Sevgili Peygamberimiz bir gün Eshâb-ı kirâm
ile sohbet ederken, “Şehîdliğin fazîletlerini” anlatıyorlardı.
Şehîdlerin şefâ’ati hakkında buyurdu ki:
- Kıyâmet gününde şehîdler,
mahşer yerine gelirlerken, orada bulunan Peygamberler ayağa kalkarlar.
Onlar, çocukları, akrabâları ve dostlarından
70 bin kişiye şefâ’at ederler.
Gazânız mübârek olsun
Bu sözleri işiten Hazret-i Nevfel, Resûlullah efendimizden, şehîd olmak
için duâ istedi. Resûlullah efendimiz de duâ ettiler.
Bir müddet sonra, muhârebeye çıkıldı.
Peygamber efendimiz de aralarında bulunuyordu.
Bu muhârebe Hazret-i Nevfel’in duâsından sonraki ilk muhârebe idi.
Ve bu muhârebede Hazret-i Nevfel şehîd düşerek, arzûsuna kavuştu.
Peygamber efendimiz ve Eshâbı, muhârebeden dönüyorlardı.
Karşılamaya gelenler arasında,
Hazret-i Nevfel’in hanımı, çocukları ve yaşlı annesi vardı.
Yaşlı annesi, “Gazânız mübârek olsun” dedikten sonra Resûlullaha, oğlunu sordu.
Peygamber efendimizin gözleri nemlendi.
Oğlunun şehîdlik haberini vermeye mübârek kalbi dayanamadı.
Elleriyle arkayı işâret edip, yoluna devam etti.
Hazret-i Nevfel’in annesi,
Peygamber efendimizin hemen arkasından gelen,
Allahın arslanı Hazret-i Ali’ye de aynı şekilde oğlunu sordu.
O da şehîdlik haberini veremeyip, arkayı işâret etti.
Yaşlı kadın daha sonra, Hazret-i Ömer’e ve Hazret-i Osman’a rastladı.
Onlara da oğlunun durumunu sordu. Onlar da cevap veremeyip
Resûlullahın yaptığı gibi arkayı işâret ettiler.
En son gelen Hazret-i Ebû Bekir idi.
Kadıncağız büyük bir ümitle sevgili Peygamberimizin azîz arkadaşına
yaklaşarak aynı şeyleri sordu.
Hazret-i Ebû Bekir kendi kendine düşündü:
“Yâ Rabbî! Ne kadar zor bir durumdayım.
Eğer doğruyu söylersem, mahzun kalbleri üzmüş olacağım.
Bunu yapmaktan sevgili Peygamberimiz çekindi. O’na nasıl aykırı davranabilirim.
Sen bana öyle bir şey ilhâm et ki,
bu gariplerin yüreği daha fazla yanmasın Allahım!”
Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!..
Daha sonra, Hazret-i Ebû Bekir, bütün kalbiyle:
- Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!.. diye bağırdı.
İşte o sırada, yaydan fırlamış ok gibi bir atlı,
yıldırım hızıyla yanlarına yetişerek dedi ki:
- Buyur yâ Sıddîk, beni mi çağırdın?
Bu atlı, Hazret-i Nevfel’den başkası değildi.
Sonra, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Peygamber efendimize şunları söyledi:
- Yâ Resûlallah! Hak teâlânın selâmı var.
“Eğer Peygamberin mağara arkadaşı Sıddîk, bir kere daha (ALLAH) deseydi,
yüceliğim hakkı için, bütün şehîdleri diriltirdim.
Çünkü, Ebû Bekir, câhiliyye devrinde bile yalan söylememiştir” buyurdu.
Bu hâdiseden sonra, Hazret-i Nevfel senelerce yaşadı.
Nihâyet, “Yemâme” cenginde tekrar şehîdlik şerbetini içti.
Dinimiz İslam .:.: www.dinimizislam.com :.:.
Dinimiz İslam Mail Grubu
Gruba üye olmak için: Mail Grubu .:.: www.dinimizislam.com :.:.
ile sohbet ederken, “Şehîdliğin fazîletlerini” anlatıyorlardı.
Şehîdlerin şefâ’ati hakkında buyurdu ki:
- Kıyâmet gününde şehîdler,
mahşer yerine gelirlerken, orada bulunan Peygamberler ayağa kalkarlar.
Onlar, çocukları, akrabâları ve dostlarından
70 bin kişiye şefâ’at ederler.
Gazânız mübârek olsun
Bu sözleri işiten Hazret-i Nevfel, Resûlullah efendimizden, şehîd olmak
için duâ istedi. Resûlullah efendimiz de duâ ettiler.
Bir müddet sonra, muhârebeye çıkıldı.
Peygamber efendimiz de aralarında bulunuyordu.
Bu muhârebe Hazret-i Nevfel’in duâsından sonraki ilk muhârebe idi.
Ve bu muhârebede Hazret-i Nevfel şehîd düşerek, arzûsuna kavuştu.
Peygamber efendimiz ve Eshâbı, muhârebeden dönüyorlardı.
Karşılamaya gelenler arasında,
Hazret-i Nevfel’in hanımı, çocukları ve yaşlı annesi vardı.
Yaşlı annesi, “Gazânız mübârek olsun” dedikten sonra Resûlullaha, oğlunu sordu.
Peygamber efendimizin gözleri nemlendi.
Oğlunun şehîdlik haberini vermeye mübârek kalbi dayanamadı.
Elleriyle arkayı işâret edip, yoluna devam etti.
Hazret-i Nevfel’in annesi,
Peygamber efendimizin hemen arkasından gelen,
Allahın arslanı Hazret-i Ali’ye de aynı şekilde oğlunu sordu.
O da şehîdlik haberini veremeyip, arkayı işâret etti.
Yaşlı kadın daha sonra, Hazret-i Ömer’e ve Hazret-i Osman’a rastladı.
Onlara da oğlunun durumunu sordu. Onlar da cevap veremeyip
Resûlullahın yaptığı gibi arkayı işâret ettiler.
En son gelen Hazret-i Ebû Bekir idi.
Kadıncağız büyük bir ümitle sevgili Peygamberimizin azîz arkadaşına
yaklaşarak aynı şeyleri sordu.
Hazret-i Ebû Bekir kendi kendine düşündü:
“Yâ Rabbî! Ne kadar zor bir durumdayım.
Eğer doğruyu söylersem, mahzun kalbleri üzmüş olacağım.
Bunu yapmaktan sevgili Peygamberimiz çekindi. O’na nasıl aykırı davranabilirim.
Sen bana öyle bir şey ilhâm et ki,
bu gariplerin yüreği daha fazla yanmasın Allahım!”
Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!..
Daha sonra, Hazret-i Ebû Bekir, bütün kalbiyle:
- Yâ Allah!.. Yâ Nevfel!.. diye bağırdı.
İşte o sırada, yaydan fırlamış ok gibi bir atlı,
yıldırım hızıyla yanlarına yetişerek dedi ki:
- Buyur yâ Sıddîk, beni mi çağırdın?
Bu atlı, Hazret-i Nevfel’den başkası değildi.
Sonra, Cebrâil aleyhisselâm gelip, Peygamber efendimize şunları söyledi:
- Yâ Resûlallah! Hak teâlânın selâmı var.
“Eğer Peygamberin mağara arkadaşı Sıddîk, bir kere daha (ALLAH) deseydi,
yüceliğim hakkı için, bütün şehîdleri diriltirdim.
Çünkü, Ebû Bekir, câhiliyye devrinde bile yalan söylememiştir” buyurdu.
Bu hâdiseden sonra, Hazret-i Nevfel senelerce yaşadı.
Nihâyet, “Yemâme” cenginde tekrar şehîdlik şerbetini içti.
Dinimiz İslam .:.: www.dinimizislam.com :.:.
Dinimiz İslam Mail Grubu
Gruba üye olmak için: Mail Grubu .:.: www.dinimizislam.com :.:.