mustafa_xtar
Kayıtlı Kullanıcı
Esselamu Aleyküm Arkadaşlar. Veliye hürmet edilirmi, edilirse niçin edilir, sınırı nedir, bu ve bunun gibi aklımıza takılan konularla ilgili çok güzel bir yazı. Sonuna kadar okumanızı tavsiye ederim. Çünkü çok faydalı olacağına inanıyorum. Rabbim Allah dostlarının şefaatlerinden ayırmasın
Tasavvufun dışında kalan ve ona taassupla bakan bazıları, hürmetle ibadeti birbirine karıştırıyor. Öyle ki, bu kimseler müridin mürşidine gösterdiği edeb, hürmet, teslimiyet ve muhabbeti çok aşırı bularak, müridi ve mürşidi şirkle suçluyor. İşin tuhaf yanı, onların şirkle suçladıkları Allah dostları da, bir ömür boyu bütün şirk çeşitlerinden kurtulmak için uğraşıyor. Aslında veli, işin en başında şirk ve gösteriş gibi en tehlikeli suçlardan kurtuluyor, fakat ne yazık ki bazı kimselerin suçlamasından kurtulamıyor.
Veli olmanın temeli marifete ermektir. Marifet, Yüce Rabbi ilâhlık sıfatlarıyla tanımak ve haklarını korumaktır. Kulun hakkı ile Rabbinin haklarını birbirine karıştıran kimse marifet sahibi olamaz. Velinin tek hedefi tevhittir. Gerçek tevhide ulaşmayan kimse veli olamaz. Veli olmayan nasıl mürşid olsun?
Bizatihi ibadet edilmeye, yüceltilmeye, övülmeye ve sevilmeye sadece Cenab-ı Hak layıktır. Ona ibadet ve saygı için bir sebebin bulunması gerekmez. O cennet ve cehennemi yaratmasaydı bile, kula gereken, samimiyetle Ona kulluk etmek, bütün sevgisiyle Onu sevmek ve yüceltmektir.
Hürmetin asıl sebebi
Peygamber ve veli de olsa hiç bir insan, kendisinden kaynaklanan bir sebeple başkalarının hürmet ve hizmetini hak etmiş değildir. Şeref ve izzetin tek kaynağı Allahu Tealâdır. Bütün izzet, şeref, kıymet, nimet ve ikram Onun elindedir. O kulları içinden dilediğini seçip peygamber yapar. Onu mucize ve melekleri ile destekler. Kendisini temiz fıtrat, keskin anlayış, güzel ahlâk ile süsler, insanların önüne bir rehber olarak koyar ve buna tabi olun emrini verir. İşte o andan itibaren Peygambere itaat Allaha itaat olur. Ona isyan eden, karşısında Yüce Allahı bulur. Onu seveni Allah sever; üzenin hakkından da O gelir.
Peygamberler Yüce Allah'ın en sevgili dostlarıdır. Hepsinin imamı Hz. Muhammed (A.S.) Efendimiz’dir. O, hürmetlerin en güzeline layıktır. Yapılabilecek her övgü onun için azdır, fakat ona secde etmek haramdır. Şerefli şahsını kul vasfından çıkarıp ilâhlık vasfında görmek sapıklıktır.
Bir veli için de durum aynıdır. Velâyet halktan değil, Allahtan gelir. Veli, Allah tarafından eti, kemiği, soyu, malı, milleti sayesinde değil; imanı, irfanı ve edebi ile sevilir. Allahu Tealâ sevdiği kullarını diğer kullarına da sevdirir. Bu sevgi ona karşı hürmet ve edebi gerektirir. Allahu Tealâ bir kulunu sevince, onu bütün meleklere, gökteki ve yerdeki varlıklara sevdirir; gönüllerde ona karşı bir hürmet hissi yerleştirir. Bu ilahî bir kanundur, değişmez. (Meryem/96)
Allahın Habibi (A.S.) şu müjdeyi veriyor:
Allahu Tealâ bir kulu sevdiği zaman Cibrili çağırır ve ben falanca kulumu seviyorum, onu sen de sev buyurur. Cibril de o kulu sever. Sonra gök ehline seslenerek; Haberiniz olsun, Allah falanca kulu seviyor, onu siz de sevin! der. Onu gök ehli de sever. Sonra o kul için yeryüzünde kabul ve kullar arasında ona karşı sevgi konur.
Şüphesiz Allah, melekleri, bütün gök ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca, denizdeki balık, insanlara hayır öğreten alim ve salih kimseye salât, dua ve istiğfar ederler.
Şimdi şu soruyu sormak gerekir: İmanı, edebi, irşadı ve hizmeti ile Allah'ın dostu olduğu gün gibi açık olan bir kâmil mürşide cümle alem hayran ve hürmet içinde iken, biz hangi mantıkla ilgisiz kalacağız, onu hafife alacağız, ondaki ilahi nur ve sevgiden mahrum olacağız? Hele de bu kıymetli şahsiyetlere dil uzatmak, onları alaya almak, karalamak, düşmanlık yapmak vahim bir talihsizliktir.
Herkes, kalbindeki iman ve takva kadar Allah'ın sevdiklerini sever, O'nun dinine hizmet eder, ilahi emanetleri korur. Yüce Rabbimiz ölçüyü şöyle ortaya koyuyor: Kim Allah'ın şeâirini (varlığının delillerini ve dininin alâmetlerini) yüceltirse, bu kalbinin takvasındandır. (Hac, 32)
Büyük müfessir Taberî (Rh.A.), ayetin şu manaya geldiğini belirtiyor: Mümin kullarıma, bana ait olan her şeye hürmet, saygı ve usulünce muamele etmek haktır, borçtur. (Taberî, Camiul-Beyan)
Rasulullah (A.S.) Efendimiz uyarıyor: Allah adamlarını hafife alanın kendisi alçalır. (Tirmizî, Ahmed)
Büyüğümüzü (hürmet ve edeble) yüceltmeyen, küçüğümüze merhamet göstermeyen, alimimizin (kıymet ve edebini) bilmeyen bizden değildir (Ahmed, Hakim, Tirmizî)
Tasavvufun dışında kalan ve ona taassupla bakan bazıları, hürmetle ibadeti birbirine karıştırıyor. Öyle ki, bu kimseler müridin mürşidine gösterdiği edeb, hürmet, teslimiyet ve muhabbeti çok aşırı bularak, müridi ve mürşidi şirkle suçluyor. İşin tuhaf yanı, onların şirkle suçladıkları Allah dostları da, bir ömür boyu bütün şirk çeşitlerinden kurtulmak için uğraşıyor. Aslında veli, işin en başında şirk ve gösteriş gibi en tehlikeli suçlardan kurtuluyor, fakat ne yazık ki bazı kimselerin suçlamasından kurtulamıyor.
Veli olmanın temeli marifete ermektir. Marifet, Yüce Rabbi ilâhlık sıfatlarıyla tanımak ve haklarını korumaktır. Kulun hakkı ile Rabbinin haklarını birbirine karıştıran kimse marifet sahibi olamaz. Velinin tek hedefi tevhittir. Gerçek tevhide ulaşmayan kimse veli olamaz. Veli olmayan nasıl mürşid olsun?
Bizatihi ibadet edilmeye, yüceltilmeye, övülmeye ve sevilmeye sadece Cenab-ı Hak layıktır. Ona ibadet ve saygı için bir sebebin bulunması gerekmez. O cennet ve cehennemi yaratmasaydı bile, kula gereken, samimiyetle Ona kulluk etmek, bütün sevgisiyle Onu sevmek ve yüceltmektir.
Hürmetin asıl sebebi
Peygamber ve veli de olsa hiç bir insan, kendisinden kaynaklanan bir sebeple başkalarının hürmet ve hizmetini hak etmiş değildir. Şeref ve izzetin tek kaynağı Allahu Tealâdır. Bütün izzet, şeref, kıymet, nimet ve ikram Onun elindedir. O kulları içinden dilediğini seçip peygamber yapar. Onu mucize ve melekleri ile destekler. Kendisini temiz fıtrat, keskin anlayış, güzel ahlâk ile süsler, insanların önüne bir rehber olarak koyar ve buna tabi olun emrini verir. İşte o andan itibaren Peygambere itaat Allaha itaat olur. Ona isyan eden, karşısında Yüce Allahı bulur. Onu seveni Allah sever; üzenin hakkından da O gelir.
Peygamberler Yüce Allah'ın en sevgili dostlarıdır. Hepsinin imamı Hz. Muhammed (A.S.) Efendimiz’dir. O, hürmetlerin en güzeline layıktır. Yapılabilecek her övgü onun için azdır, fakat ona secde etmek haramdır. Şerefli şahsını kul vasfından çıkarıp ilâhlık vasfında görmek sapıklıktır.
Bir veli için de durum aynıdır. Velâyet halktan değil, Allahtan gelir. Veli, Allah tarafından eti, kemiği, soyu, malı, milleti sayesinde değil; imanı, irfanı ve edebi ile sevilir. Allahu Tealâ sevdiği kullarını diğer kullarına da sevdirir. Bu sevgi ona karşı hürmet ve edebi gerektirir. Allahu Tealâ bir kulunu sevince, onu bütün meleklere, gökteki ve yerdeki varlıklara sevdirir; gönüllerde ona karşı bir hürmet hissi yerleştirir. Bu ilahî bir kanundur, değişmez. (Meryem/96)
Allahın Habibi (A.S.) şu müjdeyi veriyor:
Allahu Tealâ bir kulu sevdiği zaman Cibrili çağırır ve ben falanca kulumu seviyorum, onu sen de sev buyurur. Cibril de o kulu sever. Sonra gök ehline seslenerek; Haberiniz olsun, Allah falanca kulu seviyor, onu siz de sevin! der. Onu gök ehli de sever. Sonra o kul için yeryüzünde kabul ve kullar arasında ona karşı sevgi konur.
Şüphesiz Allah, melekleri, bütün gök ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca, denizdeki balık, insanlara hayır öğreten alim ve salih kimseye salât, dua ve istiğfar ederler.
Şimdi şu soruyu sormak gerekir: İmanı, edebi, irşadı ve hizmeti ile Allah'ın dostu olduğu gün gibi açık olan bir kâmil mürşide cümle alem hayran ve hürmet içinde iken, biz hangi mantıkla ilgisiz kalacağız, onu hafife alacağız, ondaki ilahi nur ve sevgiden mahrum olacağız? Hele de bu kıymetli şahsiyetlere dil uzatmak, onları alaya almak, karalamak, düşmanlık yapmak vahim bir talihsizliktir.
Herkes, kalbindeki iman ve takva kadar Allah'ın sevdiklerini sever, O'nun dinine hizmet eder, ilahi emanetleri korur. Yüce Rabbimiz ölçüyü şöyle ortaya koyuyor: Kim Allah'ın şeâirini (varlığının delillerini ve dininin alâmetlerini) yüceltirse, bu kalbinin takvasındandır. (Hac, 32)
Büyük müfessir Taberî (Rh.A.), ayetin şu manaya geldiğini belirtiyor: Mümin kullarıma, bana ait olan her şeye hürmet, saygı ve usulünce muamele etmek haktır, borçtur. (Taberî, Camiul-Beyan)
Rasulullah (A.S.) Efendimiz uyarıyor: Allah adamlarını hafife alanın kendisi alçalır. (Tirmizî, Ahmed)
Büyüğümüzü (hürmet ve edeble) yüceltmeyen, küçüğümüze merhamet göstermeyen, alimimizin (kıymet ve edebini) bilmeyen bizden değildir (Ahmed, Hakim, Tirmizî)