Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tevekkül (1 Kullanıcı)

El-Endulusi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
376
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
12
Selamun Aleykum,

Cenabi Allah c.c. ilmi kelaminda Ibrahim suresi 11. Ayet de "Müminler Allah´a tevekkül etsinler." ve Maide suresi 23. ayetde "Eğer mümin iseniz Allah´a tevekkül ediniz" buyurmustur..

Rasulullah s.a.v Buhari de gecen bir hadisi serifde "Bir hac mevsiminde bütün ümmetler bana gösterilmişti,´ dağları ve ovaları dolduran ümmetimin çokluğu ve teşkil ettiği yekûn hoşuma gitmişti. Bana soruldu: Durumdan memnun musun Evet, dedim. Bunlarla beraber, (Allah´a tevekkül ederek) dağlama ile tedavi yapmıyan, falcılık ve üfürükçülük gibi şeylere inanmayan ve Rablerine tevekkül edenlerden yetmiş bin kişi hesapsız ve sualsiz cennete gireceklerdir. Bunun üzerine Ukkaşe b. Mıhsan Esedî ayağa kalktı ve: Ya Resûlallah! Dua buyur da Allah beni o zümreden eylesin, dedi. Resûlüllah (s.a.)-. Allahım! Bunu da onlardan kıl, diye dua eyledi. Bunu gören diğer bir adam da aynı şekilde: Dua buyurun da Allah beni de onlardan eylesin, dedi. Fakat Resûlüllah (s.a.): Bu konuda Ukkaşe senden önce davrandı" buyurdu..

Tevekkül; Sebep ve tedbirde ihmal göstermemek şartıyle sebebi hiç nazarı itibara almamak, Allah Taâlâ´ya güvenmek. Tevekkül işi Rab Taâla'ya havale etmek, işi idare etsin diye O´nun ilmine ve murakabesine sığınmak, sebep ve tedbiri ilâhlaştırmamak, insan irâdesine ve tabiat kanunlarına Allah´ın irâdesinden daha çok önem ve değer vermemek, kısaca Allah-ı c.c. vekil kılmak ve vekile tam olarak itimad etmektir.

Tasavvuf da sufiler beşeri irâdeye, sebep ve tedbir fikrine ve tabiat kanunlarına fazla önem ve değer vermenin, ilâhî irâdeye ve takdire önem ve değer vermemek mânasına geldiğine kânidirler. Sebep ve tabiat kanununa ne kadar çok önem verilirse, ilâhî iradeye o kadar az ehemmiyet verilir. Sebep ile ilâhî irâde arasında ters orantı vardır.

Fakat Tevekkulun 2 sekli vardir. Birincisi avamin tevekkulu, bu kulun sebeplere ve tedbire bagli kalarak yaptigidir. Bunun da ispati Tirmizi de gecen Hadisi Serif de Enes b. Mâlik anlatıyor: "Devesine süvari olan bir adam Resûlüllah (s.a.) in huzuruna geldi ve Ey Allah Resulü, devemi salıveriyor ve tevekkül ediyorum, ne dersiniz dedi. Resûlüllah (s.a.): Hayır! Bağla ve öyle tevekkül et, buyurdu."

Tevekkulun ikincisi ise Tasavvuf da buyuklerin yaptigi sekildir. Onlar tedbir, sebep yani onlari bu dunyaya baglayan hicbir seye itimat etmezler ve tum islerini sadece Allah c.c. a havale ederler. Kaldiki bu hal Sunnete aykiri degildir zira onlar mesela Fudayl Bin Iyaz. bisri hafi ibrahim bin ethem ibrahim havvas k.s. gibi sufiler genelde zuhd hayatini sectikleri icin onlarin sahip oldugu dunyaliklari yoktur (bizim sahip oldugumuz gibi) boyle olunca da tevekkul hallerinde sebebe yada tedbire sarilmalarina gerek kalmamistir..

Bişr Hafî, "İnsanlardan biri, Allah Taâlâ´ya tevekkül ettim, diyor. Halbuki Allah Taâlâ´ya karşı yalan söylüyor. Gerçekten Allah´a tevekkül etseydi, onun hakkındaki muamelesine de razı olurdu", demiştir.

İbrahim Havvas diyor ki: "Çölde yolculuk yaparken kulağıma hatiften bir ses geldi, o tarafa döndüm, bir bedevinin yürüdüğünü gördüm. Bedevi bana: Ya İbrahim! Tevekkül bizim yanımızdadır. Çölde yanımızda ikâmet edersen, sağlam bir tevekkül anlayışına sahip olursun. Bilmiyor musun ki yiyecek-içecek bulunan bir kasabaya ulaşma ümidi ile hareket etmen, o kasabada ikâmet etmene sebep oluyor Kasabaya ulaşma ümidini söküp at ve öyle tevekkül et" dedi..

Hallac-ı Mansûr, İbrahim Havvas´a: "Bunca sefer yapıp bu kadar çöller geçerken ne yaptın " demiş. O da: "Tevekkül hâli üzere bulundum, kendimi bu esasa göre düzene soktum», diye cevap vermiş. Hallaç da: "İçini imar gayesi ile ömrünü tükettin, tevhiddeki fena nerede kaldı » diye karşılık vermişti. (Tevhidde fâni olmak tevekkülün en yüksek mertebesidir).

Tevekkulun gercek manasi Hakkal yakin yapilandir. Yani kulun kendisini dunyaya baglayan butun sebeplerden soyutlamasidir. Bu kaderle de orantilidir zira Tevekkul sahibi kul Allah c.c. takdirine razi gelmistir.

Ebu Abdullah Kureşî´ye tevekkülden sorulmuş, o da: "Her halükârda Allah Taâlâ´ya bağlanıp, ona güvenmektir", demişti. Soruyu soran zat: Biraz daha açıklar mısınız deyince; "Seni başka bir sebebe ulaştıran tüm sebeplere itimadı terketmek, böylece sebeplerin yaptığı işi Hakk Taâlâ´nın üzerine alması halidir", demişti. (Her işimi bizzat Hakk üzerine alsın diye seni maksada doğrudan veya dolayısı ile ulaştıran bütün sebeplere itimadı terketmendir).

Tabiki bizlerin yapacagi Tevekkul sebepleri goz onunde bulundurarak tedbiri elden birakmadan yapacagimiz tevekkuldur ki; bizlere ogut olmasi icin Sehl bin Abdullah soyle zikretmistir. "Tevekkül, Nebi (s.a.) nin halidir. Çalışıp kazanmak ise sünnetidir. Onun hâli üzere bulunan sünnetini katiyyen terketmez." demiştir

Not; Konu ile ilgili Sufilerin gorusleri Imam-i Kuseyri (k.s.) Kuseyri Risalesinden gelmektedir. Allah c.c. ondan razi olsun..
 

NDYZLF

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Mar 2009
Mesajlar
960
Tepki puanı
6
Puanları
0
Yaş
44
Tevekkül
Selamun Aleykum,

Cenabi Allah c.c. ilmi kelaminda Ibrahim suresi 11. Ayet de "Müminler Allah´a tevekkül etsinler." ve Maide suresi 23. ayetde "Eğer mümin iseniz Allah´a tevekkül ediniz" buyurmustur..

Rasulullah s.a.v Buhari de gecen bir hadisi serifde "Bir hac mevsiminde bütün ümmetler bana gösterilmişti,´ dağları ve ovaları dolduran ümmetimin çokluğu ve teşkil ettiği yekûn hoşuma gitmişti. Bana soruldu: Durumdan memnun musun Evet, dedim. Bunlarla beraber, (Allah´a tevekkül ederek) dağlama ile tedavi yapmıyan, falcılık ve üfürükçülük gibi şeylere inanmayan ve Rablerine tevekkül edenlerden yetmiş bin kişi hesapsız ve sualsiz cennete gireceklerdir. Bunun üzerine Ukkaşe b. Mıhsan Esedî ayağa kalktı ve: Ya Resûlallah! Dua buyur da Allah beni o zümreden eylesin, dedi. Resûlüllah (s.a.)-. Allahım! Bunu da onlardan kıl, diye dua eyledi. Bunu gören diğer bir adam da aynı şekilde: Dua buyurun da Allah beni de onlardan eylesin, dedi. Fakat Resûlüllah (s.a.): Bu konuda Ukkaşe senden önce davrandı" buyurdu..

Tevekkül; Sebep ve tedbirde ihmal göstermemek şartıyle sebebi hiç nazarı itibara almamak, Allah Taâlâ´ya güvenmek. Tevekkül işi Rab Taâla'ya havale etmek, işi idare etsin diye O´nun ilmine ve murakabesine sığınmak, sebep ve tedbiri ilâhlaştırmamak, insan irâdesine ve tabiat kanunlarına Allah´ın irâdesinden daha çok önem ve değer vermemek, kısaca Allah-ı c.c. vekil kılmak ve vekile tam olarak itimad etmektir.

Tasavvuf da sufiler beşeri irâdeye, sebep ve tedbir fikrine ve tabiat kanunlarına fazla önem ve değer vermenin, ilâhî irâdeye ve takdire önem ve değer vermemek mânasına geldiğine kânidirler. Sebep ve tabiat kanununa ne kadar çok önem verilirse, ilâhî iradeye o kadar az ehemmiyet verilir. Sebep ile ilâhî irâde arasında ters orantı vardır.

Fakat Tevekkulun 2 sekli vardir. Birincisi avamin tevekkulu, bu kulun sebeplere ve tedbire bagli kalarak yaptigidir. Bunun da ispati Tirmizi de gecen Hadisi Serif de Enes b. Mâlik anlatıyor: "Devesine süvari olan bir adam Resûlüllah (s.a.) in huzuruna geldi ve Ey Allah Resulü, devemi salıveriyor ve tevekkül ediyorum, ne dersiniz dedi. Resûlüllah (s.a.): Hayır! Bağla ve öyle tevekkül et, buyurdu."

Tevekkulun ikincisi ise Tasavvuf da buyuklerin yaptigi sekildir. Onlar tedbir, sebep yani onlari bu dunyaya baglayan hicbir seye itimat etmezler ve tum islerini sadece Allah c.c. a havale ederler. Kaldiki bu hal Sunnete aykiri degildir zira onlar mesela Fudayl Bin Iyaz. bisri hafi ibrahim bin ethem ibrahim havvas k.s. gibi sufiler genelde zuhd hayatini sectikleri icin onlarin sahip oldugu dunyaliklari yoktur (bizim sahip oldugumuz gibi) boyle olunca da tevekkul hallerinde sebebe yada tedbire sarilmalarina gerek kalmamistir..

Bişr Hafî, "İnsanlardan biri, Allah Taâlâ´ya tevekkül ettim, diyor. Halbuki Allah Taâlâ´ya karşı yalan söylüyor. Gerçekten Allah´a tevekkül etseydi, onun hakkındaki muamelesine de razı olurdu", demiştir.

İbrahim Havvas diyor ki: "Çölde yolculuk yaparken kulağıma hatiften bir ses geldi, o tarafa döndüm, bir bedevinin yürüdüğünü gördüm. Bedevi bana: Ya İbrahim! Tevekkül bizim yanımızdadır. Çölde yanımızda ikâmet edersen, sağlam bir tevekkül anlayışına sahip olursun. Bilmiyor musun ki yiyecek-içecek bulunan bir kasabaya ulaşma ümidi ile hareket etmen, o kasabada ikâmet etmene sebep oluyor Kasabaya ulaşma ümidini söküp at ve öyle tevekkül et" dedi..

Hallac-ı Mansûr, İbrahim Havvas´a: "Bunca sefer yapıp bu kadar çöller geçerken ne yaptın " demiş. O da: "Tevekkül hâli üzere bulundum, kendimi bu esasa göre düzene soktum», diye cevap vermiş. Hallaç da: "İçini imar gayesi ile ömrünü tükettin, tevhiddeki fena nerede kaldı » diye karşılık vermişti. (Tevhidde fâni olmak tevekkülün en yüksek mertebesidir).

Tevekkulun gercek manasi Hakkal yakin yapilandir. Yani kulun kendisini dunyaya baglayan butun sebeplerden soyutlamasidir. Bu kaderle de orantilidir zira Tevekkul sahibi kul Allah c.c. takdirine razi gelmistir.

Ebu Abdullah Kureşî´ye tevekkülden sorulmuş, o da: "Her halükârda Allah Taâlâ´ya bağlanıp, ona güvenmektir", demişti. Soruyu soran zat: Biraz daha açıklar mısınız deyince; "Seni başka bir sebebe ulaştıran tüm sebeplere itimadı terketmek, böylece sebeplerin yaptığı işi Hakk Taâlâ´nın üzerine alması halidir", demişti. (Her işimi bizzat Hakk üzerine alsın diye seni maksada doğrudan veya dolayısı ile ulaştıran bütün sebeplere itimadı terketmendir).

Tabiki bizlerin yapacagi Tevekkul sebepleri goz onunde bulundurarak tedbiri elden birakmadan yapacagimiz tevekkuldur ki; bizlere ogut olmasi icin Sehl bin Abdullah soyle zikretmistir. "Tevekkül, Nebi (s.a.) nin halidir. Çalışıp kazanmak ise sünnetidir. Onun hâli üzere bulunan sünnetini katiyyen terketmez." demiştir

Not; Konu ile ilgili Sufilerin gorusleri Imam-i Kuseyri (k.s.) Kuseyri Risalesinden gelmektedir. Allah c.c. ondan razi olsun..
 

NDYZLF

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Mar 2009
Mesajlar
960
Tepki puanı
6
Puanları
0
Yaş
44
Allah razı olsun paylaşım için...


Selamun Aleykum,

Cenabi Allah c.c. ilmi kelaminda Ibrahim suresi 11. Ayet de "Müminler Allah´a tevekkül etsinler." ve Maide suresi 23. ayetde "Eğer mümin iseniz Allah´a tevekkül ediniz" buyurmustur..

Rasulullah s.a.v Buhari de gecen bir hadisi serifde "Bir hac mevsiminde bütün ümmetler bana gösterilmişti,´ dağları ve ovaları dolduran ümmetimin çokluğu ve teşkil ettiği yekûn hoşuma gitmişti. Bana soruldu: Durumdan memnun musun Evet, dedim. Bunlarla beraber, (Allah´a tevekkül ederek) dağlama ile tedavi yapmıyan, falcılık ve üfürükçülük gibi şeylere inanmayan ve Rablerine tevekkül edenlerden yetmiş bin kişi hesapsız ve sualsiz cennete gireceklerdir. Bunun üzerine Ukkaşe b. Mıhsan Esedî ayağa kalktı ve: Ya Resûlallah! Dua buyur da Allah beni o zümreden eylesin, dedi. Resûlüllah (s.a.)-. Allahım! Bunu da onlardan kıl, diye dua eyledi. Bunu gören diğer bir adam da aynı şekilde: Dua buyurun da Allah beni de onlardan eylesin, dedi. Fakat Resûlüllah (s.a.): Bu konuda Ukkaşe senden önce davrandı" buyurdu..

Tevekkül; Sebep ve tedbirde ihmal göstermemek şartıyle sebebi hiç nazarı itibara almamak, Allah Taâlâ´ya güvenmek. Tevekkül işi Rab Taâla'ya havale etmek, işi idare etsin diye O´nun ilmine ve murakabesine sığınmak, sebep ve tedbiri ilâhlaştırmamak, insan irâdesine ve tabiat kanunlarına Allah´ın irâdesinden daha çok önem ve değer vermemek, kısaca Allah-ı c.c. vekil kılmak ve vekile tam olarak itimad etmektir.

Tasavvuf da sufiler beşeri irâdeye, sebep ve tedbir fikrine ve tabiat kanunlarına fazla önem ve değer vermenin, ilâhî irâdeye ve takdire önem ve değer vermemek mânasına geldiğine kânidirler. Sebep ve tabiat kanununa ne kadar çok önem verilirse, ilâhî iradeye o kadar az ehemmiyet verilir. Sebep ile ilâhî irâde arasında ters orantı vardır.

Fakat Tevekkulun 2 sekli vardir. Birincisi avamin tevekkulu, bu kulun sebeplere ve tedbire bagli kalarak yaptigidir. Bunun da ispati Tirmizi de gecen Hadisi Serif de Enes b. Mâlik anlatıyor: "Devesine süvari olan bir adam Resûlüllah (s.a.) in huzuruna geldi ve Ey Allah Resulü, devemi salıveriyor ve tevekkül ediyorum, ne dersiniz dedi. Resûlüllah (s.a.): Hayır! Bağla ve öyle tevekkül et, buyurdu."

Tevekkulun ikincisi ise Tasavvuf da buyuklerin yaptigi sekildir. Onlar tedbir, sebep yani onlari bu dunyaya baglayan hicbir seye itimat etmezler ve tum islerini sadece Allah c.c. a havale ederler. Kaldiki bu hal Sunnete aykiri degildir zira onlar mesela Fudayl Bin Iyaz. bisri hafi ibrahim bin ethem ibrahim havvas k.s. gibi sufiler genelde zuhd hayatini sectikleri icin onlarin sahip oldugu dunyaliklari yoktur (bizim sahip oldugumuz gibi) boyle olunca da tevekkul hallerinde sebebe yada tedbire sarilmalarina gerek kalmamistir..

Bişr Hafî, "İnsanlardan biri, Allah Taâlâ´ya tevekkül ettim, diyor. Halbuki Allah Taâlâ´ya karşı yalan söylüyor. Gerçekten Allah´a tevekkül etseydi, onun hakkındaki muamelesine de razı olurdu", demiştir.

İbrahim Havvas diyor ki: "Çölde yolculuk yaparken kulağıma hatiften bir ses geldi, o tarafa döndüm, bir bedevinin yürüdüğünü gördüm. Bedevi bana: Ya İbrahim! Tevekkül bizim yanımızdadır. Çölde yanımızda ikâmet edersen, sağlam bir tevekkül anlayışına sahip olursun. Bilmiyor musun ki yiyecek-içecek bulunan bir kasabaya ulaşma ümidi ile hareket etmen, o kasabada ikâmet etmene sebep oluyor Kasabaya ulaşma ümidini söküp at ve öyle tevekkül et" dedi..

Hallac-ı Mansûr, İbrahim Havvas´a: "Bunca sefer yapıp bu kadar çöller geçerken ne yaptın " demiş. O da: "Tevekkül hâli üzere bulundum, kendimi bu esasa göre düzene soktum», diye cevap vermiş. Hallaç da: "İçini imar gayesi ile ömrünü tükettin, tevhiddeki fena nerede kaldı » diye karşılık vermişti. (Tevhidde fâni olmak tevekkülün en yüksek mertebesidir).

Tevekkulun gercek manasi Hakkal yakin yapilandir. Yani kulun kendisini dunyaya baglayan butun sebeplerden soyutlamasidir. Bu kaderle de orantilidir zira Tevekkul sahibi kul Allah c.c. takdirine razi gelmistir.

Ebu Abdullah Kureşî´ye tevekkülden sorulmuş, o da: "Her halükârda Allah Taâlâ´ya bağlanıp, ona güvenmektir", demişti. Soruyu soran zat: Biraz daha açıklar mısınız deyince; "Seni başka bir sebebe ulaştıran tüm sebeplere itimadı terketmek, böylece sebeplerin yaptığı işi Hakk Taâlâ´nın üzerine alması halidir", demişti. (Her işimi bizzat Hakk üzerine alsın diye seni maksada doğrudan veya dolayısı ile ulaştıran bütün sebeplere itimadı terketmendir).

Tabiki bizlerin yapacagi Tevekkul sebepleri goz onunde bulundurarak tedbiri elden birakmadan yapacagimiz tevekkuldur ki; bizlere ogut olmasi icin Sehl bin Abdullah soyle zikretmistir. "Tevekkül, Nebi (s.a.) nin halidir. Çalışıp kazanmak ise sünnetidir. Onun hâli üzere bulunan sünnetini katiyyen terketmez." demiştir

Not; Konu ile ilgili Sufilerin gorusleri Imam-i Kuseyri (k.s.) Kuseyri Risalesinden gelmektedir. Allah c.c. ondan razi olsun..[/QUOTE]
 

El-Endulusi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
376
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
12
Eyvallah Kardes Allah c.c. bizleri her daim tevekkulu elden birakmamis kullarindan eylesin. Amin.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
“İşi başkasına ısmarlamak”
“Sebeplere teşebbüs konusunda kendisine düşen görevi yerine getirdikten sonra neticeyi Allah’dan beklemek. Onun takdirine razı olmak.”
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
TEVEKKÜL yalnış yorumlara uğrayan bir ıstılah. Onun ne demek olduğunu kahve köşelerinde, pastahane masalarında değil, tevekkül ile ilgili âyetlerin tefsirlerinde, yahut ıstılah lügatlarında aramalı. Ama bazıları bu zahmete katlanmıyor ve “dilin kemiği yoktur” deyip uluorta konuşuyorlar:
Müslümanlar tevekkül eder, çalışmazlarmış; kadere teslim olup yatarlarmış; halbuki çok çalışmak lâzımmış, vesaire…
Tevekkülün izahına geçmeden önce, bu yüksek haslete, bu ulvî seciyeye yapılan itirazların kaynağına biraz inmek isterim.
Bu asır, benlik asrı, menfaat asrı. Kuvvetlinin zayıfı insafsızca ezdiği vahşet asrı. Hayvanca yaşamanın en büyük ideal olarak gösterildiği şehvet asrı… Böyle bir iklimde ulvî mânâların gizlenmesi, yahut iç âlemleri bu pis havayla is bağlayanların, ulvî ıstılahlara basit yorumlar getirmeleri bir bakıma normal karşılanmalı.


Tevekküle karşı çıkanlar, nefislerine itimad ederler, Allah’ın lütfunu, yardımını, keremini hiç düşünmezler. O’nun mülkünde yaşadıklarından ve kendilerinin varlık adına her neleri varsa, hepsini O’nun bahşettiğinden gafildirler. Bedenlerindeki her hücrenin ve kâinattaki her sistemin İlâhî iradeyle terbiye edildiğini unuturlar.
Aslında bu adamlar, o mutlak iradeye bilmeyerek itimad etmekle hayatlarını endişesiz sürdürür, bir nevi tevekkül içinde yaşarlar; ama bu ulvî hasletten bahis açıldı mı hemen gururları kabarır ve tevekküle karşı çıkarlar.


Onların bu tavırlarının arkasında Allah’ın sonsuz kudretiyle bir nevi muaraza psikolojisi yatar.
Bunlar oyuncak uçaklarla galaksileri fethe çıkarlar.
Tabancalarıyla yıldızları birer birer düşüreceklerini sanırlar.
Nabız atışlarını saymakla kana âhenk verdikleri vehmine kapılırlar.
Zelzele olmasın diye yerin derinliklerine sağlam kazıklar çakarlar.
Sıçramakla ellerini Ay’a vuracaklarını hayal ederler.
Işığı azalmasın diye güneşe elektrik ihraç etmeye kalkar ve ondaki kara lekeleri sulu boyayla gidermeyi plânlarlar.
Arz küremiz arıza yapınca, aşağı inip arkadan itekleyeceklerine güvenirler.
İhtiyarlığa dur demenin yolunu saçlarını boyatmakta bulurlar.
Korkusunu yenmek için, karanlık sokaklardan türkü söyleyerek geçen bir çocuk psikolojisi içinde, ölüm korkusunu kahkahayla boğmaya çalışırlar.
Mü’minin ruhu bütün ve benzeri gülünçlüklerden arıdır, temizdir, sâfidir.
Çünkü o, kul olduğunu bilir, haddini tecavüzden şiddetle sakınır.
Sebepler dünyasında yaşadığının, ekmeden biçemeyeceğinin şuurundadır. Bunun yanında toprak zerrelerinin buğday yapacak ilme, kudrete ve iradeye sahip olmadıklarını da çok iyi bilir.
Sebeplere teşebbüs ettikten sonra Allah’a tevekkül eder. Zira, ağaçtan meyve topraktan hububat ve topyekûn kâinattan insan süzüp çıkaran O’dur.
Sebeplere teşebbüs etmemeyi Allah’ın bu kâinatta koyduğu fıtrat kanunlarına isyan olarak değerlendirir. Ama, neticeyi sebeplerden değil, Allah’dan bekler; duasını, niyazını, şükrünü ancak O’na yapar.
Müslümanın tevekkül anlayışını en veciz biçimde ifade eden şu Hadis-i Şerifi beraber okuyalım:
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Çalışmak âdetim, tevekkül hâlimdir.
Ve o nurdan bir akis, özlü bir tevekkül tarifi:
Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek ve esbaba teşebbüs ise bir nevi dua-yı fiilî telâkki ederek, müsebbebatı yalnız Cenâb-ı Hakk’dan bilmek, neticeleri O’ndan istemek ve O’na minnettar olmaktan ibarettir.” (Sözler)
Müslüman, dünya hayatını daha da müreffeh kılmak arzusuyla, meşru sebeplere tam olarak teşebbüs eder, ama şunun da çok iyi farkındadır: Bu dünya zevk ve lezzet yeri değil, ancak imtihan meydanıdır ve âhiretin tarlasıdır. İmtihanda, tarlada, sıkıntı vardır. Ferah, imtihan ötesi ve hasat sonrasıdır. Bunun için dünyanın musibet ve sıkıntılarına karşı psikolojik olarak bir ön hazırlığa sahiptir.
O, herkesi misafir ve herşeyi geçici bilir. Hiçbir hâdiseye olduğundan fazla kıymet vermez. Ve ömrünü huzur içinde geçirir.
Gerçekten de tevekkül en büyük bir huzur vesilesi.
İnsanın önünde çok menziller var. Kabre girmeden önce çoğu zaman, hastalıklara, musibetlere, çaresizliklere, ihtiyarlığa da uğrar. Bütün bu safhalarda insan tevekkülsüz yaşayabilir mi?
Bir hasta, muayene olma ve ilâç alma safhalarından sonra şifa bekleme dönemine girer. Doktoru da yanıbaşında onun iyileşmesini beklemektedir. Bu ikili bekleyiş Allah’a tevekkülden başka bir şey değildir.
Tevekkül, hastalığa olduğu gibi, ihtiyarlık mevsimi ile insanın yüzüne daha fazla vuran, ölüm habercisi soğuk rüzgârlara karşı da en sağlam zırh. Bundan mahrum olanların tenleri hangi cins kumaşla sarılı olursa olsun, canları her an iğnelenmekte, huzurları daima zedelenmektedir.
Peygamberimiz (a.s.m.) bizi ikaz sadedinde,
Senin en büyük düşmanın nefsindir” buyuruyor. Bu ikazın ışığında şunu hemen söyleyebiliriz: Biz bu en büyük düşmanımıza karşı, Rabbimize en azim bir tevekkülle sığınmak mecburiyetindeyiz.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
En büyük düşmanımız nefis ve onun teşvik edicisi Şeytan. Dünya sevgisi, mahlûkata güvenme, makam sevgisi, desinler, demesinler, kibir, gurur, hırs, tamah, haset, gıybet, iftira... herbiri nice imanları götürmüş korkunç dalgalar.
Bu dalgaları aşmak için Allah’ın emirlerine uyma ve yasaklarından kaçınma safhalarını müteakip, ellerimizi Dergâh-ı İlâhî’ye açıp, O’na dua etmek, O’ndan yardım dilemek ve yalnız O’na tevekkül etmekten başka bir çaremiz var mı?
Tevekkül, bütün canlıların hatta cansızlar âleminin de yaratılışlarında var.
Toprağın altında bekleşen tohumlar, yumurtalarını uzak denizlere bırakıp geri dönen balıklar, rızık kaygusuna düşmeden ve doğum kontrolu hesabına girmeden yavru yapan hayvanlar ve nihayet yollarını bilmeden süratle dönen gezegenler... birer tevekkül sahnesi sergiliyorlar.
Başta da işaret ettiğimiz gibi, tevekkül yüksek bir haslet, ulvî bir seciye… İnsan ruhu için ayrı bir terakki vesilesi. Kul ile Rabbi arasında manevî bir rabıta.
Allah’a tevekkül eden insan, kalben O’na teveccüh etmiş demektir. Bu teveccüh, başlı başına bir neticedir.
Dünyevî gaye gerçekleşsin veya gerçekleşmesin, uhrevî mahsûl alınmış; ruh, huzurun zevkine ermiş, Allah’ı anmanın safâsını sürmüştür.
Allah’ı zikretme, yâni O’nu hatırlama, yâd etme sadece bildiğimiz ibadetlere mahsus değildir. Sabır, teslim, rıza, havf, reca... her biri ayrı bir zikir.
Tevekkülü de böyle ulvî bir zikir olarak kabul etmek gerek.

 

El-Endulusi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
376
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
12
Amr İbnu'l-As radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Şüphesiz, her derede, âdemoğlunun kalbinden bir parça bulunur (yani kalp her şeye karşı bir ilgi duyar). Öyleyse kimin kalbi bütün parçalara ilgi duyarsa, Allah onun hangi vadide helak olacağına hiç aldırmaz. Kim de Allah'a tevekkül ederse, kalbinin her şeye (ilgi kurarak dağılmasını önlemek için) Allah ona yeter."
 

El-Endulusi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
376
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
12
Hikem-i Ataiyye isimli dev eserinde İbn-i Atâullah İskenderî k.s. Hz.leri (bu arada bu eseri okumanizi siddetle tavsiye ederim. Kuseyri Risalesinden sonra okudugum en guzel eserlerden.) soyle aktarmis.

Kendi kendine tedbir yapmakla uğraşmaktan nefsini dinlendir.Senin yerine başkasının yaptığı işi sen kendi nefsin için yapmaya uğraşma!

Dünyada yaşamak için insanın muhtaç olduğu rızkın husulüne çalışmak: Gerçek velilere göre boşa giden bir harekettir.
Çünkü yaşamak için zâhirî olan şeyleri Hak Taâlâ vereceğini yere basıp yürüyen ve rızkını beraber taşıyan herhangi bir mahluku ve sizi Allah rızıklandırır, âyeti gereğince her mahlukun rızkını

Allah, üzerine almıştır.
“Nice canlı var ki, rızkını (yanında) taşımıyor. Onlara da size de rızık veren Allah'tır. O, her şeyi işitir ve bilir.” (Ankebut 29/60
)

Rızık için çalışmak ve tedbirlerde bulunmak beyhude yorgunluktur.Büyük mutasavvıflardan Sehl-i Tüsterî : “Tedbiri bırakın; halkın yaşayışlarını bulandırır!”demiştir.

Tabi ki bu yanlis anlasilmasin Ibn-i Ataullah hz.lerinin belirttigi bu yol ilk mesajimizda soyledigimiz gibi zahid lerin yoludur. Onlar hicbir sebebe bagli kalmazlar. Bizim gibi avamin yapacagi tevekkulu kardesimizde mesajinda aciklamis. Calisman adetimiz tevekkul halimizdir.

Eyvallah
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
"Sonra o kederin arkasından Allah size bir güven indirdi ki (bu güvenin yol açtığı) uyuklama hali bir kısmınızı kaplıyordu. Kendi canlarının kaygısına düşmüş bir grup da Allah'a karşı haksız yere cahiliye devrindekine benzer düşüncelere kapılıyorlar. "Bu işten bize ne?!" diyorlardı. De ki: "İş (zafer, yardım, her şeyin karar ve buyruğu) tamamen Allah'a aittir. Onlar, sana açıklayamadıklarını içlerinde gizliyorlar. "Bu işten bize bir şey olsaydı, burada öldürülmezdik" diyorlar. Şöyle de: "evlerinizde kalmış olsaydınız bile, öldürülmesi takdir edilmiş olanlar, öldürülüp düşecekleri yerlere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi. Allah, içinizdekileri yoklamak ve kalblerinizdekileri temizlemek için (böyle yaptı). Allah, içinizde ne varsa hepsini bilir." (3/154)

Risale-i Nur talebeleri saldırılara maruz kaldığında Üstad Bediüzzaman Hazretleri, talebelerine, dostlarına hep bu meâlini verdiğimiz ayet-i kerimeyi nazara verir. Şimdi, Bediüzzaman'ın bu dersini almış birisi nazarıyle, ayetin mealini bir kere daha okuyalım ve almamız gerekli dersi alalım.

Şiddetli bir korku, telaş ve endişe anında insanların uyuklaması; uyuklayıp kalb ve ruhundaki endişe ve dağınıklığı aşması, sükunet bulup tam itminana ulaşması Allah'dan o insanlara bir lütuf, onlardan da Allah'a karşı bir güven, bir itimat hatta bir tevekkül, bir teslim ve bir tefviz tavrıdır. Hem Bedir'de hem Uhud'ta böyle bir itminan, böyle bir teminat-ı ilahiye ve böyle bir sekine-i rahmaniyenin vaki olması, dine o ölçüde sahip çıkıldığı, gönüllerin o heyecanla hakiki mihraplarına yöneldiği ve sadakatın ilahi teveccühle buluştuğu her durumda herkes için sözkonusudur.

Evet, din hayatın ruhu, ila-yı kelimetullah vazifelerin en yücesi; o yolda tükenip gitme ebedi varoluş hamlesi ve Allah hoşnutluğu da gayeler gayesi haline getirilebildiği ölçüde, ne zaman hangi şartlar altında olursa olsun, ilahi inayet, himaye, riayet ve vekalet ayniyete yakın bir misliyet içinde cereyan edip duracaktır; cereyan edip duracak ve bu seviyedeki iman, teslim ve tevekkül erleri nâr-ı Nemrudları göğüslerken bile fevakalade rahat-ı kalb içinde bulunacak; hatta imanlarıyla o ateşi berd ü selama çevirip, Yunus diliyle varıp ol gölgede yatabileceklerdir. Onların böyle sekine ve itminan içinde cereyan eden hayatlarına mukabil diğer bir zümre vardır ki bunlar aynı zeminde olmalarına rağmen, aynı atmosferi paylaşamadıklarından ötürü nefislerinin derdine düşecek; duygularında ve düşüncelerindeki tereddütler, hayatlarına utandıran zikzaklar halinde aksedecek; ne itminan, ne uyku ne de rahat yüzü görmeyecek ve cahiliye kafasıyla terkedildikleri, ortada kaldıkları mülahazalarıyla gelgitler yaşayacak ve inansalar bile, Allah hakkında dahi suizanda bulunacaklardır ki ferman-ı sübhanisi, bu bulanık duyguların yeis, inkisar ve kararsızlıklarını sergilemektedir.
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Allah'ın Rasulü (s.a.v) buyurmuştur ki:

"Rızkı sadece Allah (c.c)'tan isteyiniz! Yalnız Allah (c.c)'a kulluk ediniz. Çünkü sonunda götürebileceğiniz huzur O'nun huzurudur. Onun için sadece O'na şükür ediniz"

Kula mutlaka rızk lazımdır yaşaması için. Yaşamak için ihtiyacı vardır. Şayet rızkını Allah (c.c)'tan isterse, insan oğlu Allah (c.c)'a muhtaç, yani kul olur. Şayet mahluktan isterse rızkını, istediği kimseye muhtaç olarak kul ve köle olmuş olur.

Onun için herhangi bir mahlûkdan (kimseden) bir rızık istemek (dilenmek), dünyalıklar taleb etmek haram kılınmış, ancak ihtiyaçları, zaruri maddeleri istemek mubah kılınmıştır.

Rızkı kuldan istemeyi (dilenmeyi ve istimdadı) yasaklayan ve bu konuda bizleri uyaran birçok hadisi şerif söylemiştir Allah'ın Rasulü (s.a.v).

Mesela şu hadisi şerifleri:

"Başkasından taleb etmeye (istemeye) devam eden sizden herhangi biriniz, kıyamette Allah'ın huzuruna, yüzünde bir parçacık olsun et bulamayarak gelir" buyurmaktadır.(Buhari, Zekat: 52; Müslim, Zekat: 103; Nesai, Zekat: 83.)

Başka bir hadislerinde:

"Kendisinde yeteri miktar ihtiyaç maddesi olduğu halde bir kimse insanlardan bir şeyler isterse, kıyamette yüzü kaşıntılı yara ile Allah huzuruna çıkar" ( Ebu Davud, Zekat: 23; Tirmizi, Zekat: 22.)

Diğer bir hadis-i şerifde;

"Şu üç kimseden başkasına dilenmek helâl olmaz (haramdır):

- Rezil edici borç sahibi,

- Çok ızdırap verici hastalık sahibi,

- Yahut halsiz ve mecalsiz bırakan dehşetli yoksulluk hali içinde olan kimse" ( Ebu Davud, Zekat: 26; Tirmizi, Büyü: 10.)

Başka bir hadis-i şerif:

"Sizden birinizin ipini alıp, odun toplayıp satması veya buna benzer işler yaparak maişetini temin etmesi, halktan bir şeyler istemesinden çok daha hayırlıdır. İstediklerini halk ya verir veya vermez refuze eder zaten" (Buhari, Zekat: 50; Büyük: 15.)

Bir başkası:

"Sen istemediğin ve kalbin tamahkârlık etmediği halde, sana verilen malı al, şayet böyle değilse asla alma. Nefsini ona yöneltme!" (Buhari, Zekat: 50.)

Böylece Allah Rasûlu (s.a.v) dil ile isteyerek ve kalb ile arzulayarak bir malı (bedavadan hediye olarak) almayı çirkin görmüştür.

Allah'ın Rasulü (s.a.v) bir sahih hadislerinde şöyle buyurmuştur:

"Kim müstağni (tok gözlü) olursa, Allah onu zengin kılar (bolluk içinde tutar).Tok gönüllü (gözlü) olanı Allah doyurur. Bir kimse iffetini korumak isterse, Allah onun iffetini korumak hususunda destekler ve iffetini korur. Her kim sabır etmeyi isterse, Allah onu sabırlı kılar. Hiç kimseye sabırdan daha büyük bir nimet, ondan daha büyük bir ihsan yoktur" (Buharı, Zekat: 50; Rikak: 20; Müslim, Zekat: 124; Muvatta, Sadaka: 7; Ebu Davud, Zekat: 28.)

Allah'ın son Rasulü (s.a.v), ashabının ileri gelenlerinden insanlardan birşeyler istemelerini menetti ve vasiyet etti. Öyle ki, Ebu Bekir'in (r.a.) elinden bastonu düşerdi de hiç kimseye şunu bana verir misin? demezdi. Kendisine niye böyle yaptığı sorulduğu zaman;

"Sevgili efendim Muhammed Mustafa (s.a.v), bana:

"İnsanlardan hiçbir şey isteme" buyurmuştu" (İbn Mace, İkame: 182.)

Malikoğlu Avf bir toplulukla birlikte Allah'ın Rasulüne biat ederken, Allah'ın Rasulü onlara bir gizli kelime vasiyet etti:

"İnsanlardan hiçbir şey istemeyiniz!"

Bu cemaattan bazıları sonradan, ellerinden herhangi bir şeyleri düşecek olsa "o düşeni bana verir misin" dememişlerdi bir kula.

Dinin hükümleri, sadece Allah'tan istemenin emredildiğini, mahlûktan / yaratıktan istemenin ise yasaklandığını bize göstermektir.

Konuyla ilgili Allahü Teala buyuruyor ki:

"O halde memur olduğun işi bitirip görevini yerine getirdin, ve yükten kurtuldun mu, yine kalk bir başka iş için kolları sıva çalış ve yorul ve sadece Rabbine yönel ve yalnız O'ndan iste" (İnşirah: 94/7-8)

Allah Rasulü (s.a.v) İbni Abbas'a buyurdu:

"İstediğin zaman mutlaka Allah'tan iste! İstiane ve yardım istersen sadece Allah'tan dile yardımı"

İbni Abbas'ın yukarıda rivayet ettiği hadisi şerifte:

"Rızkı yalnız Allah (c.c)'tan isteyiniz" buyurulmaktadır.

"Allah (c.c)'tan rızk isteyin" buyurulmamıştır. "Zira rızkı yalnız Allah'tan isteyiniz" dendiği zaman, böyle bir cümle, "başkasından istemeyiniz" anlamını da içinde taşımaktadır.

Bir ayette de böyle denilmektedir:

"Yalnız Allah'ın Fazl-ı kereminden isteyiniz" (Nisa: 4/32)

İnsan'ın muhtaç olduğu rızk ve diğer şeyler mutlaka yerine gelmelidir, devreye girmelidir. İnsan'a zarar veren şeyler de ondan uzak olmalıdır. Bunlar insan hayatı için kaçınılmaz bir şeydir. Amma bütün ihtiyaçların Allah (c.c)'tan istenmesi, bütün zararlılardan, Allah (c.c)'ın koruması altına girilmesi de şarttır. (Ancak, bu her iki şeyin husulü için yalnız Allah (c.c)'a dua edilmesi emredilmiştir)

Kul ihtiyaçlarını ancak Allah (c.c)'tan isteyecek ve şikayetini sadece Allah'a yapacaktır.

Kur'an-ı Kerim'de Yakup Peygamberle (a.s) ilgili bir ayette:

"Yakup dedi ki: Ben büyük kederimi ve üzüntümü sadece Allah'a havale ederim, O'na şikayet ederim" (Yusuf: 12/86)

Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'in'de; Hicr-i Cemil, Safh-u Cemil ve Sabr-ı Cemil gibi deyimler kullanmıştır. Bu deyimler için denildi ki;

Hicr-i Cemil eziyetsiz ayrılık;

Safh-u Cemil sitem edilmeksizin dönüş;

Sabr-ı Cemil ise, mahlûka şikayet etmeksizin sabretmektir,

İşte bu sebepledir ki, hastalığı zamanında Ahmed bin Hanbel'e;

"Tavus hastanın inlemesini çirkin bulmakta ve inlemenin şikayet olduğunu söylemektedir" dediler. Bu sözü duyduktan sonra Ahmed b. Hanbel ölünceye kadar asla inlemedi.

Ancak Allah'a şikayet etmek sabrı Cemil'e aykırı değildir. Nitekim, Yakub (a.s.) Sabr-ı Cemil dediği halde:

"Ben kederimi hüzünümü ancak Allah'a şikayet ederim" demişti.

Hattaboğlu Ömer sabah namazında; Yusuf, Yunus ve Nahl surelerini okuyor, Yakub'un (a.s.):

"Ben kederimi ve hüznümü ancak Allah'a şikayet ederim"

Ayetini okuduğu zaman da ağlıyordu. Musa'nın (a.s.) duasında da şu cümleler geçmektedir:

"Allahım! Hamd ancak sanadır; şikayetler ancak sanadır. Sensin ancak yardım istenecek, istimdat edilecek müsteân, Dönüş ancak sanadır. Hayra ve şerre güç yetirmek ancak sana mahsustur."

Taiflilerin kendisine eza ve cefa verdikleri Hazreti Rasûl (s.a.v) de şu mahzun dua ile niyazda bulunmuştur:

"İlahi! Kuvvetimin zaafını, çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü ancak sana arzederim, ancak sana şikayet ederim.

Ey merhametlilerin en merhametlisi; herkesin hor görüp de dalına bindiği biçarelerin, zayıfların Rabbi sensin!

İlahi! Huysuz ve zalim bir düşman eline beni düşürmeyecek, hatta hayatımın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile bırakmayacak kadar beni esirgesin.

İlahi! Senin gazabına uğramayayım da, çektiğim mihnetlere ve belalara aldırmam. Senin af ve koruman bana bunları göstermeyecek kadar geniştir.

İlahi! Gazabına uğramaktan, rızasızlığa duçar olmaktan, senin o karanlıkları pırıl pırıl parlatan dünya ve ahiret işlerinin medar-ı selâhı olan yüzünün nuruna sığınırım.

İlahi! Sen razı olana kadar işte affını diliyorum. Her kudret ve kuvvet ancak seninle birlikte vardır ve devam eder"



Kulun, Allah (c.c)'ın rahmet ve nimetine olan tamah ve ihtiyaçlarının giderilmesine, sıkıntılarının defedilmesine olan ümidi ne kadar artar ve kuvvetlenirse, o nisbette Allah (c.c)'a olan kulluğu ve başka varlıklardan yüz çevirme duygusu artar ve kuvvetlenir.

(Bir insan ihtiyaçlarında, rızık isteklerinde ne kadar Allah (c.c)'a dayanır, O'ndan isterse, o nispette Allah (c.c)'tan başka mahluklara kul olmaktan kurtulur. Allah (c.c)'tan istemek, yalnız O'na yalvarmak, insan'ı diğer mahluklar karşısında eğilmekten kurtarır.)

Nasıl ki kulun mahlûka ihtiyacı ona kulluk yapmasını icab ettirir ve mahlûktan ümidini kestiği zaman kalbinin ondan gına getirmesini icab ettirirse...

Denilmiştir ki:

Naziri (benzeri,dengi) olmak istediğin kimseden müstağni ol.

Emîri olmak istediğin kimseden daha faziletli ol.

Esiri olmak istediğin kimseye muhtaç ol.

Yani:

Ancak müstağni olduğun kimsenin naziri (benzeri,dengi);

Daha faziletli olduğun kimsenin emîri ve

Muhtaç olduğun kimsenin esiri olabilirsin.

Yukarıdaki ölçülere uygun olarak;

- İnsanın Allah (c.c)'ın rahmetine olan iştiyakı ve umudu onun Allah (c.c)'a kulluğunu icab ettirir.

- Ve yine, kalbinin Allah (c.c)'tan istemekten ve O'ndan umutlanmaktan uzaklaşması, o insanın kalbinin Allah (c.c)'a kulluktan yön çevirmesi sonucunu doğurur.

Hele de bir kimse mahluktan bekler, halikten ummazsa...



Mesela:

Bir kimsenin kalbi, bir mahluk olan herhangi bir insan'ın kendisine hükmetmesine rıza gösterirse;

Hükümdarın askerlerinden, yandaşlarından, onların dünya imkanlarından, karılarından, arkadaşlarından çekinir;

Yahut, şeyhi, hükümdarı, oğlu gibi ölmüş ve ölecek büyüklerine ve efendilerine itimat besler, onlardan bir takım şeyler umarsa,

O zaman böyle bir kalbin sahibi Allah (c.c)'a değil, saydığımız şeylere kulluk yapmış olur.



Ayet sadece ölümsüz Allah (c.c)'a kulluk yapmamızı, yalnız O'na güvenmemizi emrediyor bize.

"Ölümün yaklaşamadığı o şanı Yüce Allah'a güvenip dayan. Yalnız O'na hamd et, sadece O'nu hatırla. O'nun kullarının bütün günahlarından haberdar olduğunu bilmen sana yeter" (Furkan: 25/58)
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Rubûbiyyet Tevhîdi: Tevhidin bu türü, Allah'ı fiillerinde birlemektir. Yüce Allah'ın Rabb olması, yaratması, yetiştirmesi ve imkan vermesi bakımından tekliğidir. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) dönemindeki müşrikler tevhidin bu türünü kabul ediyorlar, bunu inkara kalkışmıyorlardı. Fakat tevhidin bu çeşidini kabul etmeleri, onların İslam'a girmeleri için yeterli değildi. İşte bu yüzden Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), döneminin müşrikleriyle savaşmış, onların canlarını ve mallarını helal kabul etmiştir.)
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Müslüman olmanın zımnında, yalnızca Allah'a teslim olmak vardır. (İslâm dini sadece Allah'a teslim olmayı içerir.)

Hem Allah'a hem de O'ndan bir başkasına teslim olan kimse müşriktir.

O'na teslim olmayan kimse ise O'na ibadet hususunda tekebbür göstermiş (kibirlenip ibadetten yüz çevirmiş) tir.

O'na ortak/şirk koşan ve ibadeti hususunda tekebbür gösteren (kibirlenip ibadetten yüz çeviren) kimse kâfirdir.

Yalnızca O'na teslim olmak, yalnızca O'na ibadet ve itaat etmeyi de içinde barındırır.

İşte Allah'ın başka bir dini kabul etmediği İslâm Dini budur.

Teslim olup müslüman olma, Allah'ın emrettiği her şeyi emrettiği zaman zarfında / diliminde yapmak suretiyle (emrettiği şekilde) itaat etmekle gerçekleşir.
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaratılmışlardan hiçbiri, peygamberlerin, âlimlerin / hahamların, rahiplerin ve Meryem'in oğlu İsa'nın, göklerin ve yerin yaratılması konusunda Allah'a ortak olduğunu iddia etmemiştir; hattâ hiç kimse, âlemin, sıfatları ve fiilleri bakımından birbirine denk iki yaratıcısı olduğu iddiasında bulunmamıştır.

Yine hiçbir âdemoğlu, tüm sıfatlarıyla Allah'a eşit olan bir ilâhın varlığını isbat etmemiştir.

Allah'a şirk koşanların/müşriklerin tamamı; Allah'ın ortağının kendisine denk olmadığını, hattâ ister hükümdar, ister nebî, ister yıldız ve isterse put olsun, bu ortağın Allah'ın hükmü altında olduğunu kabul etmişlerdir.

Nitekim müşrik Araplar telbiyelerinde:

"Buyur, senin kendi hükmün altında olandan başka ortağın yoktur; ona ve onun sahip olduklarına sen hükmedersin" demekteydiler.

Resûlullah ise tevhidi seslendirerek:

"lebbeyk Allâhümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerike leke lebbeyk, inne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'l-mülke lâ şerike leke" = "Buyur Allahım, emret; senin ortağın yoktur; buyur; hamd, nimet ve hükümranlık sana mahsustur; senin ortağın yoktur" buyurmuştur.

(Telbiye, kelime anlamı itibariyle "(çağrıya, isteğe, davete) karşılık verme, boyun eğme, itaat etme" demektir. Istılahta ise "hacda, "lebbeyk Allâhümme lebbeyk, lebbeyk lâ şerike leke lebbeyk, inne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'l-mülke lâ şerike leke" diyerek ilâhî çağrıya icabette bulunmak" anlamında kullanılır.)

Mezhepler tarihi (din ve mezheblerle felsefi ekollerin görüşlerini içeren "Makalât" isimli eserlerin) müellifleri, gelmiş geçmiş dinî cemaat, inanç, görüş ve din mensuplarının görüşlerini zikretmişler;

Fakat hiç kimsenin (müşrikin), tüm yaratıkların yaratılışında Allah'a ortaklık eden bir ortağın, veya tüm sıfatlarında O'na benzer/denk olan bir varlığın varlığını isbat ettiğini nakletmemiş (mevcudiyetinden bahsetmemişler) dir.

Bu konuda naklettikleri en aşırı görüş, "nur" ve "zulmet" şeklinde iki aslın varlığını öne süren ve nurun iyiliği, zulmetin ise kötülüğü yarattığını söyleyen Seneviyye'nin (düalistler) görüşüdür.

Bunların zulmet / karanlık hakkında iki farklı görüşe sahip olduklarını söylemişlerdir:

- Birincisi, zulmetin muhdes (yaratılmış) olduğudur ki bu durumda o, Allah'ın yarattığı varlıklardan olur.

- İkincisi, onun kadîm olduğu, fakat sadece kötülüğü işlediği görüşüdür. Bu durumda da, zâtı, sıfatları ve fiilleri bakımından nurdan eksik olur.

Nitekim Allah Te'âlâ, müşriklerin, kendisinin Kitab'ında beyan ettiği yaratıkların yaratıcısı olduğunu kabul / ikrar ettiklerini haber vermiştir. Buyurmuştur ki:

"Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? diye sorsan, elbette 'Allah'tır' derler. De ki: Öyleyse bana söyler misiniz. Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O'nun bu rahmetini önleyebilirler mi? De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O'na güvenip dayanırlar." (Zümer 39/38);

"(Resulüm!) de ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir? 'Allah'a aittir' diyecekler. Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız, de.

Yedi kat göklerin Rabbi, azametli Arş'ın Rabbi kimdir, diye sor. '(Bunlar da) Allah'ındır' diyecekler. Şu halde siz Allah'tan korkmaz mısınız, de.

Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu (mülkiyeti ve yönetimi) kendisinin elinde olan, kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç olmayan) kimdir, diye sor. '(Bunların hepsi) Allah'ındır' diyecekler. Öyle ise nasıl olup da büyüye kapılıyorsunuz, de.

Doğrusu biz onlara gerçeği getirdik; onlar ise hakikaten yalancılardır. Allah evlât edinmemiştir; O'nunla beraber ibadete layık hiçbir ilah da yoktur. Aksi takdirde her ilah kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlaka onlardan biri diğerine galebe çalardı. Allah, onların (müşriklerin) yakıştırdıkları şeylerden münezzehtir." (Mü'minûn 23/84-91);

"Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah'a iman ederler" (Yûsuf 12/106).

İşte bu ve benzeri âyetlerle (örneklerle), "tevhîd" in manâsı / amacı hususunda ortaya çıkan yanlışlıklar (düşülen hatalar) görülür.
 

El-Endulusi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
376
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
12
şol hüdayi bi misali eylerim takdis kim
Evliyaya eyledi kendi delilinden delil

anlara hic etmedi bir kimseyi vasil meger
kendine vaslın murad etmis ola ol bi adil

isterim lütfun gibi kahrın da payan olmasın
tek seni sevmek cihan halkına asan olmasın
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,043
Puanları
113
Yaş
42
Şimdi bakıyorumda müslümanlarda tevekkülün t'si kalmamış nerdeyse.
Herşeye daha bir sımsıkı sarılıyoruz.
Sanki hiç ölmeye niyetimiz yok.
Allah celle celaluhu şururumuzu artırsın inşaAllah
 

El-Endulusi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
376
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
12
Tevekkul de kalb isidir. Kalbin ne ile dolu ise istikameti de seni oraya goturur. Tasavvuf terbiyesinin onemli basamakdan biri uzlettir. Salik uzlette nefsini terbiye etmenin yaninda zikirle ve kuranla kalbinde bulunan malayani (dunyaya ait) ne varsa temizler. Butun buyukler ve Ehli SUnnetin Imamlari uzlet yolundan gecmistir. Imami Azam Ebu Hanefi rahimehullah a uzleti ruyasinda gordugu Peygamber Efendimiz s.a.v izin vermemistir halki irsad etmesi icin. Bu konu Tezkiretul EVliya isimli kitabinda feridüddin attar kuddise sirruh bildirmistir.
 

El-Endulusi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
376
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
12
Imam Gazali Rahimehullah dev eseri Ihyai ulumud din de Tevekkul ile ilgili bolumde soyle nakleder

Eğer mü'min iseniz Allah'a tevekkül ediniz.(Mâide/23)

Tevekkül edenler, Allah'a dayansınlar.(İbrahim/12)

Kim Allah'a tevekkül ederse, Allah ona kâfidir.(Talâk/3)

Çünkü Allah, kendine dayanıp güvenenleri sever.(Âlu İmran/159)

Allah o makam sahibini sever. Onun sahibi Allah'ın zimmetindedir. O ne büyük makamdır. Allah'ın kendisine kâfi olup, sevip koruduğu kimse, muhakkak büyük bir zaferi elde etmiştir; zira mahbub, azap vermez, uzaklaştırmaz ve mahrum bırakmaz.Allah, kuluna kâfi değil mi? (Zümer/36)

Bu bakımdan Allah'tan başkasına güvenen tevekkülü terkedendir. Böyle bir kimse bu ayeti yalanlayanın ta kendisidir. Çünkü bu ayet, hakkı söyletmek hususunda bir suâldir.
İnsanın üzerinden, henüz kendisinin anılan birşey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi?(İnsan/l)

Kim Allah'a tevekkül ederse muhakkak Allah Aziz ve Hakîm Air,(Enfâl/49)

'Aziz'dir'; kendisine sığmanı zelîl ve cenâbına iltica edeni zayi etmez. 'Hakîm'dir'; tedbirine tevekkül eden bir kimsenin tedbirinde kusur etmez.

Allah'tan başka taptıklarınız size rızık veremezler. Siz rızkı Allah'ın yanında arayın, O'na ibadet edin!(Ankebût/17)

Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır. Fakat münâfıklar anlamazlar.(Münâfikûn/7)

Bütün işleri O idare eder. O'nun izni olmadan hiç kimse şafâat edemez.(Yunus/3)

Kur'an'da Tevhid'den her ne zikredilmişse o, Allah'tan başkasından ilgiyi kesip Vâhid ve Kahhâr olan Allah'a tevekkül etmeye çağırmaktadır.

Hadîsler
Hz. Peygamber (s.a) İbn Mes'ud'un rivayet ettiği bir haberde şöyle buyurmuştur:

Mahşerde bana bütün ümmetler gösterildi. Ümmetimi dağ ve ovaları doldurduğu halde gördüm. Onların çokluğu ve görünüşleri hayretimi çekti. Bana denildi ki:
- Razı oldun mu?
- Evet! Razı oldum.
- Bunlarla beraber yetmiş bin kişi vardır ki cennete hesapvermeden gireceklerdir.
Ashab Hz. Peygamber'e şöyle sordu:
- Onlar kimlerdir ey Allah'ın Rasûlü!
- O kimseler dağlanmazlar, kuşları uçurmak suretiyle uğurtutmazlar ve başkasından muska istemezler. Ancak rablerine tevekkül ederler.
Hz. Peygamber bunları söyledikten sonra Ukkaşe b. Mıhsan el-Esedî ayağa kalkarak dedi: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'tan beni onlardan kılmasını dile!' Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: 'Ey Allahım! Ukkaşe'yi onlardan kıl!' Bu sözünden sonra başka bir sahabî ayağa kalktı ve 'Ey Allah'ın Rasûlü! Allah'ın beni de onlardan kılmasını dile' dedi. Hz. Peygamber (s.a) 'Ukkaşe bu hususta seni geçti' (Müslim,Buhârî) buyurdu.

Yine Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:
Eğer sizler gereği gibi Allah'a tevekkül etseniz, muhakkak kuşların rızkını verdiği gibi, sizin rızkınızı da verir. Kuş sabahleyin aç çıkar, akşam tok olarak yuvasına döner! (Tirmizî,Hâkim)

Kim her şeyden yüz çevirip Allah Teâlâ'ya yönelirse, Allah Teâlâ her sahada ona kâfi gelir ve ummadığı bir yerden onun rızkını verir. Kim dünyaya yönelirse Allah Teâlâ onu dünyaya havale eder.(Taberânî)

İnsanların en zengini olmak kimin hoşuna giderse o, Allah'ın nezdindeki şeye elindekinden daha fazla güvenmelidir. (Hâkim, Beyhâkî)

Hz. Peygamber aile efradının başına bir sıkıntı geldiğinde şöyle buyururdu:
Namaza kalkın! Çünkü rabbim bana bunu emretti: 'Ailene namazı emret, kendin de ona devam et! Biz senden rızık istemiyoruz. Seni biz besliyoruz. Güzel âkibet takvâ sahiplerinindir'.(Tâhâ/132)

Kim başkasından muska talep eder veya dağlanırsa o, tevekkül etmemiştir. (Taberânî, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce)

Rivayet ediliyor ki: İbrahim (a.s) mancınıkla ateşe atıldığı zaman Cebrail yaklaşıp 'Bir ihtiyacın var mı?' diye sorunca, İbrahim (a.s) 'Sana hiçbir ihtiyacım yoktur' dedi. Bu sözünü daha önce Hasbinallahu ve ni'mel vekîl (Allah bana kâfidir ve O ne güzel vekildir) sözünü yerine getirmek için haykırdı; zira İbrahim (a.s) ateşe atılmak üzere tutulduğunda böyle demişti. Bu nedenle Allah Teâlâ şu ayeti indirdi:
Ve çok vefâkâr İbrahim'in...(Necm/37)

Allah Teâlâ, Hz. Dâvud'a (a.s) vahyederek şöyle buyurmuştur: 'Ey Dâvud! Herhangi bir kulum halktan yüz çevirip bana sığınırsa, o kuluma gökler ve yer ehli hile yapmak istese bile ona mutlaka bir çıkış yolu ihsan ederim!'
Ashab'ın ve Alimlerin Sözleri

Tâbiînden Saîd b. Cübeyr şöyle anlatıyor: 'Bir defa beni akrep ısırdı. Bundan ötürü annem muska yapmam için bana yemin verdirdi. Bunun üzerine ben de ısırılmamış elimi muskacıya uzattım'.
Ve (hiçbir zaman) ölmeyen (Allah'a) tevekkül et ve O'nu överek tesbih et. Kullarının günahlarını O'nun bilmesi yeter.(Furkan/58)

İbrahim b. Ahmed el-Havvas bu ayeti sonuna kadar okuduktan sonra dedi ki: 'Bu ayetten sonra bir kul için, Allah'tan başka hiç kimseye sığınması uygun değildir'.
Uyku âleminde bir âlime denildi ki: 'Kim Allah'a güvenirse o, kuvvetini veya nafakasını korumuş olur!'

Bir âlim şöyle demiştir: 'Senin için Allah'ın zimmetinde bulunan rızık, sana farz kılınan amelden seni alıkoymasın ki o zaman ahiretin zayi olur. Dünyadan da ancak Allah'ın sana takdir ettiğini elde edersin'.

Yahya b. Muaz şöyle demiştir: 'Talep etmeksizin kulun rızık elde etmesinde, rızkın kulu talep etmekle görevli olduğuna dair açık bir delil vardır!'

İbrahim b. Edhem dedi ki: "Bir rahibe şöyle sordum: 'Nereden yiyorsun?' Bana 'Bunun ilmi bende değildir. Fakat bana nereden yedirildiğini rabbimden sor' diye cevap verdi".

Harem b. Hayyam Veysel Karanî'ye şöyle sordu: 'Nerde olmamı emredersin?' Veysel Karanî, Şam'a işaret etti. Harem 'Orada geçim nasıldır?' deyince Veysel 'Şu kalplere yazıklar olsun! Onların içine şüphe düşmüştür. Nasihat olanlara fayda vermez' dedi.

Bazıları şöyle demiştir: 'Ne zaman ki Allah'a, vekil olmak yönünden razı olursan, her hayra giden yolu elde edersin'..
Allah Teâlâ'dan güzel edep talep ederiz.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Tevekkül kelimesi, vekil tutmak demektir. Vekil tutacak kişi kendinden daha kuvvetli, daha şefkatli, ilim irfanda daha üstün bir zata itimat edip onu vekil tutmak ister.

Müslüman Allah’ın kudretinin üstünde bir kudret, ilminin üstünde bir ilim, merhamet ve şefkatinin fevkinde bir şefkat ve merhamet bulunmadığına itikat eder. Diğer mahlukların da kendisi gibi aciz, fakir, kusurlu ve nakıs olduğunu idrak ile Allah’a itimat ve tevekkül eder; Ona teslim olur.

Allah’a tevekkül eden bir Müslüman düşünür ki, “Bana gelecek bütün hayırları ancak O ihsan edebilir ve her türlü şer ve zararları ancak O def edebilir.”

Bir Müslüman, çalışmadan kazanılamayacağını bilerek, dünya işleri için gerekli bütün tedbirleri aldığı gibi, ibadet etmeden ve Allah’ın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınmadan da cennete gidilemeyeceğini bilerek kulluk vazifesini yerine getirir ve sonunda Allah’a tevekkül eder.

Tevekkül, sebeplere teşebbüs ettikten ve gerekli bütün tedbirleri aldıktan sonra, Cenab-ı Hakk’ın verdiği neticeye razı olmaktır. Böyle bir insan huzurlu yaşar, maişet noktasında endişeye kapılarak ruhuna elem çektirmez, Peygamberimizin şu hadis-i şerifi ona büyük bir ümit kaynağı olur: “Eğer siz Allah’a hakkıyla tevekkül ederseniz, kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırır.”

Tevekkül hiçbir zaman çalışmayı, sebeplere teşebbüs etmeyi men etmez. Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de: “Doğrusu, insan için kendi çalışmasından (gayretinin neticesinden) başka bir şey yoktur” (Necm Sûresi, 39) buyurmuştur.

Bir adam Peygamberimize (a.s.m.) gelerek, “Ben devemi salı vererek mi tevekkül edeyim, yoksa bağlayarak mı?” demiştir. Efendimiz ise, “Deveni bağla sonra tevekkül et” (Tirmizi, Kıyamet, 60) buyurmuş, böylece tevekkülün ölçüsünü en güzel şekilde ortaya koymuştur.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt