı”ların da, “çoğunluk” safsatasıyla millî iradeye yan çizdiği bir teamül rejiminde, ordunun hâli ne olacak?
Demokrasinin, aynı zamanda siyasî bir kurum olan orduyu da bağımlı ve sömürgeleştirdiği sırf bu açıdan anlaşılmıyor mu?
Bu bunalımlı durumda, daha etkili/millî politikalar geliştirilmesi gerektiği açık değil mi?
Millî menfaati belirleyen millî iradedir.
Din temelli olan millîlik zıddına laiklikte ısrar, halkla kavgadan başka nedir?
Laiklik milletin umurunda bile değil, Anadolu’yu gezin bakalım; kaç evden laiklik için asker toplayabilirsiniz?..
Milletin dininin buna izin vermeyeceği bilindiği için, din temelli “şehitlik” müessesesi, dine temelden zıt laiklik için “ALET” ediliyor.
Bu, millet-ordu işi değildir.
Orduyu milletin tepesine diken ordu-millet işidir.
Ordu yol ayırımındadır.
Ordu travmadadır.
Ordu karar vermek zorundadır.
Ya gerçekten İslâm’la barışacak, ya Batı çamurunda debelenecek!..

GENEL YAYIN
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
119. Sayımızdan Başlıklar

ORDU-II
Cumali Dalkılıç
*
Azerbaycan ve Türkiye Arasına ‘Emperyalist Sınır’ Açmak!
Tuncay AKSOY
*
RÖPORTAJ
Araştırmacı-Yazar Mahmut ÇETİN:

'Sünnî Kaynaklı Yeni Bir Dünya Görüşüne Muhtacız'
*
STRATEJİK SEKTÖR, TARIM VE GIDA AÇIĞI
Kâzım Gökbayrak
*

EMPERYALİZM ve İŞSİZLİK
Yıldırım KOÇ
*

Tarım ve Çevre Felaketi...
*
RÖPORTAJ

*
OPERASYON
Sezai DİLBİLEN
*
RÖPORTAJ
Araştırmacı-Yazar Yılmaz DİKBAŞ:

'Türkan Saylan Hıristiyan Misyoneri, ABD Mandacısı ve Casusudur!'
*
New York’lu Kadın: “Kocamı Ilımlı Hıristiyan Uşaklarına
Kaptırdım, Oğlumu Asla Vermeyeceğim!”-2-

Oğuz Gürses
*

Bir Utanmaz Diyologçu ve AB Mandacısına Açık Mektup
Yılmaz DİKBAŞ
*


*

MAHBUB’ÛL AŞIKÎN
(AŞIKLARIN SEVGİLİSİ VE ESMA-İ NEBÎ)

Handan Özduygu
*

ABD Bölünürken, TSK Uyanacak Mı?..
Ahmed BİRGİVÎ
*

AB-D’nin ÇÖKÜŞ GÜNLÜĞÜ
Cüneyt Karan
*

NATO Artık Büyük Bela!
Mustafa YÜREKLİ - İktibas
*

FETULLAH GÜLEN, AKP ve DÜM TEK TEK HADİSE
Sezai Kırlangıç
*

Uluslararası Mescid-î Aksa Sempozyumu
*
PANORAMA TÜRKİYE - PANORAMA DÜNYA
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
BARAN Dergisi 119. Sayı Çıktı!Tüm Bayilerde!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Gerçek bir asker, orada savaşanı kendinden bilmese de hiç olmazsa saygı duyar, Batı’nın orada bulunuş nedenini tek kelimeyle açıklardı: Emperyalizm!
Bunu en iyi, İstiklâl Savaşı verdiğine inanmış bir ordu mensubu anlardı.
Ve canlı bir hafızayla şöyle derdi:
“Ben sizin terör tanımınıza katılmıyor; aksine reddediyorum!.. Benim insanımla tarihî, dinî, millî ve kültürel bağları olan Afganistanlı insanıma yaptığınız saldırı ve tecavüz, tek kelimeyle terördür. Ordumdan oraya gidip NATO için vuruşup ölen şehid değil, leştir. Bizim için bu istiklâlci direnişi terör olarak nitelemek, ilk önce tarihî hafızamıza terstir; atalarımın öz toprağımız için döktüğü kana, verdiği cana, yattığı mezara tükürmektir!..”
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Alman profesör Fritz Neumark’tır. “Boğaziçi’ne Sığınanlar” kitabının yazarı bu adam, birgün bazı talebeleriyle ‘Boğaziçi’nde geziye çıkar. [/COLOR]
Hikâyenin gerisi şöyledir:
“Talebelerden biri Prof. Naumark’a şu soruyu sorar:
- Avrupa bizi neden sevmez hocam?
Prof. Naumark şu cevabı verir:
- Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı Türkler’i sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanlar’ın hücrelerine sinmiştir.
Sebeplerine gelince;
1. Müslüman olduğunuz için sevmez. Ama faraza laik şöyle dursun, hıristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam eder.
2. Sizler farkında değilsiniz ama, onlar şu gerçeğin farkındadırlar: Tarihten Türk çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir.
3. Avrupa’nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa’yı pazar yapmaya başladınız.
4. En az 400 yıl Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz.
5. Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise orta Avrupa ve Balkanları Haçlı ordusuna mezar ettiler.
6. Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağladılar. Önce ahlaki değerlerinizi yıpratmaya başladılar, giyiminizden yaşantınıza kadar sonra kendi içinizde sizi bölmeye başladılar, A-B-C-D gibi…
7. Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etmeseydiler, İslamiyet bugün belki sadece Hicaz’da varlığını devam ettirirdi. Batı her yerde İslamiyet’i, sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlı, Asr-ı Saadet’i devam ettirdi.
8. Kilise size kin kusmaktadır ve sebepleri yukarıdadır.
9. Ben Türkiye’ye geldiğimde 2 üniversiteniz vardı, şimdi 72 üniversite var. Osmanlı zamanında ise her yerde bir medrese vardı, tarihinize bakın her medresede bilim eğitimi vardı, ilk denizaltını Osmanlı’nın yaptığını çoğunuz bilmiyorsunuzdur belki de ama Avrupa bunu biliyor.
10. Sizler, gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır. Ama sizde bunun olması bu şartlarda çok zor.
11. Yine sizler, Avrupa’nın tarihi düşmanısınız ve daima düşman olarak kalacaksınız.”
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
"Irak, emperyalizme karşı insanlığın vicdanıdır"

Kategori: Röpörtaj
Mehmet Bekâroğlu: "Irak, emperyalizme karşı insanlığın vicdanıdır"
Mehmet Bey, arkadaşlarınızla birlikte “Doğu Konferansı” ismi altında, Suriye, Ürdün, Mısır, Lübnan, Filistin ve İran’a ziyaretlerde bulundunuz. Amerikan emperyalizmine karşı işbirliğinde bulunmak için ziyaretlerde bulundunuz. Bu ziyaretlerde, bölge aydınları, gazeteciler ve devlet adamlarıyla görüşmeleriniz oldu. Buralarda edindiğiniz genel intibâlarınızı anlatabilir misiniz?
Şimdi, sizin de söylediğiniz gibi, bölgeye yönelik olarak başlayan, aslında 100 yıldan fazla bir zamandır başlamış olan ve sadece askerî olmayan, siyasî, ekonomik ve kültürel bir saldırı, bir kuşatma sözkonusu. Özellikle Irak’ın işgal edilmesi bugünlerde, kuşatma ve askerî boyutun doruk noktasına çıkmıştı ki, tepkiler de ona göre büyümüştü. Bu dönemde bir çok insan, Amerika’nın bu saldırganlığına karşı, Irak’ı işgaline karşı bütün dünyada tepki göstermişti. Türkiye’de de müthiş bir tepki vardı, nitekim bu tepki, 1 Mart tezkeresiyle TBMM’ye kadar gitti. Herkes bir şey yapıyordu, ama bu sadece bir tepkiydi. Yanlış ve haksızlıklar karşısında bir tepkiydi. Bizim “Doğu Konferansı”, Sayın Nihat Genç’in bana böyle bir teklifte bulunmasıyla başladı. Nihat Genç’in bu konferansı oluşumda çok önemli katkıları var. Çünkü, bu fikir Nihat’ın gelmesiyle oluştu.
Biz “Doğu Konferansı”nı oluştururken, daha öte ne yapılabilir, tepkilerin ötesinde ne yapılabilir düşüncesindeydik. Bunları konuşurken tabii herkesin tesbit ettiği bir şey; o bölge aydınlarıyla, bölge insanlarıyla da paylaşmak gerekiyor. Çünkü en temel problem, o bölge insanları, halkları, aydınları arasındaki iletişim kanalları, damarlarının kopmuş olması, kesilmiş olmasıdır. “Doğu Konferansı” aslında, bu kanalları, bu damarları açmaya yönelik bir çalışmadır.
Çok tartıştık, çok münakâşalar da bulunduk, daha sonra da böyle ara toplantılar düzenledik. Yolculuklarda bile konuşmaya devam ediyoruz. Ama daha önce de belirttiğim gibi, temel pratik olarak, bölge ülkeleri, halkları ve öncelikle aydınları arasında kesilmiş olan kanalları açmak. Çünkü, bu tartışmalarımızda önemli bir tesbitte de bulunduk, biliyorsunuz “Doğu Konferansı”, İslâmcısından, Sosyalistine geniş bir yelpazeyi içine alıyor. Şimdi, Batı uygarlığı, Amerika Irak’a saldırıyor ama, bunun bir arka plânı var, işte aydınlanmadan bugünlere gelinen bir uygarlıkla karşı karşıyayız. İnsanlığa bir çok kazanımlar sağlamış ama işte, çevresine büyük savaşlar, nükleer silahlara kadar çok ciddî tehditler çıkarmış bir uygarlık! Amerika derken bugün,Amerika gökten inmiş bir uygarlık değil, dolayısıyla bu uygarlığın bu noktaya gelmesi meselenin özü. Zaten, Irak’taki savaşa karşı bütün dünyada insanlar ayağa kalktı ama, en çok Batı’da insanlar ayaklandı. İşte İngiltere’de savaştan önce, 15 Şubat 2003 tarihinde düzenlenen savaş karşıtı mitinge 1,5 milyon insan katıldı.Bu gösteriler, sadece Irak’ın işgaline, sadece savaşa karşı değil, Batı sistemine, Batı uygarlığına karşı insanlığın derin vicdanı olarak tezahür etti. Batı uygarlığı böyle şeyler getiriyor, piyasa getiriyor, kâr, zarar, faiz, borsa gibi şeyler getiriyor. Buna karşı daha insanî olan, vicdan, adalet, alınteri gibi, kavramlar getiren yeni bir uygarlık arayışı filan var. Biz değişik siyasî ilimlerdeki insanlar “Doğu”ya doğru yola çıkarken, bu alternatifin imkânlarına, potansiyellerine de oralarda rastlayacağımızı aramızda konuşuyorduk ve buna “bir keşif harekâtı” filan da diyorduk.Hâlâ da diyoruz. Şunu bulduk; bütün bir uygarlığın, bütün bir insanlığın problemine cevap anlamında demiyorum ama, böyle bir potansiyelin orada olduğuna inanıyorduk, nitekim bunlar, felsefî, duygusal, pratik gibi şeylerdi fakat, gittiğimizde gördük ki, Türkiye’den insanlar ancak böyle bir çağrı yapabilirlermiş, Türkiye’den gelinirse büyük ilgi görürmüş. Bizim hiç birimiz milliyetçi falan değiliz yâni, Türkçülük, ırkçılık gibi öyle şeylerimiz yok. Ama bir kere daha gördük ki, Türkiye anlamlıymış. Yani bu, tarihten, kültürden ne bileyim şu ândaki pozisyondan, nereye yorarsanız yorun, Türkiye çok daha önemliymiş ve biz nereye gittiysek geç kaldık. Gerçekten, sadece aydınlar ve devlet katları değil, sokaktaki insana kadar çok ciddî bir ilgi gördük. Bunu şekilde düşünmeyin: İşte Suriye yakın tehdit altındaydı, dolayısıyla tehditten dolayı elbette böyle davranacaktı(!)denilebilir ama, Türkiye’den pek uzak gibi görünen, Türklere en tepkili gibi görünen Mısır’da da biz, aynı alâkayı gördük. Belki aydınlar, öyle resmî konuşmalarda, Türkiye, Osmanlı üzerine bir takım şeyler söylüyorlar ama, o resmîyet bittikten sonra gördük ki, onlar da bizimle aynı düşüncede. Geç kaldık, en milliyetçi, Arap milliyetçi olan VEH partisinde bile aynı şeyler var, bu parti üstelik Batıcı ve milliyetçi yani... Bizdeki Mehmet Ağar’ın partisi gibi, onlar da bile aynı şeyler var.

Bu gördüğünüz ve yaşadığınız hakikate, Osmanlı’dan gelen İslâm birlikteliği yani, hâlâ Osmanlı’dan gelen ve dolayısıyla Osmanlı devlet çekirdeğini Türklerin oluşturması sebebiyle, bu işi ancak Türklerin yapabileceğine dair şuur altına yerleşmiş bir vakıadır diyebilir miyiz? Geçenlerde Cezayir Devlet Başkanı şunları söyledi; “Osmanlı Milletler topluluğu oluşturulması”gerekir.
Aslında “Osmanlı Milletler Topluluğu” da çok Batıcı bir yaklaşım, biz öyle bakmıyoruz ama, şöyle bir şey, Osmanlı- Türkler yapar gibi bir hüküm vermek yanlış, Osmanlı bir dönem yaşamış gitmiş. Şimdi şöyle bir şey var, bütün dünya, Nihat çok önemli bir şey söyledi, gittiğimiz bütün her yere gördük, İran’da da, Suriye’de de, Mısır’da da, özellikle Lübnana’da Velid Canbolat’ın ifadesi çok enteresandı. Bize şunları söyledi Canbolat: “Bu coğrafyada “Sosyalizm oldu, Baasçılık oldu, Milliyetçilik oldu, bunların hepsini denedik, bunların hepsi Batılı kavramlar, hepsini denedik çok fazla bir şey olmadı.”
Bu coğrafyada Müslümanlık zannedildiği gibi sadece basit mânâda dinî bir kimlik olarak durmuyor, anti-emperyalizm, yaşanan hayal kırıklıkları, yaşanan yenilgiler, travmalar, bütün bunlar, sadece basite indirgenmiş bir dinden öte bir şey olarak gösteriyor, İslâm’ı bize.

Sadece ibadetlere has, protestanlaştırılmış, sokağa ve hayatın her safhasından çıkartılmış, bir din değil yani? İslâm böyle bir din değil.
Hayır tabii ki. Bütün o kültürle ilgili olay, din yani, İslâm. Özellikle de Müslümanlık “Doğu” gibi bir şey oluyor burada. Nihat’ın; “Amerikan bombalarının düştüğü yer”, Amerika’nın ezdiği her şey, Müslümanlık gibi anlaşılıyor. Amerika’nın Güney Amerika’yı ezmesi bile, mazlum olduğu için, Müslümanlığı ezmesi olarak görülüyor. Oralar da öyle bir anlayış gördük.
Bir de, Batı kendisine milyonlarca insanın ölümüne mâl olan o kadar savaştan sonra bir araya gelip, birleşiyor, entegre oluyor. Almanya, Fransa’da milyonlarca insan kaybına sebeb oldu ama, bugün bu iki ülke birleşebiliyor, bir araya gelebiliyor. Aynı devlet olmuyorlar ama, entegre oluyorlar. Kültürlerini, ekonomilerini birleştiriyorlar. Peki, biz niçin, 600 sene, 1000 sene birlikte yaşamış insanlar güçlerimizi biraraya getiremiyoruz? Niye entegre olmayalım, niye birlikte hareket etmeyelim? Bu coğrafyada, Arablar, Kürtler, Türkler yeni gelmiş değiller, 1000 senedir beraber yaşıyorlar. Kimse kimseyi kesmemiş.
“Doğu Konferansı” bu düşüncelerle doğdu ve bu düşünceler etrafında yoluna devam ediyor.
Şunu söylemek istiyorum, ben 50 yaşındayım ve 15 yaşımdan beri siyasî mücadelenin içindeyim. Bir problem var bizde, o zamanlar acayip şekilde parladı, o da “milliyetçilik”. Bu, bâzen Osmanlıcılık, bâzen Türkçülük bâzen mezhebcilik, hattâ ırkçılık şeklinde bir milliyetçilik hadisesi yansıyor, ciddî bir şey var. “Doğu Konferansı” en çok bundan kaçınmak mecburiyetinde.

Yani, geniş çerçevede toplanmayı sağlayabilmek için milliyetçilik propagandasından kaçınmak zorundayız diyorsunuz.
Evet, biz milliyetçiyiz filan asla olmamalı. Bu topraklarda kimse inkâr edilmemiştir, zaten en önemli özelliği de budur. Şöyle diyebilirsiniz meselâ, burada herşey sarı renkte olacak, sarı renk haricindeki herşeyi yasakladım örneğin, milliyetçilik de yasaktır, bu anlamsız bir şeydir. Burada başka bir şey var, herşey serbest ama milliyetçilik yok. Arablık, Türklük, Kürtlük hiçbir zaman problem değil, hattâ zenginlik. “Doğu Konferansı” zaten yola çıkarken bu düşünceyle yola çıktı. Alevisiyle, Sünnisiyle, Arabıyla, Türküyle, Kürdüyle yola çıktı ve bu mesajla gitti, eşitlik, kardeşlik ilişkisiyle gidildi, öyle Batı’nın demokrasisini getireceğim, Batı’nın değerlerini getireceğim, ben konuda senden daha tecrübeliyim, senden üstünüm gibi tavırlarla gidilirse hiçbir yere varılamaz, yıllardan beri bu tavırlardan dolayı bir mesafe alınamamıştır, “Doğu Konferansı””nı etkili kılan da bu zaten. Böyle bir şeyle, tarihte olan şeyle gidiyoruz. “Doğu Konferansı”nın kendisi bir düşüncedir aslında, “Doğu Konferansı” birlikleri, siyâseti, şunu bunu organize edecek değil, Nihat’ın bir lafı var, kızak görevini görecek.Biz kızak olacağız, oradan iş yapacak insanlar, kurumlar kayıp gidecek. Zaten oldu bile, sanatçılar gidiyor, siyasetçiler gidiyor, bilim adamları gidiyor, araştırma merkezleri herkes gidiyor, geliyor bir şeyler başladı. Devletler de gidiyor, geliyor.
Bayrak eylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bayrak eylemleri saçma sapan eylemler. Evine bayrak samak ne demek ya? Siz , Viyanaya kadar gitmiş ve orada bayrak açmış bir milletsiniz yahu. Evine bayrak asmak ne demek biliyor musunuz? Türkiye’nin mülkü elden gitti, evim kaldı demek, hattâ evimi bile alacaklar, bayrak asmak böyle bir mânâya geliyor.

Hele bir de, bizim gibi bu toprakların eski sahiplerinden Müslüman Kürt halkına karşı asıyorsunuz?
(Bayrak açanlara hitaben) Gidin yahu kime asıyorsunuz,
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Amerika’ya, Amerikan üssüne, veya başınıza çuval geçirildiğinde asamıyorsunuz.
Milliyetçiliğin her türlüsü de şimdi tehlikeli. Dün meselâ bu sokakta, kimdir bilmiyorum, bayrak dağıtıp duruyorlar , kime karşı asacağım kardeş, karşı komşuma karşı mı asacağım? Karşı da D… şirketi var, sınıf arkadaşım, şimdi ona karşı bayrak mı asacağım.

Mesele, daha biraz önce de söylediğim gibi, işgalci Amerika’ya karşı bir bez bile sallayamayanlar, Müslüman Kürt halkına karşı aslan kesiliyorlar.
Bunlar kompleksden kaynaklanan hadiseler. Size bir şey söyleyeyim, Trabzon’da oldu olaylar, Trabzon’daki olaylardan bir ay kadar önce Irak işgalinin 2. yıldönümünde protesto mitingi düzenlendi. 15 civarında vakıf, dernek, parti biraraya geldi, bin kişi ancak toplanabildi. Ben de orada konuşmacıydım, kürsüye çıktığımda, polis kordonunu geçip de mitinge gelmeyen insanlara; “utandık yahu bin kişiyle protesto mitingi yapıyoruz. Koca Trabzon’da ancak bin kişi toplanabildi, yarısı da zaten partililerden. Yazıklar olsun size, dedim!” Yahu niye korkuyorsunuz, polis sizin polisiniz, güvenlik açısından sizi arayacak, yani buraya Amerikan ordusu gelip, karınız, kızınız elleyince mi sokağa çıkacaksınız. Böyle provakatif sözler söyledim, buna rağmen kimse oraya gelmedi. Ama aynı Trabzon’da işte şu gördüğün üç tane çocuk bildiri dağıtıyor, onları linç etmek için binlerce kişi toplanıyor. Ne kadar patolojik bir durumla karşı karşıya kaldığımızı, bir paranoyak hale geldiğimizi gösteriyor. Niye gösteriyor, “Doğu Konferansı”nı yok etmek için mi gösteriyor, yo böyle bir paranoyak durumda değilim, başka bir şey söyleyeyim, “Doğu Konferansı” gibi akl-ı selîmin emrettiği işleri, girişimleri bozmak istiyorlar. Anormal bir şey. Amerika’ya karşı, bölgeye yönelik işgallere karşı, tehditlere karşı bir tepki olarak ortaya çıkacakken, kardeşine karşı bayrak asıyorsun. Çok saçma ve çok tehlikeli bir şeydir ve herkesin bu konuda uyanık olması gerekir.

Biliyorsunuz, 1 ay öncesine kadar, Türk toplumundaki Amerikan düşmanlığının yüksekliğinden şikayet ediliyordu. Bu son bayrak eylemleriyle sanki bu düşmanlık başka kanallara çevrilmek isteniyor, siz de katılıyor musunuz?
Buradaki kavram kargaşasına son vermek lâzım. Amerikan düşmanlığı derken, Amerika’nın işgal ve saldırgan politikalarına olan düşmanlık mı, yoksa bizâtihi saf mânâsıyla Amerikan halkına bir düşmanlık mı? Bence, Amerika’nın bölgedeki ve dünyanın diğer yerlerindeki saldırgan ve işgalci tutumuna karşı büyüyen bir düşmanlık var, yoksa ırkçılık anlamında Amerikan halkına karşı bir düşmanlık yok. Sorunuza bu açıdan bakacak olursak, Amerikan düşmanlığını başka kanallara yönlendirmek etmek için provokasyonlar yapılmak isteniyor tabii.

George Soros’un bu sahada bir çok faaliyetleri olduğuna dair bilgiler edindik. Soros, MHP’nin kontrol edemediği, ancak MHP adına hareket eden ayak takımını kullanma ve yönlendirme faaliyetleri içerisinde ve bunun için bazı dernek ve vakıf türü oluşumlar içerisinde. Yani mevcut dernek ve vakıfları hariç, yeni yeni ülkücü- milliyetçi oluşumlara hazırlanıyor, Soros. Buradaki gayede şu, biliyorsunuz son NATO kararlarında, azınlık haklarına silahlı müdahale hakkı var, meselâ Eski Yugoslavya’da olduğu gibi. İstanbul’da 50 bin kişilik NATO acil müdahale gücü var, herhangi bir karışıklık çıktığında müdahale etmek için kurulmuş. Aynı zamanda, Amerika’ya karşı büyüyen muhalefetin Kürtlere doğru yönlendirilmesiyle, mevcut muhalefet kırılmak isteniyor.
Amerika ve AB ülkeleri, kendi çıkarları için, sivil toplum kuruluşları denilen bazı vakıf ve dernekleri kendi çıkarları için organize ediyorlar. Sizin de dediğiniz gibi, demokrasi, insan hakları gibi proje çalışmaları adı altında, kavramlarla oynayarak kendi emperyal politikaları için mevzi kazanıyorlar. Sivil toplum kuruluşları, emperyalizmin 6. kolu olmaya başlamıştır. Türkiye gibi ülkelerde, insanî gayeler için çalışma maskesi altında kurulan ve ABD ve Batı’nın politikalarına zemin hazırlamak için kamuoyu oluşturmaya çalışan bu sivil toplum kuruluşları, üzerinde büyük bir önemle durulması gereken ciddî bir siyasî tehlikedir. Kendilerine, insanî gayeler için çalışma kılıfını geçiren bu kuruluşlar gerçek mânâda, emperyalizmin bir uzantısı durumundadırlar.

İnsan hakları meselesine gelince biliyorsunuz, ABD her yıl ülkeler hakkında insan hakları raporu yayınlamaktadır. İki ay önce yayınladığı insan hakları raporu, bütün dünya tarafından alaya alındı. Venezuella, Küba, Çin , Suriye, Kuzey Kore gibi bir çok ülke, Amerika’ya, sen kendine bak! Şeklinde cevablar verdiler. Amerika, İşgal ettiği Irak’ta Ebu Guryb cezaevindeki işkence politikalarıyla, Afganistan ve Guantanamo’daki işkence üsleriyle insan haklarını ayaklar altına almakta, en ağır ve en sapık işkenceleri tatbik etmektedir. Öte yandan Türkiye gibi ülkelerde, emperyalizme muhalefet eden insanlara bizzat işkence edilmesini emreden ABD ve Batı, hem bu işkenceleri yaptırtmakta ve hem de kayıtlarını tutarak insan hakları bahanesiyle, kendilerine zarar verecek olan politik ve ekonomik uygulamaları önlemeye çalışmakta veya hâlâ direnen devlet bürokrasisini bertaraf etmeye çalışmaktadır. Yani, işkence, bir yandan teşvik edilirken diğer yandan “insan haklarını koruma bahanesiyle” emperyal amaçlı bir baskı aracı olarak kullanılmaktadır. F tipi cezaevleri bu politikaların en tipik misalidir. Siz, bir dönem Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyesi idiniz. 1999-200 yılları arasında Türkiye’de büyük cezaevi baskınları düzenlendi.Bu kanlı cezaevi baskınlarından başlayarak F tipine geçişte yaşananlar hakkında neler söyleyebilirsiniz? Çünkü, F tipi cezaevleri projesi, ABD ve Avrupa’dan ithal edilmiş bir cezaevi sistemi olup, insanları diri diri toprağa gömme anlayışı üzerine bina edilmiştir.
Amerika ve Batı’nın işkenceye bakışında çok doğru bir tesbitte bulundunuz, çünkü, Amerika’nın, Batı’nın insan hakları konusunda, işkence konusunda müthiş bir çifte standartlı politikaları var. Amerika veya diğer emperyal güçler, işkenceler yapılırken, aman susun, sesinizi çıkarmayın politikası ile hadiseler yaklaşırken, diğer yandan da zamanında göz yumduğu bu işkence olaylarını kendi hesabına nasıl kullanacağının yollarını arıyor, bu müthiş bir çifte standarttır. Amerika, hiçbir uluslar arası hukuk kuralına riayet etmeksizin, Guantanamo’da, Ebu Gruyb’de, Afganistan’da olabildiğince, işkence yapmaya devam ediyor, kendi ülkesinde yapmadığı işkence sistemlerini Türkiye gibi ülkelere getirterek korkunç işkenceler yaptırtıyor ama ondan sonra da, bu işkence olaylarını senin üzerine yıkarak, sen falan tarihte şunları yaptın diyerek politik baskı kuruyor. Bütün dünyada işkenceyi küreselleştiren Amerika’dır. F Tipi cezaevleri sistemi sadece Amerika’da değil aslında Batı’da, İtalya’da temeli atılmış, Almanya’da geliştirilmiş, Kızıl Tugaylar ve Alman Kızıl Ordu Devrimcilerine karşı inşâ edilmiş bir cezalandırma sistemidir. Almanya ve İtalya’daki F tipi cezaevi sistemi, bu siyasî muhaliflerin “ıslah edilip (!) tekrar topluma kazandırılması(!)” gibi ucube bir mantık üzerine bina edilmiştir. Yani, teröristlerin (!) tekrar topluma kazandırılması, çünkü muhalif olmayı bir hastalık olarak gören bu anlayış, bu hastalığın(!) tedavi edilip tekrar topluma kazandırılması gayesini güdüyor. Ne demek “Muhalifin Tedavi Edilmesi?” Muhalif gerçekten hasta değil, deli değil, peki ne demek muhalifin tedavi edilmesi yada rehabilitasyonu ne demek?Muhalif olmaktan vazgeçin demek! Mahkum veya tutuklu ya muhalif olmaktan vazgeçecek yada hücrede kafayı yiyecek! İnsan olmaktan çıkacak! F tipi cezaevlerinin mantığı bu, tecridin mantığı bu. Öyle bir şey yapıyor ki, sadece tecrid değil, tecrid gerçekten insanı bütünüyle tehdidi eden, sürekli olarak müthiş bir işkence sistemidir. F tipi sistemi önünüze, bir taraftan “tecridi” koyuyor, bir taraftan da “Islah olmayı(!)” koyuyor. Benimle işbirliği yaparsan eğer ıslah olursan, tedavi olursan, yavaş yavaş muhalif olmaktan vazgeçersen, diğer insanlarla ortak alanları birlikte kullandıracağım, diyor. F Tipi, sadece bir tecrid değildir, bir tarafta tecrid, hücre varken diğer tarafta ortak kullanıma açık alanlar vardır. Ortak kullanım alanlarına çıkma hakkı, devletle veya cezaevi idaresiyle yaptığın işbirliğine göre veriliyor, işbirliği yaptığın müddetçe seni ortak alanlara çıkarıyor ve kendince tedavi sürecini başlatıyor. Yani, muhalife denmek isteniyor ki; ya düşüncenden, muhalefet etmekten vazgeçersin yada seni, tecridde ömür boyu bırakırım, diri diri mezara gömerim. Bu süreç zarfında da bedeniniz, elden gidiyor tabii ki. Bu insanlık onurunu ayaklar altına alan bir anlayıştır. Bütün Batılı insan hakları kuruluşları F tipi cezaevlerine “OLUR” vermiştir.

Batı’nın korkunç bir ikiyüzlülüğü var. İnsan hakları örgütleri, iş Batı hesabına gelince F tipi cezaevlerini makbul görecek kadar ikiyüzlü ve emperyalist, hattâ bütün bunları insanların gözünde meşrûlaştıran da bu örgütler. Anlattıklarınız bu gerçeği fazlasıyla doğruluyor.
Evet. Uluslararası insan hakları örgütleri gelmiştir, Avrupa konseyine bağlı örgütler de gelmiştir, Birleşmiş Milletler gelmiştir, Amnesty İnternational (Uluslar arası Af Örgütü) gelmiştir, İşkenceyi önleme komiteleri gelmiştir ve F Tipi Cezaevlerine “OLUR” vermiştir. Niye olur vermiştir, bu çok enteresandır, o tehdit, düşünce yani gelişmiş her neyse, Bush Ne diyor; ya bizim gibi olursun yada olmazsın! 11 Eylül saldırılarını nasıl yorumladılar: “Hayat Tarzımıza saldırıdır” tabirini kullandılar. Bu tarzdır bu örgütler için önemli olan ve anlayışa muhalif olan herşey anormaldir, ya delidir, yada işte bir şeydir, tedavi edilmesi gerekiyor. F Tipinin mantığı bu.

Batı emperyalizmine karşı mücadelelerin verildiği Türkiye gibi ülkelerde, Batılı insan Hakları örgütleri, F Tipi gibi işkence sistemlerini çok rahat destekleyebiliyorlar, diyorsunuz. Yani, emperyalizme karşı mücadele ettiğiniz zaman, bu Batılı örgütler emperyalist-işkenceci Batı’nın safında yer alıyorlar.
Evet, destekliyorlar. Hattâ F Tipinin daha da ileri safhası olan “L” Tipi cezaevleri sistemine de “OLUR” verdiler. Nedir “L”Tipi cezaevleri? “L” Tipi, diye bir şey var. Amerika’da şimdi 2,5 milyon mahkum var, Türkiye’de de yeni ceza yasası sayesinde azalmayacak, ben iddia ediyorum 2- 3 sene içerisinde şu ân 60 bin civarında olan mahkum ve tutuklu sayısı 100 bine çıkacak. Bunun anlamı nedir? “L” Tipi cezaevleri yapılıyor, cezaevinin yanında büyük, geniş alanlar olacak ve o sahaları büyük firmalar, uluslar arası, çokuluslu şirketler kiralayacaklar, orada fabrikalarını kuracaklar ve mahkumlar angarya olarak işte, dışarıda normal işçi diyelim ki, 10 Dolara çalışıyor, bunlar 50 sentte çalışacaklar. Mahkumlar köleler haline dönüştürülecek, niye? Çünkü, sendikası olmayacak, sosyal güvenliği bilmem nesi olmayacak ve böylece maliyetler epeyi düşürülmüş olacak.Dikkat edin, cezalandırma sistemi buraya doğru gidiyor, F Tipinin temelinde bu var, nitekim İngiltere’de de bu sistem var. Bunlara direneceğiz.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Sayın Salih Mirzabeyoğlu’nun, yazdığı “Telegram” isminde bir kitabı var. Biliyorsunuz, F tipi cezaevlerinin öncüsü olan Kartal Özel Tip Cezaevinde, yalnız başına tutuklu olarak konulduğu hücresinde, 25 Haziran 2000 tarihinde “intihar” gibi görünen bir hadise yaşadı, Sayın Mirzabeyoğlu. Burada kendisi, “Zihin Kontrolü” denen ve Türkiye’de ilk defa bu vesileyle kamuoyuna yansıyan, yeni tip bir işkenceye maruz kaldı. Sayın Mirzabeyoğlu yaşadığı bu işkence dolu günleri, ayları, bir düşünce süzgecinden geçirerek, Türkiye’de, “Zihin Kontrolü” üzerine bilimsel olarak ilk kitabı yazdı. Sayın Mirzabeyoğlu, 25 Ocak 2000 tarihinde, Metris Cezaevine düzenlenen kanlı bir operasyonla ki, 2 İBDA sempatizanı öldürülürken, onlarcası da yaralandı, askerler tarafından elegeçirildikten(!) sonra vahşi bir şekilde ölümüne dövüldü ve ertesi gün mahkemeye çıkarıldı. Hukukta yargılama usulüne göre, hiçbir tutuklu bu şekilde mahkemeye getirilemez, hakim bu şekilde huzuruna getirilen bir tutuklu bir sanığı, bir sağlık kurumunda tedavisinin yapılıp iyileştirildikten sonra yargılanmasına karar verir ve bu usule uymayan görevliler hakkında soruşturma açılmasına da karar verebilir. Sayın Mirzabeyoğlu’nu bu şekilde yargılayarak hukuku katleden hakim, daha sonra kendisi üzerinde, devletin bazı kademelerinden, bu gibi davalar hakkında siyaseten karar vermesi baskısının geldiğini itiraf etti. Sayın Mirzabeyoğlu, farzedelim suçlu bile olsa, isyana bile kalkışmış olsa, bu durum bir hakimin hukuku katletmesi hakkını verir mi? Kaldı ki, Sayın Mirzabeyoğlu, mahkemelere çıkmama gerekçesini, “hukuksuz şekilde tutuklanmasını protesto etmek” gayet insanî bir temele oturtmuş ve 25 Ocak operasyonundan 2 gün önce hem de yazılı olarak mahkemeye çıkacağını bildirmişti. Buna rağmen kanlı bir operasyon düzenlendi, hepimiz televizyonlardan izledik. Dönemin meclis insan hakları komisyonunun bir üyesi olarak yaşanılan bu hadiseler hakkında neler söyleyebilirsiniz?
1999 yılında biz Metris cezaevine gittik, ziyaret ettik. Ben, insan hakları savunucusuyum, o dönem veya her dönem hak ihlâline uğrayan kim olursa olsun, suçludur, değildir, cinayet işlemiştir, katildir, beni hiç ilgilendirmez, hak mahrumiyetine uğrayan kimse, onun hakkını savunuyorum. O dönemde biz, meclis İnsan Hakları Komisyonu’ndan arkadaşlarla beraber Metris cezaevini ziyarete gittik. Oradaki tutuklu ve hükümlülerle görüştük, kendisi bizimle görüşmek istemediği için, Sayın Mirzabeyoğlu ile görüşemedik. Oradaki durumu yerinde tesbit ettik ve gerginliğin ne kadar kritik bir seviyede olduğunu da rapor la bildirdik. Türkiye’de buna benzer hadiseler yeni değildir, biliyorsunuz buna benzer bir hadise de Ulucanlar cezaevinde meydana gelmişti. Daha sonra Metris, 19 Aralık 2000 tarihinde de “hayata Dönüş “ komikliği adı altında, Bayrampaşa, Çanakkale, Ümraniye cezaevlerinde buna benzer hadiseler yaşandı. Bu hadiseler, cezaevlerindeki bu uygulamalar Türkiye için bir yüz karasıdır. Şimdi, sanılıyor ki, F Tipi cezaevleri icat edilerek, tutuklu ve hükümlüler oralara götürülüp tıkılarak, bu sorunun halledildiği, aşıldığı sanılıyor. Hayır! Bu sorun halledilmedi, aşılmadı. Çünkü bu sorunu aşma biçimi insanlık onuruna aykırı ve ters. İnsanlık onuru ayaklar altına alınmaya devam ettikçe, hiçbir sorun aşılmaz. Yani insan hakları ihlâli yaparak güvenlik sorununu aştık diyemezsiniz, orada sorunlar devam eder, Türkiye maalesef böyle bir ayıplı dönem yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Bunun, tasvip edilecek hiçbir tarafı yoktur. Ama maalesef toplum o kadar duyarsızlaştı, o kadar kanıksandı ki bu olaylar, cezaevlerinde ne olup bittiği artık unutuldu. İşte, Trabzon’da F tipi cezaevlerini protesto etmek için TAYAD’lı aileler...

İnsan hakları ihlâllerini topluma duyurmak gibi gayet tabii bir istek Trabzon’daki bildiri dağıtma olayı, sizce de öyle değil mi?
Tabii ki. Kim yaparsa yapsın. O üç genci linç kalkanlardan hiç kimse dönüp sormadı, cezaevlerinde neler oluyor, kaç kişi öldü. Ne bir tepki, ne oldu bize, ne biçim oynadılar bizim insanî hasletlerimizle. Biz Bayrampaşa cezaevinde arabuluculuk yaparken, cezaevinden çıkmakta olduğum bir gün tam 42 kamera benim üzerime odaklanmış, beni çekiyordu. Bu kadar büyük bir kamuoyu ilgisi vardı. Şimdi bir olay oluyor, kimse de sormuyor, TAYAD kimdir, nedir diye. Geçen hafta Trabzon’daydım, herkes konuşuyor, sordum esnafa, kimdir , nedir TAYAD diye?” Ya canım, PKK işte Komünistler, karıştırma şimdi” şeklinde bir manzara ile karşılaştım. Toplum bu noktaya geldi, çok ciddî bir bilinç karışıklığı var. Bu bilinç karışıklığı özellikle oluşturuluyor. Bir kargaşa, kaos, aslında dünyada da bu böyle. Terör kavramı üzerine yapılan, kargaşa ve kaos politikaları. Şimdi, adam diyor ki, Irak politikaları, serbest piyasa politikaları için; bu “Bilim”dir, bilim, diyor. Öyle bir anlatıyor ki, bu bilime karşı çıkmak gericiliktir, çağ dışılıktır, saçmadır, diyor. Sizi işin başında ekarte ediyor. Aynı şekilde, F Tipi , bilimin, bütün insan hakları örgütlerinin onayladığı bir şey, diyor. Buna karşı çıkarsan, ya teröristsin, ya delisin, saçma sapan bir şeysin, diyor bu mantıkla geliyor. Dolayısıyla, Türkiye ve dünyadaki egemen sistemlerin en önemli yöntemi, muhalifleri yok etmenin, etkisiz hâle getirmenin en önemli yöntemi, marjinalize etmek, toplumdan tecrid etmektir. Sizi marjinalleştiriyor, düğüm gibi sıkıp ortada bırakıyor, bitiriyor sizi. Yani doğru şeyleri sürekli söylüyorsunuz, ama marjinal olduğunuzdan dolayı, köyün delisi pozisyonuna düşüyorsunuz. Bundan dolayı kimse sizi dinlemiyor. Böyle bir yöntem var ve bu konuda çok uyanık olmak gerekir.

Bu güzel röportaj için çok teşekkür eder, çalışmalarınızda başarılar dileriz.
Ben de çok teşekkür ederim.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
05 Mayıs 2009 Salı




Emperyalizmin En Sinsi Yüzü...


Milliyet gazetesinin her gün verdiği EGE ekinde, 4 Mayıs 2009 tarihinde bir reklam yayınlandı. İzmir Özel Türk Koleji'nin tanıtımının yapıldığı bu reklamda 6 yaş öğrencilerini kapsayan Hazırlık sınıfında nasıl bir eğitim verildiği özetlenmeye çalışılıyor.
Reklamda aynen şunlar yazıyor:

«İlköğretime hazırlık sınıflarında 14 saat İngilizce dil eğitimi! İspanyolca, Almanca ya da Fransızca seçmeli 2. yabancı dil eğitimi!»

İzmir Özel Türk Koleji'nin yabancı dil eğitimi konusundaki bu «duyarlılığı», beni Kolej'in internetteki sayfasına yönlendirdi. Burada Kolej'in yabancı dil eğitimi ile ilgili olarak şu bilgilere ulaştım:

« İzmir Özel Türk Kolejinde, İngilizce eğitimi anaokulundan başlamaktadır. 4. sınıftan itibaren etkinlikler arasından seçilebilen Almanca ve Fransızca derslerine, 6. sınıfta İspanyolca eklenmektedir. Bu çerçevede 3. sınıftan başlayarak öğrencilerimiz için ULUSLARARASI DİL SINAVLARINA girecek biçimde bir program yürütülmektedir.»
Gerçekten de çarpıcı! Daha doğrusu insanın kanını dondurucu…

«İzmir Özel Türk Kolejinde, İngilizce eğitimi anaokulundan başlamaktadır.» Yani çocuklar henüz 6 yaşındayken… Daha kendi anadilini bile doğru düzgün konuşamayan, neyin ne olduğundan ve dünyadan habersiz 6 yaşındaki bebelere haftada 14 saat İngilizce dil eğitimi verilmektedir! «Ağaç yaşken eğilir» çünkü…

4. sınıftan, yani çocuk 10 yaşına geldikten sonra da Almanca ya da Fransızca öğretilebilmekte, bunlara 6. sınıfta (çocuklar 12 yaşındayken) İspanyolca eklenmektedir.

İzmir Özel Türk Koleji, bu yaklaşımını,

«Kültürlerin kaynaşmasını hedefleyen yeni Avrupa anlayışında ve küreselleşen dünyamızda gençlerimizi yeni kültürlerle tanıştırmak ve onları çok dilli olarak hayata hazırlamak en önemli hedeflerimizden birisidir»
diyerek meşru kılmaya çalışmaktadır. Aslında «meşru kılmak» demeyelim, çünkü toplumumuz daha kendi anadilini konuşmayan çocukların başka bir dili öğrenmelerini, o dille eğitilmelerini ve o kültürün kavramları ile düşünmelerini «çağdaşlık» olarak çoktan benimseniş ve içselleştirmiştir! Yani bu rezalet çoktan meşruiyet kazanmıştır!

Daha kendi anadilini konuşamayan 6 yaşındaki bebelere haftada 14 saat İngilizce öğretmek, çocuklarımızı «yeni kültürlerle tanıştırmak ve onları çok dilli olarak hayata hazırlamak» olmaktadır! Türkiye'nin geleceğini bu şekilde ipotek altına alması da millete böyle yutturulmaya çalışılmaktadır!

Bütün bunlara rağmen anlaşılmayan nokta, bu okulun adının neden İzmir Özel TÜRK Koleji olduğudur!

Emperyalizmin en sinsi yüzü eğitim alanında sırıtmaktadır!


Yazar Serdar ANT
denizkurdu66@gmail.com


 

tanikiz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Eki 2006
Mesajlar
2
Tepki puanı
0
Puanları
0
Ikinci fethe az kaldı !

Ikinci fethe az kaldı !

Yufesta ile Şibenza – İKİNCİ FETHİN ŞİFRESİ (Furkan Semih)

Fatih’in Kostantinopolis için düşündüğü yeni isim “İslambol” aslında ne demekti?
Bazı Osmanlı bilginleri hangi dini gerekçeyle İstanbul kuşatmasına karşı çıktılar?
Fetihten yüzlerce sene önce Ayasofya’da ilk namazı kim kılmıştı?
Fatih Sultan Mehmet’in gerçek kabri nerede?
Gamalı haçın gizli bir anlamı mı var?
Ayasofya tekrar cami mi olacak?
İstanbul, doğunun ve batının merkezi haline gelebilecek mi?
İstanbul ikinci kez nasıl fethedilecek?
Âlemlerin başkenti neresidir?
(Tarih, aşk, politik-kurgu, komplo, fantastik edebiyat, din...)
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Yufesta ile Şibenza – İKİNCİ FETHİN ŞİFRESİ (Furkan Semih)

Fatih’in Kostantinopolis için düşündüğü yeni isim “İslambol” aslında ne demekti?
Bazı Osmanlı bilginleri hangi dini gerekçeyle İstanbul kuşatmasına karşı çıktılar?
Fetihten yüzlerce sene önce Ayasofya’da ilk namazı kim kılmıştı?
Fatih Sultan Mehmet’in gerçek kabri nerede?
Gamalı haçın gizli bir anlamı mı var?
Ayasofya tekrar cami mi olacak?
İstanbul, doğunun ve batının merkezi haline gelebilecek mi?
İstanbul ikinci kez nasıl fethedilecek?
Âlemlerin başkenti neresidir?
(Tarih, aşk, politik-kurgu, komplo, fantastik edebiyat, din...)

Allahcc razı olsun...
Allahcc yar ve yardımcınız olsun...
Katılımlarınızın ve sorularınızın cevabını bekleriz...
BESMELE...SELAM...DUA..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
4 büyük ülkenin dünyayı ele geçirme planı!



Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin (BRIC)'in bir araya geldiği toplantıda yeni dünya düzenini konuştu.Global milli gelirin yüzde 15'ine sahip gelişmekte olan 4 büyük ülke Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin (BRIC), ortak çıkarlarını korumak için dün ilk kez bir araya geldi. Dünya Ticaret Örgütü'nün (WTO) tahminine göre 2050 yılında dünyanın en büyük ilk 5 ekonomisinden 4'ünü BRIC ülkeleri oluşturacak. Dün Rusya'da bir araya gelen BRIC ülkeleri, global krize karşı ortak hareket etme ve ülke çıkarlarını koruma konularını masaya yatırdı. Uluslararası Para Fonu'nda (IMF) yüzde 9'luk ağırlığa sahip olan BRIC ülkeleri IMF'deki ağırlıklarını artırmak ve daha fazla oy hakkına sahip olmak istiyor. BRIC ülkelerinden Hindistan ve Çin, Birleşmiş Milletler'de (BM) de daha fazla söz sahibi olma hedefinde. Bundan sonraki dönemde bir araya gelecekleri açıklanan BRIC ülkelerinin ikinci toplantısını G-8 Zirvesi'nin yapılacağı İtalya'da gerçekleştirmesi bekleniyor.

Yeni rezerv para lazım

Rusya'da yapılan BRIC zirvesinde Rusya Devlet Başkanı Dmitry Medvedev, Rusya'nın ABD Doları'nın yerine alacak global bir rezerv para birimi oluşturulması görüşünü tekrarladı. Medvedev, BRIC liderlerine yaptığı konuşmada “Uluslararası para sisteminin güçlenmesi, öncelikle bölgesel rezerv para birimleri oluşturulmasını, daha sonra bir uluslararası para birimini gerektiriyor” diye konuştu.

BRIC ülkeleri, ulusal para birimlerini güçlendirerek, bunları potansiyel global rezerv para birimleri haline getirmeyi istiyor. Kremlin'in baş ekonomi danışmanı Arkady Dvorkovich, “Şu an için bir rezerv para birimi seçmek imkansız, ancak aralarında rublenin de yer aldığı bazı para birimleri daha çekici yapılabilir. Eğer bunu yaparsak, BRIC para birimlerinin rezerv para birimi haline gelme şansları olur” dedi.

Yeni bir çalkantı istemiyoruz

Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin'in karşılıklı birbirlerinin tahvillerini alarak ve para birimlerini takas ederek dolara olan bağımlılıklarını azaltmayı değerlendirdiklerini söyleyen Dvorkovich, “Şu anda ihtiyacımız olan son şeyin finansal piyasalarda yeni bir çalkantı olduğunu biliyorsunuz. Biz de dahil olmak üzere kimse dolara zarar vermek istemiyor. Bu konudaki yaklaşımımız sorunun nüanslarını bütün incelikleriyle tartışmaktır. Dünya ekonomisi para birimi konusunda belirsizlikte kalmamalı. Kremlin'in global rezerv para birimi konusundaki tavrı ihtiyatlı” diye konuştu.
BRIC tanımı ilk kez Goldman Sachs analisti Jim O'Neil tarafından 2001 yılında kullanılmıştı.

Dünya ekonomisinin yüzde 15'ini gerçekleştiren BRIC ülkelerinin bu yılki global büyümenin yüzde 70'ini gerçekleştirmesi bekleniyor. (Vatan)



 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Afrika'da savaşı Batılı şirketler destekliyor



Uluslararası bir insan hakları örgütü, bir türlü bitmeyen iç savaşın arkasındaki maddi destek konusunda çarpıcı bir rapor hazırladı
Uluslararası bir insan hakları örgütüne göre Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde bir türlü bitmeyen iç savaşın finansmanı Batılı maden şirketlerine satılan hammaddeyle sağlanıyor.
Global Witness adlı örgüt Batılı şirketlerin elektronik aletlerde kullanılan ham maddeyi satın alırken, nereden geldiğine dikkat etmediklerini, halbuki bu ticaretin gelirlerinin, hem Kongo ordusunu, hem de isyancı güçleri beslediğini söylüyor.
Örgüt, İngiltere merkezli Amalgamated Metal Corporation (AMC) de dahil, Kongo'dan hammadde alan bütün Batılı şirketlerin malvarlıklarının dondurulması için çağrı da yapıyor.
Thaisarco adlı yan kuruluşu Demokratik Kongo Cumhuriyetinden kalay alan AMC iddiaları reddetti.
'Yaptırım listesine konsun'
Global Witness'in raporu çeşitli isyancı grupların ve hükümete bağlı birliklerin, altın, kalay ve koltan da dahil bir çok önemli madenin üretim ve ticaretini ellerinde tuttuğu Doğu Kongo'ya odaklanıyor.
Rapora göre Kongo'daki silahlı güçler madencilik sektöründen sağladıkları gelirlerle savaşı sürdürüyor.
Demokratik Kongo Cumhuriyeti'ndeki iç savaş yüzünden, özellikle de Kuzey ve Güney Kivu eyaletlerinde yüzlerce sivil katledildi, sakanlandı, tecavüze uğradı. Son bir kaç ay içinde yaklaşık yüzbin kişi de çatışma ve şiddetten kaçmak için evlerini terketti.
Raporda Thaisarco ve diğer şirketler, elektronik eyşa yapımında kullanmak üzere aldıkları cevherin kaynağının neresi olduğunu kontrol etmemekle suçlanıyor.
Global Witness, Birleşmiş Milletler'in Kongo'daki silahlı gruplara ülkenin doğal kaynaklarının yasadışı ticareti yoluyla destek veren tüm şirketler ve kişilere yaptırım öngören kararına dayanarak, "İngiltere hükümetini, BM Yaptırımlar Komisyonu'na başvurmaya ve AMC şirketi ve yöneticilerini, uluslararası yaptırım listelerine ekletmeye çağırıyoruz" diyor.
Rapor, şirketlerin aslında yasaları bizzat çiğnemediğini kabul ediyor ama bu şirketlere hammadde sağlayan bazı toptancıların silahlı grupların denetimindeki topraklardan gelen madenleri akladığını öne sürüyor.
İddiaları kesinlikle reddeden AMC bu yıl Temmuz ayı başında maden hammaddelerinin kaynağını denetleme konusunda dünya çapında başlatılan bir girişime de katıldığını kaydediyor.
Şirket yazılı açıklamasında, "Eğer BM bölgeden maden alımının tamamen durdurulmasının doğru olduğuna karar verirse, o zaman yan kuruluşumuz Thaisarco bu karara kesinlikle uyacaktır. Ama böyle bir yaklaşım Kongo'daki çok sayıda madenci ve geçimi onlara bağlı milyonlar için yıkım anlamına gelir" dedi.
Dünya Bankası tarafından yapılan son tahminlere göre Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde 10 milyon insan geçimini madencilik sektöründen sağlıyor.
Kaynak: BBC


 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
54
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Orta Asya’da kan ve petrol



“Ucuz ve bol petrol dönemi” kapanmak üzere ve bu “amansız yeni bir enerji yarışı dönemi” ile sonuçlanacak. Yeni enerji rekabetinden kim daha avantajlı olacak.Amerikalı yazar Conn Hallinan’ın “Orta Asya’da kan ve petrol” adlı makalesini timeturk.com okuyucuları için tercüme ettik:

Conn Hallinan*

Geçen ay, görünüşte alakasız olan iki olay Orta Asya’yı potansiyel bir alev alanına dönüştürdü: Kuzey Atlantik Paktı Örgütü (NATO) ve Rusya ile Çin arasındaki henüz olgunlaşmayan stratejik ittifak hızlı bir şekilde genişliyor.

Söz konusu olan, dünya enerji kaynakları rekabetinde gelecekte kimin avantajlı olacağıdır.

Artan Rekabet

Bu yazın başında, ABD Enerji Enformasyon İdaresi (EIA) dünya petrol rezervlerinde keskin bir düşüş yaşanacağı tahmininde bulundu. Enerji uzmanı Michale Klare’e göre “ucuz ve bol petrol dönemi” kapanmak üzere ve bu “amansız yeni bir enerji yarışı dönemi” ile sonuçlanacak gibi görünüyor.

Temmuz başında, Washington tarafından yapılan basın açıklamasından ve yıllık icarlarını artırma kararlarından sonra, Kırgızistan Manas’taki ABD üssünü kapamaya yönelik kararını geri aldı. Böylece Amerika Birleşik Devletleri petrol ve gaz zengini Hazar Havzası’na sınır olan ülkelere ayak basacak önemli bir yer sağlıyor.

Manas Afganistan’da Taliban’a ve El Kaide’ye karşı devam eden kampanyada kritik bir üs oluştururken, Orta Asya’daki savaş “terörizm”den çok enerji ile ilgilidir. ‘Afganistan’ ve ‘petrol’ kelimelerini asla aynı cümlede kullanma” söylemi “hala bir gülünçlük kaynağı” diyor Asia Times’dan Pepe Escobar.

“Gezegenin potansiyel görkemli savaş alanlarından geçen” geniş petrol ve gaz boruhattı ağlarını tanımlamada “Pipelineistan” terimini ortaya atan Escobar, Orta Doğu, Orta ve Doğu Asya arasında stratejik olarak yer alan Afganistan’ı “Pipelineistan’ın merkezinde” görmektedir.

Escobar Orta Doğu ve Orta Asya’daki terör haritasıyla petrol haritasının gerçekte yer değiştirebilir olmasının bir tesadüf olmadığına işaret etmektedir.

NATO’nun Rolü

Birçok Amerikalı ve Avrupalı için, Afganistan Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a yapılan 9/11 saldırılarından hemen sonra radar ekranlarında göründü. Fakat Escobar’a göre, ABD’deki 2001 saldırısından üç ay önce, İranlı, Alman ve İtalyan yetkililer Taliban’ı devirmek üzere tartışmak için Cenevre’de toplandı. Çünkü Taliban Güney Afganistan yoluyla Türkmenistan’dan Pakistan’a 800 mil uzunluğundaki 2 milyar dolarlık boruhattı döşeme planlarında “mide bulandıran küçük sinekti.”

Sovyetler Birliği’nin yıkılmasını takiben, NATO hızlıca eski Sovyet müttefiklerini ve eyaletlerini toplayarakVarşova Paktının feragatıyla kalan boşluğu hızla doldurmaya çalıştı.

Escobar’a göre, NATO’nun enerji savaşı ile ilgili ilk atılımları Balkanlardı. NATO Kosova’da Arnavutları özgürlüğüne kavuşturma mücadelesini temsil etti. Bununla birlikte, Moskova ve Pekin bu durumu, Arnavut Makedon Bulgar Petrol Ortaklığı (AMBO)’nun Hazar Havzasındaki petrolü Batıya taşıyacacak 1.1 milyar dolarlık boruhattının inşası için bir fırsat olarak gördü. 2011’de açılacak olan AMBO boru hattı Hazar Havzasındaki petrolü Gürcistan, Türkiye, Bulgaristan, Makedonya ve Arnavutluk yoluyla taşıyacak.

Escobar “Rusya, Çin ve İran Kosova savaşını, sonra Washington’un önceden Taliban ile eşleştirmeye çalıştığı Afganistan’ın işgalini ve İran ve Rusya’nın dahlinin olmadığı boruhatlarının yapımını desteklemesini nasıl yorumlayamadı ve en sonunda kritik enerji nakli kavşağı Gürcistan, Pipelineistan için açıkça savaşabildi?” diye soruyor.

Bununla birlikte her eylem için, ters ve eşit reaksiyon vardır.

Rekabet Artıyor

2001’de Rusya, Çin, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan ve Tacikistan şimdi İran, Pakistan ve Hindistan için bir gözlemci konumunda olan Şangay İşbirliği Teşkilatı’nı (SCO) kurdu.

NATO’nun aksine, SCO askeri bir birlik değil, bölgesel bir örgüttür. Gözlemciler arasında, insanlığın büyük kısmını, dünyanın enerji kaynaklarının çoğunu ve gayri safi milli hasılanın büyüyen bölümünü kapsıyor.

Bunula birlikte, Ortak Güvenlik Anlaşma Örgütü (CSTO), tüm SCO üyelerine artı olarak Beyaz Rusya ve Ermenistan’ı içeren bir askeri birliktir. Geçen Şubat ayında, Rus uzman Ilya Kramnik’e göre CSTO, üçüncü partilerin dahline zaman bırakmayacak hızlı bir araç olacak ortak hızlı tepki gücünü oluşturdu.

Orta Asya da müdahale edebilecek tek “üçüncü parti” NATO’dur.

Çin Kilidi

Birçok şekilde Pekin bu 21. yüzyıl “büyük oyununda” kilittir, çünkü Çin şu andaki dünya buhranını birçok ülkeden daha iyi tahmin edebiliyor.İhraçları bozulurken, Çinliler başarılı bir şekilde durgunluklarının biraz canlandırmak için iç piyasaya döndüler. Sonuç olarak, Çin son zamanlarda bölgedeki ülkelere yardım musluğunu açtı.

Haziran’da, Çin Türkmenistan’a 3 milyar dolar borç verdi. Böylece dünyanın en büyük doğalgaz sahası olacağı söylenen devasa Türkmen Yolotan Osman doğalgaz sahasında pay alacak. Türkmenistan kredisinden Rus petrol şirketi Roseneft ve boruhattı yüklenicisi Transneft taahhüdüyle Moskova da yararlanmakta. Kazakistan Çin’e Kazak petrol üretiminde 22% hisse vererek 15 milyar dolar kredi aldı.

Eski Hindistan diplomatı ve şu anki Asia Times yorumcusu M. K. Bhadrakumar’a göre, Moskova ve Pekin arasındaki gerilimden yıllar sonra, iki ülke geçmişi gömüp enerji kaynakları üzerinde yarışmaktan çok “ilişkilerinin yönünü uluslararası durumun üzerinde stratejik bir ortaklığa doğru değiştirmektedirler.”

Geçen Nisan ayında, Rusya ve Çin Pekin’e 2034’e kadarki ihtiyaçlarının 4%’ünü sağlayacak 25 milyar dolarlık petrol anlaşmasını imzaladı. İki ülke şu anda doğal gaz anlaşması için görüşmelere devam ediyorlar.

Pekin yaklaşık 4,000 mil uzunluğunda, 26 milyar dolar değerindeki Türkmen-Kazak-Çin boruhattını, Hazar havzasından Çin’in Guangdon bölgesine ulaştırmayı planlıyor. Anlaşmaya “üçüncü partilerin”, – NATO üslerinin –
Türkmenistan’dan uzak tutulacağı şartı da eklendi. Aynı zamanda, Rusya Kazak, Özbek ve Türkmen gazını bağlayabilmek için fazlaca bedel ödüyor. Ayrıca daha fazla Azerbaycan petrolü satın almak için görüşmelere devam ediyor. Öyle ki eğer başarılı olursa batı kontrollü Gürcistan’dan işleyen BTC boruhattı iflas ile sonuçlanabilir.

Prague Post’un önceki editörü olan, şu anda BusinessWeek’te yazan S. Adam Cardais, Rusya “Avrupa’yı Orta Asya’dan uzak tutmak için elinden gelenin en iyisini yapıyor” ve Rusya ile Çin “Avrupa’ya çoktan üstünlük sağlamış olabilir” diyor.

ABD Hala Oyunda

Fakat Washington havlu atmıyor. Manas manevrası iyi bir örnek ve Obama yönetimi Kırgızistan ve Tacikistan’a yardımı artırıyor.

Özetle, Orta Asya satranç tahtası çok büyük, oyun taşlarının sayısı çok ve bahisler çok büyük.
Pipelineistan Orta Doğu ve Orta Asya ile sınırlı değil. Doğalgazın ve petrolün aktığı her yerde. Venezuella Oronoco havzasının buharlı derinliklerinden Brezilya kıyısındaki Atlas okyanusunun güneyine kadar uzanıyor.

“Petrol ve doğalgazın kendisi ABD’nin nihai amacı değil.” diyor Escobar. “Hepsi kontrol ile ilgili”. “Eğer rakiplerinin – Avrupa, Japonya, Çin ve daha bağımsız olmaya çalışan diğer ülkelerin – enerji kaynaklarını kontrol edebilirse ABD kazanacak.”

ABD muazzam bir askeri güce sahip. Fakat Irak ve Afganistan konusuna gelince, bir darbe planlayarak ya da deniz kuvvetlerini göndererek pazarda bir köşe kapma günlerinin hızla kaybolduğu kesinlik kazanıyor. Eski imparatorluk ülkeleri yok oluyor ve atılganlar İngilizce’den çok Portekizce, Çin ve Hintçe konuşuyorlar. Gelecek birkaç on yılın taktikleri enerji rekabetini nasıl savaşlardan ya da büyük güçlerin katastrofik çarpışmasından korunacağına yönelik olacak.

*Conn Hallinan Foreign Policy In Focus’ta bir köşe yazarıdır.

Bu makale Zeynep Güneş tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.


 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt