El-Endulusi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 8 Nis 2012
- Mesajlar
- 376
- Tepki puanı
- 1
- Puanları
- 0
- Yaş
- 13
Selamun Aleykum,
Cenabi Allah c.c. ilmi kelaminda Ibrahim suresi 11. Ayet de "Müminler Allah´a tevekkül etsinler." ve Maide suresi 23. ayetde "Eğer mümin iseniz Allah´a tevekkül ediniz" buyurmustur..
Rasulullah s.a.v Buhari de gecen bir hadisi serifde "Bir hac mevsiminde bütün ümmetler bana gösterilmişti,´ dağları ve ovaları dolduran ümmetimin çokluğu ve teşkil ettiği yekûn hoşuma gitmişti. Bana soruldu: Durumdan memnun musun Evet, dedim. Bunlarla beraber, (Allah´a tevekkül ederek) dağlama ile tedavi yapmıyan, falcılık ve üfürükçülük gibi şeylere inanmayan ve Rablerine tevekkül edenlerden yetmiş bin kişi hesapsız ve sualsiz cennete gireceklerdir. Bunun üzerine Ukkaşe b. Mıhsan Esedî ayağa kalktı ve: Ya Resûlallah! Dua buyur da Allah beni o zümreden eylesin, dedi. Resûlüllah (s.a.)-. Allahım! Bunu da onlardan kıl, diye dua eyledi. Bunu gören diğer bir adam da aynı şekilde: Dua buyurun da Allah beni de onlardan eylesin, dedi. Fakat Resûlüllah (s.a.): Bu konuda Ukkaşe senden önce davrandı" buyurdu..
Tevekkül; Sebep ve tedbirde ihmal göstermemek şartıyle sebebi hiç nazarı itibara almamak, Allah Taâlâ´ya güvenmek. Tevekkül işi Rab Taâla'ya havale etmek, işi idare etsin diye O´nun ilmine ve murakabesine sığınmak, sebep ve tedbiri ilâhlaştırmamak, insan irâdesine ve tabiat kanunlarına Allah´ın irâdesinden daha çok önem ve değer vermemek, kısaca Allah-ı c.c. vekil kılmak ve vekile tam olarak itimad etmektir.
Tasavvuf da sufiler beşeri irâdeye, sebep ve tedbir fikrine ve tabiat kanunlarına fazla önem ve değer vermenin, ilâhî irâdeye ve takdire önem ve değer vermemek mânasına geldiğine kânidirler. Sebep ve tabiat kanununa ne kadar çok önem verilirse, ilâhî iradeye o kadar az ehemmiyet verilir. Sebep ile ilâhî irâde arasında ters orantı vardır.
Fakat Tevekkulun 2 sekli vardir. Birincisi avamin tevekkulu, bu kulun sebeplere ve tedbire bagli kalarak yaptigidir. Bunun da ispati Tirmizi de gecen Hadisi Serif de Enes b. Mâlik anlatıyor: "Devesine süvari olan bir adam Resûlüllah (s.a.) in huzuruna geldi ve Ey Allah Resulü, devemi salıveriyor ve tevekkül ediyorum, ne dersiniz dedi. Resûlüllah (s.a.): Hayır! Bağla ve öyle tevekkül et, buyurdu."
Tevekkulun ikincisi ise Tasavvuf da buyuklerin yaptigi sekildir. Onlar tedbir, sebep yani onlari bu dunyaya baglayan hicbir seye itimat etmezler ve tum islerini sadece Allah c.c. a havale ederler. Kaldiki bu hal Sunnete aykiri degildir zira onlar mesela Fudayl Bin Iyaz. bisri hafi ibrahim bin ethem ibrahim havvas k.s. gibi sufiler genelde zuhd hayatini sectikleri icin onlarin sahip oldugu dunyaliklari yoktur (bizim sahip oldugumuz gibi) boyle olunca da tevekkul hallerinde sebebe yada tedbire sarilmalarina gerek kalmamistir..
Bişr Hafî, "İnsanlardan biri, Allah Taâlâ´ya tevekkül ettim, diyor. Halbuki Allah Taâlâ´ya karşı yalan söylüyor. Gerçekten Allah´a tevekkül etseydi, onun hakkındaki muamelesine de razı olurdu", demiştir.
İbrahim Havvas diyor ki: "Çölde yolculuk yaparken kulağıma hatiften bir ses geldi, o tarafa döndüm, bir bedevinin yürüdüğünü gördüm. Bedevi bana: Ya İbrahim! Tevekkül bizim yanımızdadır. Çölde yanımızda ikâmet edersen, sağlam bir tevekkül anlayışına sahip olursun. Bilmiyor musun ki yiyecek-içecek bulunan bir kasabaya ulaşma ümidi ile hareket etmen, o kasabada ikâmet etmene sebep oluyor Kasabaya ulaşma ümidini söküp at ve öyle tevekkül et" dedi..
Hallac-ı Mansûr, İbrahim Havvas´a: "Bunca sefer yapıp bu kadar çöller geçerken ne yaptın " demiş. O da: "Tevekkül hâli üzere bulundum, kendimi bu esasa göre düzene soktum», diye cevap vermiş. Hallaç da: "İçini imar gayesi ile ömrünü tükettin, tevhiddeki fena nerede kaldı » diye karşılık vermişti. (Tevhidde fâni olmak tevekkülün en yüksek mertebesidir).
Tevekkulun gercek manasi Hakkal yakin yapilandir. Yani kulun kendisini dunyaya baglayan butun sebeplerden soyutlamasidir. Bu kaderle de orantilidir zira Tevekkul sahibi kul Allah c.c. takdirine razi gelmistir.
Ebu Abdullah Kureşî´ye tevekkülden sorulmuş, o da: "Her halükârda Allah Taâlâ´ya bağlanıp, ona güvenmektir", demişti. Soruyu soran zat: Biraz daha açıklar mısınız deyince; "Seni başka bir sebebe ulaştıran tüm sebeplere itimadı terketmek, böylece sebeplerin yaptığı işi Hakk Taâlâ´nın üzerine alması halidir", demişti. (Her işimi bizzat Hakk üzerine alsın diye seni maksada doğrudan veya dolayısı ile ulaştıran bütün sebeplere itimadı terketmendir).
Tabiki bizlerin yapacagi Tevekkul sebepleri goz onunde bulundurarak tedbiri elden birakmadan yapacagimiz tevekkuldur ki; bizlere ogut olmasi icin Sehl bin Abdullah soyle zikretmistir. "Tevekkül, Nebi (s.a.) nin halidir. Çalışıp kazanmak ise sünnetidir. Onun hâli üzere bulunan sünnetini katiyyen terketmez." demiştir
Not; Konu ile ilgili Sufilerin gorusleri Imam-i Kuseyri (k.s.) Kuseyri Risalesinden gelmektedir. Allah c.c. ondan razi olsun..
Cenabi Allah c.c. ilmi kelaminda Ibrahim suresi 11. Ayet de "Müminler Allah´a tevekkül etsinler." ve Maide suresi 23. ayetde "Eğer mümin iseniz Allah´a tevekkül ediniz" buyurmustur..
Rasulullah s.a.v Buhari de gecen bir hadisi serifde "Bir hac mevsiminde bütün ümmetler bana gösterilmişti,´ dağları ve ovaları dolduran ümmetimin çokluğu ve teşkil ettiği yekûn hoşuma gitmişti. Bana soruldu: Durumdan memnun musun Evet, dedim. Bunlarla beraber, (Allah´a tevekkül ederek) dağlama ile tedavi yapmıyan, falcılık ve üfürükçülük gibi şeylere inanmayan ve Rablerine tevekkül edenlerden yetmiş bin kişi hesapsız ve sualsiz cennete gireceklerdir. Bunun üzerine Ukkaşe b. Mıhsan Esedî ayağa kalktı ve: Ya Resûlallah! Dua buyur da Allah beni o zümreden eylesin, dedi. Resûlüllah (s.a.)-. Allahım! Bunu da onlardan kıl, diye dua eyledi. Bunu gören diğer bir adam da aynı şekilde: Dua buyurun da Allah beni de onlardan eylesin, dedi. Fakat Resûlüllah (s.a.): Bu konuda Ukkaşe senden önce davrandı" buyurdu..
Tevekkül; Sebep ve tedbirde ihmal göstermemek şartıyle sebebi hiç nazarı itibara almamak, Allah Taâlâ´ya güvenmek. Tevekkül işi Rab Taâla'ya havale etmek, işi idare etsin diye O´nun ilmine ve murakabesine sığınmak, sebep ve tedbiri ilâhlaştırmamak, insan irâdesine ve tabiat kanunlarına Allah´ın irâdesinden daha çok önem ve değer vermemek, kısaca Allah-ı c.c. vekil kılmak ve vekile tam olarak itimad etmektir.
Tasavvuf da sufiler beşeri irâdeye, sebep ve tedbir fikrine ve tabiat kanunlarına fazla önem ve değer vermenin, ilâhî irâdeye ve takdire önem ve değer vermemek mânasına geldiğine kânidirler. Sebep ve tabiat kanununa ne kadar çok önem verilirse, ilâhî iradeye o kadar az ehemmiyet verilir. Sebep ile ilâhî irâde arasında ters orantı vardır.
Fakat Tevekkulun 2 sekli vardir. Birincisi avamin tevekkulu, bu kulun sebeplere ve tedbire bagli kalarak yaptigidir. Bunun da ispati Tirmizi de gecen Hadisi Serif de Enes b. Mâlik anlatıyor: "Devesine süvari olan bir adam Resûlüllah (s.a.) in huzuruna geldi ve Ey Allah Resulü, devemi salıveriyor ve tevekkül ediyorum, ne dersiniz dedi. Resûlüllah (s.a.): Hayır! Bağla ve öyle tevekkül et, buyurdu."
Tevekkulun ikincisi ise Tasavvuf da buyuklerin yaptigi sekildir. Onlar tedbir, sebep yani onlari bu dunyaya baglayan hicbir seye itimat etmezler ve tum islerini sadece Allah c.c. a havale ederler. Kaldiki bu hal Sunnete aykiri degildir zira onlar mesela Fudayl Bin Iyaz. bisri hafi ibrahim bin ethem ibrahim havvas k.s. gibi sufiler genelde zuhd hayatini sectikleri icin onlarin sahip oldugu dunyaliklari yoktur (bizim sahip oldugumuz gibi) boyle olunca da tevekkul hallerinde sebebe yada tedbire sarilmalarina gerek kalmamistir..
Bişr Hafî, "İnsanlardan biri, Allah Taâlâ´ya tevekkül ettim, diyor. Halbuki Allah Taâlâ´ya karşı yalan söylüyor. Gerçekten Allah´a tevekkül etseydi, onun hakkındaki muamelesine de razı olurdu", demiştir.
İbrahim Havvas diyor ki: "Çölde yolculuk yaparken kulağıma hatiften bir ses geldi, o tarafa döndüm, bir bedevinin yürüdüğünü gördüm. Bedevi bana: Ya İbrahim! Tevekkül bizim yanımızdadır. Çölde yanımızda ikâmet edersen, sağlam bir tevekkül anlayışına sahip olursun. Bilmiyor musun ki yiyecek-içecek bulunan bir kasabaya ulaşma ümidi ile hareket etmen, o kasabada ikâmet etmene sebep oluyor Kasabaya ulaşma ümidini söküp at ve öyle tevekkül et" dedi..
Hallac-ı Mansûr, İbrahim Havvas´a: "Bunca sefer yapıp bu kadar çöller geçerken ne yaptın " demiş. O da: "Tevekkül hâli üzere bulundum, kendimi bu esasa göre düzene soktum», diye cevap vermiş. Hallaç da: "İçini imar gayesi ile ömrünü tükettin, tevhiddeki fena nerede kaldı » diye karşılık vermişti. (Tevhidde fâni olmak tevekkülün en yüksek mertebesidir).
Tevekkulun gercek manasi Hakkal yakin yapilandir. Yani kulun kendisini dunyaya baglayan butun sebeplerden soyutlamasidir. Bu kaderle de orantilidir zira Tevekkul sahibi kul Allah c.c. takdirine razi gelmistir.
Ebu Abdullah Kureşî´ye tevekkülden sorulmuş, o da: "Her halükârda Allah Taâlâ´ya bağlanıp, ona güvenmektir", demişti. Soruyu soran zat: Biraz daha açıklar mısınız deyince; "Seni başka bir sebebe ulaştıran tüm sebeplere itimadı terketmek, böylece sebeplerin yaptığı işi Hakk Taâlâ´nın üzerine alması halidir", demişti. (Her işimi bizzat Hakk üzerine alsın diye seni maksada doğrudan veya dolayısı ile ulaştıran bütün sebeplere itimadı terketmendir).
Tabiki bizlerin yapacagi Tevekkul sebepleri goz onunde bulundurarak tedbiri elden birakmadan yapacagimiz tevekkuldur ki; bizlere ogut olmasi icin Sehl bin Abdullah soyle zikretmistir. "Tevekkül, Nebi (s.a.) nin halidir. Çalışıp kazanmak ise sünnetidir. Onun hâli üzere bulunan sünnetini katiyyen terketmez." demiştir
Not; Konu ile ilgili Sufilerin gorusleri Imam-i Kuseyri (k.s.) Kuseyri Risalesinden gelmektedir. Allah c.c. ondan razi olsun..