Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ümmetin Yıldızları(sizde ekleyin) (1 Kullanıcı)

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Hazret-i Ümmü Seleme (r.a)

peyhan2.jpg

Müminlerin annesi...
İlk hicaba giren hanım ...
Asıl adı Hind'dir. Oğlu Seleme'den dolayı, Ümmü Seleme diye adlandırılmıştır. Babası Ebu Umeyye bint-i Mugayre İbn-i Ömer İbn-i Mahzun, annesi Atik bint-i Amir İbn-i Rabia İbn-i Malik Kinaniye idi.

İslamiyete intisabı
Kocasıda kendiside ilk müslümanlardandı. Nübüvvetin ilk günlerinde halkın keşmekeş olduğu zamanlarda, Hakkın nerede olduğunu anlayıp İslam halkasına girmişti
İlk önce halasının oğlu Hz.Ebu Seleme İbn-i Abdul Esedile evlenmişti.

Beyi ile birlikte Habeşistana hicret etmişler. Orada bir müddet kaldıktan sonra Medine'ye geldiler. Medinye geldikten sonra felaketlerle karşılaştı. Kendi dilinden olay şöyle anlatılır:
"Ebu Selem e ile Medineye gelmeğe karar verdik. Bir devemiz vardı. Bu deveye çocuğumuz Seleme ile birlikte binmiştik. Ebu seleme de devenin yularını tutmuş yürüyordu. Benu Mugayre mıntıkasına geldik. Bunlar benim baba tarafımdan aşiretim idiler. Ebu selemeye eziyete etmeğe başladılar ve
"Bizim kızımızı sen neden böyle fena bir durumda bulundurursun?" dediler. Yuları Ebu Selemenin elinden aldılar ve beni kendileri ile alıp götürdüler. O ara, Ebu Seleme'nin aşireti Benu Abdül-Esed halkı da çıka geldi. Onlar da oğlum Seleme'yi aldılar ve Beni Mugayrelilere şöyle dediler:
"Madem ki siz kendi kızınızı kocasından ayırıp almak istersiniz, biz de kendi çocuğumuzu elbette ki sizin yanınızda bırakmayız." İşte bu şekilde ailemiz dağıldı. Üçümüzden her birimiz bir tarafda, birbirimizden ayrıldık. Beni çekişmeler esnasında hırpaldılar, fenalık geçirdim. Hicret hükmü verilmiş olduğundan, Ebu Seleme Medinenin yolunu tutup yola devam etti. Çünkü Ebu Seleme ne kendi aşiretine ne de beni m aşiretime söz anlatamamıştı. Yapayalnız Medineye vardı. Ben de kendi aşiretime geldim.
Sabahleyin evden çıkar, bir toprak yığınının üzerine oturur akşama kadar ağlardım. Bir sene böyle geçti. Bir gün bu perişan halimi gören biri bana bir şeyler olmasından korkarak aşiretin ileri gelenlerini toplayarak:
"Siz ne biçim insanlarsınız? Bu zavallı kadından ne istersiniz? Niçin bunu çocuğundan ve kocasından ayırırsınız? Niçin bunları birbirine kavuşturmazsınız?"
Adamcağız bunları öyle içtenlikle söylüyorduki, herkes tesir altına kaldı. Bana acvıdılar ve kocamın yanına gitmeme müsaade ettiler. Beyimin aşiretide, bunun üzerine çocuğumu getirip teslim ettiler. Bana bir deve bir havdec temin ettiler. Oğlumla yapayalnız yola koyulduk. Ne yapacağımı şaşırmıştım. İşte o sırada Osman İbn-i Talha çıka geldi. Nereye gitmek istediğimi sorup, neden yalnız başıma lkaldığımı öğrenmek istedi. Ben de kimsem olmadığını ve başımdan geçenleri anlattım. Bana yardım etti. Konakladığımız zaman çeker gider uzakta bir ağacın altında istirahat ederdi. Medine yakınlarında Kaba mevkine geldiğinde Ebvu Selem'yi bulup beni teslim ederek, kendisi Mekke'ye döndü. "
Hz.Ümm-i Seleme, Osman Ibn-i Talha'nın bu iyiliğini her zaman hatırlar ve bu hususta hep şöyle derdi.
"Ben Osman Ibn-i Talha'dan daha yüksek seciyeli ve iyiliksever bir insan görmedim"
İlk hicaba giren hanım
Hz.Ümmü Seleme hicaba ilk girmiş bulunan (Mesture) hatun idi. Medine'ye örtünerek gelmişti. Yüksek bir aileye mensub idi. Kaba mevkine geldiği zaman, halk kendisine kim olduğunu surduğunda "Ümeyyenin kızıyım" dediğinde kimse inanamıştı. Çünkü o zamanlar asil ailelerin kadınları yalnız başına yola çıkmazlardı. Nerde Ebu ÜĞmeyye'nin kızı çıksın. Hz.Ümmü Selem İslam için, Hak Teâla'nın emri için bu yolculuğa katlanmıştı.
"Ya Rabbi ondan daha iyisini onun yerine koy"
Daha hicret henüz bitmişti. Kocasına yeni kavuşmuştu. Ebu seleme cihad için uhud gazasına katılır. Bir ok ile yaralanır. Bir ay kadar tedavi sonucu iyileşir. ancak aradan zaman geçtikçe eski yara yeniden açılır, bir türlü düzelmek bilmez ve vefat eder.
Hz.Ummu Seleme vefat haberini Rersul-i ekrem'e ulaştırır. Resulullah evlerine teşrif eder, gönüllerini alır, sabır tavsiye ederek şöyle buyururlar:
"Ey Ummu Seleme şöyle dua et: Ya Rabbi ondan daha iyisini onun yerine koy".
Sonra Resulullah s.a.v., Ebu Selemenin cenazesinin başı ucuna geldiler ve cenazenin hazırlanması ile bizzat meşgul oldular. Cenaze namazını kıldırdılar ve namazda "dokuz tekbir" aldılar. Halk, neden böyle yaptıklarını sorunca, buyurdularki.
"Bu zat bin tekbire müstehaktır"
Ebu Seleme vefat ettiği zaman gözleri açık idi. Zatı Saadetleri kendi mübarek elleriyle onun gözlerini kapattılar ve kendileri için mağfiret duasında bulundular.
Zatı Saadetleriyle Evliliği
Ebu Seleme'nin vefatında Hz.Ummu Seleme r.a. hamileydi. İddet geçtikten sonra Hz.Ebu Bekir, bu hatunun yalnızlığını ve kimsesizliğini düşünerek evlenem teklifinde bulundu, fakat Hz.Ummu Seleme kabul etmedi.
Zatı Saadetleri olan bitenlere çok üzülmüş ve müteessir olmuştu, bu sefer kendisi Ummu seleme'ye bir teselli olmak üzere kendisine nikah haberi gönderir, Hz.Ummu Seleme elbetteki emr-i Saadeti kabul etmiyorum sdiyecek değildi. Ancak bir kaç gün gecikti ve bazı şartlar ileri sürdü. Resulullah da şartları kabul buyurdular.
Hicri 4.sene Şevval ayında, nişkah akdi tamamlandı. Acısı dinmiş, ömrünün sonuna kadar da bu saadetin tadını aklından çıkarmamıştı..
Ebu Seleme'nin onun için ettiği duası kabul olmuştu:
"Ya Rabbi benden sonra karım Ummu Seleme'ye benden çok daha iyi bir koca nasib eyle"
Zati saadetleri, Hz. Ummu Seleme ile nikahlanınca kendisine ev eşyası olark, bir çift el değirmeni, iki su tulumu, bir yatak ve içi hurma lifleri ile doldurulmuş iki yastık, lütf ettiler. işte yeni evlilerin ev eşyasu bu idi. Zatı Saadetleri, diğer hanımları içinde bunun aynısını vermişti..
Hz.Ummu seleme'nin güzelliğini duyan Hz.Ayşe nikahtan sonra gıpta eder, kendisini görmeğe gelir. Görünce:
"Ummu Seleme, söylendiğinden daha da çok güzeldir" der. Gelir meseleyi Hz.Hafsa'ya anlatır. O da: "Halk böyle demiş ve sen tesir altında kalmışsın, güzelliğine güzel ama bira mübalağa etmişler..." Hz. Hafsa böyle demesine der ama içini bir kuruntu alır. İkisi birlikte gidip görürler ve iyice dikkat ederler. Bu sefer Hz.Ayşe şöyle der: "Hafsa haklıdır"
Hz.Ummu Seleme Resulullah ile evlendikten ve evine geldikten sonra Zatı Saadetleri kendini ilk görmeye geldiklerinde, Hz.Ummu Seleme, kucağında süt çocuğunu emzirmekteydi. Resulullah bu durumu görünce geri çıkarlar. Süt kardeşleri bu durumu haber alınca üzülürler ve çocuğu alıp kendi evlerine götürürler. Bir kaç gün evlerinde baktıktan sonra çocuğu geri getirirler.
Hz.Ummu Seleme, Resulullah ile evlendiği ilk gün bile kendi eli ile yemek pişirmişti. Tesadüf aynı gün kadın sahabilerden Hz.Zeynep Bint-i Huzeyme vefat eylemişti. Koca evine geldiğinin hemen akabinde, onun evine gidip, yokladıktan sonra derhal işe girişir, hemen bir tencere alır, bir parça yağ eritir, daha önce öğütüp hazırlamış olduğu unu ve tatlıyı karıştırıp, gayet nefis ve lezzetli bir yemek hazırlar Ev eşyası daha önce getirilip hazırlar ve bu yemeği yerler.
Resulullah ile müşavere
Hüdeybiye anlaşması sırasında, Zatı saadetleri, halka hitap ederek:
"Burada kurbanlarınız kesin, dönelim" dedikleri zaman, zahirde, anlaşma şartları müslümanların aleyhine görünüyordu. bunun için müslümanların çoğu üzüldüler. Resulullah, üç kere hükmü Nebeviyi tekrarladılarsa da kimse yanaşmadı. Bunun üzerine çadırlarına teşrif buyurdular ve meseleyi Hz.Ummu Seleme'ye açtılar. Dirayetli hatun şöyle arz etti:
"Hiç kimseye hiç bir şey buyurmayın, kurbanınızı kesip ihramdan çıkın ve saçınızı kesin"
Fahr-i Kainat efendimiz de Hz.Ummu seleme!nin söylediğini dikkate aldılar ve öyle hareket ettiler. Ashab da Efendimizin böyle yaptığını görünce, aynısını yaptılar. Resulullah'ın son günleri
Haccetu-l Veda'da (Zatı Peygamberlerinin son haccı) Hz.Ummu Seleme rahatsız olmakla beraber, yine dini farizayı ihmal etmedi. Zatı Risaletpenahilerinin maiyeti saadetlerine katıldı. Yürüyemiyordu. Tavaf hakkında Zatı Saadetlerine sordu:
Buyurdular:
- Ey Ummu Seleme, sabah namazından sonra, sen devene bin de deve ile tavaf eyle.
Zati Saadetlerinin son hastalıklarında, hastalık uzun sürüp de, Hz.Ayşe'nin odasına teşrif ettiklerinde, Hz.Ummu Seleme sık sık ziyarete gelirlerdi. Bir ara Resulullah'ın durumu ağırlaşır ve Hz.Ummu Seleme kendini tutamaz ve aniden feryada başlar. Fahri Kainat mani olurlar ve buyururlar:
"Böyle yapman müslümanca bir iş değildir. Böyle yapmayacaksın "
Bir rüya
Hz.Hüseyin r.a, Yezid'in ordusu tarafından çevrildiğ i zaman, Hz.Ummu Seleme (r.a) bir rüya görür: Resulullah s.a.v. gayet üzgün bir halde teşrif ettiler. mübarek saçları ve sakalları toza toprağa bulaşmıştı. sordum, "Ya Resulullah, nedir bu haliniz?" Buyurdular:
"Hüseyin'in katl edildiği yerden geliyorum".
O zaman gözlerimi açtım, göçzlerimden yaşlar akıyordu.
Demek:
"Iraklılar, Hz.Hüseyin'i öldürdüler. Hak Teala da onları katl eylesin. Hüseyini bu hale koyan kavme Allah lanet eyleye" dedim.
Çocukları
Yalnız ilk kocasından çocukları vardı. Seleme (r.a) ve ömer isimli iki oğlu ve Zeynep isminde bir kızı.
Seleme (r.a): Habeşistan'da doğdu. Zatı Saaadetleri onu Hz.Hamza r.a. kızı Emame ile evlendirdi.
Ömer: Hz.Ummu Seleme (r.a) ile birlikte Zatı Saadetlerinin evine gelmişti. Efendimizin, ihtimamı ile büyütüldü. Hz.Ali Keremullahü Vechehü zamanında, Fars ve Bahreyn valisi idi.
Zeyneb: İsimleri ilk önce Birre idi. Zati saadetlerinin evine geldikten sonra "Zeynep" koydular.
Ahlakı ve Adetleri

Hz.Ummu Seleme (r.a), hayatını zuhd ü ibadetle geçirmiş bir hatundur. Dünya'nın aldatıcı şeylerine teveccüh etmezdi. Bir ara bir gerdanlık takmıştı. Zatı Saadetlerinin hoşlanmadığını görünce hemen çıkardı ve bir daha takmadı.
Her ayın ilk pazartesi, perşem be ve cuma günleri oruçlu olurdu.
İlk kocasından olan yanında getirdiği çocuklarına karşı son derce müşfikdi. Defalarca Zatı Saadetlerine sormuştu:"Bunlara gösterdiğim şefkat karşılığı ben ne kadar sevap elde edeceğim?" Buyurdular:"Evet sevap elde edeceksin, hem de çok".
Namaz vakitlerinin faziletlerine de çok dikkat ederlerdi, buyurdular: "Zatı saadetleri öğle namazını erken kılarlardı. Siz ise, ikindiye bırakıyorsunuz".
Çok eli açıktı. Başkalrınıda cömertliğe davet ederdi. Faziletleri ve Menkibeleri

Kendisinden rivayet edilmiş bir çok hadis kitaplarda mevcuttur. Hadis dinletmek ve öğretymek hususunda çok meraklıydı. Saçları kirlenmişti, tam yıkayacağı sırda, Zati Saadetleri mimbere çıkmış ve hutbe irad buyuruyorlardı. Fahri Kainat, "Eyyühannas = Ey halk" diye sesini yükseltince, Hz.Ummu Seleme (r.a), elindekileri bir tarafa koyup hemen caminin yolunu tuttu ve şöyle dedi: "Öyle ise biz halka dahil değil miyiz?" Camiye girip hutbeyi ayakta dinledi.
Hz.Ebu Hureyre, Ramazan ayında cenabet halinde bulunmanın orucu bozduğunu düşünüyordu. bir kimse gelip Hz.ayşe ve Hz.Ummu Seleme (r.a)'den mesele hakkında fikir sordu. O zat, onların Ebu Hureyre'nin fikrini tasdik edeceklerini düşünüyordu. Fakat onlar tam zıttı olarak dediler ki: "Zatı Saadetlerinin, bu şekilde dahi oruç tuttuklarını biliyoruz çünkü biz onun evindeydik." Mesele Ebu Hureyreye intikal ettirilince, hatasını kabul eder. "Demek, Ayşe ile Ummu Seleme (r.a)'nin bilgisi benden fazladır" der.
Vefatı
Hz.Ummu Seleme (r.a), Resululllah s.a.v'ın en son vefat eden hanımıdır. Vefat ettiği zman 84 yaşındaydı. Hicretin 63. yılı idi. Cenaze namazını Ebu Hureyre r.a. kıldırmıştı. Zamanın idareciside namazına iştirak ederdi. Hz.Ummu Seleme (r.a) valinin namazını kıldırmaması için vasiyet etmişti. Medine valisi o zaman Velid İbn-i Utbe idi.
KAYNAK:
1) Kadın Sahabiler, Mevlana Niyaz, Tercüme: Prof Ali Genceli, Toker Yayınları
2) Şamil İslam Ansiklopedisi
3 Sahih-i Buhari
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Hazret-i Meymune Bint-i Haris
Müminlerin annesi...
İsimleri ilk önce Berre idi, Zatı saadetleri ile evlendikten sonra ismini değiştirip Meymune koydular.
İlk nikahı Mesud İbn-i Amr İbn-i Umayr Sakafi ile oldu. Resulullahdan önce Ebu rehme İbn-i Abd ul-Uzza'nın karısı idi. Hicri 7.senede ikinci kocasıda öldü
Zatı Saadetleriyle Evliliği
Resulullah'ın son nikahları kendisiyle oldu. Bu nikahta Hazret-i Abbbas Ibn-i Abdulmuttalib r.a. vekaleten bulunmaktaydı. O sıralarda Zatı saadetleri umre niyetiyle Mekke'ye doğru yola çıkmışlardı. Zatı Saadetleri Umre ehramını bağladıktan sonra 500 dirhem mehriye ile kendilerini nikahladılar. Umre dönüşü Mekke'ye on millik mesafede, Serf mevkinde konakladıklarında Hz.Meymune oraya getirilmişti, evlenme merasimleri burada oldu.
peyhan4.jpg

Ahlak ve Adetleri
Hz.Ayşe r.a. anlatıyor:
"Meymune bizim hepimizden fazla Allahından çekinen ve sılayı rahmi gözeten bir hatun idi".
Bir ara bir kadın, hastalığı sırasında adak adamış ce iyi olunca Bettül-Mukaddes'e gidip orada namaz kılayım demişti. Hak Teala kendisine şifa verir. Kadında adağını yerine getirmek için Hz.Meymune'nin yanına gelip izin ister. Hz.Meymune buyurur:
"Mescid-i Nebevi'de kılınacak olan namazın sevabı diğer mescidlerde kılınacak olan namazlardan bin kere fazladır. Sen git Mescidi Nebevi'de namazını kıl."
Bazen borç alır ve hayır işlerine sarfederdi. Bir ara çok borçlanmıştı, borcunu ne şekilde ödeyeceğini kendine sorduklarında:
"Resulullah buyurmuştur, herkes iyi niyetle borçlanırsa, Hak Teala kendisi onun borcunu öder."
Cariyesi bir ara Hz.İbn-i Abbas'ın evine gitmişti. Orada karı koca arasında bazı çekişmeler olduğunu görür, arada ufak tefek incinmeler olduğunu anlar, sorup öğrenmek ister, ev sahibi muayyen günlerde, karısının yatağını ayırmak istermiş. Hz.Meymune bunu duyunca cariyesine:
"Git ve söyle, neden Resulullah'ın usülüne aykırı hareket etmek ister. Bu ginbi durumlarda Resulullah bizim yatağımızda istirahat buyururlardı."
Kendisinden 76 hadis rivayet edilmiştir.
Vefatı
Hicri 51 senede gelin olduğu yerde vefat etti. Düğün merasimin yapıldığı yer onun mezarı oldu. Zatı Saadetlerinin son nikahı olduğu gibi, hatunları arasında en son vefat edenide o oldu.

KAYNAK:
1) Kadın Sahabiler, Mevlana Niyaz, Tercüme: Prof Ali Genceli, Toker Yayınları
 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
[SIZE=+2]ZEYNEB binti ALİ (r.a)[/SIZE]


kadsah1.jpg



Zeyneb binti Ali b. Ebî Tâlib, Rasûlüllah (s.a.s)'in torunudur. Annesi, Rasûlüllah (s.a.s)'ın sevgili kızı Hz. Fâtıma'dır. Rasûlüllah'ın vefatından yaklaşık beş yıl kadar önce dünyaya gelmiştir
Zeyneb; zekî, akl-ı selîm sahibi, gayet düzgün ve edebî konuşan bir hanımdı. Babası kendisini, amcasının oğlu Abdullah b. Cafer'l-e evlendirdi. Ondan Ali, Abbas, Ümmü Külsüm ve Avn el-Ekber adında çocukları oldu. Annesi Fatımatü'z-Zehrâ'dan ve Esmâ binti Umeys'ten hadis rivayet etmiştir.

Hz. Zeyneb, Kerbelâ'da kardeşi Hz. Hüseyinle beraberdi. Hz. Hüseyin ve yanında bulunan yaklaşık 72 kişi şehîd edilip geri kalanlar esir alındı. Esirler, Ubeydullah b. Ziyad'a götürülmek üzere yola çıkarıldıklarında şehidlerin yanında geçirilmişler, bu arada kadınlar feryad edip dövünmeye başlamışlardır.



Zeyneb de:

"Ah ya Muhammed! Semânın bütün melekleri sana selâtü selâm etsin. İşte Hüseyin düzlükte yatıyor, kanlara boyanmış, azaları kesilmiş. Senin kızların ise esir alınmış, zürriyetin tek tek öldürülmüş. Rüzgâr onların üzerine toprak savuruyor" diyerek hem kendisi ağladı, hem de dost düşman herkesi ağlattı
Esirler İbn Ziyad'ın huzuruna çıkarıldıklarında Hz. Zeyneb, en âdî elbiselerini giyerek tanınmaz bir hale gelmişti. Cariyeleri de etrafını sarmıştı.
Ubeydullah; "Şu oturan kadın kimdir?' diye üç kere sorduğu halde Zeyneb ona cevap vermedi.
Cariyelerden biri;
"Bu, Fâtıma'nın kızı Zeyneb'dir" deyince İbn Ziyad Zeyneb'e şöyle dedi:
"Sizleri alçaltan, tek tek öldüren ve ortaya attığınız şeyleri yalanlayan Allah'a hamdolsun."
Hz. Zeyneb ona şöyle cevap verdi:
"Bizleri Muhammed ile şereflendiren ve tertemiz yapan Allah'a hamdolsun! Bizler, kesinlikle senin söylediğin gibi değiliz. Ancak fâsıklar rezîl olur ve fâcirler yalancı çıkartılır."
İbn Ziyâd;
"Allah'ın, senin ailene yaptıklarını nasıl buldun?" diye sorması üzerine Zeyneb;
"Onların üzerine ölüm yazılmıştı. Onlar da öldürülecekleri yere geldiler. Allah onlar ve seni bir araya getirecek ve sizler karşılıklı olarak O'nun huzurunda muhakemeleşeceksiniz" diyerek karşılık verdi.
İbn Ziyad hiddetlenerek;
"Senin azgın kardeşine ve ailenden âsî ve isyankâr olanlara karşı duyduğum kinden artık rahatlamış bulunuyorum" dedi.
Bu sefer Zeyneb;
"Yemin ederim, sen benim yiğidimi öldürdün, ailemi ortada bıraktın, benim akrabalarımı benden kopardın, kökünü kazıdın. Eğer bunlar seni rahatlatıyorsa, rahatlamış oldun!" diyerek cevap verdi.
İbn Ziyad; "Bu bir kahramanlıktır. Yemin ederim, gerçekten senin baban bir kahramandı" deyince
Zeyneb;
"Bir kadının kahramanlıkla ne ilgisi olabilir ki?" dedi
Bu sırada, Hz. Hüseyin"in hayatta kalan oğlu Ali, İbn Ziyad'ın gözüne ilişir. Onunla da bir süre tartıştıktan sonra öldürülmesini emreder.
Hz. Zeyneb;
"Ey İbn Ziyad! Bizden öldürdüğün kimseler yeter. Bizim kanlarımızı içmeye kanmadın mı? Bizden bir kimse bıraktın mı?" diyerek Ali'nin boynuna sarılır ve sözlerine devamla;
"Eğer mü'min isen, Allah adına senden şunu istiyorum; şayet onu öldürürsen beni de onunla birlikte öldür" dedi. Bunun üzerine İbn Ziyad, Ali b. Hüseyin'i öldürmekten vazgeçti
İbn Ziyad, bilahare esirleri Muaviye'nin oğlu Yezid'e gönderdi. Esirler Yezid'in huzuruna getirilince, Şamlı bir adam ayağa kalktı ve;
"Bunların esirleri bize helaldır" dedi, sonra Hz. Ali'nin kızı Fâtıma'yı kasdederek;
"Bunu bana bağışlayıver" dedi. Fâtıma, korkusundan, ablası Zeyneb'in elbisesine sarıldı.
Zeyneb,
"Yalan söyledin ve alçaklık ettin; bu iş ne sana ne de ona helâl değildir" deyince,
Yezid öfkelendi ve
"Allah'a yemin ederim sen yalan söyledin. Bu bana düşer ve ben ona bağışlamayı istersem bağışlayabilirdim" dedi.
Zeyneb;
"Asla! Vallahi sen dinimizden çıkıp başka bir dine girmedikçe, Allah, bunu sana helal kılmış olamaz" diyerek karşılık verdi. Yezid yine gazaba geldi ve;
"Sen bana bu şekilde karşılık mı veriyorsun? Dinden, olsa olsa senin baban ve kardeşin çıkmış olabilir" dedi.
Zeyneb;
"Allah'ın dini ile babamın, kardeşimin ve dedemin dini ile sen de, baban da, deden de hidayet buldunuz" diye cevap verdi.
Bu sefer Yezid;
"Ey Allah'ın düşmanı! Yalan söylüyorsun" dedi.
Zeyneb;
"Sen emîr olduğun halde, haksızlık ediyor ve hakarette bulunuyorsun" deyince Yezid utandı ve sesini kesti.
Daha sonra esirler, oradan çıkarılıp Yezid'in odalarına yerleştirildiler. Yezid'in aile efradı, tek tek onlara taziyede bulundular, onlardan alınan malları ziyadesiyle geri verdiler. Bunun üzerine Hz. Hüseyin'in kızı Silkeyne: "Ben, Muaviye'nin oğlu Yezid'den daha iyilikçi bir Allah inkarcısı görmedim" diyordu
Hz. Zeyneb, H. 65 (684-85) yılı civarında Mısır'da vefat etmiş ve Kanâtırü's-Sibâ' denilen yerde defnedilmiştir.
Mezarı, hâlâ ziyaret edilmekte ve ondan teberrük edilmektedir. Bugün Mısır'da ona nisbet edilen bir cami vardır ki, H.1173 yılında yeniden inşa edilmiştir
 

nigdeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2007
Mesajlar
4,908
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Hazret-i Rukiyye (r.a)

Hazreti Rukıyye radıyallahu anhâ, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin ikinci kızı... Zâtü'l-Hicreteyn = İki hicret sahibi lakabına mazhar çilekeş bir iman eri... Aile olarak kocasıyla ilk hicret eden muhâcirlerden... İslâm davâsı uğruna akla hayale gelmedik eziyetlere ve çeşitli ibtilâlara maruz kalan ve o belâları sabırla geçiştirmesini bilen örnek neslin örnek insanları... Peygamberimizin ilk vefat eden kızı...
O, Peygamberlikten yedi sene önce Mekke'de dünyaya geldi. Hazreti Hatice (r.anhâ) gibi adamış olgun, zeki ve davâ şuûruna sahib bir annenin yanında büyüdü. Eğitimini, edebini, görgüsünü, ahlâkını aile yuvasında tamamladı. Sevgiyi, saygıyı ve insanlara şefkati, merhameti rahmet pınarı baba ocağında öğrendi. O, ablası Zeyneb'in evliliğinden sonra ev hizmetlerinde öne geçti. İşindeki becerisi, titizliği, tertib ve düzenliliğiyle akrabalarının dikkatini çekti. Anneciğinin hizmetlerine kardeşi Ümmü Gülsüm ile beraber yardımcı oldu. Onlar sanki ikiz gibiydiler. Birbirlerine son derece nezaket ve muhabbetle bağlı idiler. Kader onları birbirine öylesine yakın eylemişti ki, hayatları sanki birbirini takip etmekteydi.

Birgün büyük amcaları Ebû Talib ile birlikte bir heyet evlerine geldi. Amcazâdelerinin akrabalığını arzu etmekteydiler. Hoşbeş ettikten sonra sadede gelindi ve Ebû Talib söze başladı. Şöyle dedi:
"Yeğenim Zeyneb'i Ebü'l-Âs İbni Rebî'e verdin. O gerçekten şerefli bir hısımdır. Rukıyye ile Ümmü Gülsüm'ü de amcanın oğulları Utbe ve Uteybe'ye istemeye geldik. Şeref ve soy bakımından onlar da geri değillerdir. Vermeyeceğini zannetmem." dedi.
Muhammedü'l-Emin Efendimiz bu teklife karşı: "Doğru söyledin amcacığım! Akrabaya önem vermek gerekir. Ancak ey amcam! bu konuda bana biraz mühlet ver de kızlarımla konuşayım." buyurdu.
İnsan değerini en iyi bilen o emin, güvenilir insan kızlarına danışmadan bir cevap vermedi. Amcalarına sevgiyle, hürmetle davrandı. Fakat hemen verdim gitti deyip kestirip atmadı. Hane halkıyla istişare etmeyi huzurun mutluluğun kaynağı ve hanımlara verilmesi gereken önemli bir değer olarak kabul etti. Konuyu ev halkına açtı. Sâdık eş Hz. Hatice kızlarına durumu anlattı.
Anne ve kızlar Ebû Leheb'in karısı Ümmü Cemile'yi çok iyi tanıyorlardı. O geçimsiz, katı kalbli, kalb kırıcı söz ve tavırlarıyla meşhurdu. Böyle bir kaynanaya gelin olarak gitmeye kimsenin gönlü ısınamadı. Edeb gözetip işi kendi haline bırakmayı tercih ettiler. Neticede bir takım endişelerle birlikte evlenmelerine karar verildi. Şefkatli baba kızları için bereket diledi. Onları Allah'ın hıfz u emânına bıraktı.
Rukıyye ve Ümmü Gülsüm'ün evliliğinin karara bağlandığı günlerden birgün Mekke semâlarında bir nûr göründü. Sevgili babalarına Cebrâil aleyhisselâm gelmişti. Allah onu kendine resûl olarak seçmişti. O güne kadar "Muhammedü'l-Emin" diye herkesin güvendiği, herşeyini rahatlıkla emanet bıraktığı sevgili babaları şimdi "Muhammedün resûlullah=Allah'ın elçisi" olmuştu.
Yeni gelen Peygamber ve getirdiği dine ilk inanan da sevgili anneleriydi. Peşinden aile efradı olarak Zeyneb, Rukıyye, Ümmü Gülsüm ve Fâtıma inandı. Hz. Ebû Bekir (r.a.) ile başlayan inananlar halkası hergün genişlemeğe, ve sayıları artmağa başladı. Kureyş müşrikleride bu işin önünü almak için toplantılar yaparak şu karara vardılar:
"Muhammed'i yeni görevinde kendi başına serbest bıraktınız. Onu işinden alıkoymak mı istiyorsunuz? O halde kızlarını geri veriniz de onlarla meşgul olsun. Bu meşgale onu ızdıraba sürüklesin..." dediler.
Kureyş'in azılı müşrikleri bir heyet halinde önce Ebû Leheb'in çocuklarına nişanlarını attırdılar. Ebû Leheb çocuklarına: "Eğer Muhammed'in kızlarını boşamazsanız başım başınıza haram olsun. Sizinle bir daha yüzyüze gelmeyeyim" diye tehdit etti. Utbe Rukıyye'den, Uteybe'de Ümmü Gülsüm'den ayrıldılar. Allah Teâlâ merhametiyle Habibi'nin kızlarını odun hamalının tuzağından, cimri ve uğursuz yaşayışından kurtardı. Şefkat ve rahmet ocağı anne ve babalarına döndüler. Ebû'l-Âs İbni Rebî ise asla Zeyneb'ten ayrılmayacağını söyleyerek Kureyş ileri gelenlerinin tekliflerini reddetti.
Kureyşlilerin tuzakları boşa çıktı. Onların düşündükleri gibi kızlarının geri verilmesi Rasûlullah (s.a.)'i davetinden alıkoymadı. İşi sarpa sarmadı. Hatta daha da hayırlı oldu. Zira Allah Teâlâ, Rasûlü'nün iki genç yavrusuna eski kocalarından daha hayırlı sâlih, kerîm, asîl bir aileye mensub, zengin, yumuşak huylu, iyi ahlâklı ve İslâm'a ilk giren sekiz kişiden ve Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Osman İbni Affan (r.a.)'ı nasîb etti. İki Cihan Güneşi Efendimiz onunla Rukıyye (r.anhâ)'yı evlendirdi. Kendilerine dua etti. Allah Teâlâ'dan bereket vermesini niyaz eyledi.
Kureyş müşrikleri bu olup bitenler karşısında daha da hırçınlaştı. Müslümanlara bir iyilik dokunmasını istemiyorlardı. Bu sebebten yeni müslüman olanlara eziyetler etmeye başladılar. Kimsesiz, garib müslümanları işkenceler altında inleterek yeni dinin önünü kesmek istediler. Fakat tam tersine hergün İslâm'la buluşanların sayısı artıyordu.
Buna mukabil müşriklerin de eza ve cefaları akla hayale gelmeyecek şekilde devam ediyordu. Sevgili Efendimiz ashâbının çektiklerini gördükçe üzülüyor ve Rabbısına sığınıyordu. Bir müddet sonra Habeşistan'a hicret etmelerine izin verildi. İlk hicret kafilesinde sevgili damadı Hz. Osman ile sevgili kızı Rukıyye'de vardı. Vatandan, âileden ve rahmet pınarı Efendimiz'den ayrılmak onlar için ne kadar zordu. Fakat müşriklerin zulmüne de dayanılacak gibi değildi. Fahr-i Kâinat (s.a.) efendimiz vedalaşırken şunları söyledi:
"Allah onların yardımcısı olsun. Osman Allah yolunda, Lût'tan sonra ailesiyle hicret edenlerin ilkidir." buyurdu.

peykiz2.gif


Necâşî'nin ülkesine yerleşen muhacirler emniyet ve güven içerisinde ibadetlerini yapmaya, inançlarını rahatlıkla yaşamaya başlamışlardı. Tek üzüntüleri geride bıraktıkları aileleri ve din kardeşleriydi. Rukıyye (r.anhâ)'nın yorgunluktan dolayı sağlık ve sıhhati de bozulmuştu. Bu sebepten ilk çocuğu düşük olmuştu. Kendisi de çok zayıflamıştı. Bu halde iken insan ilgiye muhtaçtı. Hz. Osman (r.a.) da hanımına karşı ilgisini, sevgisini ve hizmetini hiç eksik etmedi. Gurbetçi yalnızlığını hissetirmedi. Hanımına şefkatli bir eş olarak merhametle davrandı. Elemini kederini gidermek için gayret etti. Ona daima manen destek oldu. Moralini yüksek tutmağa çalıştı. Bu arada Mekke'den muhâcirleri sevindirecek haberler gelmeğe başladı. Müşriklerden bazısının İslâm'a girdiği şâyiası yayıldı. Peygamberle beraber Kâbe'de secde ettikleri söylentileri ortalığı kapladı. Bu haberler Habeşistan' a da ulaşınca ashabtan bazıları Mekke'ye geri döndüler. Hz. Osman ile Rukıyye (r.anhâ) da dönenler arasındaydı. Halbuki hadisenin aslı yoktu. Sadece şöyle bir olay geçmişti:
"Sevgili Peygamberimiz Necm Sûresini okurken; "Allah'ı bırakıp taptığınız Lât'ın, Uzza'nın ve üçüncüsü olan diğer Menât'ın zerrece kudretleri var mı? Bize haber verin." âyeti geçmişti. Müşrikler okunan ayetlerin manasının anlaşılmaması için yüksek sesle şamata yapıyorlardı. Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz sûrenin sonuna gelince secde âyetini okudu ve secdeye kapandı. Müşrikler de putlarının adı geçtiği için secdeye vardılar. Onların da aynı anda secde edişleri müşriklerin müslüman olduğu şeklinde yorumlar yapılmasına sebep oldu.
Bu asılsız haberleri duyarak Habeşistan'dan dönen muhacirler vatanlarına geldiklerinde hiç bir şeyin değişmediğini, işkencelerin devam ettiğini gördüler. Himaye altında Mekke'ye girdiler. Rukıyye (r.anhâ) baba evine geldi. Kardeşleri Ümmü Gülsüm ve Fâtıma ile hasret ve muhabbetle kucaklaştılar. Gözyaşları içerisinde tekrar kavuştuklarına şükrettiler. Fakat Rukıyye (r.anhâ) annesini göremiyordu. Kardeşlerine soruyor bir cevap alamıyordu. Sadece hıçkırık ve gözyaşları içerisinde birbirine sarılıyorlardı. Akan gözyaşları Rukıyye'ye doğru cevabı vermişti. Anneciğinin Refik'i Â'lâ ya uçtuğunu anlayınca hıçkırıktan boğazı düğümlendi. Derin bir sûkuta büründü. Ne yapabilirdi ki, Allah'ın hükmüydü. Kaza ve kadere inanan insan ancak sabrederdi. Rukıyye (r.anhâ) da sabır ve metanetle anneciğinden ayrılmanın acısını gönlüne gömdü.
Bundan sonra Mekke'de kalması uzun sürmedi. Medine'ye hicret izini verilmişti. Müslümanlar ikinci hicret yurduna yönelmişlerdi. Onlar da aile olarak tekrar Medine'ye hicret ettiler. Böylece Allah yolunda iki hicret sevabı kazandılar.


Rukıyye (r.anhâ) ikinci hicret yurdu Medine'de oğlu Abdullah'ı dünyaya getirdi. Bu yavrunun doğumuyla ilk çocuğunu kaybetmenin acısını unutmaya çalıştı. Medine'de huzur içerisinde günlerini geçiriyordu. Artık İslâm kardeşliği kurulmuş. Muhacir ve Ensar birbirine kenetlenmiş adeta yek vücut olmuşlardı. Çileli hayat sona ermiş gibiydi. Abdullah da gün geçtikçe büyüyor ve etrafa neşe saçmağa devam ediyordu. Lâkin dünya imtihan yeriydi. Rukiyye (r.anhâ)'ın imtihanları çetin geçmekteydi. Birgün hiç beklenmedik bir hadise oldu. Beşikteki çocuğun yüzünü bir horoz gagaladı. Abdullah'ın yüzünü yaraladı. Yüz kısmındaki yaralar kısa zamanda yayıldı. Etrafı yara-bere içerisinde kaldı. Mikrop kapan ve önü alınamıyan bu yaralardan çocuk kurtulamadı. Birkaç gün içinde Abdullah dünyasını değiştirdi.
İbtilâların üst üste gelmesi Rukıyye (r.anhâ)'nın sıhhatini bozdu. Abdullah'tan başka çocuğu da yoktu. Sonradan da olmadı. Bu sıkıntılar onun ateşinin yükselmesine ve Humma hastalığına yakalanmasına kadar sağlığını etkiledi. Bu arada Bedir'de düşmanı karşılamak için cihad çağrısı yapılmakta idi. Hz. Osman (r.a.) bu davete icabet etmeyi arzulamışdı. Fakat hanımı Rukiyye (r.anha)'nın durumu ciddi idi. Ateşi ve rahatsızlığı gün geçtikçe artıyordu. Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz Hz. Osman'a orduya katılmamasını hanımının yanında kalmasını işaret buyurdu. İyileşmesi için elinden gelen gayreti gösteren Hz. Osman (r.a.) hanımının gözünden gözünü ayırmadı. Hizmetinden uzakta kalmadı. Kul olarak yapabileceğini geriye bırakmadı. Lâkin yazılan vakit gelince o yüce kudrete teslimiyetten başka çare kalmamışdı. Onun sevgi dolu gözlerinin solduğu, ruhunun nâzenin vücudunu terk ettiği sıralarda Bedir Savaşı'nın zafer müjdeleri geldi.
Hz. Rukıyye Peygamberimizin ilk vefat eden kızıydı. Daha henüz 22 yaşlarındaydı. Cenazesini Ümmü Eymen (r.anhâ) yıkadı. Medine halkı Bakî kabristanına taşıdı ve oraya defnedildi. Savaştan dönen Resûl-i Ekrem (s.a.) kabrin başına geldi ve kızına duâ ve niyazda bulundu. Oradan Hz. Osman (r.a.)'ın evine gitti. Onu da teselli etti. Hanımlar gözyaşları içerisinde kendini tutamıyarak ağlıyorlardı. Hz. Ömer (r.a.) müdahale etmek isteyince iki Cihan Güneşi Efendimiz: "Ömer! Bırak onları! Kendi hallerine bırak! Ölüye karşı duygular göz ve kalble ifade edilirse bu Allah'tan'dır. Onun merhametindendir. El ve dil ile yapılırsa şeytandandır." buyurdular.
Allah Teâlâ Hazretleri Resûlünün iki hicret sahibi kızı Rukiyye (r.anhâ) ile iki nur sahibi Hz. Osman (r.a.)'dan râzı olsun. İmanının, cihadının ve çektiği çilelerin mükâfatını en iyi şekilde versin. Bizleri de şefaatlerine nâil eylesin. Amin
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Şeyma Binti Hâris (r.a)
Şeyma binti Hâris radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin süt kızkardeşi!.. Çocukluk yıllarında annesi Halîme hatun ile Efendimize hizmet etmiş bir bahtiyar hanımefendi!..

Süt kardeşi Efendimizi çok seven, yanından ayırmayan bir mübarek abla!..
O, Mekke civarında oturan Hevâzin kabilesinin Benî Sa’d bin Bekir koluna mensuptur. Asıl adı Huzâfe’dir. Şeyma lakabıdır. “Benli” manasına gelen Şeyma adı ile meşhur olmuştur. Babasının adı Hâris bin Abdiluzzâ’dır. Annesi de sevgili peygamberimize süt anne olma şereffne eren bahtiyar hanım Halime es-Sa’diye hatundur.


kadsah19.jpg



Benî Sa’d kabilesi temiz, havadar, suyu bol yerlerde yaşardı. Arap dilini en güzel konuşan kabilelerden biriydi. Cömertlikleriyle meşhurdu.

Şeyma yaş itibariyle Efendimiz’den büyüktü. Çocukluk yıllarında birlikte bulunurken süt kardeşi Muhammed’e çok hizmet etmiştir. Alemlerin Fahri Ebedîsi olacak bu çocuğa yemek yedirir, sevgi ve şefkatle onu kucaklar, birlikte elinden tutar gezdirirdi.

Süt kardeşler olarak Abdullah İbni Hâris, Uneys binti Hâris ve Şeyma vardı. Üçü de Muhammed’i çok severlerdi. Zira bu mübârek çocuğun âilelerine, yurtlarına katılmasıyla evlerine bereket gelmişti. Koyunları çoğalmış, hayvanlarının sütleri bollaşmıştı. Bu sebebten bütün âile efradı anne-baba ve kardeşler olarak hepsi bu varlık nûru çocuğun üzerine titriyorlardı. Ona öz evlâd ve öz kardeş gibi bakıyorlardı.
Birgün varlık nûru Efendimiz’i sahraya çıkarmışlardı, öğlen sıcağına kadar dönmemişlerdi. Halime hatun çocuğun güneş altında kalıp rahatsız olmasından korktu. Merakla evden dışarı çıktı. Etrafa bakındı, kimseyi göremedi. Bir hayli heyecanlanmıştı. Az sonra Şeyma koşarak geldi. Annesi yanında kardeşini göremeyince telaşlandı. Şeyma’ya:
- “Kızım! Göz bebeğim Muhammed nerede?” dedi. O da:
- “Az ileride anneciğim.” dedi. Halime hatun:
- “Aman yavrum! O yavrucak bu sıcakta dışarıda nasıl duruyor?” dedi. Şeyma gayret rahattı. Çocuk saŞyeti içinde:
- “Anneciğim! Kardeşime güneş vurmuyor ki...” dedi. Halime hatun daha çok meraklandı ve:
- “Peki! Bu güneşte nerde oynuyor?” dedi. Şeyma yine sâkin bir şekilde:
- “Anneciğim! Kardeşimin başının üstünde bir bulut kendisini takip ediyor. Nereye gitsek nerde oynasak bulut üstümüzde bize gölge yapıyor. Duruyoruz duruyor, yürüyoruz yürüyor.” dedi
Halime hatun Şeyma’nın bu görülmedik, duyulmadık cevabı karşısında hayretler içerisinde kaldı ve: “Bu nasıl oluyor?” dedi.
Bir türlü aklı hafsalası almıyordu. Şimdiye kadar böylesine olağan üstü bir hal ile karşılaşmamıştı. Bunun bir mucize olduğunu nereden bilecekti. Emzirdiği çocuğun istikbalde insanlığın kurtarıcısı olacağını nasıl anlayacaktı. O nur topu yavruyu Allah Teâlâ kendine seçmişti. Kendisi ile kulları arasında elçi olacaktı. Onu her türlü şartlarda koruyacaktı. Onu büyük geleceğe hazırlamaktaydı. O, son Peygamber olarak son din İslâm’ı yayacaktı. İnsanlığı vahşetten, cehaletten kurtaracak karanlıklardan, nura çıkaracaktı.
Halime hatun ve kızı Şeyma bu hadiselerden sonra varlık nûru Efendimiz’e daha titiz davranmaya başlamışlar ve onu daha yakın takibe almışlardı. Onu gözleri gibi koruyorlardı. Ona bir emanet olarak bakıyor, her türlü hizmetinde üzerine titriyorlardı.
Onunla görülmedik, duyulmadık hadiselere şâhid olmuşlardı. Umulmadık bereketlere kavuşmuşlardı. Bu sebepten süt kardeşler onu hiç yalnız bırakmıyorlardı.
Bir gün yine onunla beraber sahrada koyunların yanında iken süt kardeş Abdullah ağlayarak eve geldi. Annesi Halime hatuna: “Çabuk koşun! Kardeşime bir şeyler oldu.” dedi. Merak içerisinde kendini dışarıya atan Halime hatun oğluna: “Ne oldu? Durma söyle!”dedi. Abdullah hıçkırıklar arasında:
“Koyunların yanında oynuyorduk. Birden bire gökten beyaz kıyafetli üç kişi indi. Kardeşimizi aramızdan alıp tepeye çıkardılar. Sırtüstü yatırıp karnını yardılar.”dedi.
Annesi merakla: “Öldü mü, yaşıyor mu?” dedi.
Abdullah göz yaşları içerisinde: “Bilmiyorum.” diye cevap verdi.
Halime hatun büyük bir heyecanla ve telaş içinde tepeye doğru koşmaya başladı. Yakınlaşınca nur topu yavrucağı sağ olarak gördü. Yüksek bir yere oturmuş göğe doğru bakıyordu. Yanına yaklaştı ve alnından, yüzünden, gözünden öptü.
“Ne oldu oğlum! Seni kim buralara getirdi” diyerek alıp eve götürdü.
Bu tür hadiseler bir kaç defa tekrar edince Halime hatun ve kocası Hâris emaneti yerine ulaştırmaya karar verdi. Öz anne Amine hatuna teslim etmek üzere varlık nurunu Mekke’ye getirdiler.
Süt kardeşler birbirlerini çok sevmişlerdi. Çok güzel geçinmişlerdi. Şeyma abla süt kardeşi Muhammed’e karşı duyduğu ve gönlünde beslediği sevgiyi şu mısralarla dile getirmişti:
“Ey Rabbımız! Kardeşim Muhammed’i bizde bırak
Sonra onu itaat edilen bir efendi olarak,
Düşmanların yüzüstü geldiklerini göreyim.
Ona ebediyyen devam eden bir şeref ve izzet ver.”
Bir başka beytinde de:
“Bu benim öyle bir kardeşimdir ki,
Onu annem dünyaya getirmemiştir.
Babamın, amcamın soyundan da değildir
Ama ona canım fedâ dır.”
Yıllar çabuk geçmekteydi. Varlık nûru büyümüştü. Mekke’nin en güvenilir insanı olmuştu. Ona “Muhammedül-Emîn”denmişti. Asâlet ve zenginliğiyle Mekke’de ün salmış bir hanım olan Hz. Hatice annemizle evlenmişti. Kırk yaşına girdiğinde Allah Teâlâ onu kendisine elçi seçip son peygamber olarak göndermişti. İman mücâdelesi ile geçen Mekke devrinden sonra Medine’ye hicret etmiş, orayı vatan tutup İslâm’ı çevre ülkelere yaymaya başlamıştı.
Sekizinci hicrî yılda doğup büyüdüğü şehir Mekke’yi fethetmiş bütün halkını affetmişti. Sonra Huneyn Gazvesine çıkmıştı.
Bu gazve Hevazin kabilesi ile müslümanlar arasında geçti. Çetin çarpışmalar oldu. Bir çok mal, eşya ganimet olarak alındı. Çok sayıda insan esir olarak getirildi. Efendimizin süt kardeşi Şeyma’da bu esirler arasındaydı.
Şeyma esirler arasında götürülürken kendisine sert davrananlara: “Biliniz ki, vallahi ben sizin efendinizin süt kardeşiyim.” diyerek havayı yumuşatmak istiyordu. Fakat etrafındakileri inandıramamıştı. Zira aradan çok uzun yıllar geçmişti. Onu esirler arasından ayırıp Efendimize götürdüler.
O, İki Cihan Güneşi Efendimizin huzuruna vardığında:
- “Yâ Rasûlallah! Ben senin süt kardeşinim.” dedi. Efendimiz ona:
- “Buna alâmet ve işâret nedir?”dedi. Şeyma kolunu açtı ve:
- “Yâ Rasûlallah! Sen küçük iken beni ısırmıştın! İşte izi.” dedi.
Şeyma o günün hâtıralarını bir bir anlatmaya başladı:
- “Sirer vâdisinde, âilemizin koyunlarını otlatıyorduk. O zaman benim babam senin de süt babandı. Annem de süt annendi. Seni memeden ben ayırmıştım. Hatırladın mı şimdi yâ Rasûlallah!” dedi.
Sevgili Peygamberimiz ısırık izini görünce hatırladı. Şeyma kardeşini tanıdı ve ridasını yere serip üzerine oturttu. Ona sevgi ve şefkatini gösterdi
Aradan uzun yıllar geçmişti. Çocukluk hatıraları gözünün önüne geldi. Bu manzara karşısında duygulandı ve gözleri doldu. Şeyma kardeşine hürmet etti. Hemen süt anne ve süt babasını sordu. Onların daha önce öldüğünü söyleyince Efendimiz hüzünlendi. Şefkat ve Rahmet Peygamberi Efendimiz onu memnun edebilmek için elinden gelen gayreti gösterdi. Süt hemşiresi Şeyma’ya:
“İstersen itibarlı ve sevilen birisi olarak burada kal, her türlü hizmetini göreyim. Eğer kabîlene dönmek istersen seni göndereyim.”dedi.
Şeyma kabîlesine dönmek arzusunu belirtti. Peşinden İslâm dinini kabul edip, kelime-i şehadet getirerek müslümanlığını ilân etti.
Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz süt kardeşi Şeyma radıyallahu anhâ’ya bir erkek bir kadın köle verdi. Bir çok eşya ile birlikte deve ve davar cinsinden hayvanlar hediye ederek kabilesine gönderdi
Allah ondan razı olsun. Rabbimiz şefaatlerine nâil eylesin. Amin

Mustafa ErişAltınoluk Dergisi
 

Im_muslim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
3,194
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
selamünaleyküm kardeşlerim...ben gündüzleri siteye giremiyorum bu nedenle paylaşımlarım az olabilir...sizlerden ALLAH razı olsun kardeşim...

nigdeli, <damla> ve cannet_agacı kardeşlerim sizlere çok teşekkür ederim...paylaşımlarınız çok çok güzel...forum amacına ulaşmıştır RABBİMin izni ile...:):)
 

Im_muslim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
3,194
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
ZÜBEYR B. el-AVVAM (Resulullahın Havarisi)
Zübeyr b. el-Avvam b. Huveylid b. Esed b. Abdi'l-Uzza b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Ka'b. b. Lüeyy el-Kurasî el-Esedî. Büyük oglu Abdullah'tan dolayi "Ebû Abdillah" diye çagrilirdi. Peygamber (s.a.s)'in dostu ve havarisi (yardimcisi), ayni zamanda halasi Safiyye binti Abdulmuttalib'in ogludur.
Cennetle müjdelenen on kisiden biridir. Hz. Ömer'in vefatindan sonra, halife seçimini gerçeklestirmeleri için tayin ettigi alti kisilik "Ashabü's sûra" (danisma kurulu) üyelerindendir. Annesi kendisini "Ebu't-Tâhir" diye çagirirdi. Fakat Zübeyr (r.a) kendisini oglu Abdullah ile künyelendirmis ve bu künye ile taninmistir (el-Askalânî, el-Isâbe fi Temyizi's Sahâbe, Beyrut, t.y., III, 5; Ibn Hisâm, Sîre, Misir 1955, I, 250; Buharî, Fedâilü Ashâbi'n-Nebî, 13; Ibn Abdi'l-Berr, el-Istiâb fî Ma'rifeti'l-Ashâb, Kahire, t.y., II, 510; Ibn Sait Tabakâtü'l-Kübra, Beyrut,1957, III, 100).
Zübeyr, Hz. Ebu Bekir'in Islâm'a girmesinden kIsa bir müddet sonra müslüman olmustur. Ilk müslümanlarin dördüncüsü veya besincisidir. Ancak ne dogum tarihi, ne de kaç yasindayken müslüman oldugu kesin olarak bilinmemektedir. Muhtelif kaynaklar, müslüman oldugu sirada onun 8-16 yaslari arasinda bulundugu söylerse de bu tahminlerin dogrulugu süphelidir. Zira babasi Avvam b. Huveyfid'in Ficar savaslarindan birinde (kuvvetli bir ihtimalle dördüncü ve son savasta) öldürüldügü, onu öldürenin de Mürre b. Muatab es-Sakafi oldugu kabul edIlmektedir. Bazi kaynaklarda Zübeyr (r.a)'in Hz. Afi, Talha ve Sa'd b. Ebi Vakkas ile ayni yilda dogdugu ifade edIlmektedir (el-Endelüsî, el-Ikdü'l-Ferîd, Beyrut, t.y., VI, 92; Ibn Kuteybe, el-Maârif, Lübnan,1970, 96; el-Askalânî, a.g.e., III, 5; Ibnü'l-Esir, Üsdü'l-Gâbe fî Ma'ifeti's-Sahabe, Kahire, 1970, II, 250; Ziriklî, el-A'lâm, Beyrut, 1969, III, 74; Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 510-511; Ibnü'l-Cevzi, Safvetü's Safve, Haleb,1969, I, 342; Butrus el-Bustânî, Dâiretü'l-Maarif, IX, 177).
Son Ficar savasi, Hire hükümdari dördüncü Münzir'in oglu Numan Ebû Kâbûs'un saltanati (585-614) sirasinda meydana gelmistir. Ficar savasi basladigi zaman, kimi rivayetlere göre Peygamber (s.a.s),14-15 yaslarinda, kimi rivayetlere göre ise daha küçük yaslardaydi. Son Ficar savasinda ise O'nun 14-20 yaslarinda oldugu gelen rivayetler arasindadir (Ibn Hisâm, a.g.e., II, 89; Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, trc. Istanbul 1986, I, 511).
Son Ficar savasi ile Peygamber (s.a.s)'in Mekke'lileri Islâm'a davet etmeye basladigi 610 yili arasinda yirmi küsûr yil vardir. Buna göre Ilk müslümanlardan olan Zübeyr (r.a)'in bu tarihte, yirmi yasindan büyük olmasi gerekir.
Zübeyr'in babasi ölünce, amcasi Nevfel onun velâyetini üstlenmisti. Küçük yasta yetim kalan Zübeyr'i, annesi çok döverdi. Amcasi da onu savunur, dövmesine engel olmaya çalisirdi. Ancak Zübeyr büyüyüp müslüman olunca, onu karsi bu sevgisi öfkeye dönüstü. Öyle ki, Islâm'dan dönmesi için onu bir hasira baglayip asar ve ates yakarak dumanla ona iskence ederdi (el-Askalâni, a.g.e., III, 5; Ibn Sa'd, a.g.e., III, 101).
Zübeyr, 615 yilinda Mekkeli müslümanlarla birlikte Habesistan'a hicret etmistir. Medine'ye hicretten sonra muhacirlerle ensâr arasinda kardeslik tesis edildigi zaman Zübeyr ile Seleme b. Selâme b. Vaks kardes ilan edIlmisti (Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 511). Baska rivayetlerde ise, Rasûlüllah'in; Abdullah Ibn Mes'ûd veya Talha ya da Ka'b b. Mâlik'le Zübeyr arasinda kardeslik tesis ettigi ifade edIlmektedir (Ibn Sa'd, a.g.e., III, 102; Ibn HIsam, a.g.e., I, 505).
Bedir günü müslümanlarin sayili birkaç ati vardi. Bunlardan biri de Zübeyr'in Ya'sub adli ati idi. O gün bir çok müsrIki öldürmüstür ki, bunlardan biri "Kureys'in aslani, Muttalibogullari aslani" diye bilinen amcasi Nevfel idi (Ibn HIsam, a.g.e., I, 666, 708; Ibn HIsam, Cemheretü Ensâbi'l-Arab, Kahire, 1982, 120).
Zübeyr'in oglu Abdullah, babasi ile ilgili olarak su olayi anlatiyor: "Ahzâb günü, ben ve Ebû Seleme'nin oglu Ömer (çocuk oldugumuzdan) kadinlarin yaninda birakIlmistik. Bir de baktim ki babam Zübeyr, atinin üstünde Iki yahut üç kere Kurayza ogullarina gidip geldi. Evimize döndügümüzde babama: Babacigim! Ben seni Benî Kurayza yurduna gidip gelirken gördüm dedim. Babam: Sen beni öyle gördün mü evlâdim? dedi. Ben de Evet, dedim. Babam: Rasûlüllah (s.a.s); "Benî Kurayza ya kim gider de onlarin haberini bana getirir" dedi. Ben de gittim. Döndügümde, Rasûlüllah, anasi ile babasini bir arada zikrederek Ânam babam sana feda olsun" dedi (Buharî, Fedâilü Ashâbi'n-Nebi, 13).
Yermük Vakasi gününde Peygamber'in sahâbîleri, Zübeyr'e hitaben:
"Ey Zübeyr! Rumlara siddetli bir saldiri yapmazmisin ki, biz de seninle beraber siddetli bir saldiri yapalim" dediler. Bunun üzerine Zübeyr (r.a) Rumlar üzerine siddetli hamleler yapti. Bu hamleler sirasinda, Rumlar, Zübeyr'in omuz köküne Iki darbe vurdular. Bu Iki genis yara arasinda Bedir'de yedigi bir darbenin çukurlugu vardi ki, oglu Urve; "Ben çocukken bu darbenin yerine parmaklarimi sokar, oynardim" demistir (Buharî, Fedâilü Ashâbi'n-Nebi, 13).
Zübeyr, Misir fethinde de önemli bir rol oynamistir. Nitekim halife Hz. Ömer, 642'de Misir'in Babilin kalesini kusatan Amr Ibnü'l-Âs'a yardim için onu onbin kisilik bir kuvvetle göndermistir. Misir'in o zamanki hükümet merkezi olan Heliopolis de Zübeyr tarafindan alinmistir (Ibnü'l-Esîr, el-Kâmil, Istanbul 1985, II, 5 15, vd; 0A, XIII, 635).
Zübeyr'in, Hz. Osman'a bas kaldiran Misirlilarin, Medine'de gerçeklestirdikleri hareketlerde, Osman'in sehid edilisine kadar, ise aktif olarak karismadigi, bazi rivayetlere göre; hem kendisinin hem de Hz. Ali'nin, Hz. Osman'i korumak üzere ogullarini gönderdikleri ifade edIlmistir.
Hz. Osman'in sehid edIlmesinden sonra, ashabin büyük bir çogunlugu Hz. Ali'ye bey'at etmislerdir. Zübeyr ile Talha da bey'at edenler arasindadir. Bazi rivayetlere göre bu Ikisinin Hz. Ali'ye Istemeyerek bey'at ettikleri görülüyor.
Anlatildigina göre, Zübeyr ve Talha, bey'at isi bittikten sonra Hz. Ali'ye gelerek; "Sana hangi hususta bey'at ettigimizi biliyor musun?" derler. Hz. Ali: "Evet; dinlemek ve itaat etmek üzere. Ebû Bekir, Ömer ve Osman'a hangi hususta bey'at ettiyseniz onun üzerine" der. Onlar ise: "Hayir, biz sana Iste ortak olmak üzere bey'at ettik" derler. Hz. Ali onlarin bu Isteklerini reddeder. Bu defa Kureys'ten rastladiklari bir cemaata Hz. Ali hakkinda ileri geri konusurlar. Bu dedikodulari duyan Hz. Ali, Abdullah b. Mes'ud'u çagirtarak onun görüsünü sorar. Abdullah; "Görüyorum ki, valilik istiyorlar. Sen de Zübeyr'e Basra valiligini, Talha'ya da Kûfe valiligini ver" diyerek Hz. Ali'ye tavsiyede bulunur. Hz. Ali bunu siddetle reddeder. Bilahare, Zübeyr'le Talha, Hz. Ali'ye gelerek umre yapmak üzere Mekke'ye gitmek için izin Isterler. Hz. Ali asil maksadlarini bildigi halde onlara izin verir (Ibn Kuteybe, el-Imameti ve's-Siyâse, 51; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., III, 195 vd).
Bundan sonra, Zübeyr, Talha ve Hz. Âise'nin, Siffin Savasinda Hz. Ali'ye karsi cephe aldiklari görülmektedir. Hz. Ali, onlari karsisinda görmek Istemediginden ikna etme yollarini ariyordu. Bir ara Zübeyr'le karsilasinca ona; "Ey Abdullah'in babasi! Seni buraya getiren nedir?" diye sordu Zübeyr: "Osman'in kanini Istemeye geldim" dedi. Hz. Ali; "Osman'in kanini mi istiyorsun? Allah, Osman'i öldüreni kahretsin. Ey Zübeyr! Rasûlüllah'in sana; "Sen Haksiz oldugun halde Ali ile savasacaksin " dedigini hatirliyor musun?" deyince, Zübeyr; "Allah sahidimdir ki bu dogrudur" der. Hz. Ali; "Öyleyse benimle ne diye savasiyorsun?" diye sorunca Zübeyr "Vallahi bunu unutmustum, sayet hatirlasaydim sana karsi çikmazdim, seninle savasmazdim" dedi (Ibn Kuteybe, a.g.e., 68).
Bu konusmadan sonra Zübeyr savastan çekilerek geri döndü. Medine yolunda Temîm kabilesine ait bir su basina vardiginda orada bulunan Amr b. Cürümüz, onu takibe basladi. Vâdi's-Sibâ' denilen mevkide bir firsatini bularak Zübeyr'i sehid etti (H. 36) (Ibn Kuteybe, a.g.e., 69; Ibn Abdi'l-Berr a.g.e., II, 515; Ibn Sa'd a.g.e., III, 112; el-Askalâni, a.g.e., III, 6).
Sehid edildigi zaman yasi, kimi kaynaklarda 66 veya 67 kimi kaynaklarda 64 kimi kaynaklarda ise 70 olarak kayitlidir (Ibn HIsam, I, 251; Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 516; Ibn Sa'd a.g.e., III, 113; Butrus el-Bustânî, a.g.e., IX, 177).
Zübeyr, sehid edildigi zaman miras olarak geriye epey mal birakmistir. Bu cümleden olarak Medine'de genis bir arazi ve onbir ev, Basra'da Iki ev, Kûfe'de bir ev ve Misir'da bir ev birakmisti. Toplam mirasi yaklasik 52.000.000 (elli Iki milyon) idi. Bazi rivayetlere göre; Misir, 0skenderiye, Kûfe'de arazileri, Baksra'da da evleri vardi. Ayrica Medine'deki arazilerinden de gelir sagliyordu ( Ibn Sa'd, a.g.e., III, 108 vd).
Zübeyr (r.a) kimi rivayetlere göre uzun boyludur. Kimi rivayetlere göre ise orta boylu, esmer benizli, seyrek sakallidir (el-Askalânî, a.g.e., III, 5; Ibn Sa'd, a.g.e., III, 107).
Ashâbdan en çok fetva verenler yedi kisidir. Bunlar; Ömer, Ali, Ibn Mes'ud, Ibn Ömer, Ibn Abbas, Zeyd b. Sabit ve Âise'dir. Bunlardan sonra Ikinci derecede yer alan yirmi sahabeden biri de Zübeyr (r.a)'dir (el-Askalânî, a.g.e., I, 9).
Zübeyr'in çocuklari: Onun onbiri erkek toplam yirmi çocugu vardi. Abdullah, Urve, Münzir, Âsim, Muhacir, Hadicetü'l-Kübra, Ümmü'l-Hasan ve Âise, hanimi Esmâ bint Ebî Bekr'den; Halid, Amr, Habîbe, Sevde ve Hind adli çocuklari Ümmü Halid adindaki hanimindan dünyaya gelmislerdir. Ümmeti Halid'in asil adi, Emetü binti Hafid b. Saîd b. el-Âs'dir.
Diger çocuklari; Mus'ab, Hamza ve Remle, er-Rebâb binti Üneyf isimli hanimindan; Übeyde ve Cafer, Zeyneb binti Mersed isimli hanimindan; Zeyneb adindaki kizi, Ümmü Külsüm binti Ukbe adli hanimindan; Hadicetü's-Sugra adindaki kizi da el-Halâl binti Kays adindaki hanimindan dünyaya gelmislerdir. O, çocuklarina sehid sahabîlerin isimlerini vermekteydi.
Zübeyr sehid edildigi zaman dört hanimi vardi. Bunlardan biri de Âtike binti Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'dir. Bu hanim, Ilk önce Abdullah b. Ebi Bekr'le evlenmis, onun sehid edIlmesinden sonra Ömer b. el-Hattâb'la onun da sehid edIlmesi üzerine Zübeyr (r.a) ile evlenmisti. Bunun için Medine halki: "Kim sehâdet istiyorsa Âtike binti Zeyd'le evlensin" diyorlardi (Ibn Sa'd a.g.e., III, 112).
Zübeyr (r.a), cesur ve gözüpek bir müslümandi. Mekke'de, Allah için Ilk defa kiliç çeken odur. Medine'ye hicret ettikten sonra da yapilan tüm savaslara katIlmis, bütün sIkintili zamanlarda daima Peygamber (s.a.s)'in yaninda bulunmustur. Savasta gösterdigi üstün basaridan ve çok iyi ok attigindan Allah Rasûlü onun, Hadi at! Anam babam sana feda olsun " diyerek memnuniyetini ifade etmistir. Yine onun hakkinda; "iler peygamberin bir havarisi vardir, benim ki de Zübeyr'dir" buyurmuslardir (Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 511, 512, 513; Buharî, Fedâilü Ashâdi'n-Nebî, 13).

Halit ERBOGA
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Havle Binti Kays (r.a)
Havle binti Kays radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin evine sık uğradığı bir hanım sahâbi!.. Bir ana ocağı gibi yanında rahat ettiği, ikramlarını aldığı, yemeklerini yediği bahtiyar bir hanım!..

Efendimizin sevgili amcası seyyidü’s-şühedâ = şehidler efendisi Hazreti Hamza (r.a)’ın hicretten sonraki hanımı!..O, Medine’li olup Neccar oğullarındandır. Hazrec kabîlesine mensuptur. Es’ad İbni Zürâre (r.a) dayısı olur. Babası, Kays İbni Kahd’dır. Annesi, Furay’a binti Zürâre’dir. Havle (r.anhâ) Sâmir lakabıyla da anılır.
Resûl-i Ekrem (s.a ) Efendimizin sevgili amcası Hz. Hamza (r.a) Medine’ye hicret edince; Havle binti Kays (r.anhâ) ile evlendi. Sevgi ve şefkat yuvası olan hânesinde bol bol ikramlarda bulundu.


kadsah26.jpg

Havle (r.anhâ) hizmet ehli, iş bilir ve ikram sever bir hanımdı. Misâfiri eksik olmazdı. Evi, hânesi misâfirsiz kalmazdı. Çok cömertti. İki Cihan Güneşi Efendimiz sevgili amcasının evine sık sık uğrardı. Havle (r.anhâ)’nın şefkati, merhameti, hizmeti Efendimizi celbederdi. Onun hânesini bir ana ocağı gibi bilirdi. Bu yüzden kendi evi gibi rahat hareket eder, çekinmeden yer içerdi.
Birgün sevgili amcasıyla birlikte gelmişlerdi. Havle (r.anhâ) hemen evde olanlardan kısa zamanda bir yemek yaptı. Un, süt ve yağı karıştırarak pişirip önlerine koydu. İki Cihan Güneşi Efendimiz elini uzattığında çok sıcak olduğunu anladı ve geri çekti. Yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için tebessüm ederek şöyle dedi: “Havle! Ne sıcağa sabredebiliyoruz ne de soğuğa.”buyurdu.
Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz ne çok sıcak ne de çok soğuk yemez ve içmezlerdi. Bu davranışı insan sağlığı için belki en önemli ölçülerden biriydi. Sağlık her şeyin başıydı.
Yine bir gün Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz Havle (r.anhâ)nın hânesini ziyarete gelmişti. Sevgili amcası da evde idi. Birlikte sohbet edip yemek yediler. Yemek bittikten sonra Rasûlullah (s.a) Efendimiz etrafındakilere şöyle bir soru yönelterek bir şeyler öğretmek istedi ve:
– “Size hatalarınızı silecek, günahlarınıza keffâret olacak şeyi haber vereyim mi?” buyurdular. Onlar da:
– “Evet ya Rasûlallah! Buyurun, haber verin.” dediler. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimiz:
– “Güçlüklere rağmen abdesti tam almak, mescidlere adımları çoğaltmak ve namazdan sonra namaz beklemektir.”buyurdu.
İki Cihan Güneşi Efendimiz İslâm’ı tebliğ için gayret eder, eline geçen her fırsatı değerlendirmeye çalışırdı. Zaman ve mekânları İslâm’ı öğretmek ve yaymak için vesîle bilirdi.
Birgün yine Havle (r.anhâ)’nın evinde sevgili amcası Hazreti Hamza (r.a) ile dünya malı hakkında sohbet etmişlerdi. Karşılıklı yaptıkları bu tatlı sohbette Efendimiz buyurmuşlar ki:
“Dünya malı tatlıdır, yeşildir, çekicidir. Kim ondan kendisi için helâl olanı alırsa, onu hakkıyla elde ederse, ona bereket verilir. Nice Allah ve Rasûlü’nün malına karışan vardır ki, onlar kıyamet günü ateştedirler.”
İmam Nevevî hazretleri bu hadis-i şerifi Buhârî’den seçerek Riyazussalıhîn kitabına almıştır. Kul hakkına dikkat çekilen Terceme ve şerhi de yapılan bu hadisin tam metni şöyledir:
“Hamza’nın eşi Havle binti Sâmir el-Ensâriyye radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Şüphesiz ki, haksız olarak Allah’ın malını kullanan kimseler, kıyamet gününde cehennemi hak ederler.” (Riyazussalihîn Terceme ve Şerhi c. 2, s. 173)
Allah’ın malı, müslümanların hepsine ait olan devlet malıdır. Bunları haksız yere ve meşru olmayan yollarla sarfetmek en büyük günahlardan sayılır. Cezası ise, kıyamet günü cehenneme girmektir.
Rabbımız cümlemizi bu tür günahlara düşmekten muhâfaza buyursun. Kul hakkı konusunda o yıldız insanların ashâb-ı kiramın gösterdiği hassasiyyetten gönüllerimize hisseler nasîb eylesin. Havle Binti Kays (r.anhâ)’nın şefaatine nâil eylesin. Amin.
Mustafa Eriş
Altınoluk Dergisi
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Ümmü Râfi Selmâ (r.a)
Selmâ radıyallahu anhâ özel hizmetleriyle tanınan bir hanım sahâbi!.. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimize hizmet aşkıyla dolu bir bahtiyar hanım... Efendimizin oğlu Hz. İbrahim’in doğumunda ebelik yapan bir hizmet eri... Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin efendimizin dünyaya teşriflerinde de aynı hizmeti gören bir bahtiyar...
Hazreti Fâtıma radıyallahu anhâ’nın son anlarında iken arzu ve isteklerinin yerine getirilmesinde ve onun gaslinde büyük yardımları dokunan, becerikli, maharetli, özel hizmetli bir hanım sahâbî...
O, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin halası Safiyye binti Abdülmüttalib’in azâtlısıdır. Efendimizin azâtlısı Ebû Râfî’nin hanımıdır.
Ebû Râfî Mısırlı’dır. Sevgili Peygamberimizin amcası Hz. Abbas (r.a)’ın kölesi idi. Bedir Gazvesinden önce müslüman oldu. Fakat müşriklerin şerrinden çekindiği için İslâm’a girdiğini açıklayamadı.


kadsah20.jpg

O, bu sebebten Bedir Savaşına katılamadı. Mekke’de İslâm’ı gizli gizli yaşamaya çalıştı.
Ebû Râfî sanatkâr bir ruha sahibti. Yaptığı el işleriyle geçinirdi. Zemzem kuyusunun yanında ağaçtan su tasları oymacılığı yapardı.
O, Bedir’de esir alınan efendisi Abbas’ın kurtuluş fidyesini Medine’ye götürdü. Daha sonra sevgili amca Abbas, bu sanatkâr mahâretli ve hizmetli kölesi Ebû Râfî’yi Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz’e bağışladı.
Mekke’de müşriklerin ezâ ve cefasından bunalan Ebû Râfî bunu fırsat bilip Medine’ye hicret etti. Ashâb-ı Suffa arasına katılıp İki Cihan Güneşi efendimizin özel hizmetlerinde bulunmaya başladı. Onun samimiyeti, candan hizmeti, iş bilirliği, becerikliliği ve mahâreti dikkat çekmekteydi. O gönlü sevgi dolu Rasûlullah âşığı bir hizmet eri idi.
Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz onu, amcası Abbas’ın müslüman olduğu müjdesini alınca azât etti.
Ebû Râfî (r.a) ise Efendimizden ayrılmamak için azât olmayı bile istemedi. Köle olarak hizmete devam etmeyi âzat olmaktan daha üstün bildi.

İki Cihan Güneşi efendimiz Ebû Râfî (r.a)’ın muhabbet ve teslimiyetini görünce yanından ayırmadı. Onu câriyesi Selmâ (r. anhâ) ile evlendir.Karı-koca aşkla Efendimize hizmet etmeye ve annelerimizin özel hizmetlerinde bulunmaya başladılar. Sanki aile efradından bir ferd gibi sayılır hale geldiler. Fahr-i Kâinat (s.a) efendimizin Ebû Râfî ve hanımı Selmâ’ya iltifatları onlar için bir seâdet vesilesiydi. Kendilerinin aileden sayılmalarını büyük bir bahtiyarlık olarak gördüler.
Selmâ (r. anhâ) becerikli ve çok hünerli bir hanımdı. Cennet efendilerinin seyyidi, Hz. Fâtıma (r. anhâ)’nın iki oğlu Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.a) efendilerimizin dünyaya teşriflerinde doğumlarında hizmet etmiştir. Aynı şekilde Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimizin oğlu İbrahim’in doğumunda da Mâriye annemize hizmet ederek ebelik yapmıştır. İbrahim’in doğumunu kocası Ebû Râfî ile Efendimize müjdelemiştir.
Ümmü Râfî Selmâ (r. anhâ) hizmetleriyle kendisini o derece sevdirmiştir ki; Hz. Fâtıma (r. anhâ) ona anneciğim diye iltifatta bulunmuştur. Rivayetlere göre Hz. Hatice (r. anhâ) annemize de hayatında ve vefatında hizmet etmiştir. Gasil ve tekfininde yardımcı olmuştur.
Hz. Fâtıma (r. anhâ) hastalığının şiddetlenip ağırlaştığını hissedince anneciğim dediği Ümmü Râfî Selmâ (r. anhâ)’yı çağırmıştır. Onunla dertleşip özel görüşmüştür. Yapılması gereken hizmetleri istişare etmiştir.
Hz. Fâtıma (r. anhâ) son anlarını yaşarken efendisi Hz. Ali’den çocuklarının dışarı çıkarılmasını istedi. İçeriye anneciğim dediği Ümmü Râfî Selmâ (r. anhâ) ile Esma binti Ümeys (r. anhâ)’yı çağırdı.
Onların kendisine gusul abdest aldırıp odadan çıkmalarını bir müddet kendisini yalnız bırakmalarını istedi. Rabbime duâ ve niyazda bulunacağım dedi. Ümmü Râfî Selmâ (r. anhâ) güzelce hizmetini gördü. Yatağını odanın ortasına serdi. Kıbleye doğru Hz. Fâtıma (r. anhâ)’yı yatırdı ve kendileri dışarı çıktı.
Hz. Fâtıma (r. anhâ) yalnız başına Rabbına duâya başladı. Derin bir niyaz halinde iken nâzenîn bedenini odanın içinde bırakarak ruhunu Rabbine teslim eyledi.
Ümmü Râfî Selmâ (r. anhâ) hizmet ehli bir hanım olduğu kadar aynı zamanda cihada da katılan bir hanımdı. İki Cihan Güneşi efendimize hem barışta hem de savaşlarda hizmet etmiştir. Bu maksatla Hayber Savaşına katıldığı rivâyet edilmektedir.
Selmâ (r. anhâ) ömrünü Âlemlerin Efendisi sevgili peygamberimize ve âilesine hizmet ederek tamamladı. Cenâb-ı Hak’tan şefaatlerini niyaz ederiz. Amin.


Mustafa Eriş
Altınoluk Dergisi
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Ümmü Süleym (r.a)Ümmü Süleym.
O, mehri İslâm olan, evliliği iman kurtaran bir sevdâlıydı. Ebû Talhâ (r.a.) ile evliliğinden çok az bir zaman geçmişti. İki Cihan Güneşi efendimiz Mekke'den Medine'ye hicret etmiş, Ebû Eyyûb el-Ensârî (r.a.)'ın evine yerleşmişti. Bir hizmetçisi de yoktu. Ashabının her biri sevinçlerinden hediyelerle hoş geldiniz'e gidiyordu. Ümmü Süleym (r.anhâ) da uğrunda bütün sıkıntılara katlandığı biricik oğlu Enes'i hediye etmek istiyordu. Oğlunun Rasûlullah (s.a.)'in hizmetinde bulunmasını ve onun terbiyesinde yetişmesini arzu ediyordu. O sırada Enes on, onbir yaşlarında idi. Ebû Talhâ ile birlikte Enes'in elinden tutup Fahr-i Kâinat (s.a) efendimizin huzuruna geldiler.

Ümmü Süleym (r.anhâ) engin bir muhabbet ve son derece nâzik bir edâ ile:

kadsah39.jpg



"Ya Rasûlallah! Enes terbiyeli, zekî bir çocuktur. Sizin hizmetinizde ve terbiyenizde bulunması için getirdim. Bizim hediyemiz olarak lütfen
 

Im_muslim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
3,194
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
ABDULLAH b. ÜMM-İ MEKTUM

Abdullah bin Ümm-i Mektûm, Peygamberimizin İslâmiyeti anlatmaya başladığı ilk zamanlarda îman ile şereflenerek Müslüman oldu. Mekke’de kâfirlerin zulüm ve eziyetlerinin dayanılmaz hâle gelmesi üzerine ve Medîneli Müslümanlara din esaslarını ögretmek için, Medîne-i Münevvereye hicret etti.
Âmâ olup, sesi çok gürdü. Sabah namazında, önce Hz. Bilâl, sonra İbni Ümm-i Mektûm ezan okurdu. Kâfirlerle silahlı mücâdele başlayınca, harplere katılıp, gür sesiyle düşmanın moralini bozardı.
Bâzı savaşlarda Peygamber efendimiz, onu Medîne-i Münevverede vâli olarak bırakırdı. Peygamberimizin zamanında, onüç defa Medîne’de kalıp, vâlilik ve imamlık yaptı. Resûlullah efendimiz kendisine çok iltifat edip, dâima gönlünü alırdı.
Medîne’de vâlilik ve imametle vazifelendirilmesi, âmâ hâliyle sefer ve muharebelere katılmasının güç olmasındandır.
Bir defasında Resûlullah efendimiz, insanlara dînimizin esaslarını anlatırken, İbni Ümm-i Mektûm yanına geldi. Peygamberimiz, meşguliyetlerınden dolayı, alâkalanmakta geç kaldılar. Daha cevap veremeden Kur’an-ı kerimin sekseninci sûresi olan Abese sûresinin ilk on âyet-i kerimesi indi.
İlâhi emir üzerine, Peygamberimiz, daha fazla alâkalanıp, iltifatını artırdı. Hatta ona, "Merhaba! Ey Rabbimin bana hitâb ve ikâzında bulunmasına sebep olan kişi!” diye iltifat edip, yanına oturtu, hâlini, hatırını sordu.
Hâne-i saadetine alıp, onunla sohbet ederdi. Bir defasında, yine Peygamber efendimizi ziyâret için evine gelmişti. Resûlullahın huzuruna girmek için müsaade istedi. O sırada, Peygamberimizin mübârek hanımları da huzurundaydı.
Resûlullah efendimiz, onun eve girmesine müsaade ettikten sonra, hanımlarına, çekilmelerini emir buyurdular. Bunun üzerine hanımları, gelen kimsenin gözlerinin görmediğini bildirerek, çekilmelerinin sebebini suâl ettiler. Bunun üzerine buyurdu ki:
- O görmüyorsa, siz de görmüyor değilsiniz ya!
Abdullah İbni Ümm-i Mektûm, Vedâ Haccına katıldı. Peygamberimiz Vedâ Hutbesini okurken, gür sesiyle hutbeyi tekrarladı. Hz. Ebû Bekir’in hilâfetinde müezzinlik, Hz. Ömer devrinde de İslâm ordusunda vazife aldı.
Abdullah bin Ümm-i Mektûm hazretleri, Kur’an-ı Kerimi ezbere bilenlerdendi. Kur’an-ı Kerimin kıraatını öğretirdi. Resûlullahın buyurduklarını unutmamak için, sohbetlerinde devamlı hadis-i şerif rivâyet ederdi.
Evi Mescid-i Nebeviye uzakta olmasına rağmen, dâima cemaate gelirdi. Mescide gelirken Hz. Ömer yardım ederdi. Mücâhid olup, cihâdlara dâima katılmak isterdi. Fakat gözleri görmediği için, fiilen katılamamaktan dolayı çok üzülürdü.
Katıldıklarında da gür sesiyle düşmanın moralinin bozulmasına sebep olurdu. 636 senesinde yapılan Kadisiye savaşında, elinde sancak oluduğu hâlde, bir tepeye çıktı. Gür sesiyle düşmanın moralini bozdu.
İbni Ümm-i Mektûm’un bu muharebede şehit olduğu veya dönüşünde vefâtı rivâyet edilir.
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Ümmü Şerîk (r.a)

Ümmü Şerîk radıyallahu anha Mekke’de ev ev dolaşarak Kureyş’li kadınlara İslâm’ı anlatan bir tebliğci.. Allah’a ve Resûlüne iman etmenin ve teslimiyetinin mükâfâtını hayatında iken gören bahtiyar bir hanım sahâbî... Mekke müşriklerinin işkencelerine rağmen imanından taviz vermeyen, açlığa ve susuzluğa katlanan bir kahraman hanım...O, Kureyş’e mensuptur. Mekke’de müslüman oldu. Asıl adı “Guzeyye binti Câbir İbn Hakîm” ’dir. “Ümmü Şerîk” künyesiyle meşhur olmuştur. Bu künye ile anılan birkaç hanım sahâbî olduğu rivayet edilmektedir.
kadsah5.jpg
Ümmü Şerîk (r.anhâ) imanının tadını alan, heyecanını duyan ve İslâm’ı yaymak için canla başla uğraşan bahtiyar bir hanımdı. Kureyş kadınlarının evlerine sık sık ziyaretler yapar ve onları İslâm’a dâvet ederdi. İslâm’ı hanımlar arasında anlatmayı kendine vazife bilmişti. Bu hizmeti gizli gizli yürütürdü. İnsanların şirk bataklığından kurtulup hak yola gelmesinden büyük zevk duyardı. Bu sebepten bu vazifeyi büyük bir aşk ve heyecanla yapardı.
O, Zira bir insanın karanlıktan çıkıp, cehaletten kurtularak hidayete kavuşmasını, putları bırakıp Allah’a yönelmesi ve Kur’an’la buluşmasını, dünya ve içindekilerin kendisine verilmesinden daha hayırlı görürdü.
Ümmü Şerîk (r.anhâ) İslâm’ın güzelliklerini Kureyş’li hanımlar arasında yayabilmek için canhıraş bir şekilde çalışıyordu. Müşriklere yakalanmamak için de elinden gelen gayreti gösteriyordu. Fakat ne çare ki, azgın müşrikler onu takib ediyorlardı. Gün geçtikçe de İslâmiyet hızla yayılıyordu. Mekke dışından da İslâm’a koşanlar çoğalmaya başlamıştı. Müşrikler yeni müslüman olan kimsesiz, gariblere işkence etme kararı aldılar. İslâm adına yapılan faaliyetlerin önünü almak için ezâ ve cefâlarını artırdılar.
Ümmü Şerîk (r.anhâ)’yı önce tehdit ettiler. Sonra hapsettiler. Kızgın güneşin altında bir lokma ekmek bir yudum su vermeden üç gün boyunca eziyet ettiler.
Kureyş’li müşriklerin işkencelerine dayanamayan müslümanlar Mekke’yi terketmek zorunda kaldılar. İnançlarını yaşayabilecekleri yeni yurtlar aradılar. İki Cihan Güneşi Efendimiz önce Habeşistan’a hicret etmelerini işaret buyurdu. Daha sonra Medine’ye hicret izni verildi. Bir müddet sonra da Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz ile Hz. Ebû Bekir Sıddîk radıyallahu anh birlikte Medine’ye hicret ettiler.
Ümmü Şerîk (r.anhâ) da artık Mekke müşriklerinden kurtulmak istiyordu. Medine’ye giden kimse bulamayınca bir yahûdî ailesine katıldı. Yolculuk esnasında imanda sabır ve seat etmenin mükâfatı olarak Allah Teâlâ’nın özel ikramına mazhar oldu. Şöyle ki: “Ümmü Şerîk’in yanındaki suyu bitmişti. Bunu fırsat bilen yahûdî ona dininden dönmedikçe su vermeyeceğini söyledi. Hanımına da; ona su vermemek üzere sıkı sıkıya tenbih etti.
Hava çok sıcaktı. Güneş adeta kavuruyordu. Yolculuk bir hayli zor geçiyordu. Ümmü Şerîk (r.anhâ) iyice halsiz düştü. Hararetten, susuzluktan gücü kuvveti kesilmişti. Zorlukla yürüyor ve konuşuyordu. Onun bu hali yahûdîyi ümitlendirmişti. Tam fırsatı yakaladığını hatta onun dininden dönmekten başka çaresi kalmadığını tahmin etmişti.
Ümmü Şerîk (r.anhâ) ise dünya nimetleri için dininden vazgeçmeyi asla düşünmüyordu. Geçici hayatı ebedî hayata asla tercih etmeyecekti. Yüce Rabbine olan imanı tamdı. O’nun her şeye gücü yeteceğine ve kendine yardım edeceğine inancı sonsuzdu. Nitekim çârelerin tükenmiş gibi gözüktüğü bir gece yarısı Allah Teâlâ’nın yardımı yetişti. Rabbi’sinin özel ikramına nâil oldu.
O herkesin uyuduğu bir sırada göğsünün üzerine bir miktar suyun konduğunu hissetti. Sunulan bu suyu kana kana içti. Üstüne başına dökerek serinledi. Biraz sonra yol arkadaşlarını uyandırmak için seslendi. Onun sesinin gür çıkmasından su bulup içtiği anlaşılmaktaydı. Suyu hanımının verdiğini zanneden yahûdî hanımına çıkıştı. Kızdı, bağırdı ve: “Suyu sen mi verdin?” dedi. Ümmü Şerîk (r.anhâ) bunun kendisine Allah Teâlâ’nın bir ikramı olduğunu hanımının su vermediğini söyledi. Yahûdî su tulumlarına koştu. Onların da ağızlarının bağlı ve çözülmemiş olduğunu görünce hayretler içerisinde kaldı. Nasıl olurdu? Bu büyük bir işti. İnsan üstü bir hadise idi. Bunun mucize olduğunu nerden bilecekti. Ümmü Şerîk’in samîmiyeti ve saf imanı ona çok tesir etmişti. Onun sözleri gönlünde bir sıcaklık oluşmasını sağladı. Kalbi İslâm’ın nurûna açılıverdi ve senin Rabbına inandım dedi. Ailecek İslâmiyetin kendi dinlerinden daha hayırlı olduğunu söyleyerek hep birlikte kelime-i şehadet getirip müslüman oldular.
Ümmü Şerîk (r.anhâ) imanda sebat etmenin mükâfatını peşin gördü. Hem inancından taviz vermedi. Hem de bir ailenin İslâm’a girmesine sebeb oldu.
İşte örnek nesil!.. Ne iman!.. Ne sabır!.. Ne sebat!.. Ve ne seâdet ki, dünya ve ahiret mutluluğunu elde etmek... Hem kendini hem arkadaşını ateşten kurtarmak!.. Ne güzel böyle örnek olabilmek!.. Allahım bizlere de güzel örnekler olabilmeyi ve özel ikramlarına erebilmeyi nasîb et!..
Ümmü Şerîk (r.anhâ) hicret yurdu Medine’de zaman zaman İki Cihan Güneşi Efendimize imkânları nisbetinde ikram etmeyi çok severdi. Kendisi yemez, biriktirdiği yiyecekleri Resûl-i Ekrem (s.a.) Efendimize yedirmeyi tercih ederdi. Bir defasında bir miktar yağ biriktirmişti. Onu hizmetçisi ile gönderdi. Onun bu candan ikramı Efendimizin hoşuna gitti. Yağı boşaltıp tulumu verirken hizmetçiye tulumun ağzını bağlamadan bir yere asmasını tenbih etti. Ağzı açık bir yere asılan tulumun tekrar yağla dolduğu görüldü. Ümmü Şerîk bu hali Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimize arzetti. Efendimiz bunun Rabbimizin bir bereketi, ikramı olduğunu hatırlattı. Yağ tulumunun ağzını bağlamamalarını tekrar tenbihledi. Sevinçle oradan ayrılan Ümmü Şerîk (r.anhâ) bu ikramın Rasûlullah (s.a.)’e olan muhabbetinin peşin mükâfatı olarak gördü.
Ümmü Şerîk (r.anhâ)’nın Medine-i Münevvere’de Resûl-i Ekrem (s.a) ile evlenmeyi arzu ettiği, hatta ona nikahlandığı, fakat evlenmenin gerçekleşmediği söylenmektedir. Rivayet ettiği birkaç hadis-i şerif Kütüb-i Sitte’de yer almaktadır. Bir tanesi şöyledir:“Birgün Resûl-i Ekrem (s.a) efendimiz Ümmü Şerîk’inde bulunduğu bir mecliste deccâl’den söz etti ve: “İnsanlar deccâlden kaçıp dağlara sığınırlar” buyurdu. O yiğit İslâm mücâhidlerinin deccâl karşısında tutunamayıp kaçmaları Ümmü Şerîk’i hem üzmüş hem de meraklandırmıştı. Dayanamayıp Efendimize: “Ya Rasûlallah! O gün Araplar nerede olacak?” diye sordu. Efendimiz de: “Onlar o gün pek azdır.” buyurdu. Deccâl’in karşısında duramayacaklarını, onun şerrinden ve fitnesinden kaçıp kurtulmaya çalışacaklarını ifade buyurdu. (Riyazussâlihîn Terc. ve Şerh. c.7. s,460)
Ümmü Şerîk (r.anhâ)’nın ne zaman vefat ettiği bilinmemektedir. Allah Teâlâ ondan razı olsun. Bizleri şefaatlerine nâil eylesin. Ami
Mustafa Eriş
Altın Oluk Dergisi
 

Im_muslim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
3,194
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
SELAMÜNALEYKÜM KARDEŞLERİM...hayırlı akşamlar...

ALLAHa emanet olunuz...selametle...:H:H:H
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
SELAMÜNALEYKÜM KARDEŞLERİM...hayırlı akşamlar...

ALLAHa emanet olunuz...selametle...:H:H:H


aleykum selam kardeşim sizede hayırlı akşamlar ben vakit buldukça ekliyorum inşallah
rabbimize emanetsiniz inşallah
selma ve dua ile
<<B)>>
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Ümmü Fadl(r.a)
Ümmü Fadl radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin baldızı... Meymûne binti Hâris radıyallahu anhâ annemizin kız kardeşi... Efendimizin sevgili amcası Hazreti Abbas radıyallahu anh'ın âilesi... İslâm'ı ilk kabul eden hanım sahâbîlerden...
O Mekke'de Kinâne kabîlesine mensuptur. Annesinin adı Hind (Havle) binti Avf'dır. Babası Hâris ibni Hazen'dir. Mekke'de Abbas ibni Abdülmuttalib ile evlendi. İlk çocuğu Fadl'ın doğumundan sonra Ümmü Fadl künyesiyle tanındı. Asıl adı Lübâbe'dir.
O, Haticetü'l-Kübrâ (r.anhâ) annemizden sonra Mekke'de İslâm'ı ilk kabul eden, cesûr yiğit hanımefendilerdendir. Kocası Hz. Abbas (r.a.), kendisinden sonra İslâm'la şereflenmiştir.

kadsah11.jpg

Ümmü Fadl (r.anhâ) şecâat sâhibi, cesûr, vakûr ve imanından taviz vermeyen yiğit bir hanım sahâbîdir. Hizmetiyle, sevgisiyle, insanları güzelliklere çağıran İslâm'ın ilk çilekeşlerindendir. Onun İslâm'ın ilk günlerinde gösterdiği kahramanlık dillere destandır. Müslüman kardeşini yalnız bırakmama, onun yardımına koşma ve ona arka çıkma konusundaki fedakârlığı hatırdan çıkmayacak tarzda zihinlere nakşolmuştur. Şöyleki:"Ümmü Fadl (r.anhâ)'nın kocası Abbas'ın Ebû Râfî adında Mısır'lı bir kölesi vardı. O da İslâm'la şereflenmişti. Fakat müşriklerin şerrinden çekindiği için İslâm'a girdiğini ilân edememişti. Ebû Râfî (r.a.) Zemzem kuyusunun yanında ağaçtan su tasları oymacılığı yapardı. Ümmü Fadl (r.anhâ)'nın odası da bu kuyuya yakındı.
Bedir harbinin olduğu günlerdi. Müslümanların müşrikleri hezimete uğrattıkları haberini aldılar. Kâbe çevresinde sevinçli sevinçli bu konu üzerinde konuşurlarken Ebû Leheb yanlarına çıka-geldi. Bu azılı müşrik Bedir'e gitmemişti. Yerine Âs İbni Hişam'ı göndermişti. Fakat devamlı ne olup bittiğini takip ediyordu. Neticeyi sabırsızlıkla bekliyordu. Acı haber, Kureyş'in mağlûbiyeti ona ulaşınca kininden, kibirinden, öfkesinden ne yapacağını bilemedi. Hezimeti bir türlü içine sindiremedi. Nasıl olur? diye düşüncelere daldığı bir sırada Ebû Süfyan'ın karşıdan geldiğini gördü. Yanına çağırdı ve: "Ey kardeşimin oğlu! Nasıl oldu anlat bakalım?" dedi.
Ebû Süfyan hüzünlü hüzünlü: "Hiç sorma! Sanki onların karşısında elimiz kolumuz bağlandı. İstedikleri gibi bir kısmımızı öldürdüler, bir kısmımızı da esir aldılar." diye söze başladı. Sonra devamla: "Vallahi ben bizimkilerden kimseyi kınayıp ayıplamıyorum. Çünki o sırada öyle kimselerle karşılaştık ki, yer ile gök arasında yağız atlara binmiş ve beyazlar giyinmiş adamlar bizlere hücum etti." dedi.
Ebû Râfî (r.a.) onların konuşmalarına kulak misafiri olup dinliyordu. Sevincinden ve heyecanından kendini tutamayarak araya girdi ve: "Vallahi onlar meleklerdir." deyiverdi.
Bedir mağlûbiyetinin hıncıyla dolu olan Ebû Leheb melek sözünü işitince Ebû Râfî (r.a.)'ın üzerine doğru yürüdü. Var gücüyle ona vurmağa başladı. Hıncını ondan çıkarmak istercesine üzerine çullandı.
Ümmü Fadl (r.anhâ) onları takip ediyordu. Müşriklerin Ebû Rafî üzerine doğru yürüdüklerini görünce süratle eline bir çadır direği alarak koştu geldi ve Ebû Leheb'e: "Kimsesi yok diye onu güçsüz gördün değil mi?" diyerek hücum etti. Sırığı kafasına indirdi. Başından yaralanan azgın müşrik bir kadının saldırısını hazmedemeyerek bayılıp yere düştü. Avânelerinin yardımıyla hor ve hakîr olarak oradan ayrıldı. Daha sonra bu eziklik içerisinde kendini yedi durdu. Bir daha ayağa kalkamadı. Kibir ve kiniyle cehennemi boyladı.
Mekke'nin çileli günlerinde böylesine bir fedakârlık, kahramanlık ancak Allah yolunda kardeş olmanın bir meyvesiydi. Ne güçlü iman!... Ne güzel kardeşlik!..
* * *
Ümmü Fadl (r.anhâ) üç kızkardeş idiler. İslâm'ın zor günlerinde üçü birden Allah'a ve Rasûlüne teslim olmuşlardı. İslâm'la şereflenmişlerdi. Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz onlara; "mümine kızkardeşler" diye hitap ederdi. Bu üç kızkardeş Mekke'de bu lakabla meşhur oldu. Bunlardan Hz. Meymûne (r.anhâ) İki Cihan Güneşi Efendimizle evlenerek müminlerin annesi oldu. Hz. Esma binti Umeys (r.anhâ) da Ebû Tâlib'in oğlu Hz. Câfer ile evlendi.* * *
Fahr-i Kâinat (s.a.) Efendimiz sevgili amcası Hz. Abbas (r.a.)'ın evine sık sık giderdi. Hatırlarını sorar ve öğle vakti istirahatini çoğu kere burada yapardı. Amcası ve yengesiyle sohbet ederdi. Birgün Ümmü Fadl (r.anhâ) korkulu ve sıkıntılı bir rüyâ gördü. Onu anlatmak istedi ve Efendimize;
"Yâ Rasûlallah! Bir rüyâ gördüm ve çok korktum." dedi. Rasûl-i Ekrem (s.a.); "Ne gördün?" dedi. O da;

"Yâ Rasûlallah! Sizin vücûdunuzdan bir parçanın kesilip evime konulduğunu gördüm." dedi. İki Cihan Güneşi efendimiz Ümmü Fadl (r.a.)'ın sıkıntısını dağıtmak üzere rüyayı şöyle yordu:
"Hayırlı bir rüya görmüşsün. Fâtımâ'nın bir oğlu dünyaya gelecek. Sen de onu Kusem ile beraber emzireceksin." buyurdu.
Çok geçmeden Hz. Hüseyin (r.a.) dünyaya geldi. Ümmü Fadl (r.anhâ) onu alıp evine götürdü. Doyasıya Hüseyin'i emzirdi. Ona süt annelik yaptı. Onunla ilgilendi. Terbiyesiyle meşgul oldu. Gelişip büyümesine ve güzel yetişmesine gayret etti. Birgün çocuğu alıp Rasûlullah (s.a.) efendimize götürdü. Efendimiz torununu kucağına aldı ve dizine oturttu. Yavrusuyla konuşurcasına başını okşayarak onu sevdi ve yanaklarından öptü. Küçük Hüseyin dedeciği Allah Rasûlü Efendimizin kucağını ıslattı. Ümmü Fadl (r.a.) buna çok üzüldü. Biraz sinirli bir vaziyette öfke ile çocuğu tutup Efendimizin kucağından aldı. Çocuk ağlamaya başladı. Rahmet Peygamberi Efendimiz buna dayanamadı ve: "Ey Ümmü Fadl! Allah iyiliğini versin. Sen onu ağlatmakla beni üzdün." buyurdu.
* * *Ümmü Fadl (r.anhâ), İki Cihan Güneşi efendimizin sevgili amcası Hazreti Abbas (r.a.)'tan altı erkek çocuk dünyaya getirmiştir. Bu mesûd evlilikten Fadl, ]Abdullah,Ubeydullah, Ma'bed, Kusem ve Abdurrahmanadında oğulları olmuştur.
İslâm'ın nurunu ana karnında alan bu iman erleri hem kendilerine hem de çevrelerine ışık saçmışlardır. Her biri yüksek idealler, hedefler peşinde koşmuş, şahsiyetli, vakûr gençler olmuşlardır. İslâm'ı öğrenme ve öğretme konusunda kendileri birer ilim eri olarak çalışmışlardır. Bilhassa Abdullah İbni Abbas(r.a.) ashâb-ı kiram arasında tefsir ve fıkıh konusunda en üst seviyede müracaat kaynağı olmuştur. İslâm'ı yayma konusunda Kusem (r.a.)'ın orta Asya topraklarına kadar gidişi ve o bölgede şehid oluşu, oraya defnedilmesi ne büyük hedeflere sahip olduklarını göstermektedir. Hayatları bizler için ne büyük dersler ve alınacak ne ibretli örnekler ile doludur...
* * *
Hz. Osman (r.a.)'ın halifeliği döneminde ahirete göç eden Ümmü Fadl (r.anhâ) böylesine bir şerefe sahipti. Bir şâir onun hakkında:
"Mâ veledet necîbetün min fahlin
Ammi'n-Nebiyyi'l-Mustafa zi'l-Fazl'ı
Ke sittetin min batni Ümmi'l-Fadl'ı
Ve hâtemi'r-rüsül ve hayrir-rusûl'i"
"Hiç bir asaletli kadın, bir erkekten ümmû Fadl Lübâbe'nin altı çocuğu gibi çocuk doğurmamıştır. Bu Ümmü Fadl ile kocası ne kadar kıymetli, hürmete lâyık ve şerefli gençlerdir ki, kocası, peygamberlerin sonuncusu ve hayırlısının amcasıdır." diye methetmiştir. Cenâb-ı Hak'tan şefaatlerini niyaz ederiz. Amin.


Mustafa Eriş
Altınoluk Dergisi
 

Im_muslim

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Eki 2007
Mesajlar
3,194
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
aleykum selam kardeşim sizede hayırlı akşamlar ben vakit buldukça ekliyorum inşallah

rabbimize emanetsiniz inşallah
selma ve dua ile

<<B)>>

Kardeşim ALLAH razı olsun...İnşallah RABBİM emeklerinizin karşılığını kat kat fazlasıyla ödüllendirsin inşaallah...sizde RABBİMİZE emanetsiniz..selametle kalın...
<<B)>>
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Kardeşim ALLAH razı olsun...İnşallah RABBİM emeklerinizin karşılığını kat kat fazlasıyla ödüllendirsin inşaallah...sizde RABBİMİZE emanetsiniz..selametle kalın...
<<B)>>

amin inşallah inşallah kardeşim bütün kardeşleriminde inşallah rabbim razı olsun duanız için
selam ve dua ile
<<B)>>
 

yavuzst

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Şub 2008
Mesajlar
6
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Konum
konya
ASR-I SAADETTEN GÜLLER..........
Hz. EBÛ BEKR-İ SIDDÎK Peygamberlerden sonra insanların en üstünü
Hz. ÖMER Adâletin timsâli ikinci büyük halîfe
Hz. OSMAN Meleklerin bile hayâ ettiği halîfe
Hz. ALİ BİN EBÎ TÂLİB Allahın arslanı ve Resûlullahın dâmâdı
ABDURRAHMAN BİN AVF Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri
EBÛ UBEYDE BİN CERRÂH Cennetle müjdelenen ümmetin emîni
SA’D BİN EBÎ VAKKÂS Resûlullahın okçusu
TALHÂ BİN UBEYDULLAH İlk Müslüman olanlardan
ZÜBEYR BİN AVVÂM Cennetle müjdelenenlerden
ABBÂS BİN ABDÜLMUTTALİB Peygamberimizin amcası
ABDULLAH BİN ABBÂS Tefsîr âlimlerinin şâhı
ABDULLAH BİN AMR BİN ÂS Hadîs-i şerîf yazması ile meşhûr sahâbî
ABDULLAH BİN CAHŞ Uhud şehitlerinden
ABDULLAH EBUBEKRİ SİDDÎK Hz. Ebu Bekir’in oğlu
ABDULLAH BİN HANZALA Meleklerin yıkadığı sahâbînin oğlu
ABDULLAH BİN HUZÂFE Resûlullahın elçilerinden
ABDULLAH BİN MES’ÛD Kur’ân-ı kerîmi açıktan okuyan ilk sahâbî
ABDULLAH BİN ÖMER En çok hadîs bilen sahâbîlerden
ABDULLAH BİN REVÂHA Resûlullahın şâiri
ABDULLAH BİN SELÂM Bedir’de babasına karşı savaşan sahâbî
ABDULLAH BİN SÜHEYL Tevratta Resûlullahın alâmetlerini görüp Müslüman olan sahâbî :
ABDULLAH BİN ZEYD Sâhib-ül ezân
ABDULLAH BİN ZÜBEYR Medîne’de muhâcirlerden ilk doğan sahâbî :
ADİ BİN HÂTİM TÂİ Âilece cömert olan sahâbî
ÂMİR BİN FÜHEYRE Meleklerin defnettiği sahâbî
AMMÂR BİN YÂSER Şehîd oğlu şehîd
AMR BİN ÂS Meşhûr Arab dâhîlerinden
ÂSIM BİN SÂBİT Arıların koruduğu sahâbî
BERÂ BİN ÂZİB Kıblenin değiştiğini haber veren sahâbî
BEŞİR BİN SA’D Hz. Ebû Bekir’e ilk bîât eden sahabî
BİLÂL-İ HABEŞİ Peygamber efendimizin müezzini
BÜREYDE BİN HASİB Resûlullahın sancaktarı
CÂBİR BİN ABDULLAH Sahâbenin en çok hadîs bildirenlerinden
CA’FER-İ TAYYÂR Cennete uçarak giden sahâbî
DIHYE-İ KELBÎ Cebrâil aleyhisselâmın, şekline girdiği sahâbî
EBÛ DÜCÂNE Peygamber efendimizin fedâisi
EBÛ EYYÛB-EL ENSÂRÎ Mihmândâr-ı Resûlullah
EBÛ HÜREYRE En çok hadîs-i şerîf rivâyet eden sahâbî
EBÛ KATÂDE Resûlullahın süvârilerinden
EBU LÜBÂBE Tevbesi ile meşhûr sahâbî
EBÛ MÛSEL-EŞ’ARÎ Kur’ân-ı kerîmi en iyi okuyan sahâbîlerden
EBÛ SA’ÎD-İ HUDRÎ Çok hadîs rivâyet eden yedi sahâbîden
EBÛ SELEME Tek başına hicret eden sahâbî
EBÛ TALHÂ Resulullahın fedâisi
EBÛ ZER GIFÂRÎ Gıfarî kâbilsenin reisî
EBÜDDERDÂ Kâdılık yapan sahâbîlerden
ENES BİN MÂLİK Resûlullahın hizmetçisi
ERKAM BİN EBİ’L ERKAM Evi ilk vakıf olan sahâbî
ES’AD BİN ZÜRÂRE Câhiliye devrinde de tek bir Allaha inanan sahâbî
FEYRÛZ BİN DEYLEMÎ Yemenli sahâbîlerden
HABBÂB BİN ERET İlk Müslüman sahâbîlerden
HÂLİD BİN SA’ÎD BİN ÂS İlk Müslüman olan sahâbîlerden
HANZALA BİN EBÛ ÂMİR Meleklerin yıkadığı sahâbî
HUBEYB BİN ADİY Darağacında ilk namaz kılan sahâbî
HUZEYFE BİN YEMÂN Sevgili Peygamberimizin sırdaşı
Hz. HAMZA Şehîdlerin efendisi
KÂ’B BİN MÂLİK Peygamber efendimizin şâirlerinden
MİKDÂD BİN ESVED Resûlullahın süvârilerinden
MUHAMMED BİN MESLEME Resûlullah efendimizin fedâîlerinden
MUS’AB BİN UMEYR İslâmda ilk öğretmen
MU’ÂZ BİN CEBEL Helâl ve harâmı iyi bilen sahâbî
NEVFEL BİN HÂRİS Hâşimoğullarının en yaşlısı
NU’MÂN BİN MUKARRİN Eshâb-ı kirâmın meşhûr kumandanlarından
OSMAN BİN MAZ’ÛN Medîne’de ilk vefât eden muhâcir sahâbî
OSMAN BİN TALHÂ Kâbe’nin hizmetinde olan sahâbî
SÂBİT BİN KAYS Peygamber efendimizin hatîblerinden
SA’D BİN MU’ÂZ Ensârın en hayırlılarından
SA’D BİN REBİ Şehîd olurken nasîhat eden sahâbî
SAİD BİN ÂMİR Hz. Ömer’e benzeyen vâli
SÂLİM MEVLÂ EBÛ HUZEYFE Kur’ân-ı kerîmi en iyi okuyanlardan
SEHL BİN HANİF Eshâb-ı kirâmın okçularından
SEHL BİN SA’D Medîne’de en son vefât eden sahâbî
SELEME BİN EKVÂ Piyâdelerin en hayırlısı
SELEME BİN HİŞÂM Kardeşlerinin işkence ettiği sahâbî
SELMÂN-I FÂRİSİ Ehl-i beytten sayılan İranlı sahâbî
SEVBÂN Resûlullahın hizmetçisi
SÜMÂME BİN ÜSÂL Yemâme kabîlesi reisi
TUFEYL BİN AMR Işık Saçan Sahâbî
UBÂDE BİN SÂMİT Akabe bî’atlerinde kavminin temsilcisi olan sahâbî
UKBE BİN ÂMİR Eshâb-ı suffadan
ÜBEYY BİN KÂ’B Kırâati ile meşhûr sahâbî
ÜSÂME BİN ZEYD Resûlullahın çok sevdiği sahâbîlerden
ÜSEYD BİN HUDAYR Eshâb-ı kirâmın sancaktarlarından
VELÎD BİN VELÎD Kardeşleri tarafından işkence gören sahâbî
ABDULLAH BİN ATİK Medîneli ilk Müslümanlardan
ABDULLAH BİN ÜMM-İ MEKTÛM Peygamberimizin müezzinlerinden
ABBAS BİN UBÂDE Ensarın muhaciri diye tanınan sahabî
CÜVEYRİYYE BİNTİ HÂRİS Müminlerin annelerinden
EBU RAFİ Peygamberimizin azatlı kölelerinden
EBU SÜFYAN BİN HÂRİS Peygamberimizin süt kardeşi
FÂTİMA BİNTİ ESED Hz. Ali’in annesi
HACCAC BİN ILAT Mekkeli sahabilerden
HADİCE-TÜL KÜBRA Peygamberimizin ilk hanımı
HAFSA BİNTİ ÖMER Peygamberimizin hanımlarından
HÂLİD BİN VELİD Allahın kıIıcı lâkabı ile tanınan kumandan Sahâbî
HALİME HATUN Peygamberimizin sütannesi
HAMNE BİNTİ CAHŞ Peygamber efendimizin halasının kızı
HANSA HATUN Meşhur kadın şair sahabilerden
HASSAN BİN SABİT Peygamber efendimizin şairlerinden
HÂTİB BİN EBİ BELTEA Peygamber efendimizin elçilerinden
Hz. AİŞE-İ SIDDIKA Peygamberimizin hanımlarından
Hz. FÂTIMA Peygamberimizin en sevgili kerimesi
Hz. HASAN Cennet gençlerinin efendisi
Hz. HÜSEYİN Cennet gençlerinin seyyidi
Hz. REYHANE Peygamberimizin hanımlarından
HZ. SAİD BİN ZEYD Cennetle müjdelenenlerden
İKRİME BİN EBİ CEHİL Meşhur İslâm kumandanlarından
İMRÂN BİN HUSAYN Meleklerle konuşan Sahâbî
KÂ’B BİN ZÜHEYR Peygamberimizin hırkasını verdiği şâir Sahâbî
KATADE BİN NU’MAN Eshab-ı kiramın okçularından
MEYMUNE BİNTİ HÂRİS Peygamberimizin hanımlarından
MUĞİRE-TEBNİ ŞU’BE Meşhûr beş dâhiden biri olan Sahâbî
RİBİ BİN ÂMİR Eshab-ı kiramın elçilerinden
SA’D BİN UBÂDE Ensârın sancaktarlarından
SAFİYYE BİNTİ ABDÜLMUTTALİB Peygamberimizin halası
SAFİYYE BİNTİ HUYEY Peygamberimizin hanımlarından
SEDDAD BİN EVS Ailece müslüman olan sahabilerden
SEVDE BİNTİ ZEM’A Peygamberimizin hanımlarından
SÜRÂKA BİN MÂLİK Eshâb-ı kirâmın süvârilerinden
UKAYL BİN EBİ TÂLİB Hz. Ali’nin abisi
ÜMM-İ EYMEN Peygamberimizin dadısı
ÜMM-İ HABİBE Peygamberimizin hanımlarından
ÜMM-İ HÂNİ Hz. Ali’in kızkardeşi
ÜMM-İ HİRAM Hala sultan olarak tanınan kadın sahabi
ÜMM-İ RUMAN Hz. Ebu Bekir’in hanımı
ÜMM-İ ŞERİK Devsli muhacir hanım sahabîlerden
ÜMM-İ ÜMARE NESİBE HATUN Eshabın kadın kahramanlarından
VAHŞİ Yalancı peygamber Müseyleme’yi öldüren sahabî
ZEYD BİN DESİNNE Darağacından Resulullaha selam gönderen sahabî
ZEYD BİN HÂRİSE İlk îman eden köle
ZEYD BİN SÂBİT En meşhur vahiy kâtibi Sahâbî
ZEYNEB BİNTİ CAHŞ Peygamberimizin hanımlarından
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Fatıma Binti Esed[/FONT][SIZE=+0][FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] (r.a)
[/FONT][/SIZE][FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Fâtıma binti Esed radıyallahu anhâ Hazreti Ali radıyallahu anh’in annesi...

Sevgili Peygamberimize çocukluk döneminde candan hizmet eden, onu her türlü tehlikelere karşı korumaya çalışan, kendi öz çocuklarından önce onun karnını doyuran, üstünü başını temizleyen, saçlarını tarayan hizmetli, şefkatli bir anne...

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin “annemden sonra annem”diye iltifatına mazhar olmuş bir hanım sahâbî...

[/FONT]O Mekke’de Hâşimoğulları kabilesine mensuptur. Amcasının oğlu Ebû Tâlib ile evlendi. Bu evlilikten Tâlib, Akîl, Câfer ve Ali adında dört oğlu, Ümmü Hâni, Cümâne, Rayta ve Esmâ adında da dört kızı dünyaya geldi.

kadsah2.jpg


[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT]​

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]O, Sevgili Peygamberimize sekiz yaşından itibaren annelik yapma şerefini elde eden bahtiyar bir hanımdır. Dedesi Abdülmuttalib’in vefatından sonra amcası Ebû Tâlib’in himayesine verilen varlık nûru Efendimiz, Fâtıma binti Esed’in ellerinde onun sıcak, yakın alâkasıyla, şefkat ve sevgi dolu nazarlarıyla büyümüşdü.
[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Fâtıma binti Esed varlık nuru, inci tanesi bu yetime annesini aratmayacak tarzda candan hizmet etmiş, şefkat ve merhamet nazarlarını üzerinden eksik etmemiştir. Ona karşı davranışlarında ve hizmetlerinde özel ihtimam göstererek evini sımsıcak bir yuva haline getirmeye gayret etmiştir. Bu titizlik ve hizmetteki özel îtinâsı onu Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin hususî iltifatlarına nâil kılmıştır. Efendimiz (s.a.)O’nun hakkında:
“O benim annemdi. Kendi çocukları aç dururken önce benim karnımı doyururdu. Saçımı başımı tarar bir anne şefkati sıcaklığını benden esirgemezdi.” buyurmuştur.
Sevgili Peygamberimiz gençlik devresini kendi yuvasını kuruncaya kadar bu sıcak aile ortamında amcasının ve yengesinin himayesinde geçirdi. Yirmibeş yaşına ulaşınca Kureyş kadınlarının hanımefendisi Hz. Hatice ile evlendi. Huzur ve seâdet dolu mutlu bir yuva kurdu. Kırk yaşına geldiğinde Allah Teâlâ Hazretleri O’nu kendine elçi olarak seçti. Cebrâil aleyhisselâm’ı ona göndererek yeni dinin esaslarını bildirdi. Putlara tapılmamasını, şirke düşülmemesini emretti.
Beklenen yeni din ve son peygamberin geldiği haberleri Mekke sokaklarında yayılmaya başlayınca müşrikler O’nu himâyesiz bırakmağa, hatta öldürmeye yeltendiler. Ama amcası Ebû Tâlib ve hanımı, Fâtıma binti Esed sevgili yeğenlerine arka çıktılar; Onu himayeleri altına aldılar. Kendileri hemen İslâm’a koşamadılar. Fakat onu davâsında serbest bıraktılar. İstediği gibi hareket etmesini sağladılar. İslâm birer birer gönülleri fethedip Müslümanlar çoğaldıkça azgın müşrikler bu gidişâta engel olmak için her türlü zâlimliklerini ortaya koymaya başladılar. İşi iyice ileri götürüp İki Cihan Güneşi Efendimize eziyet etmeye kadar vardırdılar. Kimsesiz müslümanlara akıl almaz işkenceler yaparak onları İslâm’dan döndürmeye çalıştılar. Fakat iman nuruyla kalbi aydınlanmış hiçbir müslümanı kendi taraflarına çeviremediler.
Himayesinde bulunduğu amcası Ebû Tâlib dünyadan göçünce İki Cihan Güneşi Efendimizin işi daha da zorlaştı. İşkenceye varacak tarzda ezâ ve cefâlara maruz kaldı. Bütün bu hâdiseler Fâtıma binti Esed’i çok üzüyordu. Sevgili Peygamberimizi çok seviyor ve O’na inanıyordu. Fakat kocasından dolayı İslâm’ını açığa vuramamıştı. Artık zamanı gelmişti. Onun dâvasına gönül verdiğini îlân ederek O sevgiliye destek olmak istiyordu. Kelime-i şehâdet getirerek İslâm’la şereflendi. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz annesi kadar sevdiği yengesinin müslüman olmasına çok sevindi ve acılarını birazcık olsun unuttu.
Hz. Fâtıma binti Esed (r.anhâ) artık Mekke’de yaşanamayacağına karar verdi ve diğer Müslümanlar gibi Medine’ye hicret etti. Allah yolunda muhâcir olma seâdetini elde etti. Orada oğlu Hz. Ali (r.a) ile Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin kerîmeleri Hz. Fâtıma (r.anhâ)’nın düğünlerini yaptı. Aynı evde gelin kaynana birlikte mesud bir hayat yaşadılar.
O, Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin “Fâtıma benden bir parçadır.”dediği sevgili kızı Hz. Fâtıma’ya kayınvâlide olmuştu. Bunu kendisi için büyük bir bahtiyarlık sayıyordu. Gelinini üzmemek için son derece titiz davranışlar sergiliyordu. Evde iş bölümü yapmışlardı. Herkes kendine düşen vazifeyi yaptıktan sonra birbirine yardıma koşuyordu. Bir muhabbet yuvası teşekkül etmişti. Neşe ve sürûr dolu bu evde gelin kaynana arasındaki muhabbetin en canlı örnekleri görülmekteydi. Onların sevgi ve saygı içerisinde geçinmeleri hem Resûl-i Ekrem (s.a)’i, hem de Hz. Ali (r.a)’ı çok sevindiriyordu. Hânelerine rahmet ve bereket yağıyordu.
İki Cihan Güneşi Efendimiz yengesi Hz. Fâtıma binti Esed (r.anhâ)’nın iyiliklerini hiç unutmamıştı. Ona karşı vefa borcunu, ona olan kadirbilirliğini her fırsatta göstermeğe çalışdı. Medine’deki evinde devamlı ziyaretine gitti. Hâlini, hatırını sordu; çeşitli yardımlarda bulunarak onu gözetti. Bir evlâdın annesine yapması gereken hizmetin daha fazlasını yapmağa gayret etti. Ona “anne” diye hitap etti ve hep o şekilde yâd etti. Zaman zaman öğle üzeri ziyaret eder, yanında kaylûle (öğle istirahati) yapardı.
Sevgili Peygamberimizin Medine’ye yerleşmesinin üzerinden dört sene geçmişti. Mübarek yüzlerinde hiç neşe, sevinç eksik olmazdı. Sîmâlarında her gün seâdet çiçekleri açardı. Bir gün Efendimiz yengesi Hz. Fâtıma’nın vefat haberini aldı. O gün o kadar üzüldü ki “İşte bugün annem vefat etti.”buyurdu. Damadı Hz. Ali (r.a)’ın annesine karşı beslediği derin sevgi ve hürmetini bu şekilde ifade etti.

[/FONT]İki Cihan Güneşi Efendimiz bir vefakârlık örneği olarak o gün sırtından gömleğini çıkarıp Hz. Ali (r.a)’a verdi. Annesine kefen yapılmasını istedi. Cenaze namazını da kendisi kıldırdı. Son bir sevgi işareti ve iltifat olarak kabrine indi ve yanı üzerine biraz uzandı. Gözyaşları içerisinde kabirden çıktı. Yaşlar kabri ıslatmıştı. Sonra Hz. Fâtıma binti Esed (r.anhâ)’nın na’şı kabre kondu.
Ashâb-ı kiram o güne kadar böyle bir şey görmemişlerdi. Merakla Efendimize: “Ya Rasûlallah! Sizin bu kadına yaptığınızı başka hiç bir kimseye yapar iken görmedik” dediler. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimiz ashâbının merakını gidermek üzere şöyle cevap verdi:
“O benim annemden sonra annemdi. Amcam Ebû Tâlib’ten sonra, bu kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan bir kimse olmamıştır. Ona Cennet elbiselerinden giydirilsin diye gömleğimi kefen olarak giydirdim. Kabir hayatı kendisine kolay ve rahat gelsin diye de bir müddet kabrinde uzandım.” buyurdu.
Hz. Fâtıma binti Esed (r.anhâ)’nın kabri üzerine toprak atıldıktan sonra Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz sevgili annesi için şu duâyı yaptı:
“Allah sana merhamet etsin ve seni hayırla mükâfatlandırsın. Anneciğim! Allah sana rahmet etsin. Annemden sonra bana annelik yaptın. Kendin aç kalır beni doyururdun. Kendin giymez beni giydirirdin. En iyi nimetleri kendin yemez bana tattırırdın. Bunu da ancak Allah rızası için ve âhiret yurdunu umarak yapardın.
Allah ki, dirilten ve öldürendir. O hiç ölmeyendir. Devamlı diri olandır O.
Ey Allahım! Annem Fâtıma binti Esed’i affet. Kabrini genişlet. Ben Resûlünün ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için duâmı kabul buyur, ey merhametlilerin en merhametlisi olan yüce Rabbim!”
Sevgili Peygamberimiz annem dediği Hz. Fâtıma binti Esed (r.anhâ)’ya son vazifelerini yaptıktan sonra tebessüm etmeğe başladı. Orada bulunanlara şu müjdeyi verdi:
“Cebrâil aleyhisselâm geldi ve “Bu kadın Cennetliklerdendir.” diye bana haber getirdi. Ayrıca Yüce Allah meleklerinden yetmiş binine bu kadının cenaze namazına katılmalarını emretti. Melekler de onun cenaze namazını kıldılar.”
Elhamdûlillâh!.. Elhamdûlillâh!.. Ne seâdet!.. Ne mutluluk!.. Ne vefâkârlık ve ne kadirbilirlik!.. Ne candan hizmet ve ne güzel mükâfat!.. Allahım bizlere de öylesi seâdetler nasîb et!..
Hz. Fâtıma binti Esed (r.anhâ), Hâşimoğulları soyundan ilk erkek çocuğu dünyaya getiren sâliha bir hanımdır. Ayrıca yine bu soydan gelen ilk halifenin annesi olma şerefine sahiptir. Diğer halifelerin anneleri ise; sevgili Peygamberimizin kızı Hz. Hasan’ın annesi Hz. Fâtimatü’z-Zehrâ (r.anhâ) ile Harun Reşîd’in hanımı ve halife Emin’in annesi Zübeyde’dir. Allah hepsinden râzı olsun.
Cenâb-ı Hak bizleri Hz. Fâtıma binti Esed (r.anhâ) annemizle beraber Cennetinde cem eylesin. Amin.


[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Mustafa Eriş
Altınoluk Dergisihttp://www.altinoluk.com/
[/FONT]
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt