......
Ali Osman meçhul bir arkadaşa sahiptir. Sanki kendi gölgesi gibi onu takip etmektedir. Ali Osman o gölgeye “Gönüldaş” adını takmıştır. Evet tahmin ettiğiniz gibi bu tabir de bir Necip Fazıl tabiridir. Güzel tabir…
GÖNÜLDAŞ- Üstad’ı okurken en çok neye dikkat edersin?
A.OSMAN- Zevke… O’nu okurken, en içtimai konurları bile öyle bir dille anlatıyor ki, harika. Ayrıca herkesin kendisini anlama derdinde değil. Kim ne der umurunda değil, inanıyor ve yazıyor. Sen ne düşünürsen düşün, inandığı şey için kalemini kılıç gibi kullanabiliyor. Kimini okşuyor, kimini çiziyor. Beğenilmek derdi yok, dava büyük.
Ha! Geçen bir kitabını okurken kitap kapağındaki resme gözüm takıldı.
GÖNÜLDAŞ- Her kitabında zaten resmi var.
A.OSMAN- Yok, öyle değil, resimden ziyade “gözlerine” dikkat ettim. Yıllardır aynı resimleri görmeme rağmen, O’nun gözlerinde hiç bu manayı sezmemiştim.
GÖNÜLDAŞ- Nasıl bir mana? Gözlerdeki mananın şerhini bekliyorum!
A.OSMAN- Evet, şerh, fertten ferde değişen anlayış “yorum”.
GÖNÜLDAŞ- Her neyse, yorum, şerh, tabir ne kabul edersen, seni bekliyorum!
A.OSMAN- Bu resim hayatının son yıllarlındaki hallerini gösteren vesikalık bir fotoğraf. O gözler, ah o gözler… Bir ömür evet, dopdolu yaşanan, çileyle yumak yumak örülmüş bir hayat ve o gözler… Derin gözler, fikir fışkıran “sana bakıyorum, anla beni!” diyen gözler…
GÖNÜLDAŞ- Yine duygulandın, gözlerin buğulandı. İstersen devam etme, burada keselim.
A.OSMAN- Hayır, hayır! O’nun gözünün derinliklerine bakmadan onu anladığını söyleyenlere söyleyeceklerim var! "Üstad, Üstad" diyen papağanlar acaba onu anlayabilmişler miydi? O’nu kendi ucuz ve basit fikirlerine alet etmek isteyenler, “açık gözler” herhalde anlayamamışlardır.
GÖNÜLDAŞ- Taş kime?
A.OSMAN- Yarası olan gocunur. Sözlerimi üzerine alan varsa, niye alınıyorsun demem. Üstad, basit işlerin, dünyalık-süfli endişelerin adamı değildi. Yetmişdokuz yıl hayat süren merhum zat, ömrünün kırkbeş yılını “çile” çekmekle geçirmiştir.
GÖNÜLDAŞ- “Çile" tabirini açalım...
A.OSMAN- Pek tabii. Necip Fazıl’ın çilesi arabesk, sulandırılmış bir çile değildi, fikir çilesiydi. Hiçbir zaman zorluklar, belalar karşısında salya-sümük ağlamadı. Romantik bir mizaca sahip ve aynı zamanda idealist idi.
GÖNÜLDAŞ- Aynı zamanda realist, üçü bir arada; romantizm, idealizm, realizm…
A.OSMAN- Evet, evet. Nakşi sırrıydı kavgası. Halk içinde Hak ile beraber idi. Bir yandan manevi yolda ilerlerken zahiri mücadelede de öncü rolünü oynadı. Düşünebiliyor musun, “İman ve İslam Atlası” ismindeki şaheserini hapishanede yazmıştır. Kabuğuna çekilmeyi marifet sayanlardan değildi. Kamil insan’ın “manzur-u nazar-ı piran-ı kiram’ın eteklerine yapıştı. Ağladı, Üstad çok ağladı.
GÖNÜLDAŞ- Sözlerin çelişkilerle dolu Ali Osman. Az önce hiç ağlamadı diyordun, şimdi ise çok ağladı diyorsun.
A.OSMAN- Sözümü bitirmedim ki! Üstad nefsi için, iç temizliğini kısaca “Allah için” ağladı, düşmanlarından korktuğu için değil. Aksine onlarla her sahada mücadele etti. Adam yerine koymadı onları, tahkir etti. “Kibirliye kibir etmek sadakadır” ölçüsü gereğince başı her zaman dik idi.
GÖNÜLDAŞ- Bazıları Üstad’a “kibirli” diyor. Sen ne diyorsun?
A.OSMAN- Evet, kibirliydi ama kime karşı? Kafirlere karşı, Müslüman’a karşı değil. “İçinde bir damla kibir bulunan cennete giremez” ölçüsü ortadayken O’na kibirli deyip, kestirip atmak, insafa ve izana sığmaz. Konferanslarının kalabalık olmasını istemiş, alkışı severmiş, konvoyla karşılanmak istermiş vesaire iddialar var. Bütün bunlar “gözdağı ve gövde gösterisi” olarak algılanmıyor da “kibir” olarak tefsir ediliyor ne yazık ki.
GÖNÜLDAŞ- Yani…
A.OSMAN- Yanisi şu: Üstad’ın kibri “müsbet kibir” idi. Allah’tan gayrısına itibar etmezdi. Evliya ulularından birinin dediği gibi müsbet kibir insanı “fena” mertebesine ulaştırır.
GÖNÜLDAŞ- “Fena” mertebesi dedin de, Üstad’ın tasavvuf takipçilerinden, sofilerden bekledikleri neydi? Kusura bakma, daldan dala atlıyorum ama bilinmesi gerekir diye düşünüyorum.
A.OSMAN- Laf lafı açıyor, önemli değil. Üstad, bence sofileri bulundukları noktadan “zıplatmayı” denemiştir. “Başbuğ Velilerden 33” müellifi ile “ideolocya örgüsü” müellifi aynı zatı muhteremdir. Yani bir yanda Allah’a erme ve olgunlaşma yolunun incilerini anlatan kitap, diğer yanda da yaşadığımız dünyaya mutlak saadeti sağlayacak devlet bilgilerini veren kitap...