HU'nun anlamının, nicedir mahcub (perdeler arkasında) bulunmasından
ötürü farkedilmediği ve bu gerekçeyle üzerindeki perdenin kaldırılmaya
çalışıldığı mı söylenmek isteniyor?
Hayır! Bilâkis HU, o kadar açıkta, o kadar açıklıkta duruyor ki...
üzerinde o denli parlak ışık huzmeleri var ki... öylesine bildik
lâfızlardan sayılıyor ki... görüldüğü, bilindiği ve dahi tanındığı için
kimse tarafından farkedilmeksizin hâline bırakılıyor. HU'nun gizlenmek
için açığa çıktığı unutulduğundan HU'nun açıklanmaya, açık kılınmaya
ihtiyacı olduğu aslâ ama aslâ düşünülmüyor. Her daim telâffuz ediliyor
ve lâkin telâffuz edilen her defasında kavranılmadan kalıyor.
Herhangibir sorunun konusu kılınamamış olması da bu yüzden.
Sorarsak, her halde şöyle bir cevap alacağız:
- HU, Arapça'da üçüncü tekil şahıs zamiri (=o) karşılığında kullanılan
'hüve'nin kısaltılmışıdır ve 'Allah' demektir. Dervişler de 'hû' çekmek
suretiyle Allah Teâlâ'yı zikretmiş, böylelikle O'nu anmış olurlar.
Binaenaleyh arada pek bir fark yoktur.
Bu cevapla yetinilmeyip ismi var iken niçin bir zamir aracılığıyla
Allah Teâlâ'nın anıldığı sorulur da biraz daha tafsilât istenirse,
muhtemelen şöyle bir açıklamayla karşılaşılacaktır:
- Arapça'da 'biz' gibi çoğul zamirler nasıl tâzim ve tekrim (ululamak)
için kullanılırsa, gaib'e (uzağa) işaret eden zamirler de aynı maksadla
kullanılır. İsm-i zat olan 'Allah' adı yerine, bu ismin yerini tutan
'o' (hüve) zamiri tazim ve tekrim maksadıyla kullanılır, vs.
HU (hüve), esma-i hüsnâ listeleri arasında yer almıyor; zira 'hüve'
-zahire nazaran- bir isim değil, aksine zamir, üstelik zamir-i gaib!
Acaba "Hayy'dan gelen Hû'ya gider" (meâlen: "Allah'tan gelen Allah'a
gider") deyişinde geçen 'Hû', tıpkı "Allah'tan geldik, dönüşümüz yine
O'nadır" kavl-i keriminde olduğu gibi zamir olarak mı kullanılıyor?
Cevap vermekte acele etmeyelim de biraz daha düşünelim. Meselâ "Edeb yâ
HU!" ifadesinde geçen ve zahirde "üçüncü tekil şahıs zamiri" olarak
kullanıldığı sanılan HU'ya nasıl olup da nida edatı olan 'yâ' (=ey) ile
hitab edilebiliyor? "Ey sen!" denildiği gibi, burada da "Ey O!"
deniliyor olabilir mi?
Türkçe'de kaba bir ifade biçimine bürünmüş olan "Yok yâ-HU!"
tabirindeki HU da sanırım bu kullanımların yanına yerleştirilebilecek
bir haysiyette değil.
Soruyu belirgin kılmak için konunun etrafında dolanmayı sürdürelim ve
soralım:
Dervişler "Hû... Hû" diye zikrederlerken, hakikaten gayba veya gaibe
işaret ediyor olabilirler mi? Eğer böyle ise, cevap verilmeli değil mi,
aynı zamanda bu dervişler niçin Hû'yu karşılarına almaktan kaçınmayıp
kendilerini bile bile "yâ HU" diye seslenen münadiler hâline
getiriyorlar?
'Hüviyet' sözcüğünün bugünkü karşılığı: 'kimlik'. Üstelik cüzdanı bile
var. Oysa sözcüğün hüve'den (o'dan) türediğini nasılsa öğrenmiş
bilgiçler, felsefi metinleri çevirirlerken bu sözcüğü "o'luk" diye
çeviriyorlar. Acaba doğru karşılık hangisi? Kimlik mi, o'luk mu?
Son bir değini: İhlâs Suresi "Kul hüve Allahu ehad..." diye başlıyor ve
meâl sahiplerinin çoğunluğu bu ifadeyi, "De ki: O Allah birdir"
şeklinde Türkçeleştiriyor. "O Allah" terkibinde geçen 'o' zamirinin
istikameti, ne gariptir, tıpkı 'Bu kitap' veya 'Şu kalem'
terkiblerindeki işaret zamirlerinin kullanımında olduğu gibi
kendisinden sonra gelen sözcüğe ('Allah' lafzına) doğru. Oysa mezkur
surede geçen 'hüve' (o), işaret zamiri değil, şahıs zamiri. Şahıs
zamirleri ise, işaret zamirlerinin aksine kendilerinden önce geçen
isimlerin yerini tutarlar. Bu durumda, nasıl oluyor da zahiren şahıs
zamiri durumunda olan 'hüve'ye (=o), hiç düşünmeden "Bu Allah", "Şu
Allah" gibi işaret zamiri mânâsı verilebiliyor?
Cevabı bilmiyoruz; zira soruyu bilmiyoruz. Soruyu öğrenmeye başladık,
belki birgün cevabı da öğrenebiliriz! Ne diyelim, nasib yâ HU! Yani,
sadece edebimizi değil, nasibimizi de artır yâ HU! Akl-ı kasıranemizce
nasib edebe tekaddüm eder göründüğünden, o halde bize önce nasib, sonra
edeb ihsan eyle yâ HU!
Kime yalvaralım, hâlimizi kime arzedelim; burada senden başkası yok ki, yâ HU !!..
- DÜCANE CÜNDİOĞLU
ötürü farkedilmediği ve bu gerekçeyle üzerindeki perdenin kaldırılmaya
çalışıldığı mı söylenmek isteniyor?
Hayır! Bilâkis HU, o kadar açıkta, o kadar açıklıkta duruyor ki...
üzerinde o denli parlak ışık huzmeleri var ki... öylesine bildik
lâfızlardan sayılıyor ki... görüldüğü, bilindiği ve dahi tanındığı için
kimse tarafından farkedilmeksizin hâline bırakılıyor. HU'nun gizlenmek
için açığa çıktığı unutulduğundan HU'nun açıklanmaya, açık kılınmaya
ihtiyacı olduğu aslâ ama aslâ düşünülmüyor. Her daim telâffuz ediliyor
ve lâkin telâffuz edilen her defasında kavranılmadan kalıyor.
Herhangibir sorunun konusu kılınamamış olması da bu yüzden.
Sorarsak, her halde şöyle bir cevap alacağız:
- HU, Arapça'da üçüncü tekil şahıs zamiri (=o) karşılığında kullanılan
'hüve'nin kısaltılmışıdır ve 'Allah' demektir. Dervişler de 'hû' çekmek
suretiyle Allah Teâlâ'yı zikretmiş, böylelikle O'nu anmış olurlar.
Binaenaleyh arada pek bir fark yoktur.
Bu cevapla yetinilmeyip ismi var iken niçin bir zamir aracılığıyla
Allah Teâlâ'nın anıldığı sorulur da biraz daha tafsilât istenirse,
muhtemelen şöyle bir açıklamayla karşılaşılacaktır:
- Arapça'da 'biz' gibi çoğul zamirler nasıl tâzim ve tekrim (ululamak)
için kullanılırsa, gaib'e (uzağa) işaret eden zamirler de aynı maksadla
kullanılır. İsm-i zat olan 'Allah' adı yerine, bu ismin yerini tutan
'o' (hüve) zamiri tazim ve tekrim maksadıyla kullanılır, vs.
HU (hüve), esma-i hüsnâ listeleri arasında yer almıyor; zira 'hüve'
-zahire nazaran- bir isim değil, aksine zamir, üstelik zamir-i gaib!
Acaba "Hayy'dan gelen Hû'ya gider" (meâlen: "Allah'tan gelen Allah'a
gider") deyişinde geçen 'Hû', tıpkı "Allah'tan geldik, dönüşümüz yine
O'nadır" kavl-i keriminde olduğu gibi zamir olarak mı kullanılıyor?
Cevap vermekte acele etmeyelim de biraz daha düşünelim. Meselâ "Edeb yâ
HU!" ifadesinde geçen ve zahirde "üçüncü tekil şahıs zamiri" olarak
kullanıldığı sanılan HU'ya nasıl olup da nida edatı olan 'yâ' (=ey) ile
hitab edilebiliyor? "Ey sen!" denildiği gibi, burada da "Ey O!"
deniliyor olabilir mi?
Türkçe'de kaba bir ifade biçimine bürünmüş olan "Yok yâ-HU!"
tabirindeki HU da sanırım bu kullanımların yanına yerleştirilebilecek
bir haysiyette değil.
Soruyu belirgin kılmak için konunun etrafında dolanmayı sürdürelim ve
soralım:
Dervişler "Hû... Hû" diye zikrederlerken, hakikaten gayba veya gaibe
işaret ediyor olabilirler mi? Eğer böyle ise, cevap verilmeli değil mi,
aynı zamanda bu dervişler niçin Hû'yu karşılarına almaktan kaçınmayıp
kendilerini bile bile "yâ HU" diye seslenen münadiler hâline
getiriyorlar?
'Hüviyet' sözcüğünün bugünkü karşılığı: 'kimlik'. Üstelik cüzdanı bile
var. Oysa sözcüğün hüve'den (o'dan) türediğini nasılsa öğrenmiş
bilgiçler, felsefi metinleri çevirirlerken bu sözcüğü "o'luk" diye
çeviriyorlar. Acaba doğru karşılık hangisi? Kimlik mi, o'luk mu?
Son bir değini: İhlâs Suresi "Kul hüve Allahu ehad..." diye başlıyor ve
meâl sahiplerinin çoğunluğu bu ifadeyi, "De ki: O Allah birdir"
şeklinde Türkçeleştiriyor. "O Allah" terkibinde geçen 'o' zamirinin
istikameti, ne gariptir, tıpkı 'Bu kitap' veya 'Şu kalem'
terkiblerindeki işaret zamirlerinin kullanımında olduğu gibi
kendisinden sonra gelen sözcüğe ('Allah' lafzına) doğru. Oysa mezkur
surede geçen 'hüve' (o), işaret zamiri değil, şahıs zamiri. Şahıs
zamirleri ise, işaret zamirlerinin aksine kendilerinden önce geçen
isimlerin yerini tutarlar. Bu durumda, nasıl oluyor da zahiren şahıs
zamiri durumunda olan 'hüve'ye (=o), hiç düşünmeden "Bu Allah", "Şu
Allah" gibi işaret zamiri mânâsı verilebiliyor?
Cevabı bilmiyoruz; zira soruyu bilmiyoruz. Soruyu öğrenmeye başladık,
belki birgün cevabı da öğrenebiliriz! Ne diyelim, nasib yâ HU! Yani,
sadece edebimizi değil, nasibimizi de artır yâ HU! Akl-ı kasıranemizce
nasib edebe tekaddüm eder göründüğünden, o halde bize önce nasib, sonra
edeb ihsan eyle yâ HU!
Kime yalvaralım, hâlimizi kime arzedelim; burada senden başkası yok ki, yâ HU !!..
- DÜCANE CÜNDİOĞLU