Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tevâzu insanı yüceltir... (1 Kullanıcı)

Siyahgulsevdalisi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Haz 2006
Mesajlar
2,046
Tepki puanı
0
Puanları
0
"Ne mal iledir, ne sal iledir, Beyim ululuk kemâl iledir."
Hiç gördünüz mü ki; bir insan mal mülk sayesinde adam olmuş? Yâda bir insan düşünün; zaman geçerek, yaşı ilerleyerek adam olmuş? Her iki şekilde de olmaz. Ya adam gibi adam nasıl olunur? Adama gibi adam "Kemâl" ile olunur. Ya "Kemâl" ne ile elde edilir derseniz, o da iman, ameli salih ile kazanılır.
İnsan kendini hiçbir zaman yüksekte görmemeli, her zaman alçak, alçak gönüllü olunmalıdır. Bu hususta Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz şöyle buyurdu:
"Kim Allah için tevâzu ederse, Allah onu yüksek eder."
Kendini yüksek görenler hep kaybetmiştir, bunların en başında Şeytan gelmektedir. Şeytan kendisini büyük zannetti, alçakların alçağı oldu.
Şeytan alçakların alçağı olurken Âdem Aleyhisselâm'da "Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettin" (A'raf; 23) diyerek en yüksek insan oldu.
Kâinatın Efendisi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mi'râc'a çıkıp, zaman ve mekânı geride bıraktığında Cenâbı Mevlâ şöyle buyurdu:
"Ya Muhammed! Benim misafirimsin, seni ne ile şereflendireyim?" Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bu ilâhî rahmet karşısında şu cevabı verdi:
"Ya Rabbi! Bana kulum de." Bunun içindir ki, İsrâ sûresinde Rabbimiz Celle Celâluhu şöyle buyuruyor:
"Her türlü noksanlıktan münezzeh olan Allah'tır ki, kulunu gece yürüttü."(İsrâ; 1)
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mi'râc'da Rabbimiz'den kendisine "Kulum" diye hitap etmesini isterdi, biz böyle bir hadise karşısında kalmış olsaydık ne isterdik? Kim bilir belki de elimizden tut, biz zavallılarız, gibi sözler mi söylerdik.

HİÇ BİRŞEY
RASTGELE DEĞİLDİR
"Ey günah işlemekte kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin." (Zümer) âyeti celilesi inince birçokları Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in yanına gelerek İslam dinine girmek istediklerini söylediler. Bunların içinde Hazreti Hamza Radıyallahu Anh'ı şehid eden Vahşi de vardı. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem Vahşi ile karşılaşınca ona sordu:
"Benim amcamı sen mi öldürdün?" Vahşi üzgün, kırgın, mahcup bir eda ile:
"Evet" dedi. Bunun üzerine Resûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz:
"Arkama otur" buyurdu.
Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in Hazreti Vahşi'ye böyle davranması yanlış anlaşılmaya sebep olmasın. İmamı Rabbânî Kuddise Sirruhu Hazretleri buyurdular ki; "Sahabe–i Kirâm'ın Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in bir sohbetine iştirak etmeleri ile elde ettikleri makamı, onların haricinde kimse ulaşamaz. Hazreti Hamza'yı şehid eden, Hazreti Vahşi, tabiinin en hayırlısı Veysel Karânî'den daha hayırlıdır."
Bu meselelerde çok büyük hikmetler vardır, bu meselelere düz mantıkla bakarsak aldanırız. O büyük insanların kusur ve kabahatlerini düşünüp araştırmayın. Hazreti Hazma Radıyallâhu Anh şehidlerin serdârı oldu. Çok büyük makama çıktı, onun o makama çıkmasına sebep kim oldu?
Âl–i İmran sûresindeki şu âyet–i kerimede ne büyük haberler var:
"Eğer size (Uhud'da) bir yara isabet etti ise, Bedir savaşında da kâfirler kavmine o kadar yara isabet etmişti. O sevinçli ve kederli günleri insanlar arasında evirip çeviririz. Allah savaş meydanında ihlâslı ve azimkâr müminleri diğerlerinden ayırt etmek ve sizden şehitler edinmek içindir, Allah zalimleri sevmez." (Âl–i İmran; 140)
Hiçbir şey rast gele meydana gelmiyor. Her işte bir hikmet, bir sebep vardır. Bizler meydana gelen hadiselere maddî gözlükle baktığımız için, mânevî boyutunu yani gerçek boyutunu göremiyoruz.

NEFSİMİ VE MALIMI
ALLAH'A SATTIM
Allah dostlarından bir zât şöyle demişti:
"Kendi nefislerinizi Allah'a sattığınız için sevininiz. Çünkü Allah'tan daha yüce müşteri, cennetten de daha büyük karşılık olmaz."
Bir vakit İslam ordusu gazaya çıkmak için hazırlık yapıyordu. İslam ordusunun komutanı Abdü'l–Vâhid İbn–i Zeyd Radıyallâhu Anh idi. Ordu sefere çıkmak üzere hazırlıklarını tamamlamıştı. Cihad ve şehidlikle ilgili sohbetler yapılıyordu. Sohbet bittiğinde içlerindeki kurrâlardan birine bir aşır okunması söylendi. Şu âyet–i kerime okundu:
"Allah yolunda savaşıp düşmanları öldüren ve öldürülen müminlerin canlarını ve mallarını, Allah, cennet, kendilerinin olmak karşılığında satın almıştır." (Tevbe; 111)
Aşır bittiğinde, mecliste bulunan bir genç ayağa kalktı ve şöyle dedi:
"Ey Abdü'l–Vâhid! Allah Teâlâ müminlerin canlarını ve mallarını cennet kendilerinin olması karşılığında satın almıştır, öyle mi?" Abdü'l–Vâhid:
"Evet! Öyle evlâdım." Dedi. Bu genç çocuk, bir yetimdi, babası birkaç yıl önce ölmüş, kendisine çok büyükte bir miras bırakmıştı. İşte bu yetim çocuk âyet–i kerimeyi dinledikten sonra ordu komutanına soru soruyordu. Genç Abdü'l–Vâhid'e dedi ki:
"Şâhid ol Ey Abdü'l–Vâhid! Ben malımı ve nefsimi cennet karşılığında Allah'a satıyorum. Bunun içinde sizinle savaşa geliyorum." Abdü'l–Vâhid:
"Evladım! Sen daha çok küçüksün, savaşın şiddetine dayanamazsın, gel sen bu işten vazgeç." Genç komutanı dinleyecek gibi değildi, kararlı bir sesle:
"Ey Abdü'l–Vahid! Ben bir defa söz verdim, nefsimi ve malımı Allah'a sattım, bundan geri dönüşüm yok." Orada bulunan herkes gencin bu teslimiyeti karşısında şaşırdılar. Kendileri ile genci kıyasladılar, ama nafile gençteki ihlâs ve iman zirveye çıkmıştı. Orada bulunanlar dedi ki:
"Bu çocuğun düşüncesi bizi şaşırttı, biz onun gibi düşünemiyoruz" dediler. Genç dediğini yaptı, babasından kalan malın tamamını tasadduk etti, kendisine savaşta ihtiyacı olacak araç gerecin dışında tüm malını Allah için verdi. Hareket saatinde hazır vaziyette ordunun saflarında hazırdı. Ordu hareket etti, ordu düşmanla karşı karşıya gelinceye kadar geçen zaman içinde bu genç gündüzleri oruç tutuyor, geceleri de namaz kılmaya azami gayret gösteriyordu. Orduda her kimin bir ihtiyacı olsa ona koşuyor, ihtiyacını gideriyordu.
Seferin son günleriydi, ordu mola vermiş herkes istirahata çekilmişti. Birden sessizliği bozan bir feryat duyuldu.
"Ayna–i Merziyye'yi istiyorum."
Sesin kimden geldiğini merak ettiler, o ses gençten geliyordu. Komutan gencin yanına vardığında arkadaşları dedi ki:
"Bu kardeşimiz, yolculuğun ağırlığına dayanamadı, aklını yitirdi." Abdü'l–Vâhid gence sordu:
"Evâdım! Ayna–i Merziyye de kimdir?"
"Az önce burada oturmuş, tefekkür ediyordum ki, uykuma yenik düştüm ve uyuya kaldım. Yanıma birisi geldi ve bana dedi ki:
"Ayna–i Merziyye'ye git." Onunla birlikte gittik, beni bir gülistana götürdü, hayatımda böyle güzel bir gülistan görmemiştim. O kadar muazzam bir yerdi ki, ağaçları, çiçekleri, ırmağı anlatılır gibi değil. Irmağın kenarında birçok kadın vardı, bu kadınların güzelliği dünyadaki kadınlara benzemiyordu. Kadınlar beni görünce, birbirlerine şöyle dediklerini duydum.
"Ayna–i Merziyye'nin efendisi geldi." Bunu duyunca onlara dedim ki:
"Ayna–i Merziyye aranızda mı?" Onlar:
"Hayır, aramızda değil, bizler onun hizmetçileriyiz, yoluna devam et, bu yol seni Ayna–ı Merziyye'ye götürür." Yoluma devam ettim birde karşıma süt akan bir ırmak çıktı. Süt ırmağın kenarında da birçok kadın vardı, bunlarda o kadar güzeldi ki, dünyada benzerlerini göstermek mümkün değildir. Süt ırmağının kenarında bulunan kadınlar da beni görünce birbirlerine şöyle dediler:
"Ayna–i Merziyye'nin efendisi geldi." Ben tekrar onlara sordum:
"Ayna–i Merziyye aranızda mı?"
"Hayır, aramızda değil, bizler onun hizmetçileriyiz, yoluna devam et, bu yol seni Ayna–i Merziyye'ye götürür."
Yoluma devam ettim, bu sefer karşıma şaraptan bir ırmak çıktı. Öncekilerde olduğu gibi, orada da kadınlar vardı, onlarda beni gördüklerinde öncekilerin dediğini dediler:
"Ayna–i Merziyye'nin efendisi geldi." Ben tekrar onlara sordum:
"Ayna–i Merziyye aranızda mı?"
"Hayır, aramızda değil, bizler onun hizmetçileriyiz, yoluna devam et, bu yol seni Ayna–i Merziyye'ye götürür." Ben tekrar devam ettim, karşıma saf baldan bir ırmak çıktı. Irmağın kenarında beyaz inciden bir çadır gördüm. Çadırın kapısında güzelliğini anlatamayacağım bir kadın duruyordu, beni görünce çadırın kapısından içeri seslendi:
"Ey Ayna–i Merziyye! Efendin geldi." Ben o sırada çadırın kapısına yaklaşmıştım, kapıdan çadırın içine girdim. Çadırın içine girdiğimde gördüm ki, yakut ve incilerle süslenmiş altından bir taht üstünde Ayna–i Merziyye'ye oturuyor. Güzelliğini anlatmak mümkün değil, onu görünce ona âşık oldum. Yanına vardım, ona dokunmak istedim, dokunmama izin vermedi. Bana şöyle dedi:
"Senin üzerinde dünya eseri var, daha vakit var, inşallah akşama iftarı birlikte yaparız." Ben de daldığım uykudan uyandım.
Genci dinleyen Abdü'l–Vâhid Radıyallâhu Anh şaşkındır. Bu hadiseden birkaç saat sonra ordu tam hareket etmek üzereyken âni bir düşman saldırısı ile karşı karşıya kalırlar. Çok çetin bir savaş olur, savaşta düşman yenilgiye uğratılır. Savaş alanını gezen Abdü'l–Vâhid gencin cesedi ile karşılaşır. Gencin bütün vücudu yara içindeydi, her tarafından kan akıyordu. Ruhunu teslim etmiş, ama yüzündeki tebessüm açıkça görünüyordu. O şimdi Ayna–i Merziyye'sine kavuşmuştu.
 

Nevin_1982

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2006
Mesajlar
5,000
Tepki puanı
8
Puanları
38
Yaş
41
Konum
sakarya
Selamun aleykum kardeşim.Allah razı olsun.İnşallah başta tevazu sahibi olup,hiç birşeyin tesadüf olmadığını anyarak doğru yolda ilerleyim sonunda nefsimizi canımızı allaha satarız inşallah..Tüm temennilerimiz bu yöndedir.Dua ile kalın
 

Luvi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ocak 2009
Mesajlar
1,209
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Rahman ve Rahiym olan ALLAH'ın adıyla,
Emeğinize sağlık kardeşim.

İzniniz olursa Hacı Bayram-ı Veli'nin bununla ilgili hikayesini anlatmak isterim;

Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi birşey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli nin dergahına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergâhlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu.

Durumu Hacı Bektaş Veli ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir.

Bunun üzerine adam mevlevi dergahına gider ve aynı durumu Mevlana ya anlatır. Mevlana ise bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana ya bunun sebebini sorar.

Mevlana şöyle der:

- Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergahı na gider ve Hacı Bektaş Veli ye, Mevlana nın kurbanı kabulettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli ye sorar. Hacı Bektaş da şöyle der:

- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.

Selam ve dua ile...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt