Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tevessül nedir? (13 Kullanıcı)

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
Sual: Tevessül ne demektir?

CEVAP

Resulullah veya evliya zatlarla, Allahü teâlâya tevessül etmek, yani bunların hürmeti için, dilekte bulunmak caizdir. Tevessül etmek, şefaatini istemek demektir. Ehl-i sünnet âlimleri, bunun caiz olduğunu bildirdi. Tevessül edenin duasının kabul olması, tevessül olunanın kerameti olur. Yani, öldükten sonra keramet göstermesi olur. (Hadika)

İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki:

Diriyken tevessül olunan, feyz alınan zata, öldükten sonra da tevessül edilerek, bundan feyz alınır. (Mişkat)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:

Resulullah, muhacirlerin [hicret eden Eshab-ı kiramın] fakirleriyle tevessül edip, fetih ve yardım talep etti. (3/93)

Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki: Peygamberler ve evliya zatlar öldükten sonra da, bunlar vasıtasıyla Allahü teâlâya yalvararak dua etmeye, tevessül ve istigase etmek denir; çünkü bunlar ölünce, mucizeleri ve kerametleri devam eder. (Berika)

Şihabüddin-i Remli hazretleri buyuruyor ki:

Enbiya ölünce mucizeleri, evliya ölünce de kerametleri kesilmez. Enbiyanın mezarda diri olduklarını, namaz kıldıklarını, haccettikleri, hadis-i şerifler açıkça bildirildi. Şehitlerin de diri oldukları, kâfirlerle savaşırken, yardım ettikleri bildirildi. (Şevâhid-ül-hak)

Seyyid Davud bin Süleyman buyuruyor ki:

Tevessül demek, bizim için dua etmelerini dilemektir; çünkü onlar, Allahü teâlânın dünyada da, ahirette de sevgili kullarıdır. Onların istediklerine kavuşacaklarını, her dilediklerinin verileceğini, Kur’ân-ı kerim bildirmektedir. (Minhat-ül-vehbiyye)

Sebeplerden değil, yalnız Allahü teâlânın yaratacağına inanarak dileği yalnız Allah’tan beklemek dinimize uygun tevessül olur. (Kıyamet ve Ahiret)

İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:

Resulullah ile her zaman tevessül etmek çok iyidir. Yaratılmadan önce ve yaratıldıktan sonra, dünyada da, ahirette de, Onunla tevessül olunur. Yaratılmadan önce Onunla tevessül olunacağını gösteren vesikalardan biri, Peygamberlerin ve ümmetlerindeki Velilerin Onunla tevessül etmiş olduklarıdır. (Cevher-ül-munzam)

Yusuf Nebhani hazretleri buyuruyor ki:

Hazret-i Ömer zamanında kıtlık oldu. Bir sahabi, Resulullahın kabrine gelip, (ya Resulallah, ümmetin helâk olmak üzeredir, yağmur yağması için dua eyle!) dedi. Resulullah buna rüyada görünüp yağmur yağacağını haber verdi. Öyle de oldu. Burada, Eshab-ı kiramın, Resulullahın kabrine gelerek tevessül etmiş olduğu bildiriliyor. (Şevâhid-ül-hak)

Kaynak: dinimiz islam

 

Sebahat.28

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Ağu 2008
Mesajlar
160
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
51
Selamün aleyküm Hueyela
Bizi bilgilendirdigin icin tesekkür ederim. Tevessül kelimesini bilmiyordum sevindim. Yagmur ile ilgili Hadisi Serif de hosuma gitti onu da duymamistim. eline yüregine saglik. Allah razi olsun.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
Selamün aleyküm Hueyela
Bizi bilgilendirdigin icin tesekkür ederim. Tevessül kelimesini bilmiyordum sevindim. Yagmur ile ilgili Hadisi Serif de hosuma gitti onu da duymamistim. eline yüregine saglik. Allah razi olsun.

Estağfirullah ben teşekkür ederim. Cenab-ı Hak cümlemizden razı olsun.

Sizinde gözünüze, gönlünüze sağlık.

Dua eder dua beklerim.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
Dua doğru ama ağız yanlış

Dua doğru ama ağız yanlış

Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri de Mişkat tercümesinde buyuruyor ki:
(Peygamberler ve Evliya öldükten sonra, bunlardan yardım istemeye, meşayıh-ı ızam ve fıkıh âlimleri caizdir dedi. Keşf ve kemal sahipleri, bunun doğru olduğunu bildirdi. Bunlardan çoğu ruhlardan feyz alarak yükseldiler. Böyle yükselenlere (Üveysi) dediler. İmam-ı Şafii buyuruyor ki, imam-ı Musa Kazım’ın kabri, duamın kabul olması için bana tiryak gibidir. Bunu çok tecrübe ettim. İmam-ı Gazali buyurdu ki, diri iken tevessül olunan, feyz alınan kimseye, öldükten sonra da tevessül olunarak feyz alınır. Meşayıh-ı kiramın büyüklerinden biri diyor ki, diri iken tasarruf yaptıkları gibi, öldükten sonra da tasarruf, yardım yapan dört büyük Veli gördüm. Bunlardan ikisi, Maruf-i Kerhi ve Abdülkadir-i Geylani hazretleridir. Batı âlimlerinin ve Evliyanın büyüklerinden olan Ahmed bin Zerruk diyor ki, Ebül Abbas-ı Hadremi hazretleri bana sordu ki, diri olan Veli mi, yoksa ölü olan mı daha çok yardım eder? Herkes, diri olan diyor. Ben ise, ölü olan daha çok yardım eder diyorum dedim. Doğru söylüyorsun. Çünkü, diri iken, kullar arasındadır. Öldükten sonra ise, Hakkın huzurundadır buyurdu. [Kılıç kınından çıkınca kesmeye hazır hâle gelmiş olur.]

İnsan ölürken ruhunun ölmediğini âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Kâmillerin, Velilerin ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededirler. Allahü teâlâya manevi olarak yakındırlar. Evliyada, dünyada da, öldükten sonra da keramet vardır. Keramet sahibi olan, ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan, yaratan, yalnız Allahü teâlâdır. Her şey Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Allahü teâlânın kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlânın, dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak bir şey değildir. Diri olanlar vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes, her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır.)

Mevlana Abdülhakim-i Siyalküti hazretleri, Zad-ül-lebib kitabında buyuruyor ki:
(Ölü yardım yapamaz diyenlerin, ne demek istediklerini anlayamıyorum. Dua eden, Allahü teâlâdan istemektedir. Duasının kabul olması için, Allahü teâlânın sevdiği bir kulunu vasıta yapmaktadır. Ya Rabbi! Kendisine bol bol ihsanda bulunduğun bu sevgili kulunun hatırı ve hürmeti için bana da ver demektedir. Yahut, Allahü teâlânın çok sevdiğine inandığı bir kuluna seslenerek, (Ey Allah’ın Velisi, bana şefaat et! Benim için dua et! Allahü teâlânın dileğimi ihsan etmesi için vasıta ol!) demektedir. Dileği veren ve kendisinden istenilen, yalnız Allahü teâlâdır. Veli, yalnız vesiledir, sebeptir. O da fanidir. Yok olacaktır. Hiçbir şey yapamaz. Tasarrufa, gücü, kuvveti yoktur. Böyle söylemek, böyle inanmak şirk olsaydı, Allah’tan başkasına güvenmek olsaydı, diriden de dua istemek, bir şey istemek yasak olurdu. Diriden dua istemek, bir şey istemek, dinimizde yasak edilmemiştir. Hatta müstehap olduğu bildirilmiştir. Her zaman yapılmıştır. Buna inanmayanlar, öldükten sonra keramet kalmaz diyorlarsa, bu sözlerini ispat etmeleri lazımdır. Evet, Evliyanın bir kısmı öldükten sonra, alem-i kudse yükseltilir. Huzur-i ilahide her şeyi unuturlar. Dünyadan ve dünyada olanlardan haberleri olmaz. Duaları duymazlar. Bir şeye vasıta, sebep olmazlar. Dünyada olan, diri olan Evliya arasında da böyle meczuplar bulunur. Bir kimse, keramete hiç inanmıyor ise, hiç ehemmiyeti yoktur. Sözlerini ispat edemez. Kur’an-ı kerim, hadis-i şerifler ve asırlarca görülen, bilinen olaylar, onu haksız çıkarmaktadır.

Bir cahil, bir ahmak, dileğini Allahü teâlânın kudretinden beklemeyip, Veli yaratır, yapar derse, bu düşünce ile ondan isterse, bunu elbet yasak etmeli, ceza da yapmalıdır. Bunu ileri sürerek, İslam âlimlerine, âriflere dil uzatılamaz. Çünkü Resulullah, kabir ziyaret ederken, mevtaya selam verirdi. Mevtadan bir şey istemeyi yasak etmedi. Ziyaret edenin ve ziyaret olunanın hallerine göre, kimine dua edilir, kiminden yardım istenir. Peygamberlerin kabirde diri olduklarını her Müslüman biliyor.)

Vehhabiler, Allahü teâlâdan başka şeylere tapınanların, onları vesile yapanların müşrik olduklarını bildiren âyet-i kerimeleri yazarak: (Peygamberlerden ve salih kullardan ölmüş veya uzakta olanlardan herhangi bir sözle yardım isteyenler, bu âyetlere göre müşrik olur) diyorlar.

Biz müslümanlar, Evliyanın kendiliklerinden bir şey yapacaklarına inanmayız. Allahü teâlâ, onları çok sevdiği için, onların dua ve hatırı ile yaratacağına inanırız. Kullara tapınmak demek, onların sözlerine uyarak, İslamiyet’in dışına çıkmak, onların sözlerini, kitab ve sünnetten üstün tutmak demektir. İslamiyet’i emredenlere uymak, böyle değildir. Buna uymak, İslamiyet’e uymak demektir. Hayber gazasında, Hazret-i Ali’nin gözü ağrıyordu. Resulullah, mübarek ağız suyunu onun gözlerine sürdü ve dua eyledi. Gözleri iyi oldu. Peygamberin hatırı için, Allahü teâlâ şifa ihsan eyledi. Vehhabi (Feth-ul-mecid) kitabı da, 91.sayfasında bunu yazıyor ve Buhari ile Müslim’in haber verdiklerini bildiriyor.

Resulullahın duası kabul olduğu gibi, Onun yolunda, izinde bulunanların da, duaları kabul olur. Kendisi de, 381. sayfada, imam-ı Ahmed’in ve imam-ı Müslim’in, Ebu Hüreyre’den bildirdikleri hadis-i şerifte, (Saçları dağınık ve kapılardan kovulan öyle kimseler vardır ki, bir şey için yemin etseler, Allahü teâlâ onları doğrulamak için, o şeyi yaratır) buyurulduğunu yazmaktadır. Allahü teâlâ, sevdiği kullarını yalancı çıkarmamak için, yemin ettikleri şeyleri bile yaratınca, dualarını elbette kabul buyurur. Allahü teâlâ, Mümin suresinin 60.âyetinde mealen, (Bana dua ediniz! Duanızı kabul ederim) buyuruyor. Duaların kabul olması için şartlar vardır. Bu şartları taşıyan dua elbet kabul olur. Herkes bu şartları bir araya getiremediği için, duaları kabul olmuyor.

Ali Ramiteni hazretleri buyurdu ki:
(Günah işlememiş bir dil ile dua ediniz ki, kabul olsun!) Yani, Huda dostlarının huzurunda tevazu eyleyiniz, yalvarınız da, sizin için dua etsinler. İstigase, yani bir Veliye tevessül de, bu demektir.
[İsa aleyhisselama gelip derler ki, dua ediyorsunuz, devasız hastalıklar iyi oluyor. Hangi duayı okuyorsunuz, bize de söyler misiniz? İsa aleyhisselam da onlara okuduğu duayı söyler. Adamlar bir süre sonra tekrar gelirler, efendim okuyoruz okuyoruz bir şey olmuyor, acaba bize yanlış dua mı öğrettiniz derler. İsa aleyhisselam, (Dua doğru ama ağız yanlış) buyurur, yani doğru dua öğrettim, dua aynı dua ama, ağız aynı ağız değil!]

Bu şartları yaptıklarına güvendiğimiz Âlimlerin, Velilerin dua etmeleri için, onlara yalvarmak, niçin şirk olsun? Biz, Allahü teâlâ, sevdiklerinin ruhlarına işittirir, onların hatırı için, istenileni yaratır diyoruz. Allahü teâlâ için hayvan kesiyor ve Kur’an-ı kerim okuyoruz. Sevabını meyyitin ruhuna gönderip ondan şefaat, yardım istiyoruz. Ölü için ibadet eden elbet müşrik olur. Allahü teâlâ için ibadet edip, sevabını ölüye bağışlayan müşrik olmaz ve hiç suçlu olmaz.

Hazret-i Meryem’in ve Esyed bin Hudayr’ın ve Ebu Müslim Abdullah Havlani’nin kerametlerini, kendisi de yazmaktadır. [Abdullah-ı Havlani, hicri 62 senesinde Şam’da vefat etti.] Evliyanın ruhlarından yardım isteriz. Çünkü, Allahü teâlânın sevdiği kullarının ruhları, diri iken de, öldükten sonra da, Allahü teâlânın verdiği kuvvet ile ve izni ile, dirilere yardım ederler. Böyle inanarak Evliyadan yardım istemek, Allahü teâlâdan başkasına tapınmak olmaz. Ondan istemek olur.

Dua doğru ama ağız yanlış .:.: www.dinimizislam.com :.:.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
İmam Şafi Rahimullah bunu hangi eserinde demiştir ? Kitap ve sünnetten deliliniz nedir bu konuda Allah azze ve Celle Kerim kitabında Rasülü s a v Sahih sünnetinde böyle bir şey bize bildirmişmidir bildirdi ise bunun delilini alabilirmiyiz

Ey akıl sahibi insan Rabbimiz bizlere akıl vermiş ve bir şeyi okurken düşünerek ve tefekkür ederek okumamızı bize söylüyor ?

Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

"Allah'ı bırakıp ta sana fayda da zarar da veremeyecek şeylere dua etme! Eğer böyle yaparsan, şüphesiz zalimlerden olursun. Allah seni bir zarara uğratırsa, onu senden kaldıracak ancak O'dur. Sana bir hayır dilediği takdirde O'nun ihsanını geri çevirecek de yoktur." (Yunus: 10/106)

"Allah'ı bırakıp ta kıyamet gününe kadar cevap veremeyecek olan, kendisine yapılan dualardan habersiz kalan şeylere ibadet edenlerden daha sapık kim olabilir? Kıyamet Günü insanlar haşrolununca, onlar kendilerine yalvarıp yakaranlara düşman olurlar ve kendilerine yapılmış olan ibadetleri reddederler." (Ahkaf: 46/5)

"Yoksa, dua ettiği zaman sıkıntıya düşen kimsenin duasını kabul edip fenalığı gideren, sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı?" (Neml: 27/62)

Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

"Hiç bir şey yaratmayan, üstelik kendileri yaratılmış olan şeyleri mi Allah'a eş tutuyorlar? Halbuki, ibadet ettikleri kimselerin, kendilerine ibadet edenlere yardım etmeye güçleri yetmez. Hatta onlar kendilerine bile yardım etmeye güç yetiremezler." (Araf: 7/191-192)

Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki:

"Önce en yakın akrabalarını uyar." (Şuara: 26/214) ayeti nazil olunca, Rasulullah (s.a.v.) şöyle çağrıda bulundu:

"Ey Kureyş ahalisi! (yahut buna benzer bir hitapla) Kendinizi ateşten kurtarın. Size Allah katında hiç bir faydam dokunmaz. Ey Muttalib'in oğlu Abbas! Allah katında sana hiç bir faydam dokunmaz. Ey Safiyye! (Rasulullah'ın halası) Sana Allah katında hiç bir faydam dokunmaz. Ey Muhammed'in kızı Fatıma! Malımdan ne dilersen vereyim; fakat Allah katında sana bir faydam dokunmaz." (Buhari Vasaya: 11, Tefsir: 26/2, Müslim İman: 206, Nesai Vesaya: 6.)

Rasulullah (s.a.v.) zamanında mü'minlere eziyet eden bir münafık vardı. Bazı mü'minler:

"Şu münafığın şerrinden korunmak için Allah'ın Rasulü'nden yardım isteyelim." dediler. Durumdan haberdar olan Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:

"Benden yardım istenmez, yardım yalnızca Allah'tan istenir." (Taberani, Heysemi Mecmeuz-zevaid: 10/159, Ahmed: 5/317.)

Ey Allah ın kendisine akıl verdiği insan Allah rasülü s a v hayatta olduğu zaman bile kendisine gelipte yardım isteyen kişilere benden yardım istenmez Yardım Allah tan istenir dediği halde O öldükten sonra kendisinden yardım istemek nasıl caiz olur? Siz hiç Kur an okumuyormusunuz ve Rabbimizin şu ayetini 5 vakit namazlarda okuyorsunuz ve bu ayete neden ters düşüyorsunuz ? EY akıl sahibi İnsan ?

FATİHA SÛRESİ Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adıyla

(Rabbimiz) Ancak sana ibadet eder ve ancak senden yardım isteriz.

Ebû Hanîfe dedi ki:

"Dua eden kimsenin filânın hakkı için yahut peygamberlerinin ve rasûllerinin hakkı için Beyt-i Haram'ın ve Meş'ar-i Haram'ın hakkı için senden dilekte bulunuyorum demesi mekruhtur." (Şerhu'l-Akîdeti't-Tahâviyye, s. 234; İthafu's-Saâdeti'l-Muttakîn, II, 285; Aliyyu'l-Kârî, Şerhû'l-Fıkhi'l Ekber, s. 198)

Ebû Hanîfe dedi ki:

"Herhangi bir kimsenin Allah'a ancak onu vesile ederek dua etmesi gerekir. Bir kimsenin senin Arşının izzet noktaları hakkı için yahutta mahlukatının hakkı için demesini mekruh görüyorum." (et-Tevessulu ve'l-Vesile, s. 82; Ayrıca bk. Şerhu'l-Fıkhi'l-Ekber, s. 198)

Şimdi yukarıda bir hadise naklettiniz . Konuyu toparlamak için soruyorum. Hadise şu;

Ömer (r.a.), hilafeti döneminde kuraklık oldu, yağmur duasına çıkmak istedi ve şöyle dedi:

"Allah'ım, biz kıtlıklarda ve kuraklıkta Senin Rasulünü vesile ederek yağmur istiyorduk ve yağmur veriyordun, şimdi de Rasûlullah'ın (s.a.v.) amcası Abbas ile tevessül ediyoruz, dedikten sonra, Ömer (r.a.):
"Ya Abbas, kalk bize dua et." dedi. (Buhari; İstiska: 3, Fadailü Eshabi'n-Nebi: 11.)


Şimdi bunu kabul ettiğiniz anlaşılıyor. Hem şunuda belirtelim. Hazreti Ömerin 'radıyallahü teala anh' Hazreti abbasla tevessül etmesi Efendimizden 'aleyhisselatü vesselam' başkası ilede tevessül edileceğini göstermek içindi, buyuruluyor.

Diri ile olan tevessülü kabul ettikten sonra ölü ile olan tevessülü kabul etmemeniz kabirdekilerin işittiklerine inanmadığınızı gösteriyor. Yanılıyorsam düzeltin. Yazılarınızdan anlaşıldığı kadarıyla sadece ölü ile tevessülü kabul etmiyorsunuz.
Konuyu toparlarsak delilleri ona göre gösteririz konumuz uzamamış kafalar karışmamış olur.

Birde size göre delil, sadece kitab ve sünnet mi yoksa Kitab , Sünnet , İcma-ı ümmet ve Kıyas-ı Fukaha mı. ? Bunuda belirtirseniz sevinirim.

Çünki sorunuzda kitab ve sünnetten deliliniz nedir demişsiniz. Ama aşağıda ise İmam-ı Azam Ebu hanife hazretlerinden delil getirmişsiniz. Bunları netleştirirsek birde niyetlerimiz halis ise inşaallahü teala sonuca varırız.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
Delil istemeniz çok güzel bir şey. Ama vehhabilk ne yazıkki ülkemizdekilere bulaştı.

Bu konuda istemediğiniz kadar delil var. Buyrun okuyun hem ayeti kerime hem hadisi şerif saymakla bitmez. Bizim gibi cahillerin Ayeti kerime hadisi şerifden senet göstermesi uygun değil isede, icma ve kıyası kabul etmediğiniz anlaşılıyor.

Buyrun hep beraber okuyalım delilleri senetleri. Allahü teala samimi olanı doğru yola, razı olduğu yola elbet kavuşturur. Eğer bunlar yetmesse daha nice deliller gösterebilirim.

------------
Nisâ sûresinin altmışüçüncü âyetinde meâlen, (Onlar nefslerine zulm etdikden sonra, gelirler. Allahü teâlâdan afv dilerler. Resûlüm de, onlar için istiğfâr ederse, Allahü teâlâyı elbette tevbeleri kabûl edici ve merhamet edici olarak bulurlar) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme, Kabr-i se’âdeti ziyâret etmeği emr etmekdedir. Bu âyet-i kerîme, hem erkekler içindir, hem de kadınlar içindir. Kabr-i se’âdeti ziyâret ederken, bu âyet-i kerîmeyi okumanın müstehab olduğu bildirilmişdir.
İmâm-ı Alî “radıyallahü anh” buyurdu ki, Muhammed bin Harb Hilâlîden “radıyallahü teâlâ anh” işitdim. Dedi ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” defn olundukdan üç gün sonra, Hucre-i se’âdeti ziyâret edip, bir köşeye oturmuşdum. Bir köylü gelip, kendini Kabr-i se’âdet üzerine atdı. Kabr-i şerîf üstünden toprak alıp, yüzüne gözüne saçdı. Yâ Resûlallah “sallallahü aleyhi ve sellem”! Hak teâlâ senin için buyuruyor, diyerek yukarıdaki âyet-i kerîmeyi okudu. Ben, nefsime zulm etdim. İstiğfâr için seni vesîle ediyorum, dedi. Kabr-i se’âdetden bir ses gelerek, sana müjde olsun! Günâhların afv edildi dediği işitildi.
(Nesefi, c.1,340)

Allahü teâlânın şefâ’at edemiyeceklerini bildirdiği şeylerden, ya’nî putlardan, tapınılan, şerîk edilen şeylerden, şefâ’at istemek yasak edilmişdir. Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, Velîlerin, âlimlerin “rahime-hümullahü teâlâ” şefâ’at edecekleri bildirilmişdir. Bunların şefâ’at etmeleri için, kendilerine yalvarmak, Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere inanmış olmağı göstermekdedir. Evet, şefâ’at, Allahü teâlânın izn vermesi ile olacak. Fekat, izn vereceği kimseleri, Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler bildirmekdedir. Bunlar da, dilediklerine, râzı olduklarına, şefâ’at edeceklerdir. (Vedduhâ) sûresinde, (Rabbin sana, râzı oldum deyinceye kadar, her istediğini verecek) buyurması da, bunu göstermekdedir. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe “rahime-hullahü teâlâ”[1] (Fıkh-ı ekber) kitâbının ondördüncü maddesinde, (Peygamberler ve âlimler, sâlihler, büyük günâhı olanlara şefâ’at edip, Cehennemden kurtaracaklardır) buyurdu. (Fıkh-i ekber)in, (Kavl-ül-fasl) şerhinde, bu husûsda geniş bilgi vardır.
Evliyâya yalvarmak, Allahü teâlânın, onlara izn vermesi için değil, izn verdiği zemân bize de şefâ’at etmeleri içindir. Bu inceliği anlıyamıyan bir kimse, sapıtmakda, şefâ’at istiyen milyonlarca müslimâna kâfir damgası basmakdadır. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” mü’minlere şefâ’at edeceğini buyurduğunu, müşriklere şefâ’at edilmiyeceğini, vehhabilerin kendi kitâbları da yazıyor. Ölülerden şefâ’at istemenin şirk olduğunu vehhabiler uyduruyor. Bu müşriklere şefâ’at edilmiyeceğini Kur’ân-ı kerîm bildiriyor diyerek, Allahü teâlânın kitâbını kendine yalancı şâhid göstermeğe kalkışıyor.

Vehhâbî yazar, Taberânînin bildirdiği hadîs-i şerîfi yazarak, kuldan istigâse etmek şirkdir diyor. Bu hadîs-i şerîfde, bir münâfık, mü’minlere sıkıntı veriyordu. Ebû Bekr-i Sıddîk, gidelim, Resûlullaha istigâse edelim, ona sığınalım dedi. Resûlullah da, (Bana istigâse olunmaz. Allaha istigâse olunur) buyurdu. Vehhâbî, bu hadîs-i şerîfi ileri sürerek, Ehl-i sünnete hücûm etmek çabasındadır. Hâlbuki hadîs-i şerîf, herkesi her zarardan koruyan Allahü teâlâdır. Koruyucu sebebleri yaratan ve bu sebeblere koruma kuvvetini ve te’sîrini veren Odur. O korumak istemese, sebebe kavuşdurmaz. Sebeb olsa da, te’sîr edemez demekdir. Hadîs-i şerîf, (Bana sığınanlar, te’sîri benden değil, Allahdan bilsin) demekdir. Hazret-i Ebû Bekr, böyle olduğunu bilmiyor mu idi. Elbet biliyordu. Fekat kıyâmete kadar gelecek olan mü’minlerin, onun bu sözünü yanlış anlamamaları için, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, onun bu kısa sözünü açıkladı. Bunun için, bütün mü’minler, her zemân, te’sîri yalnız Allahü teâlâdan bilirler. İmâm-ı Muhammed Ma’sûm, (Mektûbât)ının birinci cildi, yüzonuncu mektûbunda buyuruyor ki: Allahü teâlâ, kendi kudretini sebebler altında gizledi. Kudret sâhibi yalnız kendisi olduğunu bildirdiği gibi, sebeblere yapışmağı emr buyurdu. Tâm müslimânın, sebeblere yapışmasını ve sebeblere kuvvet veren yaratana güveneceğini bildirdi. Ya’kûb aleyhisselâmın bu ikisini birlikde yapdığını Kur’ân-ı kerîmde bildirerek, onu övdü. Yûsüf sûresinde meâlen, (Ya’kûb aleyhisselâm, bizim bildirdiğimizi bilir. Fekat, insanların çoğu, takdîrin tedbîre gâlib olduğunu bilmezler) buyurdu. Tibyân tefsîrinde, bu âyet-i kerîmeye (Müşrikler, Allahü teâlânın Evliyâsına ilhâm etdiği şeyleri bilmezler) demişdir. Te’sîri sebeblerden bilip, Allahü teâlânın kuvveti ile te’sîr etdiklerini bilmiyenler sapıkdır. Sebebleri ortadan kaldırmak isteyen de, Allahü teâlânın hikmetini bilmemiş, Allahü teâlânın, mahlûkları boş yere, fâidesiz yaratmış olduğunu söylemiş olur. İnsanları tenbelliğe sürükler. Sebeblere te’sîr kuvvetini Allahü teâlânın verdiğine inanan ise, hak yola kavuşmuş olur. Her iki tehlükeden kurtulmuş olur. Yüzonuncu mektûbun tercemesi temâm oldu. Bu inceliği anlıyabilen, yukarıdaki hadîs-i şerîfi de doğru anlayabilir.

(Mir’ât-i Medîne) kitâbında diyor ki:
Hadîs-i şerîfde, (Kabrimi ziyâret edene şefâ’atim vâcib oldu) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfi ibni Huzeyme ve Bezzâr ve Alî DâreKutnî[1] ve Süleymân Taberânî[2] “rahime-humullah” haber vermekdedir. Bezzâr hazretlerinin bildirdiği başka bir hadîs-i şerîfde, (Kabrimi ziyâret edene şefâ’atim halâl oldu) buyuruldu. Müslim-i şerîfdeki ve Ebû Bekr bin Mekkârînin “rahime-hullahü teâlâ” (Mu’ceme) kitâbında bildirilen hadîs-i şerîfde, (Bir kimse beni ziyâret etmek için gelse ve başka birşey için niyyeti olmasa, kıyâmet günü, ona şefâ’at etmemi hak etmiş olur) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîf, Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” ziyâret etmek için Medîne-i münevvereye gelenlere, şefâ’at edeceğini haber vermekdedir.
İmâm-ı Taberânînin ve Dâre-Kutnînin ve diğer hadîs imâmlarının “rahime-hümullahü teâlâ” bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Hac edip kabrimi ziyâret eden kimse, beni diri iken ziyâret etmiş gibi olur) buyuruldu. İbni Cevzî “rahime-hullahü teâlâ” de, bu hadîs-i şerîfi haber vermekdedir. Dâre-Kutnînin haber verdiği başka bir hadîs-i şerîfde, (Hac edip de, beni ziyâret etmiyen kimse, beni incitmiş olur) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfi imâm-ı Mâlik “rahime-hullahü teâlâ” de bildirmişdir. Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” ziyâret olunmak istemeleri, ümmetinin, bu yoldan da sevâb kazanmaları içindir. İmâm-ı Beyhekînin haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Bir kimse bana selâm verince, Allahü teâlâ, rûhumu geri verir. Onun selâmına cevâb veririm) buyuruldu. İmâm-ı Beyhekî, bu hadîs-i şerîfe dayanarak, Peygamberler mezârlarında diridirler buyurdu. Mubârek rûhunun geri verilmesi demek, yüksek makâmında iken, selâm verene cevâb verir demekdir.
Peygamberlerin “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” mezârlarında diri olduğunu bildiren hadîs-i şerîfler o kadar çokdur ki, birbirlerini kuvvetlendirmekdedirler. Meselâ, (Kabrimin yanında, benim için okunan salevâtı işitirim. Uzak yerlerde okunanlar bana bildirilir) buyurulmuşdur. Bu hadîs-i şerîfi Ebû Bekr bin Ebî Şeybe “rahmetullahi aleyhimâ” bildirmişdir ve altı büyük hadîs imâmının kitâblarında vardır.

Abdüllah bin Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ”dan ibni Ebiddünyânın haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Bir kimse, bir tanıdığının kabrine uğrayıp selâm verse, meyyit onu tanır ve cevâb verir. Tanımadığı meyyite selâm verirse, meyyit sevinir ve cevâb verir) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, dünyânın her yerinde, aynı zemânda salât ve selâm edenlerin herbirine ayrı ayrı nasıl cevâb verir denilirse, güneşin bir anda binlerce şehre ışık salması gibidir cevâbı verilir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” hazretlerine selâm verince, onu tanıdığı ve cevâb verdiği anlaşılınca, bir müslimân için bundan büyük bir şeref ve se’âdet olabilir mi? İbrâhîm bin Bişâr “rahmetullahi aleyh”, (Hac etdikden sonra, kabr-i se’âdeti ziyâret için Medîneye gitdim. Hücre-i se’âdet önünde selâm verdim. Vealeykesselâm cevâbını işitdim) buyurmuşdur.

Şi’r:
Sakın terk-i edebden, küy-i mahbûb-i Hudâdır bu,
Nazargâh-ı ilâhîdir, makâm-ı Mustafâdır bu!
Murâ’ât-i edeb şartiyle gir Nâbî bu dergâhe,
Metâf-i kudsiyândır, bûsegâh-i Enbiyâdır bu!


Hadîs-i şerîfde, (Ben öldükden sonra, diri iken olduğu gibi anlarım) buyuruldu. Başka bir hadîs-i şerîfde, (Peygamberler kabrlerinde diri olup nemâz kılarlar) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfler, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” kabrde, bilmediğimiz bir hayât ile diri olduğunu göstermekdedir. Evliyânın büyüklerinden Seyyid Ahmed Rıfâ’înin ve birçok Velîlerin “rahime-hümullahü teâlâ”, Resûlullaha “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” verdikleri selâmın cevâbını işitdikleri ve Ahmed Rıfâ’înin, Resûlullahın mubârek elini öpmekle şereflenmiş olduğu, çok sağlam kitâblarda yazılıdır. Bunlara yalandır demek güneşi balçıkla sıvamağa benzer. Seyyid Ahmed Rıfâ’î, 578 [m. 1183] de Basrada vefât etdi. İkinci Abdülhamîd hân “rahime-hullahü teâlâ” bunun türbesini ve mescidini ta’mîr ve fevkal’âde tezyîn etdi. İslâm âlimlerinin büyüklerinden Celâleddîn Abdürrahmân Süyûtî “rahime-hullahü teâlâ” (Şeref-ül Muhkem) adındaki kitâbında muhâliflere vesîkalarla cevâb vermekde, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” kabrinde diri olup, selâm verenleri işitdiğini isbât eylemekdedir. Bu kitâbında bildirdiği hadîs-i şerîflerden biri (Mi’râc gecesinde, Mûsâ Peygamberi kabrinde nemâz kılarken gördüm)dür. Bu hadîs-i şerîfi, (Hilye) kitâbının sâhibi Ebû Nu’aym “rahime-hullahü teâlâ” da bildirmekdedir. Abdürrahmân Süyûtî, 911 [m. 1505] de Mısrda vefât etmişdir.
Ebû Ya’lânın “rahime-hullahü teâlâ”[1] (Müsned)inde bulunan bir hadîs-i şerîfde, (Peygamberler, kabrlerinde diri olup nemâz kılarlar) buyuruldu. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” son hastalığında, (Hayberde yimiş olduğum yemeğin acısını her zemân duyardım. O gün yidiğim zehr, şimdi ebherimi, ya’nî avort damarımı koparmakdadır) buyurdu. Bu hadîs-i şerîf, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” şehîd olarak vefât etdiğini bildiriyor. Allahü teâlâ, Âl-i İmrân sûresinin yüzaltmışdokuzuncu âyetinde meâlen, (Allah yolunda şehîd olanları, ölü sanmayınız! Onlar diridirler) buyurdu. Resûlullah efendimizin de “sallallahü aleyhi ve sellem” bütün şehîdler gibi kabrinde diri olduğu buradan da anlaşılmakdadır.
İmâm-ı Süyûtî “rahmetullahi aleyh” kitâbında, (Yüksek derecedeki Velîler “rahime-hümullahü teâlâ” Peygamberleri ölmemiş gibi görürler. Peygamber efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” Mûsâ aleyhisselâmı mezârında diri olarak görmesi bir [Mu’cize] idi. Evliyânın da böyle görmeleri [Kerâmet]dir. Kerâmete inanmamak, câhillikden ileri gelir) buyurmakdadır.
İbni Habbân ve İbni Mâce ve Ebû Dâvüdün “rahime-hümullahü teâlâ” bildirdikleri hadîs-i şerîfde, (Cum’a günleri bana çok salevât okuyunuz! Bunlar, bana bildirilir) buyuruldu. Öldükden sonra da bildirilir mi denildikde, (Toprak, Peygamberlerin vücûdünü çürütmez. Bir mü’min bana salevât okuyunca, bir melek bana haber vererek, ümmetinden falan oğlu filân, sana selâm söyledi ve düâ etdi der) buyurdu. Bu hadîs-i şerîfler, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” mezârında, dünyâdakilerin bilemediği bir hayât ile diri olduğunu göstermekdedir. Zeyd bin Sehl “radıyallahü anh” buyurdu ki, bir gün Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” huzûrunda oturuyordum. Mubârek yüzü gülüyordu. Niçin tebessüm buyurduklarını sordum. (Nasıl sevinmiyeyim? Biraz önce Cebrâîl aleyhisselâm müjde getirdi: Allahü teâlâ buyurdu ki, ümmetinden biri sana bir salevât söyleyince, Allahü teâlâ, ona karşılık on salevât eder dedi) buyurdu.

Mehâl bin Amr diyor ki, bir gün Sa’îd bin Müseyyib ile birlikde “rahime-hümullahü teâlâ” Ümm-i Seleme “radıyallahü anhâ” vâlidemizin odasının yanında oturuyordum. Birçok kimse ziyâret için Hucre-i se’âdet önüne geldiler. Sa’îd, bunlara şaşıp, ne kadar ahmak adamlar! Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem” kabrde sanıyorlar. Peygamberler kabrlerinde kırk günden ziyâde kalırlar mı? dedi. Hâlbuki Sa’îd Medînedeki Harre denilen felâket gününde, Kabr-i se’âdetden ezân sesi işitdiğini haber vermişdir. Hazret-i Osmân “radıyallahü teâlâ anh” evi sarıldığı zemân, (Ben Medîneden ve Resûlullahın yanından ayrılıp başka yere gitmem) buyurmuşdur. Mehâl bin Amrın Sa’îdden işitdim dediği söz doğru olsaydı, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” kabrini ziyâret için çağırmazdı. Şöyle ki: Bilâl-i Habeşî “radıyallahü teâlâ anh” Kudüsün fethinden sonra, rü’yâsında Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” aldığı emr üzerine Medîneye gelip, Kabr-i se’âdeti ziyâret etdi. Müslimânların halîfesi olan Ömer bin Abdül’azîz “radıyallahü teâlâ anh” Şâmdan Medîneye husûsî me’mûrla salât ve selâm gönderirdi. Hazret-i Ömer “radıyallahü anh” Kudüsü aldıkdan sonra, Medîne-i münevvereye dönünce, önce Hucre-i se’âdete girip, Resûlullahı ziyâret etdi ve salât ve selâm söyledi. [Sa’îd bin Müseyyib, Medînedeki yedi meşhûr âlimden biri olup, 91 [m. 710] de Medînede vefât etmişdir.]
Abdüllah ibni Ömer “radıyallahü anhümâ”, her seferden dönüşde, Hucre-i se’âdete girer, önce Resûlullahı “sallallahü aleyhi ve sellem”, sonra hazret-i Ebû Bekri, ondan sonra babası hazret-i Ömeri “radıyallahü teâlâ anhümâ” ziyâret edip, her birine selâm verirdi. Bunu, imâm-ı Nâfi’ “rahime-hullahü teâlâ” haber vermekdedir. Doğru olduğunu (Feth-ul Mecîd) vehhâbî kitâbı da yazmakdadır. Hem, Peygamberin kabrini ziyâret etmek, islâmiyyetde bildirilmemişdir diyor. Hem de, yalnız Abdüllah bin Ömer ziyâret ederdi diyor. Başkaları ziyâret etmedi diyor. Hâlbuki, Eshâb-ı kirâmın çoğunun “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ziyâret etdikleri, kıymetli kitâblarda bildirilmişdir. [Nâfi’, Abdüllah bin Ömerin “radıyallahü teâlâ anhümâ” âzâdlısı idi. 120 [m. 737] de, Medînede vefât etdi.] Abdüllah ibni Ömerin islâmiyyetde izn verilmemiş bir şeyi yapdığını söylemek çirkin bir iftirâdır. Kitâbın yazarı, işine geldiği zemân, Eshâb-ı kirâmı çok övmekde, işine gelmediği zemân da, böyle çok çirkin iftirâ yapmakdan sıkılmamakdadır. Kabr-i se’âdeti ziyâret edip, salât ve selâm okumak câiz olmasaydı, Abdüllah bin Ömer “radıyallahü anhümâ” böyle yapmazdı ve onu gören Eshâb-ı kirâm “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” yasak olduğunu ona söylerlerdi. Onun yapması ve görenlerin ses çıkarmamaları, câiz ve sevâb olduğunu göstermekdedir. İmâm-ı Nâfi’ “rahmetullahi aleyh” diyor ki, Abdüllah ibni Ömerin Resûlullahın kabri başına gelip, (Esselâmü aleyke yâ Resûlallah!) dedikden sonra, (Esselâmü aleyke yâ Ebâ Bekr!) dediğini ve sonra (Esselâmü aleyke yâ ebî) dediğini, belki yüzden fazla gördüm.
 

siyah peçe

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Ağu 2008
Mesajlar
485
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
allah razı olsun.fakat bazı kardeşlerimiz bu olayı abartıp şirke kadar vardırıyorlar.inş daha dikkat diyorum.kullar sadece vasıtadır hayır şer allahtan dır diyor sevgi ve dularımı sunuyorum....
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
allah razı olsun.fakat bazı kardeşlerimiz bu olayı abartıp şirke kadar vardırıyorlar.inş daha dikkat diyorum.kullar sadece vasıtadır hayır şer allahtan dır diyor sevgi ve dularımı sunuyorum....

Cenab-ı Hak cümlemizden razı olsun.
Aşırıya gidenlerin yanlış yaptıklarıda yukarıda belirtilmişti.

Vesselam.
 

ömerbinabdülaziz

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
22 Ağu 2008
Mesajlar
30
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
64- Biz hangi peygamberi gönderdikse, sırf Allah'ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan günahlarının bağışlanmasını dileselerdi ve Resul de onların bağışlanmasını dileseydi, elbette Allah'ı affedici, merhametli bulurlardı. Nisa 64 )
Nisa 64 Ayetinin Nuzul Sebebi

Âyetin sebeb-i nüzûtü hakkında şu iki izah zikredilmiştir:

1) Bundan murad, daha önce bahsedilmiş olan münâfıklardır. Buna göre âyet, "şayet o münafıklar, tâğutun hükmüne başvurup, peygamberin hükmünden kaçmak suretiyle kendilerine zulmettiklerinde, peygambere gelerek yaptıklarından pişman olduklarını izhâr ve tevbe edip, peygamberin kendileri için mağfiret talep etmesini isteselerdi ve onlar tevbe ettiklerinde peygamber de Allah'tan onlar için af dileseydi, onlar hiç şüphesiz Allah Teâlâ'yı, tevbeleri çok bağışlayan ve pek merhametli bulurlardı" manasındadır.

2) Ebu Bekir el-Esamm şöyle demiştir: "Bir grup münafık, Hz. Peygamber (s.a.s)'e tuzak kurmak için anlaşmışlar, sonra da bu maksadlartnı gerçekleştirmek için yanına varmışlardı. O anda Cebrail (a.s) gelerek, durumu Hz. Peygamber (s.a.s)'e haber vermişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s), "Hiç şüphesiz bir topluluk, yapamayacakları bir işe niyetlenerek buraya gelmişlerdir. Onlar kalkıp, Allah'tan bağışlanmalarım talep etsfnlerve ben de onların bağışlanmasını taleb edeyim" dedi. O da, "kalkmıyor musunuz?" dedi, ama hiç kimse kalkmadı. Bunun üzerine o, "Ey falan kalk" diyerek, oniki kişinin adını saydı. Onlarda kalkarak, "Biz, söylediğin şeye niyetlenmiştik. Böylece kendimize zulmettiğimiz için Allah'a tevbe ediyoruz. Sen de bizim için mağfiret talep et" deyince, Hz. Peygamber (s.a.s), "Derhal çıkınız. İşin başında ben mağfiret dilemeye daha yakın idim. Allah Teâlâ da tevbenizi kabul etmeye daha yakın idi. Yanımdan çıkınız" dedi.

Resulullah’ın, O Günahkara İçin İstiğfarının Önemi

Birisi şöyle diyebilir: "Eğer onlar Allah'tan mağfiret isteyip, dürüst bir şekilde tevbe etselerdi onların tevbeleri makbul olmaz mıydı? Binaenaleyh Hz. Peygamber (s.a.s)'in mağfiret talep etmesini, onların istiğfar etmeleri şartına bağlamanın faydası nedir?" Biz, buna şu şekillerde cevap veririz:

a) Tağûtun huzurunda muhakeme olmayı istemek, hem Allah'ın hükmüne karşı çıkmak, hem de Resûlullah'a edebsizlik ve O'nun kalbine bir keder sokmaktır. Günahı bu şekilde olan herkesin, ondan dolayı başkasına özür beyan etmesi gerekir. İşte
bu sebepten ötürü, Cenâb-ı Hak, o münafıklara, Hz. Peygamber'den kendileri için mağfiret istemesini talep etmelerini vâcib kılmıştır.

b) Münafıklar, Hz. Peygamber (s.a.s)'in hükmüne razı olmayınca, onların inadları ortaya çıkmıştır. Binaenaleyh onlar tevbe ettikterinde, bu inadlarını giderecek şeyi yapmaları gerekir. Bu da, onların ancak Allah'ın Resulüne giderek, O'ndan, bağışlanmaları için Allah'tan mağfiret taleb etmesini istemeleri ile mümkün olur.

c) Belki de onlar, tevbe ettikleri zaman, eksik tevbe ederler. Ama onların tevbelerine, Allah'ın Resulünün istiğfarı da eklenince, o zaman o, kabule müstehak olur. Allah en iyi bilendir

Burada da anlaşılıyor ki yine bu olay Rasülullah s a v hayatta iken gerçekleşmiştir hayatta iken Rasülullah s a v gelip onunla Allah a yönelip Ya Rasülullah bizim için Allah a dua ette günahlarımızı bağışlasın bize mağfiret etsin demek caizdir ve yine anlaşılıyor ki O öldükten sonra onun kabrine gidip ondan bunu istemek caiz değildir ?




Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb,

Senin yurarda zikrettiğin nisa süresi 64 ayetini desteklemek için zikretmiş olduğun bu sadece bir hikayedir ? bu bir hadis değildir ? ve senin yukarda zikrettiğin gibi de değildir

Bu Hz ali r a değil Ibn kesirde İçlerinde eş-Şâmil isimli eserin müellifi Şeyh Ebu Nasr îbn es-Sab-bâğ'ın bulunduğu bir grup âlim Utbâ'dan şu meşhur hikâyeyi naklederler ; Utbadan geliyor ve bunun sadece bir hikaye olduğunu söylüyor ve buda akidevi gibi önemli bir konuda delil olamaz ?

Ondan sonra Ebu yala DâreKutnî bunlar daha Türkçeye cevrilmemiştir ? sen bunları başka yerden mi kopyalıyorsun sen Arapça biliyormusun ve bu yukarda zikrettiklerini kendi orijinal kitabından baktınmı bu hadislerin Sahih mi zayıfmı uydurma mı olduğunu hiç araştırdınmı ? ve ben sana birkaç tane örnek vereyim bu hadislerin uydurma olduğuna dair ve bunu ben değil yine hadis alimleri uydurma olduğunu belirliyor ?

Ve bir hadisin sahih mi uydurma mı olduğuna sened ve metin yönüyle bakılır vs bunun gibi alimlerin bir hadisin sıhhatı konusunda koyduğu kaideler vardır ben sana sened ve metin yönü ile bunların uydurma olduğunu ıspatlayacam sende eğer davanda sadık isen bunların aynen sened ve metin yönü ile sahih olduğunu ıspatlamalısın

Kim hacca gider ve ölümümden sonra kabrimi ziyaret ederse, o kişi beni hayatımda ziyaret etmiş gibidir

Uydurmadır.

1-Râvilerinden olan Leys b. Ebi Suleym, şuuru bozulduğu için karıştırmıştır, dolayısıyla zayıf addedilmiştir :

2- Hafs b. Süleyman ise, Hâfız İbn Hacer’in dediği gibi, hadisleri terkedilmiştir.

3-İbn Ma’în onun yalancı olduğunu söyler.

Bu rivayetin yalan olduğu gün gibi açıktır. Müslümanların dinine de terstir. Çünkü mümin olarak onu hayattayken ziyaret eden, Onun sahabelerinden olur, özellikle O’na hicret eden muhacirler ve Onunla cihad eden mucahitlerden ise. Resul (s.a.s) den sabit olan bir hadiste, şöyle der: (Ashabıma dil uzatmayın, nefsim elinde olana yemin olsun ki, sizden biriniz Uhud dağı kadar altın infak etse, onlardan birinin ne bir avucuna ne de yarım avucuna erişir) Dolayısıyla sahabeden sonra gelen bir kişi, beş vakit namaz, cihâd , hac, salât ve selâm gibi farzları yerine getirse bile, sahâbe gibi olamaz. Dolayısıyla nasıl olurda müslümanların ittifakıyla vacib olmayan Allâh Resusu (s.a.s)’in kabrinin ziyareti amelini işleyerek kişi, böyle bir dereceye ulaşmış olsun? Aksine o kabir için özel olarak yolculuğa çıkmak meşru olmadığı gibi yasaklanmıştır da. Ancak Allâh Resulu (s.a.s)’in mescidinde namaz kılmak için yolculuğa çıkmak müstehabtır.» Konu ile ilgili sahîh hadîsi Buhâri, Müslim ve diğer Sünen sahipleri tahriç etmiştir, lafzı şöyledir: « Ancak üç mescid için yolculuğa çıkılır; Mescid-i Haram, Mescid-i Resûl ve Mescid-i Aksâ. » Allah’a yaklaşma maksadıyla ancak bu üç mescid için sefere çıkılır. Bu üçünün dışında hiç bir peygamber ve salih kişilerin kabirleri, türbe, yatır, mubârek yer ve mescidler için sefere çıkılmaz. Sahâbe bunu böyle anlamıştır. Sahih isnadlı bir eserde; Ebû Basra el-Gifârî Ebû Hureyre ile karşılaşır. Ebû Hureyre’ye; « nereden geliyorsun »? der, o da, « Tur’dan orada namaz kıldım » der.

Bunun üzerine Ebû Basra şöyle der: « Eğer sana daha önceden yetişseydim gitmezdin, çünkü ben Resûl (s.a.s)’i şöyle söylerken işittim: « Ancak üç mescid için yolculuğa çıkılır; Mescid-i Haram, bu mescidim ve Mescid-i Aksâ El-Ezraki’nin tahriç ettiği sahih bir rivayette, Kaz’a şöyle der: « Tur’a doğru çıkmak istedim, bunu İbn Umer’e sordum, o da Nebi (s.a.s)’in ne dediğini duymadın mı », diyerek yukarıdaki hadisi zikreder. Ardından da; « Tur’u bırak oraya gitme » der.

<< Ancak üç yeri ziyaret etmek için yolculuk yapılır: Mesci-dil Haram, Mescidin Nebevi ve Mescidil Aksa. >>
(Buhari-Müslim)


Kim Kabe’ye hacca gider de beni ziyaret etmezse, bana eziyet etmiştir



Uydurmadır.

1-Râvilerinden olan Muhammed b.Muhammed b. Nu’mân güvenilir ravilere söylemediklerini nisbet eder

2-Dolayısıyla ez-Zehebî rivayetin uydurma olduğunu söylemiştir Mizân 3/237

3-es-Sagâni ve eş-Şevkâni, uydurma hadisleri topladıkları kitablarına bu rivayeti de dahil etmişlerdir. el- Ehâdis el-Mevdua (s .6) el-Fevâid el-Mecmua fi’l-Ehâdis el-Mevdua (s.42)

Bu rivayetin uydurma olduğu rivayetin metninden de anlaşılmaktadır. Çünkü Allâh Resûlu (s.a.s.)’e yapılan kabalık eğer küfür değil ise büyük günahlardandır. Dolayısıyla (s.a.s.)’i ziyaret etmeyen büyük günah işlemiş olur. Bu da, bu ziyaretin hac gibi farz olduğunu gerektirir ki, böyle bir şeyi hiç bir müslüman söyleyemez. Eğer Allâh Resûlu (s.a.s.)’in ziyareti bizi Allah’a yaklaştıran bir ibadet ise, ilim ehline göre bu istihbabı geçmez. Dolayısıyla onun kabrini ziyaret etmeyen nasıl olur da ondan yüz çevirmiş ve ona karşı kaba davranmış olsun?

Hac edip de, beni ziyaret etmeyen, beni incitmiş olur. " [Dare Kutni, İ.Malik]

Kim bir genişlik bulur da bana gelmezse bana eziyet cefa etmiştir :

İbn Adiy ve ed Darekutni Malik-in Garip hadislerinden olarak zikreder İbn Hibban bunu ed Duafa,da zikreder İbn –Cevzi bunu el Mevduat,ta zikreder : Eş Şevkani bunu mevzu hadislerde zikreder:

Kim benim kabrimi ziyaret ederse benim şefaatim ona vacip olur ,,

Uydurmadır

1-el-Mekasıd,da İbn Huzeyme nin bu hadisin zayıf olduğunu söylediğini zikreder :

2- İmam Suyuti ez-Zeyl de hekeza Kim beni ziyaret etmezse bana cefa etmiştir lafzının aslı yoktur uydurmadır :

3-Es Sağani bu hadisin uydurma olduğunu söyler :

4-Ez Zerkeşi ve İbnü-l Cevzi de buna aynen kayılmıştır hadis uydurmadır :

Evet bunlara ilmi bir şekilde cevap verirsen devam edebiliriz Şefaat konusu ayrı bir konu

Sıra sıra gider isek iyi olur çok karma karışık yazmışın yazıları bir daha sorayım bunları başka yerdenmi kopyalayıp yapıştırıyorsun yoksa kendin bizzat kitaplara baş vurup kendi öz kaynağından mı naklediyorsun bunuda belirtirsen iyi olur inş ?

bilgilendirmeleriniz için ALLAHcc razı olsun kardeşim.
bayağı bir uğraş vermişsiniz emeğinize sağlık.
herşeyi delilleriyle ortaya koymuşsunuz.
ama yanlış anlamayın ama delillerle yazıp karşınızdakilerin yanlış yaptığını anlatınca sizi hemen vehhabi ilan ediyorlar.mezhebsiz diyorlar.ehlibidat diyorlar.
çok enteresandır siz sahih delilleri kaynak gösteriyorsunuz ehlibidat oluyorsunuz mezhebsiz oluyorsunuz vehhabi oluyorsunuz.
karşınızdaki uydurma deliller ortaya koyuyor.veya ortaya delil koyamıyor ehlisünnet oluyor.
tekrar bilgilendirmeleriniz ve emeğiniz için ALLAH razı olsun.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
Şimdi iş değişti işte. Size göre deliller farklı bize göre farklı.Bu sebebden ne kadar delil gösterirsek gösterelim uydurma diyip geçeceksiniz. Ayeti kerime göstersek bile başka bir tefsirden başka bir mana yükleyeceksiniz.
O kadar kıymetli alimlerin naklettikleri hadisi şeriflere uydurma diyecek kadar ileri gitmek epey bir cesaret ister. Konunun boyutu değişti. Aşağıdaki uzun yazıyı sizden çok yazdıklarınıza aldanarak ehli sünnetten ayrılma tehlikesi bulunanlar için yazıyorum.

Sizin için ayrı bir link vericem (Vehhabilere yazılmış bir reddiye) Çünki yeri burası değil. Ardakaşların yanlış anlamasına sebeb olabilir.

Uydurma sanılan hadisler ...
Din düşmanları ve bid’at ehli çıkardıkları bazı sözlere hadis demişlerse de, Ehl-i sünnet âlimleri bu sözleri kitaplarına almamışlardır. Hiçbir İslam âliminin kitabında uydurma hadis yoktur. Kitabına uydurma hadis alan kimse zaten İslam âlimi denmez. İslam âlimleri, hadis uydurmanın ve uydurulmuş hadisi nakletmenin vebalinin büyüklüğünü bildikleri için, kitaplarına uydurma hadis almazlar. Çünkü hadis-i şerifte, (Benden duyduğunuz âyet ve hadisi tebliğ edin! Beni İsrail’den bildirdiklerimi de söyleyin! Yalnız bana bilerek yalan isnat eden, Cehennemdeki yerine hazırlansın!) buyuruluyor. (Buhari)

Bu âlimlerin kitaplarındaki hadis-i şeriflere uydurma demek büyük bir insafsızlık ve cehalettir. Hanefilere göre, deniz haşaratı yenmez, diğer üç mezhebe göre yenir. Hanefi, diğer üç mezhebe sizin ictihadınız yanlış diyemediği gibi, üç mezhep de, Hanefi’ye sizinki yanlış diyemez. Bir hadise bir âlim mevdu derken, öteki sahih diyebilir. Bu âlimler, birbirine dil uzatmaz.

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:
Hadis ilminde müctehid bir âlim, bazı âlimlerin sahih dediği bir hadise mevdu diyebilir. Müctehidin böyle demesi; “Bu hadisi, Resulullah söylememiştir" anlamında değildir. Bu hadis benim usulüme göre yani sahih olması için aradığım lüzumlu şartları taşımadığından hadis değil, uydurmadır; fakat başka müctehide göre hadis sahih olabilir demektir. Farklı ictihadlar da aynen böyledir. Bana göre yani elimdeki mevcut delillere göre doğrusu bu der; fakat farklı ictihadda bulunan müctehide söz söylemez. Bunun için hiçbir Ehl-i sünnet âliminin kitabında uydurma hadis olmaz. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına dil uzatmamalı ve onların kitaplarında uydurma hadis var sanmamalıdır.


Daha çok mezhepsizlerden şahit gösterilerek sahih olan bir çok hadise uydurma damgası basılıyor. Biz de muhaddisleri ve İslam âlimlerini delil göstererek onların sahih olduğunu ispat ediyoruz. Uydurma hadise sahih demek ne kadar tehlikeli ise, sahih olan hadise uydurma demek, Resulullahın mübarek sözünü yalanlamak olacağından en az onun kadar tehlikelidir. Bir de İslam âlimlerinin kitaplarından örnekler veriliyorsa, o âlime suizan edildiğinden ikinci bir tehlike meydana geliyor. Günümüzün mezhepsizleri Resulullahın vârisleri olan bu âlimleri küçük düşürmeye çalışıyorlar.

Hadis-i şeriflerin çeşitleri



1- Hadis-i mürsel: Sahabe-i kiramın ismi söylenmeyip, Tabiinden birinin doğruca, (Resulullah aleyhisselam buyurdu ki) dediği hadis-i şerif.

2- Hadis-i müsned: Resulullaha isnat eden Sahabînin ismi bildirilen hadis-i şeriflerdir.

3- Hadis-i müsned-i muttasıl: Resulullaha kadar, aradaki ravilerden hiçbiri noksan olmayan hadis-i şerif.

4- Hadis-i müsned-i münkatı: Sahabîden başka, bir veya birkaç ravisi bildirilmeyen.

5- Hadis-i mevsul: Sahabînin, (Resulullahtan işittim, böyle buyurdu) diyerek haber verdiği, hadis-i müsned-i muttasıl demektir. Bunlara, hadis-i merfu da denir.

6- Hadis-i mütevatir: Birçok Sahabînin, Resulullahtan ve başka birçok kimsenin de, bunlardan işittiği ve çok kimselerin haber verdiği hadis-i şeriflerdir. Bunların, bir yalan üzerinde sözbirliği yapmalarına imkân olmaz. Bu hadis-i şeriflere inanmayan kâfir olur.

7- Hadis-i meşhur: İlk zamanda bir kişi bildirmişken, ikinci asırda şöhret bulan hadis-i şeriflerdir. Yani bir kimsenin Resulullahtan, o kimseden de, çok kimselerin ve bunlardan da, başka kimselerin işittiği hadis-i şerif olup, son duyulan kimseye kadar, artık hep mütevatir olarak bildirilmiştir. Meşhur hadislere inanmayan da kâfir olur. (Redd-ül-muhtar s.176)

8- Hadis-i mevkuf: Sahabîye kadar söyleyen hep bildirilip, Sahabînin, (Resulullahtan işittim) demeyip, (Resulullah böyle buyurmuş) dediği hadis-i şerif.

9- Hadis-i sahih: Âdil ve hadis ilmini bilenden işitilen, müsned-i muttasıl, mütevatir ve meşhur hadis-i şerif.

10- Haber-i âhâd: Bir kimse tarafından söylenilen, müsned-i muttasıl hadis-i şerif.

11- Hadis-i muallâk: Baştan bir veya birkaç ravisi veya hiçbir ravisi belli olmayan.

12- Hadis-i kudsi: Manası Allahü teâlâdan, kelimeleri Resulullah tarafından olan.

13- Hadis-i kavi: Söyledikten sonra, bir âyet-i kerime okuduğu hadis-i şerif.

14- Hadis-i nâsih: Son zamanlarında söyledikleri hadis-i şerif.

15- Hadis-i mensuh: İlk zamanda söyleyip, sonra değiştirilen hadis-i şerif.

16- Hadis-i âmm: Bütün insanlar için söylenmiş olan hadis-i şerif.

17- Hadis-i has: Bir kimse için söylenmiş hadis-i hadis-i şerif.

18- Hadis-i hasen: Bildirenler, sadık ve emin olup, fakat hafızası, anlayışı, sahih hadisleri bildirenler kadar kuvvetli olmayan kişilerin bildirdiği hadis-i şerif.

19- Hadis-i maktu: Söyleyenler, Tabiin-i kirama kadar bilinip, Tabiinden rivayet olunan hadis-i şerif.

20- Hadis-i şaz: Birinin, bir hadis âliminden işittim dediği hadis-i şerif.

21- Hadis-i garip: Yalnız bir kimsenin bildirdiği hadis-i sahihtir. Yahut aradakilerden birine, bir hadis âliminin muhalefet ettiği hadis-i şerif.

22- Hadis-i zayıf: Sahih ve hasen olmayandır. Ravilerden birinin hafızası, adaleti gevşek veya itikadında şüphe vardır. Bu hadise göre fazla ibadet yapılır; fakat ictihadda bunlara dayanılmaz.

23- Hadis-i muhkem: Tevile muhtaç olmayan hadis-i şerif.

24- Hadis-i müteşabih: Tevile muhtaç olan hadis-i şerif.

25- Hadis-i munfasıl: Aradaki ravilerden, birden fazlası unutulmuş olan hadis-i şerif.

26- Hadis-i müstefid: Söyleyenleri üçten çok olan hadis.

27- Hadis-i muddarib: Muhtelif yollardan, birbirine uymayan şekilde bildirilen.

28- Hadis-i merdud: Manası olmayan ve rivayet şartlarını taşımayan söz.

29- Hadis-i müfteri: Müslüman görünen dinsizlerin uydurdukları söz.

30- Eser: Mevkuf ve maktu hadis veya dua bildiren merfu hadis.

31- Hadis-i mevdu: Bir hadis âlimine göre, hadis olma şartlarını taşımayan hadis, sadece o âlime göre mevdu, yani uydurma olur. Hadis usulü ilminde müctehid olan bir âlim, bir hadisin sahih olması için, lüzum gördüğü şartları taşımayan bir hadis için, benim mezhebimin usulünün kaidelerine göre mevdudur der. Yoksa, (Peygamber efendimizin sözü değildir) demek istemez. Yani, hadis-i şerif denilen bu sözün hadis olması, bence anlaşılmamıştır demektir. Hadis usulü ilminin başka bir müctehidi de, hadisin doğru olması için aradığı şartları bu sözde bulunca, hadistir, mevdu değildir diyebilir. Dört mezhep arasında ayrılık bulunması, sözlerinin yanlış olacağını göstermediği gibi, hadisler için de, böyledir. Böyle şeyler, ictihad işi olduğundan, bir müctehidin mevdu demesiyle, hakikatte mevdu olması lazım gelmez.

Din kitaplarında uydurma hadis olmaz .:.: www.dinimizislam.com :.:.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
Ruh ölmez, ölü işitir.

Ruh ölmez, ölü işitir.

Sual: (Ölüler işitmez. Peygamberler de ölüdür. Onlar da işitemez. Onun için şefaat ya Resulallah veya yetiş ya Resulallah demek şirktir) diyenlere nasıl bir cevap vermek gerekir?

CEVAP
Bunlar vehhabilerin ve bunlara aldanan bazı mezhepsizlerin iddialarıdır.
Şirk demek büyük hatadır. Çünkü ruh ölmez. Ruh [can] bedenden ayrı bir varlıktır. Bir âyet meali şöyledir:
(Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Elbette düşünenler için bunda alınacak ibretler vardır.) [Zümer 42]

Bu âyet-i kerime de ruhun bedenden ayrı bir varlık olduğunu bildirmektedir. İşiten ruhtur. Ruhsuz beden bir işe yaramaz. Ama bedensiz ruh, nimet veya azaba duçar olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müminlerin ruhları 7. kat göktedir. Orada Cennetteki makamlarını seyrederler.) [Deylemi]

Hızır aleyhisselam gibi bir çok kişinin ruhunun iş yaptığı görülmüştür. Bu bakımdan Allah yolunda ölmüş kimselere ölü bile demek caiz olmaz. İki âyet meali şöyledir:

(Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, onlar, Rableri indinde diridir, rızıklanır.) [Al-i İmran 169]

(Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin! Onlar diridir; ama siz anlayamazsınız.) [Bekara 154]

Allah yolunda öldürülenler şehiddir. Şehidden daha üstün olan Peygamber efendimize nasıl ölü denir! O âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir, bütün âlemler Onun hürmetine yaratılmıştır. Şehidler gibi Peygamberlerin bedenleri de çürümez. Beş hadis-i şerif meali şöyledir:
(Toprak, Peygamberlerin vücudunu çürütmez. Bir mümin salevat okuyunca, bir melek bana haber verir, "Falan oğlu filan, sana selam söyledi" der.) [İbni Mace]

(Peygamberlerin vücudunu toprak çürütmez.) [Ebu Davud]

(Her Peygamber, kabrinde diri olup namaz kılar.) [Beyheki, Ebu Ya’la]

(Ölü kabre konurken, ayak seslerini işitir.) [Buhari]

(Ölüler yaptığınız iyi işlerinize sevinir, kötü işlerinize üzülürler.) [İbni Ebiddünya]

Resulullahın Hayber’de yediği zehirli et, ölüm hastalığında etkisini gösterdi ve şehid olmasına sebep oldu. (Mevahib-i ledünniyye)

Ölülere işittiremezsin âyeti şu mealdedir:
(Elbette sen ölülere işittiremezsin. Arkalarını dönüp kaçan sağırlara da bu daveti işittiremezsin. Hem sen o körleri sapıklıklarını bıraktırıp, hidayet verici de değilsin. Sen ancak âyetlerimize iman edecek kimselerden başkasına işittiremezsin.) [Neml 27/80-81]

Buradaki sağırların da kulaklarının sağır olmadığı, körlerin de gözlerinin kör olmadığı, ölünün de gerçek ölü olmadığı açıktır. Bir de davet ve hidayet kelimeleri geçiyor. Demek ki maksat işittirmek veya göstermek değil, onları hidayete davet etmektir. Âyetin devamında, (Sen ancak iman edeceklere işittirebilirsin) deniyor. Ötekilerin ise iman etmeyecek kâfirler olduğu da pek açıktır. Sen ölüleri imana kavuşturamazsın denmez ki. Sen ancak iman edeceklere işittirebilirsin deniyor ki, işittirmenin kabul ettirmek olduğu bütün tefsirlerde bildiriliyor. Bu âyetin tefsirlerdeki açıklaması şöyledir:
(Ey Resulüm, sen ölüden farksız olan kâfirleri hidayete erdiremezsin, hakkı işitmek istemeyen ve hakikati göremeyen kâfirleri de hidayete kavuşturamazsın. Sen ancak iman edeceklere Müslümanlığı kabul ettirebilirsin.) [Beydavi]

Onlardan daha iyi işitmezsiniz
Resulullah efendimiz, Bedir’de öldürülen kâfirlerin gömüldüğü çukurun başına gelip, ölülerin ve babalarının isimlerini birer birer söyleyerek, (Rabbinizin, size söz verdiğine kavuştunuz mu? Ben, Rabbimin söz verdiği zafere kavuştum) buyurdu. Hazret-i Ömer, (Ya Resulallah, cansız ölülere neden söylüyorsun?) dedi. Resulullah, (Rabbimin hakkı için söylüyorum ki, siz beni onlardan daha iyi işitmezsiniz. Fakat cevap veremezler) buyurdu. (Buhari, Müslim) [Hazret-i Ömer’in ölünün işittiğini bildiği halde böyle sorması, dindeki bir hükmün vesika haline gelmesi içindir.]

Vehhabiler, ibni Teymiye’nin yolunda iseler de, bu konuda ona da uymuyorlar. Çünkü ibni Teymiye diyor ki: (Bedirde çukurdaki kâfirlerin işitmelerini bildiren hadis-i şerif meşhurdur, her yere yayılmıştır. Zaruri inanılması lazım gelen bilgilerden oldu.) [Dinde inanılması zaruri olan bir şeye inanmayan kâfir olur.] (Kitab-ül-intisar-fil-imam-ı Ahmed)

İbni Teymiye, adı geçen kitabında bütün ölülerin, şehidler gibi diri olduklarını ve şehidler gibi rızıklandırıldıklarını bildiriyor. Ölülerin diriltilmesi üzerindeki fetvalarında diyor ki, ölüler, kendilerini ziyaret edenleri bilirler mi? Tanıdıklarından veya tanımadıklarından biri kabre geldiği zaman, bunun geldiğini anlarlar mı? Cevabında, (Evet bilirler ve anlarlar) diyor. Ölülerin buluştuklarını ve soruştuklarını ve dirilerin yaptığı işlerin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir kimse, din kardeşinin kabrini ziyarete gider ve mezarı başında oturursa onu tanır ve selamına cevap verir.) [İbni Ebiddünya]

(Bir kimse tanıdığı kabir yanına gelip selam verirse, meyyit de onu tanır ve selam verir. Tanımadığı kabrin başına gelip selam verirse, selamına cevap verir.) [Beyheki]

Onu tanıması ve selam vermesi, meyyitin onu gördüğünü ve selamını işittiğini göstermektedir. Çünkü ölmek, bazı cahillerin dedikleri gibi, yok olmak olsa idi, onun bütün duygularının yok olması lazım gelirdi. Meyyit kendini ziyaret edeni, kabri başına geleni görmektedir. Görmeseydi, dünyada tanımamış olduğunu tanımaması bildirilmezdi. Birincisini tanıyarak cevabı veriyor. İkincisinin selamına, tanımayarak cevap veriyor.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kabrimin yanında, benim için okunan salevatı işitirim. Uzak yerlerde okunanlar bana bildirilir.) [İbni Ebi Şeybe] (Diri olan işitir. Bir söz, diri olana bildirilir.)

(Ölü kabre konurken, ayak seslerini işitir.) [Buhari] (Diri olan işitir.)

(Ölüler yaptığınız iyi işlerinizi görünce sevinir, kötü işlerinize üzülürler.) [İ.Ebiddünya] (Diri olan sevinir, üzülür.)

Hadis-i şeriflerde, ziyaret kelimesi kullanılmaktadır. Meyyit, kabre geleni tanımasaydı, ziyaret kelimesi kullanılmazdı. Her dilde ve her lügatta, ziyaret kelimesi, tanıyan ve anlayan kimselerin buluşmasında kullanılır. (Selamün aleyküm) de anlayan kimseye söylenir.

Ruh ölmez, ölü işitir .:.: www.dinimizislam.com :.:.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
Şaşılacak şey

Şaşılacak şey

Vehhabilerin kendi kitaplarında diyor ki: (Gökler Allah’tan korkar, Allah göklerde his yaratır. Anlarlar, Kur’anda, yerlerin ve göklerin tesbih ettikleri bildirildi. Resulullahın avucuna aldığı taş parçalarının tesbih ettiklerini ve mescitteki Hannane denilen direğin inlediğini ve yemeğin tesbih ettiğini Eshab işittiler.) (s. 200)

(Buhari’de, İbni Mesud diyor ki, yediğimiz yemeğin tesbih sesini işitirdik. Ebu Zer diyor ki, Resulullah, avucuna taş parçaları aldı. Bunların tesbih sesleri işitildi. Resulullahın hutbe okurken dayandığı odunun inlemesi haberi sahihtir.) (Feth-ül-mecid s. 201)

Dağlarda, taşlarda, direkte his ve idrak olduğunu söyleyip de, Peygamberlerde ve Evliyada his olmaz demeleri, şaşılacak şeydir. Dirilere tevessül olunur, ölülere tevessül olunmaz demekle kendileri müşrik oluyorlar. Çünkü bu söz, diriler duyar ve tesir eder, ölüler duymaz ve tesir etmez demektir. Allah’tan başkasının tesir ettiğine inanmak olur. Böyle inananlara kendileri müşrik diyor. Halbuki, ölü de, diri de birer sebeptir. Tesir eden, yaratan yalnız Allahü teâlâdır.

Abdülvehhab oğlunun, Ehl-i sünneti, puta ve mezara tapan kâfirler gibi bilmesi ve Ehl-i sünneti öldürmeye ve mallarını almaya helal demesi, nasslara [âyetlere, hadislere] yanlış mana verdiği içindir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kâfirler, kâfirler için gelmiş olan âyetleri, Müslümanlara yükletirler.) [Buhari ]

(Müslüman ismini taşıyanlardan en çok korktuğum kimse, Kur’anın manasını, yerinden değiştirendir.) [Taberani]

Bu hadis-i şerifler, böyle zındıkların meydana çıkacağını ve bunların dalalette olduklarını haber vermektedir.

Ruh ölmez, ölü işitir .:.: www.dinimizislam.com :.:.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
İbni teymiyenin talebesi olan cezviyyeden nakletmen ehli sünnet olmadığını gösteriyor. Ehli sünnet olmayanın ehli sünnet olan alimlere saldırması gayet normal. Allahü tealadan başkasına ibadet eden kim. Siz acıktığınız zaman neden ekmek yiyorsunuz. Allahü tealaya yalvarsanaza. Yada neden ilaç kullanıyorsunuz. Neden Allahü tealadan gayrı birşeye başvuruyorsunuz. Ölülerin işittiğini inkar ediyorsunuz. Konu buraya gelincede saptırıyorsunuz, ve delil gösterdiğinizi zannediyorsunuz. Ehli sünnet alimlerinin naklettikleri hadisi şeriflere rahatca uydurma diyorsunuz. İbni teymiyyenin yolunda olduğunuz bariz ortada . Bu sebebten zaten sizin ehli sünnet kaynaklarını kabul etmenizi bekleyemeyiz. İcma ve kıyasıda kabul etmiyorsunuz. Bu sebebten paylaşıcak bir şey kalmıyor. Dilediğinize inanın. Kabire girdiğimiz zaman herşey anlaşılır.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
Net olalımki sonuca varalım.
Ehli sünnetmisiniz yoksa ibni teymiyyecimi? Bunu bilirsek anlaşmamız daha kolay olur.
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
selamun aleyküm.ehli sünnetin tarifini yaparmısın kardeşim?kimler ehli sünnettir?

Ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve berakatühü.

----
Ehl-i sünnet itikadı
Sual: Ehl-i sünnet itikadında olmanın şartları nelerdir?
CEVAP
Ehl-i sünnet itikadından, önemli olanlardan bazıları şunlardır:

1- Amentü’deki altı esasa inanmak. [Hayrın, şerrin ve her şeyin Allah’tan olduğuna inanmak. İnsanda irade-i cüziye vardır. İşlediği günahlardan mesuldür.]

2- Amel, imandan parça değildir. Yani ibadet etmeyen veya günah işleyen mümine kâfir denmez. [Vehhabiler, (amel imanın parçasıdır, namaz kılmayan ve haram işleyen kâfirdir) derler.]

3- İman ya vardır ya yoktur, artıp eksilmez. [Parlaklığı artıp eksilir.]

4- Kur’an-ı kerim mahluk [yaratık] değildir.

5- Allah mekândan münezzehtir. [Vehhabiler, (Allah gökte veya Arşta) derler. Bu küfürdür.]

6- Ehl-i kıble tekfir edilmez. [Vehhabiler, kendilerinden başka herkese kâfir derler.]

7- Kabir suali ve kabir azabı haktır.

8- Gaybı yalnız Allah bilir, dilerse enbiya ve evliyasına da bildirir.

9- Evliyanın kerameti haktır.

10- Eshab-ı kiramın hepsi cennetliktir. [Rafiziler, (Beşi hariç sahabenin tamamı kâfirdir) derler. Halbuki Kur’anda, tamamı cennetlik deniyor.] (Hadid 10)

11- Ebu Bekr-i Sıddık, eshab-ı kiramın en üstünüdür.

12- Mirac, ruh ve bedenle birlikte olmuştur.

13- Öldürülen, intihar eden eceli ile ölmüştür.

14- Peygamberler günah işlemez.

15- Bugün için dört hak mezhepten birinde olmak.

16- Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam, sonuncusu Muhammed aleyhisselamdır. [Vehhabiler, Hazret-i Âdem’in, Hazret-i Şit’in, Hazret-i İdris’in peygamber olduğunu inkâr ederler. İlk peygamber Hazret-i Nuh derler. Liderlerine resul [Peygamber] diyen bazı gruplar da, (Nebi gelmez, ama resul gelir) derler. Bunun için de Resulüm diyen zındıklar türemiştir.]

17- Şefaate, sırata, hesaba ve mizana inanmak.

18- Ruh ölmez. Kâfir ve Müslüman ölülerin ruhları işitir.

19- Kabir ziyareti caizdir. İstigase, yani Enbiya ve evliyanın kabirlerine gidip, onların hürmetine dua etmek ve onlardan yardım istemek caizdir. [Vehhabiler ise buna şirk derler. Bu yüzden Sünnilere ve Şiilere müşrik, yani kâfir derler.]

20- Kıyamet alametlerinden olan Deccal, Dabbet-ül-arz, Hazret-i Mehdi’nin geleceğine, Hazret-i İsa’nın gökten ineceğine, güneşin batıdan doğacağına ve bildirilen diğer kıyamet alametlerine inanmak.

İmam-ı a’zam hazretleri (Kıyamet alametlerine tevilsiz inanmalı) buyuruyor. (Fıkhı ekber)

Bir hadis-i şerif meali:
(Güneş batıdan doğmadıkça, Kıyamet kopmaz. O zaman herkes iman eder, ama iman artık fayda vermez.) [Buhari, Müslim]

Güneşin batıdan doğmasını, (Avrupa Müslüman olacak) diye tevil etmek, imam-ı a’zamın sözüne aykırıdır. Hiçbir İslam âlimi tevil etmemiştir. Hâşâ Resulullah, bilmece gibi mi söz söylüyor? Böyle tevil etmek, (elma dersem çık, armut dersem çıkma) demeye benzer. Nitekim (Salat, duadır, namaz diye bir şey yok) diyenler çıkmıştır. O zaman ortada din diye bir şey kalmaz. Bir de Avrupa Müslüman olunca, iman niye fayda vermesin? Güneşin batıdan doğması, ilmen de mümkündür. Dinsizler itiraz eder diye zoraki tevile gitmek gerekmez. Allahü teâlâ, dünyayı şimdiki yörüngesinden çıkarır, başka yörüngeye koyar. Dönüşü değişince, güneş batıdan doğmuş olur.

21- Ahirette Allahü teâlâ görülecektir.

22- Kâfirler Cehennemde sonsuz kalır ve azapları hafiflemez, hatta gittikçe artar.

23- Mest üzerine mesh etmek caizdir.

24- Sultana isyan caiz değildir.

(Bu bilgiler, Fıkh-ı ekber, Nuhbet-ül-leali, R. Nasihin, Mektubat-ı Rabbani, F. Fevaid’den alınmıştır.)

Cehennemden kurtulan tek fırka
Sual: Ben dini bilgilerden mahrum olarak yetiştim. Dinimi doğru olarak öğrenmek istiyorum. Birçok kitap aldım. Kitaplarda oldukça çok farklılık var. Kur'an mealleri de farklı. Kendi başıma doğruyu bulmam mümkün değildir. Aynı konuları hocalara sordum. Onlar da farklı şeyler söylediler. Dinimi doğru olarak öğrenmeden ölürsem, mazur sayılır mıyım? Yoksa yanlış bildiğimden sorumlu olur muyum?
CEVAP
Aynı ve benzer sualleri çok kimse soruyor. Her fırka, her grup, benim yolum doğru diyor. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Hadis-i şerifte, müslümanların 73 fırkaya ayrılacakları bildirildi. Bu 73 fırkadan herbiri, İslamiyet’e uyduğunu, Cehennemden kurtulacağı bildirilen bu fırkanın kendi fırkası olduğunu söylemektedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Her fırka, doğru yolda olduğunu sanarak, sevinmektedir.) [Müminun 53 ve Rum 32]

Bu çeşitli fırkalar arasında kurtuluş fırkasının alametini Peygamber efendimiz bildirmiştir:
(Bu fırkada olanlar, benim ve Eshabımın gittiği yolda bulunanlardır.) [Tirmizi]

Peygamber efendimiz, kendini söyledikten sonra, Eshab-ı kiramı da söylemesine lüzum olmadığı halde, bunları da söylemesi, (Benim yolum, Eshabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshabımın gittiği yoldur) demektir. Eshab-ı kiramın yolunda giden, elbette Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır. Cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. (C.1, m.80)

Bugün çok kimse de kendilerinin Ehl-i sünnet olduğunu söylüyor. Bu bakımdan Ehl-i sünnet itikadının ne olduğunu bilmek şarttır. Bu bilindikten sonra doğruyu, hakkı bilmek zor olmaz.

Şirki affetmez ne demek?
Sual: Allah’ın her günahı affedebileceği söyleniyor. Halbuki en büyük günah olan şirki affetmeyeceği Kur'anda yazılı imiş. Bu hususu açıklar mısınız?
CEVAP
İtikadımızı düzeltmeliyiz. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İtikad edilecek şeylerde, bir sarsıntı olursa, kıyamette Cehennemden hiç kurtulmak olmaz. İtikad doğru olup da işlerde [ibadetleri yapmakta, haramlardan kaçmakta] gevşeklik olursa, tevbe ile ve belki tevbesiz de af olabilir. Eğer af olunmazsa, Cehenneme girse bile, sonunda yine kurtulur. İşin aslı, temeli itikadı düzeltmektir. (1/193)

Yine İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Her müslüman, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmeli, imanını buna göre düzeltmelidir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan itikada uymayan fena, bozuk itikadlar, imanlar, yani bunlara gönül bağlamak, gönlü öldüren bir zehirdir. İnsanı sonsuz azaba götürür. Amelde, ibadetlerde tembellik, gevşeklik olursa, affolunabilir. Amma itikadda gevşek davranmak affolunmaz. Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Allah [ahirette] şirki [küfrü, bozuk imanı] asla affetmez. Diğer bütün günahları ise, istediği kimselerden affeder.) [Nisa-48]

O halde ölmeden önce itikadı düzeltmelidir. (2/67)

Görüldüğü gibi, şirk yani küfür üzere ölen kimse, ebedi olarak Cehennemde kalır. Dünyada iken, yani ölmeden önce şirke [küfre] düşen kimse, tevbe ederse affolur.

Bir kâfir, kâfirliğine tevbe ederse, tertemiz, günahsız müslüman olur. Bir müslüman da şirke [küfre] düşerek kâfir olur, sonra pişman olup tevbe ederse, yine müslüman olur. Tevbe etmek için yalnız Kelime-i şehadet söylemek kafi değildir. Küfre sebep olan şeyden de tevbe etmek lazımdır. (Allah şirki affetmez) sözü yanlış anlaşılmaktadır. Şirk üzere ölmüş olan affolmaz; fakat hayattayken, defalarca şirke düşüp sonra tevbe eden affolur.

Ehl-i sünnet itikadı .:.: www.dinimizislam.com :.:.
 

ömerbinabdülaziz

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
22 Ağu 2008
Mesajlar
30
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve berakatühü.

----
Ehl-i sünnet itikadı
Sual: Ehl-i sünnet itikadında olmanın şartları nelerdir?
CEVAP
Ehl-i sünnet itikadından, önemli olanlardan bazıları şunlardır:

1- Amentü’deki altı esasa inanmak. [Hayrın, şerrin ve her şeyin Allah’tan olduğuna inanmak. İnsanda irade-i cüziye vardır. İşlediği günahlardan mesuldür.]

2- Amel, imandan parça değildir. Yani ibadet etmeyen veya günah işleyen mümine kâfir denmez. [Vehhabiler, (amel imanın parçasıdır, namaz kılmayan ve haram işleyen kâfirdir) derler.]

3- İman ya vardır ya yoktur, artıp eksilmez. [Parlaklığı artıp eksilir.]

4- Kur’an-ı kerim mahluk [yaratık] değildir.

5- Allah mekândan münezzehtir. [Vehhabiler, (Allah gökte veya Arşta) derler. Bu küfürdür.]

6- Ehl-i kıble tekfir edilmez. [Vehhabiler, kendilerinden başka herkese kâfir derler.]

7- Kabir suali ve kabir azabı haktır.

8- Gaybı yalnız Allah bilir, dilerse enbiya ve evliyasına da bildirir.

9- Evliyanın kerameti haktır.

10- Eshab-ı kiramın hepsi cennetliktir. [Rafiziler, (Beşi hariç sahabenin tamamı kâfirdir) derler. Halbuki Kur’anda, tamamı cennetlik deniyor.] (Hadid 10)

11- Ebu Bekr-i Sıddık, eshab-ı kiramın en üstünüdür.

12- Mirac, ruh ve bedenle birlikte olmuştur.

13- Öldürülen, intihar eden eceli ile ölmüştür.

14- Peygamberler günah işlemez.

15- Bugün için dört hak mezhepten birinde olmak.

16- Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam, sonuncusu Muhammed aleyhisselamdır. [Vehhabiler, Hazret-i Âdem’in, Hazret-i Şit’in, Hazret-i İdris’in peygamber olduğunu inkâr ederler. İlk peygamber Hazret-i Nuh derler. Liderlerine resul [Peygamber] diyen bazı gruplar da, (Nebi gelmez, ama resul gelir) derler. Bunun için de Resulüm diyen zındıklar türemiştir.]

17- Şefaate, sırata, hesaba ve mizana inanmak.

18- Ruh ölmez. Kâfir ve Müslüman ölülerin ruhları işitir.

19- Kabir ziyareti caizdir. İstigase, yani Enbiya ve evliyanın kabirlerine gidip, onların hürmetine dua etmek ve onlardan yardım istemek caizdir. [Vehhabiler ise buna şirk derler. Bu yüzden Sünnilere ve Şiilere müşrik, yani kâfir derler.]

20- Kıyamet alametlerinden olan Deccal, Dabbet-ül-arz, Hazret-i Mehdi’nin geleceğine, Hazret-i İsa’nın gökten ineceğine, güneşin batıdan doğacağına ve bildirilen diğer kıyamet alametlerine inanmak.

İmam-ı a’zam hazretleri (Kıyamet alametlerine tevilsiz inanmalı) buyuruyor. (Fıkhı ekber)

Bir hadis-i şerif meali:
(Güneş batıdan doğmadıkça, Kıyamet kopmaz. O zaman herkes iman eder, ama iman artık fayda vermez.) [Buhari, Müslim]

Güneşin batıdan doğmasını, (Avrupa Müslüman olacak) diye tevil etmek, imam-ı a’zamın sözüne aykırıdır. Hiçbir İslam âlimi tevil etmemiştir. Hâşâ Resulullah, bilmece gibi mi söz söylüyor? Böyle tevil etmek, (elma dersem çık, armut dersem çıkma) demeye benzer. Nitekim (Salat, duadır, namaz diye bir şey yok) diyenler çıkmıştır. O zaman ortada din diye bir şey kalmaz. Bir de Avrupa Müslüman olunca, iman niye fayda vermesin? Güneşin batıdan doğması, ilmen de mümkündür. Dinsizler itiraz eder diye zoraki tevile gitmek gerekmez. Allahü teâlâ, dünyayı şimdiki yörüngesinden çıkarır, başka yörüngeye koyar. Dönüşü değişince, güneş batıdan doğmuş olur.

21- Ahirette Allahü teâlâ görülecektir.

22- Kâfirler Cehennemde sonsuz kalır ve azapları hafiflemez, hatta gittikçe artar.

23- Mest üzerine mesh etmek caizdir.

24- Sultana isyan caiz değildir.

(Bu bilgiler, Fıkh-ı ekber, Nuhbet-ül-leali, R. Nasihin, Mektubat-ı Rabbani, F. Fevaid’den alınmıştır.)

Cehennemden kurtulan tek fırka
Sual: Ben dini bilgilerden mahrum olarak yetiştim. Dinimi doğru olarak öğrenmek istiyorum. Birçok kitap aldım. Kitaplarda oldukça çok farklılık var. Kur'an mealleri de farklı. Kendi başıma doğruyu bulmam mümkün değildir. Aynı konuları hocalara sordum. Onlar da farklı şeyler söylediler. Dinimi doğru olarak öğrenmeden ölürsem, mazur sayılır mıyım? Yoksa yanlış bildiğimden sorumlu olur muyum?
CEVAP
Aynı ve benzer sualleri çok kimse soruyor. Her fırka, her grup, benim yolum doğru diyor. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Hadis-i şerifte, müslümanların 73 fırkaya ayrılacakları bildirildi. Bu 73 fırkadan herbiri, İslamiyet’e uyduğunu, Cehennemden kurtulacağı bildirilen bu fırkanın kendi fırkası olduğunu söylemektedir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Her fırka, doğru yolda olduğunu sanarak, sevinmektedir.) [Müminun 53 ve Rum 32]

Bu çeşitli fırkalar arasında kurtuluş fırkasının alametini Peygamber efendimiz bildirmiştir:
(Bu fırkada olanlar, benim ve Eshabımın gittiği yolda bulunanlardır.) [Tirmizi]

Peygamber efendimiz, kendini söyledikten sonra, Eshab-ı kiramı da söylemesine lüzum olmadığı halde, bunları da söylemesi, (Benim yolum, Eshabımın gittiği yoldur. Kurtuluş yolu, yalnız Eshabımın gittiği yoldur) demektir. Eshab-ı kiramın yolunda giden, elbette Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasıdır. Cehennemden kurtulan fırka, yalnız bunlardır. (C.1, m.80)

Bugün çok kimse de kendilerinin Ehl-i sünnet olduğunu söylüyor. Bu bakımdan Ehl-i sünnet itikadının ne olduğunu bilmek şarttır. Bu bilindikten sonra doğruyu, hakkı bilmek zor olmaz.

Şirki affetmez ne demek?
Sual: Allah’ın her günahı affedebileceği söyleniyor. Halbuki en büyük günah olan şirki affetmeyeceği Kur'anda yazılı imiş. Bu hususu açıklar mısınız?
CEVAP
İtikadımızı düzeltmeliyiz. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
İtikad edilecek şeylerde, bir sarsıntı olursa, kıyamette Cehennemden hiç kurtulmak olmaz. İtikad doğru olup da işlerde [ibadetleri yapmakta, haramlardan kaçmakta] gevşeklik olursa, tevbe ile ve belki tevbesiz de af olabilir. Eğer af olunmazsa, Cehenneme girse bile, sonunda yine kurtulur. İşin aslı, temeli itikadı düzeltmektir. (1/193)

Yine İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Her müslüman, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmeli, imanını buna göre düzeltmelidir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan itikada uymayan fena, bozuk itikadlar, imanlar, yani bunlara gönül bağlamak, gönlü öldüren bir zehirdir. İnsanı sonsuz azaba götürür. Amelde, ibadetlerde tembellik, gevşeklik olursa, affolunabilir. Amma itikadda gevşek davranmak affolunmaz. Allahü teâlâ buyuruyor ki:
(Allah [ahirette] şirki [küfrü, bozuk imanı] asla affetmez. Diğer bütün günahları ise, istediği kimselerden affeder.) [Nisa-48]

O halde ölmeden önce itikadı düzeltmelidir. (2/67)

Görüldüğü gibi, şirk yani küfür üzere ölen kimse, ebedi olarak Cehennemde kalır. Dünyada iken, yani ölmeden önce şirke [küfre] düşen kimse, tevbe ederse affolur.

Bir kâfir, kâfirliğine tevbe ederse, tertemiz, günahsız müslüman olur. Bir müslüman da şirke [küfre] düşerek kâfir olur, sonra pişman olup tevbe ederse, yine müslüman olur. Tevbe etmek için yalnız Kelime-i şehadet söylemek kafi değildir. Küfre sebep olan şeyden de tevbe etmek lazımdır. (Allah şirki affetmez) sözü yanlış anlaşılmaktadır. Şirk üzere ölmüş olan affolmaz; fakat hayattayken, defalarca şirke düşüp sonra tevbe eden affolur.

Ehl-i sünnet itikadı .:.: www.dinimizislam.com :.:.

aleykümselam.bilgilendirme için ALLAH razı olsun.
fakat birşey daha soracağım.yukarıdaki maddeleri sıralamışsınız.ALLAH razı olsun.
size göre bu maddelere muhalefet etmeyip gereğini yerine getirenler ehli sünnettir.
peki şimdi şunu sorayım.bu maddelerin ehli sünnet olmak için gerekli olmasının delili varmı?yani bu maddelerden herhangi birisine uyulmazsa ehlisünnet olmaktan çıkılacağına dair deliliniz varmı?
veya bu maddeleri kim koyduda bu maddelere göre ehlisünnet olunuyor?
kısacası bu maddeleri kim sıralamıştır ehli sünnet olma şartları olarak?
kimdir bu otorite?
 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
aleykümselam.bilgilendirme için ALLAH razı olsun.
fakat birşey daha soracağım.yukarıdaki maddeleri sıralamışsınız.ALLAH razı olsun.
size göre bu maddelere muhalefet etmeyip gereğini yerine getirenler ehli sünnettir.
peki şimdi şunu sorayım.bu maddelerin ehli sünnet olmak için gerekli olmasının delili varmı?yani bu maddelerden herhangi birisine uyulmazsa ehlisünnet olmaktan çıkılacağına dair deliliniz varmı?
veya bu maddeleri kim koyduda bu maddelere göre ehlisünnet olunuyor?
kısacası bu maddeleri kim sıralamıştır ehli sünnet olma şartları olarak?
kimdir bu otorite?

Cenabı Hak cümlemizden razı olsun.

Dinini Eshab-ı Kiramdan öğrenene ehli sünnet denir.Şöyleki;
---

Ehl-i sünnet itikadını ortaya koyan Resulullah 'aleyhisselatü vesselam' efendimizdir. İman bilgilerini Eshab-ı kiram bu kaynaktan aldılar. Tâbiin-i izam da bu bilgilerini, Eshab-ı kiramdan öğrendiler. Daha sonra gelenler, bunlardan öğrendiler. Böylece, Ehl-i sünnet bilgileri bizlere nakil ve tevatür yoluyla geldi. Bu bilgiler akıl ile bulunamaz. Akıl bunları değiştiremez. Akıl, bunları anlamaya yardımcı olur. Yani, bunları anlamak, doğruluklarını, kıymetlerini kavramak için akıl lazımdır. Hadis âlimlerinin hepsi, Ehl-i sünnet itikadında idiler. Amelde dört mezhebin imamları da bu mezhepte idi. İmam-ı Matüridi ve imam-ı Eşari de Ehl-i sünnet mezhebinde idi. Bu her iki imam, hep bu mezhebi yaydılar. Sapıklara karşı ve eski Yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış olan maddecilere karşı bu tek mezhebi savundular. Bu iki büyük Ehl-i sünnet âliminin zamanları aynı ise de, bulundukları yerler birbirinden ayrı ve karşılarındaki saldırganların düşünüş ve davranışları başka olduğundan, savunma metotları ve tenkitleri birbirinden farklı olmuş ise de, bu hâl, yollarının ayrı olduğunu göstermez. Bunlardan sonra gelen yüzbinlerle derin âlim ve veliler, bu iki yüce imamın kitaplarını inceleyerek ikisinin de, Ehl-i sünnet mezhebinde olduklarını söz birliği ile bildirmişlerdir.

Ehl-i sünnet âlimleri, manaları açık olan (Nass)ları, zahirleri üzere almışlardır. Yani, böyle âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere açık olan manaları vermişler, zaruret olmadıkça böyle Nassları (tevil) etmemişler, bu manaları değiştirmemişlerdir. Kendi bilgileri ve görüşleri ile bir değişiklik hiç yapmamışlardır. Sapık fırkalardan olanlar ve mezhepsizler ise, Yunan felsefecilerinden ve din düşmanı olan fen taklitçilerinden işittiklerine uyarak, iman bilgilerinde ve ibadetlerde değişiklik yapmaktan çekinmemişlerdir.

Peygamber efendimizin hadis-i şerifte fırka-i naciyye, kurtuluş fırkası olarak bildirdiği tek bir itikad mezhebi vardır. O da Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebidir, imam-ı Matüridi ve imam-ı Eşari bu mezhepte iki itikad imamıdır ve bu mezhebi yaymışlardır.

İmam-ı Matüridi ve imam-ı Eşari hazretleri ayrı bir mezhep kurmamışlar, Eshab-ı kiramın, Tâbiinin, dört mezhep imamının ve sonra Ehl-i sünnet âlimlerinin nakil ve tevatür yolu ile bildirdikleri iman ve itikad bilgilerini açıklamışlar, anlaşılmasını kolaylaştırmak için kısımlara bölmüşler ve herkesin anlayabileceği şekilde yaymışlardır. Bunlardan imam-ı Eşari, imam-ı Şafi hazretlerinin talebe zincirinde bulunmaktadır. İmam-ı Matüridi ise imam-ı a’zam hazretlerinin talebe zincirindedir.

Ehl-i sünnet itikadının açıklamasında bu iki imam meşhur olmuş, yaşadıkları zamanlarda itikadda doğru yoldan ayrılmış sapıkların ve Yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış maddecilerin bozuk düşüncelerine karşı Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadını izah etmekte, bazı bakımlardan farklı usuller takip etmişlerdir. Daha sonraki asırlarda gelen Ehl-i sünnet âlimleri, bu iki imamın koyduğu usullere uyarak,
Ehl-i sünnet itikadını nakletmişlerdir.

Ehl-i sünnetin reisi ise imam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleridir. İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri, fıkıh bilgilerini toplayarak, kısımlara, kollara ayırdığı ve usuller, metotlar koyduğu gibi, Resulullahın ve Eshab-ı kiramın bildirdiği itikad, iman bilgilerini de topladı ve yüzlerce talebesine bildirdi. Talebesinden, ilmi kelam, yani iman bilgileri mütehassısları yetişti. Bunlardan imam-ı a’zamın talebesi olan imam-ı Muhammed Şeybani'nin yetiştirdiklerinden, Ebu Bekri Cürcani dünyaca meşhur oldu. Bunun talebesinden de, Ebu Nasır-ı Iyad, kelam ilminde, Ebu Mensur-i Matüridi'yi yetiştirdi. Ebu Mensur, imam-ı a’zam hazretlerinden gelen kelam bilgilerini kitaplara yazdı. Doğru yoldan sapmış olanlarla mücadele ederek, Ehl-i sünnet itikadını kuvvetlendirdi ve her tarafa yaydı.

İmam-ı Eşari de; imam-ı Şafii'nin talebesi zincirinde, bulunmaktadır. Bu iki büyük imam, Eshab-ı kiram, Tâbiin ve Tebe-i tâbiinin bildirdiği itikad ve iman bilgilerini açıklamışlar, kısımlara bölmüşler, herkesin anlayabileceği bir şekilde yaymışlardır. İmam-ı Eşari ve imam-ı Matüridi hazretleri, hocalarının müşterek mezhebi olan Ehl-i sünnet vel-cemaattan dışarı çıkmamışlardır.

Bu iki imamın ve hocalarının ve bunların da hocaları olan, amelde dört hak mezhep imamlarının ve onlara tâbi olanların imanda, itikadda tek bir mezhebi vardır. Bu mezhep Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebidir. Çünkü İslamiyet, bütün insanlara yalnız bir tek imanı ve itikadı emretmektedir. Bu imanın esaslarını ve nasıl itikad edileceğini, bizzat Peygamber efendimiz aleyhisselam tebliğ etmiştir.
Taşköprüzade şöyle yazmıştır:
(Ehl-i sünnet vel-cemaatın kelam ilmindeki reisleri iki zattır. Bunlardan birisi Hanefi, diğeri Şafii'dir. Hanefi olanı, Ebu Mensur Matüridi, Şafii olanı ise Ebu'l Hasen el-Eşari'dir.)

Bazı kitaplarda, Eşariyye mezhebi, Matüridiyye mezhebi diye yazılı ise de, bu kendi çalışmalarına verilen isimdir, ayrı mezhep değildir. Her ikisi de Ehl-i sünnet itikadını anlatmıştır. Aralarında ictihad farkları vardır. Bu ayrılıklar temelde ayrılık olmadığı için, ikisi de Ehl-i sünnettir.
Zebidi de şöyle demiştir:
(Ehl-i sünnet vel-cemaat ismi geçince, Eşariler ve Matüridiler kastedilir.)
 

ömerbinabdülaziz

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
22 Ağu 2008
Mesajlar
30
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Cenabı Hak cümlemizden razı olsun.

Dinini Eshab-ı Kiramdan öğrenene ehli sünnet denir.Şöyleki;
---

Ehl-i sünnet itikadını ortaya koyan Resulullah 'aleyhisselatü vesselam' efendimizdir. İman bilgilerini Eshab-ı kiram bu kaynaktan aldılar. Tâbiin-i izam da bu bilgilerini, Eshab-ı kiramdan öğrendiler. Daha sonra gelenler, bunlardan öğrendiler. Böylece, Ehl-i sünnet bilgileri bizlere nakil ve tevatür yoluyla geldi. Bu bilgiler akıl ile bulunamaz. Akıl bunları değiştiremez. Akıl, bunları anlamaya yardımcı olur. Yani, bunları anlamak, doğruluklarını, kıymetlerini kavramak için akıl lazımdır. Hadis âlimlerinin hepsi, Ehl-i sünnet itikadında idiler. Amelde dört mezhebin imamları da bu mezhepte idi. İmam-ı Matüridi ve imam-ı Eşari de Ehl-i sünnet mezhebinde idi. Bu her iki imam, hep bu mezhebi yaydılar. Sapıklara karşı ve eski Yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış olan maddecilere karşı bu tek mezhebi savundular. Bu iki büyük Ehl-i sünnet âliminin zamanları aynı ise de, bulundukları yerler birbirinden ayrı ve karşılarındaki saldırganların düşünüş ve davranışları başka olduğundan, savunma metotları ve tenkitleri birbirinden farklı olmuş ise de, bu hâl, yollarının ayrı olduğunu göstermez. Bunlardan sonra gelen yüzbinlerle derin âlim ve veliler, bu iki yüce imamın kitaplarını inceleyerek ikisinin de, Ehl-i sünnet mezhebinde olduklarını söz birliği ile bildirmişlerdir.

Ehl-i sünnet âlimleri, manaları açık olan (Nass)ları, zahirleri üzere almışlardır. Yani, böyle âyet-i kerimelere ve hadis-i şeriflere açık olan manaları vermişler, zaruret olmadıkça böyle Nassları (tevil) etmemişler, bu manaları değiştirmemişlerdir. Kendi bilgileri ve görüşleri ile bir değişiklik hiç yapmamışlardır. Sapık fırkalardan olanlar ve mezhepsizler ise, Yunan felsefecilerinden ve din düşmanı olan fen taklitçilerinden işittiklerine uyarak, iman bilgilerinde ve ibadetlerde değişiklik yapmaktan çekinmemişlerdir.

Peygamber efendimizin hadis-i şerifte fırka-i naciyye, kurtuluş fırkası olarak bildirdiği tek bir itikad mezhebi vardır. O da Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebidir, imam-ı Matüridi ve imam-ı Eşari bu mezhepte iki itikad imamıdır ve bu mezhebi yaymışlardır.

İmam-ı Matüridi ve imam-ı Eşari hazretleri ayrı bir mezhep kurmamışlar, Eshab-ı kiramın, Tâbiinin, dört mezhep imamının ve sonra Ehl-i sünnet âlimlerinin nakil ve tevatür yolu ile bildirdikleri iman ve itikad bilgilerini açıklamışlar, anlaşılmasını kolaylaştırmak için kısımlara bölmüşler ve herkesin anlayabileceği şekilde yaymışlardır. Bunlardan imam-ı Eşari, imam-ı Şafi hazretlerinin talebe zincirinde bulunmaktadır. İmam-ı Matüridi ise imam-ı a’zam hazretlerinin talebe zincirindedir.

Ehl-i sünnet itikadının açıklamasında bu iki imam meşhur olmuş, yaşadıkları zamanlarda itikadda doğru yoldan ayrılmış sapıkların ve Yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış maddecilerin bozuk düşüncelerine karşı Ehl-i sünnet vel-cemaat itikadını izah etmekte, bazı bakımlardan farklı usuller takip etmişlerdir. Daha sonraki asırlarda gelen Ehl-i sünnet âlimleri, bu iki imamın koyduğu usullere uyarak,
Ehl-i sünnet itikadını nakletmişlerdir.

Ehl-i sünnetin reisi ise imam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleridir. İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri, fıkıh bilgilerini toplayarak, kısımlara, kollara ayırdığı ve usuller, metotlar koyduğu gibi, Resulullahın ve Eshab-ı kiramın bildirdiği itikad, iman bilgilerini de topladı ve yüzlerce talebesine bildirdi. Talebesinden, ilmi kelam, yani iman bilgileri mütehassısları yetişti. Bunlardan imam-ı a’zamın talebesi olan imam-ı Muhammed Şeybani'nin yetiştirdiklerinden, Ebu Bekri Cürcani dünyaca meşhur oldu. Bunun talebesinden de, Ebu Nasır-ı Iyad, kelam ilminde, Ebu Mensur-i Matüridi'yi yetiştirdi. Ebu Mensur, imam-ı a’zam hazretlerinden gelen kelam bilgilerini kitaplara yazdı. Doğru yoldan sapmış olanlarla mücadele ederek, Ehl-i sünnet itikadını kuvvetlendirdi ve her tarafa yaydı.

İmam-ı Eşari de; imam-ı Şafii'nin talebesi zincirinde, bulunmaktadır. Bu iki büyük imam, Eshab-ı kiram, Tâbiin ve Tebe-i tâbiinin bildirdiği itikad ve iman bilgilerini açıklamışlar, kısımlara bölmüşler, herkesin anlayabileceği bir şekilde yaymışlardır. İmam-ı Eşari ve imam-ı Matüridi hazretleri, hocalarının müşterek mezhebi olan Ehl-i sünnet vel-cemaattan dışarı çıkmamışlardır.

Bu iki imamın ve hocalarının ve bunların da hocaları olan, amelde dört hak mezhep imamlarının ve onlara tâbi olanların imanda, itikadda tek bir mezhebi vardır. Bu mezhep Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebidir. Çünkü İslamiyet, bütün insanlara yalnız bir tek imanı ve itikadı emretmektedir. Bu imanın esaslarını ve nasıl itikad edileceğini, bizzat Peygamber efendimiz aleyhisselam tebliğ etmiştir.
Taşköprüzade şöyle yazmıştır:
(Ehl-i sünnet vel-cemaatın kelam ilmindeki reisleri iki zattır. Bunlardan birisi Hanefi, diğeri Şafii'dir. Hanefi olanı, Ebu Mensur Matüridi, Şafii olanı ise Ebu'l Hasen el-Eşari'dir.)

Bazı kitaplarda, Eşariyye mezhebi, Matüridiyye mezhebi diye yazılı ise de, bu kendi çalışmalarına verilen isimdir, ayrı mezhep değildir. Her ikisi de Ehl-i sünnet itikadını anlatmıştır. Aralarında ictihad farkları vardır. Bu ayrılıklar temelde ayrılık olmadığı için, ikisi de Ehl-i sünnettir.
Zebidi de şöyle demiştir:
(Ehl-i sünnet vel-cemaat ismi geçince, Eşariler ve Matüridiler kastedilir.)

değerli kardeşim bu yazdıkların sorumun karşılığı değilki.ben sana başka birşey sordum.sorum şu:
birtakım maddeler yazarak ehlisünnet olmanın şartlarını maddeler halinde belirtmişsiniz:
kimdir veya kimdir bu maddelerin ehlisünnet olma şartı olduğunu söyleyen alim.ve hangi kitabında belirtmiştir ehlisünnet oılmanın şartları olduğunu?
şimdi siz bu maddeleri yazmışsınız ehlisünnet olmak için.
fakat daha önceleride böyle tartışmalara şahit olmuştum.
ve başkalarıda ehlisünnet olmanın şartlarını sizinkinden farklı maddelere bağlamışlardı.hemde ortaya delil koyamadan...
şimdi herkes ben ehlisünnetim desin ve kafasına göre maddeler sıralasın.
haricindekiler ehlibidat olsun.böyle bir hadsizlik olabilirmi?
benim kızdığım şey şuki herkes kendisini ehlisünnet ilan edip diğer müslümanları ehlibidat ilan ediyor ve fırkaı naciye biziz kibrine kapılıyorlar.cennetede bizim itikadımızdakiler girecek diyorlar.bu yanlış...
ortaya delil koymadan maddeler koyup bu maddelere uyanlar ehlisünnettir demek kusura bakmayın ama haddini bilmezliktir.
hatta birde diğer müslümanları ehlibidat görmek buna diyecek birşey bulamıyorum.
ehlisünnet demek adı üzerinde sünnet ehlidir.peygamber sav e uyan peygamber efendimizsav in sünnetine sarılan her kim olursa olsun ehlisünnettir.



 

Huyela

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eki 2006
Mesajlar
2,345
Tepki puanı
1
Puanları
36
Yaş
41
Konum
İstanbul
değerli kardeşim bu yazdıkların sorumun karşılığı değilki.ben sana başka birşey sordum.sorum şu:
birtakım maddeler yazarak ehlisünnet olmanın şartlarını maddeler halinde belirtmişsiniz:
kimdir veya kimdir bu maddelerin ehlisünnet olma şartı olduğunu söyleyen alim.ve hangi kitabında belirtmiştir ehlisünnet oılmanın şartları olduğunu?
şimdi siz bu maddeleri yazmışsınız ehlisünnet olmak için.
fakat daha önceleride böyle tartışmalara şahit olmuştum.
ve başkalarıda ehlisünnet olmanın şartlarını sizinkinden farklı maddelere bağlamışlardı.hemde ortaya delil koyamadan...
şimdi herkes ben ehlisünnetim desin ve kafasına göre maddeler sıralasın.
haricindekiler ehlibidat olsun.böyle bir hadsizlik olabilirmi?
benim kızdığım şey şuki herkes kendisini ehlisünnet ilan edip diğer müslümanları ehlibidat ilan ediyor ve fırkaı naciye biziz kibrine kapılıyorlar.cennetede bizim itikadımızdakiler girecek diyorlar.bu yanlış...
ortaya delil koymadan maddeler koyup bu maddelere uyanlar ehlisünnettir demek kusura bakmayın ama haddini bilmezliktir.
hatta birde diğer müslümanları ehlibidat görmek buna diyecek birşey bulamıyorum.
ehlisünnet demek adı üzerinde sünnet ehlidir.peygamber sav e uyan peygamber efendimizsav in sünnetine sarılan her kim olursa olsun ehlisünnettir.




Hangi kitablarda yazdığını zaten belirtmiştik.

(Bu bilgiler, Fıkh-ı ekber, Nuhbet-ül-leali, R. Nasihin, Mektubat-ı Rabbani, F. Fevaid’den alınmıştır.)

Kudretiniz farsa bu kitabları kütübhanelerden araştırın bulun o maddelerin hepsinin delillerini görebilirsiniz. Silsile yoluyla zamanımıza kadar gelen ehli sünnet alimlerine itimat etmesseniz bunu yapmak zorundasınız.
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt