Turizm: Yeni barbarlık biçimi
Türkiye gibi ülkeler, turizme ekonomik gelir kaynağı olarak bakıyorlar. Hatta turizmi, "millî servet" olarak görebiliyorlar.
Peki, turizme, bir kültür meselesi, bir tabiî ve tarihî zenginlik meselesi olarak da bakılamaz mı?
Bence hayır; çünkü turizmin doğası izin vermez buna. Turizme ekonomik gelir kaynağı olarak bakanlar da, bir kültür meselesi, bir tabiî ve tarihî zenginlik meselesi olarak bakanlar da, hem baktıkları şeyin ne olduğunu bütün boyutlarıyla göremiyorlar, hem de soruna yalnızca turist bakışı'yla bakıyorlar, demektir.
Turizm, bir kültür meselesi olarak da, bir tabiî ve tarihî zenginlik ve güzellik meselesi olarak da değerlendirilemeyecek kadar kültürden, tabiîlikten ve tarihten uzak bir olgudur.
Turizm, bir yağmalama biçimidir: Tabiatı, tarihi, kültürü yağmalama, tarumâr etme biçimi.
Sekülerliğin hayatımızın her alanına nüfûz etmesi, tabiata, tarihe ve kültüre karşı kolaylıkla duyarsızlaşmamıza yol açabiliyor. İşte turizm, tabiata, tarihe ve kültüre karşı duyarsızlaştığımız, barbarlaştığımız en ayartıcı alanlardan biri.
Turizmin ilk bakışta masumane gerekçeleri var: Seküler iş hayatının mekanikliği, bunaltıcılığı ve boğuculuğundan kaçma ihtiyacı vesaire gibi.
Seküler iş hayatının mekanikliğinden, bunaltıcılığından ve boğuculuğundan kurtulmanın başka yolları yok mu? Bütünüyle sekülerleşmiş Batı toplumlarında bunun başka yolu pek yok, ne yazık ki. O yüzden Batı toplumlarında İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki süreçte yani refah toplumunun ortaya çıkmasıyla birlikte, toplumun en alt gelir gruplarına mensup insanlar da, handiyse yalnızca yılın iki haftası tatil yapabilmek için çalışır hâle gelmişlerdir. Yeni bir köleleşme biçimidir bu.
Turizm, seküler-kapitalist sistemi ayakta tutabilmek için geliştirilmiş en yeni mekanizmalardan biridir oysa. Sekülerleşen, sekülerleştikçe atomlaşan, atomlaştıkça fetişlerine, hazlarına ve arzularına tapınmaya, din-dışı kutsallıklar atfetmeye, fetişlerinin, hazlarının ve arzularının kölesi hâline gelmeye başlayan postmodernleşen toplumların bireyleri, sadece yaz mevsimlerinde değil, yılın bütün zamanlarında, medyanın da oryantalistleştirici, indirgeyici, imajlar üzerinden kimlikleri ve duyarlıkları sığ ve yüzeysel şekillerde inşa edici ayartıcılığı nedeniyle, hayata ve her şeye turist gibi bakıyorlar artık.
Turizm, insanları hayattan, hayatın bunaltıcılığından bir süreliğine de olsa kurtarıyor, hazlarının dünyasına hapsediyor. Ama bu arada olan, kültürel, tabiî ve tarihî doku ve zenginliğe oluyor. Bir yandan en muhteşem tabiî güzellikler, turistlerin yağmalamasına hazır hâle getirilerek bizzat turist alan ülkeler tarafından yağmalanıyor.
Turizm mevsimi geldiğinde de, turistler, sadece hazlarına kilitlendikleri için başta tabiî güzellikler olmak üzere, gittikleri ülkelerin tarihî ve kültürel değerlerini çözmekte, tahrip etmekte en küçük bir sakınca bile görmüyorlar. Çünkü turist bakışı, insanın bakışını sadece kendi hazlarına, egosuna, libidosuna kilitleyen barbar, yağmacı ve duyarsızlaştırıcı bir bakıştır.
İşin daha da ürpertici yanı şu: Batılı ülkelerin turizm politikalarıyla bizim gibi ülkelerin turizm politikaları taban tabana zıt bir görünüm arzediyor: Batılı ülkeler, turizmle bile kendi kültürlerini, tarihlerini ve zenginliklerini gelen turistler üzerinden yeniden üretiyorlar: O yüzden "medeniyet"-kurucu Londra, Roma, Paris, Prag, Viyana gibi kentlere yılda ortalama 30 ilâ 60 milyon turist çekmesini biliyorlar. Ve bu turistlerin kendi kültürel, tarihî ve tabiî dokularına zarar vermelerine aslâ izin vermiyorlar.
Ama Batılı ülkeler, Batı dışındaki dünyalara, coğrafyalara gönderdikleri turistlerin bu konuda en küçük bir duyarlık geliştirmeleri konusunda hiçbir şey yapmıyorlar. Batılılar, sadece Batılıları insan olarak görüyorlar; sadece Batı kültürünü korumaya değer bir varlık olarak değerlendiriyorlar çünkü.
Batılı turistlerin Batı dışındaki kültürleri, tabiî ve tarihî zenginlikleri yağmalamaları, tarumar etmeleri, Batılıları zırnık kadar tedirgin etmeye yetmiyor bile. Barbarlık tam da böyle bir şey işte artık. O yüzden mevcut turizm anlayışlarını ve turizmin, bakışı sakatlayan, insanı hazlarına kilitleyen ve her tür tabiî, tarihî ve kültürel zenginliği ayaklar altına alan saldırısını insanlığa, tabiata ve tarihe karşı işlenen barbarca bir saldırı olarak değerlendiriyor ve kınıyorum.
Yusuf Kaplan - Yeni Şafak
Türkiye gibi ülkeler, turizme ekonomik gelir kaynağı olarak bakıyorlar. Hatta turizmi, "millî servet" olarak görebiliyorlar.
Peki, turizme, bir kültür meselesi, bir tabiî ve tarihî zenginlik meselesi olarak da bakılamaz mı?
Bence hayır; çünkü turizmin doğası izin vermez buna. Turizme ekonomik gelir kaynağı olarak bakanlar da, bir kültür meselesi, bir tabiî ve tarihî zenginlik meselesi olarak bakanlar da, hem baktıkları şeyin ne olduğunu bütün boyutlarıyla göremiyorlar, hem de soruna yalnızca turist bakışı'yla bakıyorlar, demektir.
Turizm, bir kültür meselesi olarak da, bir tabiî ve tarihî zenginlik ve güzellik meselesi olarak da değerlendirilemeyecek kadar kültürden, tabiîlikten ve tarihten uzak bir olgudur.
Turizm, bir yağmalama biçimidir: Tabiatı, tarihi, kültürü yağmalama, tarumâr etme biçimi.
Sekülerliğin hayatımızın her alanına nüfûz etmesi, tabiata, tarihe ve kültüre karşı kolaylıkla duyarsızlaşmamıza yol açabiliyor. İşte turizm, tabiata, tarihe ve kültüre karşı duyarsızlaştığımız, barbarlaştığımız en ayartıcı alanlardan biri.
Turizmin ilk bakışta masumane gerekçeleri var: Seküler iş hayatının mekanikliği, bunaltıcılığı ve boğuculuğundan kaçma ihtiyacı vesaire gibi.
Seküler iş hayatının mekanikliğinden, bunaltıcılığından ve boğuculuğundan kurtulmanın başka yolları yok mu? Bütünüyle sekülerleşmiş Batı toplumlarında bunun başka yolu pek yok, ne yazık ki. O yüzden Batı toplumlarında İkinci Dünya Savaşı'ndan sonraki süreçte yani refah toplumunun ortaya çıkmasıyla birlikte, toplumun en alt gelir gruplarına mensup insanlar da, handiyse yalnızca yılın iki haftası tatil yapabilmek için çalışır hâle gelmişlerdir. Yeni bir köleleşme biçimidir bu.
Turizm, seküler-kapitalist sistemi ayakta tutabilmek için geliştirilmiş en yeni mekanizmalardan biridir oysa. Sekülerleşen, sekülerleştikçe atomlaşan, atomlaştıkça fetişlerine, hazlarına ve arzularına tapınmaya, din-dışı kutsallıklar atfetmeye, fetişlerinin, hazlarının ve arzularının kölesi hâline gelmeye başlayan postmodernleşen toplumların bireyleri, sadece yaz mevsimlerinde değil, yılın bütün zamanlarında, medyanın da oryantalistleştirici, indirgeyici, imajlar üzerinden kimlikleri ve duyarlıkları sığ ve yüzeysel şekillerde inşa edici ayartıcılığı nedeniyle, hayata ve her şeye turist gibi bakıyorlar artık.
Turizm, insanları hayattan, hayatın bunaltıcılığından bir süreliğine de olsa kurtarıyor, hazlarının dünyasına hapsediyor. Ama bu arada olan, kültürel, tabiî ve tarihî doku ve zenginliğe oluyor. Bir yandan en muhteşem tabiî güzellikler, turistlerin yağmalamasına hazır hâle getirilerek bizzat turist alan ülkeler tarafından yağmalanıyor.
Turizm mevsimi geldiğinde de, turistler, sadece hazlarına kilitlendikleri için başta tabiî güzellikler olmak üzere, gittikleri ülkelerin tarihî ve kültürel değerlerini çözmekte, tahrip etmekte en küçük bir sakınca bile görmüyorlar. Çünkü turist bakışı, insanın bakışını sadece kendi hazlarına, egosuna, libidosuna kilitleyen barbar, yağmacı ve duyarsızlaştırıcı bir bakıştır.
İşin daha da ürpertici yanı şu: Batılı ülkelerin turizm politikalarıyla bizim gibi ülkelerin turizm politikaları taban tabana zıt bir görünüm arzediyor: Batılı ülkeler, turizmle bile kendi kültürlerini, tarihlerini ve zenginliklerini gelen turistler üzerinden yeniden üretiyorlar: O yüzden "medeniyet"-kurucu Londra, Roma, Paris, Prag, Viyana gibi kentlere yılda ortalama 30 ilâ 60 milyon turist çekmesini biliyorlar. Ve bu turistlerin kendi kültürel, tarihî ve tabiî dokularına zarar vermelerine aslâ izin vermiyorlar.
Ama Batılı ülkeler, Batı dışındaki dünyalara, coğrafyalara gönderdikleri turistlerin bu konuda en küçük bir duyarlık geliştirmeleri konusunda hiçbir şey yapmıyorlar. Batılılar, sadece Batılıları insan olarak görüyorlar; sadece Batı kültürünü korumaya değer bir varlık olarak değerlendiriyorlar çünkü.
Batılı turistlerin Batı dışındaki kültürleri, tabiî ve tarihî zenginlikleri yağmalamaları, tarumar etmeleri, Batılıları zırnık kadar tedirgin etmeye yetmiyor bile. Barbarlık tam da böyle bir şey işte artık. O yüzden mevcut turizm anlayışlarını ve turizmin, bakışı sakatlayan, insanı hazlarına kilitleyen ve her tür tabiî, tarihî ve kültürel zenginliği ayaklar altına alan saldırısını insanlığa, tabiata ve tarihe karşı işlenen barbarca bir saldırı olarak değerlendiriyor ve kınıyorum.
Yusuf Kaplan - Yeni Şafak