Kardeşler arasına heyhat, sû-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz’ân düştü
Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazân düştü
Barışın Sultanı’na uzanan bir şiir düşerken Genç’in kaleminden… Bombalar düşüyor gökyüzünden. Bir çocuk yüreğinin tam ortasına düşerken yaşlar, bombalar iniyor yedi kat feleğin içinden. Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz derken Yûnus, alevler yükseliyor yeryüzünden. Merdûm-i dîde-i ekvan olan insan bir diğer hemcinsini, kardeşini öldürürken çığlıklar yükseliyor küçücük bedenlerden. Hissiyat körleşiyor, akıl zedeleniyor ve dünyaya yağmur gibi kurşunlar yağıyor. Yüzlerce “insan” toprak üstünde yatarken yüzyıllar önce çürüyen “insanlık” çoktan yerin yedi kat dibine gömülüyor.
Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü
Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfaya talihsiz binlerce kurban düştü
Yağmur… Asr-ı Saâdete doğan nur… Seni görmeden seven Müslümanların bahçesine kor düştü. Alev alev yanarken güller, bülbüllerin kanadına demirden kurşun düştü. Düşmanlık perdeleriyle örtülü gözlerden hiddet, şiddet, vahşet ve felaket düştü. Anbean can verirken Müslüman, şehadetle kalkan parmak bir kurban gibi toprağa düştü.
Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Kâtil sinekler deldi hicâbın perdesini
İstiklâl boşluğunda arılar nâdân düştü
Sararıyor yapraklar, alev alev yanıyor topraklar... Dallar koparken, fidanlar kırılırken teker teker devriliyor ağaçlar… Ağaçlar kan… Kanlarla beslenen kuşlar, çığlık çığlık öten baykuşlar ölüm peşinde; nağme nağme Kur’an okuyan bülbüller kan-revan içinde… Güvercinler yaralı, çok oldu zeytin dalı kırılalı… Öyle bir cihan ve öyle bir zaman ki, bir insanın hayatına denk geliyor diğerinin çıkarı…
Sensiz kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bîcan düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü
Bir Elif suretiyle yarılırken göğüsler, kaldırımlarda verilirken son nefesler, füzelerin altında paramparça oldu yeşeren düşler… Eller, minare gibi yükselirken semaya… Umutlar silahların ucunda, dualar bombaların dumanında… Asr-ı Saâdet bir hazine gibi dururken sol yanımızda; kadınların, çocukların, yaşlıların gözyaşı inciden ve mercandan düştü. Avucumuzdan en son, inci ve mercan düştü. Yağmur…
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zâlime cihan düştü
Sana meftûn ve hayran, sana râm olanlara
Bir belâ tünelinde ağır imtihan düştü
Bir depremdi, ellerinde çocuğunun cesedini taşıyan adamın yere yığılışı… Bir seldi, eşinin ölümüyle acısını dışa vuran kadının gözyaşı… Bir alevdi, ağabeyinin kolu kanadı kırılmış kardeşine haykırışı… Bir âfetti bu, bir felaket… Yirmi birinci yüzyıla kılıcını çekti cehalet… Mazlumlar dünyanın kalbinden sürgün, cennet yağmuruna yakın… Zâlimlerin pençeleri havada, inkar çamuruna sapkın… Bu savaş tünelinde yoğruldu Gazze, Filistin ve yoruldu bütün dünya… Savaşı film gibi seyreden dünya, belâlı bir savaşın ta kendisi aslında…
Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adâletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkûmlar yargılıyor; hâkimler mahkûm şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü
Ezanlar okunurken câmilerde, alevden toplar düştü hakların temeline… Hilâller gökten mihrâba düştü. Acısını kalbinde taşıyan minareler, dua hükmünde uzandı göklere… Adâletin boynu kıvrıldı, merhametin sesi kısıldı, muhabbetin eli kırıldı. Bir kağıt parçasının arasına sıkıştı insanlık… Para kefenine sarıldı ya dünya, gayrı savaş mezar kadar karanlık…
Haritaya oluk oluk kan düştü…
Haritadan yüzlerce can düştü…
Ve savaş… Haritaya akbabalar üşüştü…
senem gezeroğlu//körpe kalemler