cemaldurra
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 16 Nis 2008
- Mesajlar
- 1,142
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 67
Selamun Aleyküm,
Umran Dergisinde, Serdar Demirel imzasıyla yayınlanan bir yazıyı önemine binaen aynen aktarıyorum...
Takva - Örtü İlişkisi
Tesettürü tesettür yapan, onu giymiş bedenin taşıdığı ruhun kalitesidir, takvasıdır, vakarıdır. Bütün ibâdet ve davranışlarda olduğu gibi tesettürün ruhu da budur. Tesettürü podyumlarda mankenler de giyiyor; ancak, dikkat ettiyseniz tesettür o bedenleri örtmüyor, birkaç metre kumaştan başka bir şey ifade etmiyor. Manken tesettürü, “lütfen bana bak” etiketi gibi durmaktadır. Kadının kişiliğini değil dişiliğini öne çıkarmakta ve maalesef kadını cinsel bir obje olarak sunmaktan geri durmamaktadır.
Modernitenin kadına kurduğu en büyük tuzak, sözümona “özgürlük” kurmacasında onu soyup erkeğin cinsel objesi kılmasıdır. Modernitenin, koyduğu ölçülere göre, güzel olmayan ve cinsel obje olmaktan çıkmış yaşlı kadınlara tahammülsüzlüğünün sebebi de burada yatmaktadır. Bunun farkında olan Batı kadını ilerleyen yaşına rağmen genç ve güzel kalabilmek için estetik ameliyatlara, güzellik salonlarına servetler harcamaktadır. Zira, yine Batı’da ortaya çıkmış aydınlanma paradigması olan “düşünüyorum o halde varım”ın yerini “soyunuyorum, tüketiliyorum, o halde varım” almıştır. Ben varım diyen kadının varlığını özellikle bedeni üzerinden ispatlaması gerekmektedir. Sanatçı kişiliğinden daha fazla seksi özellikleriyle öne çıkmış güya sanatçılar ideal modeller olarak toplumun önüne konmuştur.
Genç nesillere Madonna’yı sorsak bilmeyen çıkar mı acaba? Yada artist, şarkıcı vb. taifeden isim sorulsa kaç isim bir çırpıda sayılabilir? Peki, akıl kalitesiyle, insanlığın yararına ürettikleriyle “ben varım” demiş hanım ismi sorulsa acaba aynı insanlar isim verebilirler mi? Neden keyfiyet sahibi hanımlar model olarak sunulmaz? Neden; estetik, cazibeli, soyunan kadın genç dimağlara model olarak sunulur? Bir Hz. Meryem, bir Hz. Aişe, acaba ne kadar modeldir? Bu pörsümüş zihniyetin şimdilerde tesettüre el atmasının aceb sebebi ne ola? Bu soruları çoğaltarak kendimize sormalı değil miyiz?
Örtülüyken Çıplak Olmak
Örtülüyken çıplak olmak mümkün müdür? İlginçtir, bu soru İslâm’ın ilk dönemlerinden beri tartışılır olmuştur. Böyle bir vakıa olduğundan değil elbette. Peygamber Efendimizin(s.) bir hadislerinde fitne tezahürlerinden olan; “örtülüyken çıplak kadınlar” zümresini zikrettiğinden, hadis şârihleri de bu konuyu vuzûha kavuşturmaya çalışmış; ‘hem örtülü hem de çıplak’ haberini ümmete bir uyarı olması sebebiyle de tartışmışlardır.
Öncelikle bu garabeti haber veren hadisi şerifi zikredelim:
Ebû Hureyre(r.a) Peygamber Efendimiz’in(s.) şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Cehennem halkından iki sınıf var ki ben onları görmedim: 1) Yanlarında bulunan, sığır kuyruğu gibi kırbaç(cop)larla insanları döven bir topluluk, 2) Başları (saçları) deve hörgücü gibi olan, zarif ve cazibeli, giyinik oldukları halde çıplak kadınlar. Ki bunlar cennete giremeyecekleri gibi onun kokusunu bile alamayacaklardır. Oysa cennetin kokusu nice uzak mesafelerden alınır."
Hadis şârihlerinin bu hadisi anlamlandırmada zorluk çekmeleri hadisi anlamlandıramadıkları manasına gelmez. Ancak, bu garabetin yani örtünme ve çıplaklığın aynı anda birarada olması, tezatların birarada olması manasına geldiğinden şerhte zorlandıkları âşikârdır. Eğer Hadis şârihleri bizim gördüklerimizi görselerdi: “Ya Rab! Habibine bahşettiğin bir mucize herkese âşikâr oldu. Giyinik ama çıplak kadınlar zümresi bu asırda olduğu kadar başka hiçbir asırda tezahür etmedi!” derlerdi.
Söz hadis şârihlerinden açılmışken, onların mezkur hadis üzerine söylediklerinden bir nebze de olsa zikretmek sanırım yararlı olur:
Örtülüyken açık olma hali genel olarak; bedeni yahut bedenin tenini hissettirecek tarzda şeffaf giysilerle örtünmek, yahut kokular sürerek topluma çıkmak, kırıtarak yürümek, haramlara meyletmek vb. fitne tezahürleri tarzında anlaşılmıştır.
Bu yorumlara, örtüyü bedene yapışacak, beden hatlarını belli edecek tarzda dar ya da pantolon giyinme, tesettürü; bedeni teşhir eden, zararlı okları -yabancı bakışı- celbeden bir araç kılma halleri de katılabilir. Benim öncelikle bu hadisten anladığım, “Hicab’ı hicapsızlaştırmak” alarmıdır.
Kendisiyle röportaj yapan gazeteye, nargile içerken ve burnundan duman çıkarırken poz veren, toplum içinde elinde sigarayla tafra atan, Tarkan’ın konserine gidip en ön safta: “Tarkan! Senin için çıldırıyorum!” çığırtkanlığı yapan tesettürlü acaba ne kadar kendinde? Ve ne kadar tesettürünün bilincinde? Bu tür görüntüler tesettürün, metafizik alemle ilişkisini nasıl koparacağının alametidir; sekülerleşmesidir.
Son Söz
Takvâ, Allah Teala karşısında ruhun tüm samimiyetiyle saygı duruşudur. Amele yansıması da O’nun buyruklarını sevgi ve korku dengesinde eda etmektir.
Kur'ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:
“Allahü Teala o takvâ sâhiplerini sever.”(Âl-i İmrân: 76)
Zira, Allah’a itaatin ve butün güzel davranışların temelidir takvâ. Takvâsız tesettür vakarsızdır; işte bu nokta, tesettür özelinde ibâdet ve geleneğin ayrıştığı noktadır.
Tesettürden takvâ çalınmak isteniyor; yani tesettürün ruhu isteniyor; sözün özü, tesettür katledilmek isteniyor. Bu cinâyete dur diyelim. Suskunluğumuzla, tepkisizliğimizle bu cinâyete ortak olmayalım.
Tesettürü, üniversite kapısındaki yasakçı zihniyet ruhsuzlaştıramaz. Tesettürü ancak bizim duyarsızlığımız ruhsuzlaştırır, ahlâksızlaştırır. O zaman üniversite kapısındaki yasakçı zihniyet ruhsuzlaştırılmış tesettüre geçit verir. Şu bilinmelidir ki, yasak ‘birkaç metrelik kumaş parçasına’ değildir, yasak o kumaştaki ruhadır; ahlâkadır; özedir.
Davetkâr bir bakış İslâm’da nasıl reddedilmişse, davetkâr bir tesettürün de reddedileceği izahtan varestedir. Tesettür herşeyden önce ruhsal bir edeptir; bu onun bedensel bir edep olduğunun inkarı değil bilakis gerekçesidir.
Nûr Suresi’ne iman etmiş bir tesettür bu edebi en güzel şekilde temsil edecektir!
Umran Dergisinde, Serdar Demirel imzasıyla yayınlanan bir yazıyı önemine binaen aynen aktarıyorum...
Takva - Örtü İlişkisi
Tesettürü tesettür yapan, onu giymiş bedenin taşıdığı ruhun kalitesidir, takvasıdır, vakarıdır. Bütün ibâdet ve davranışlarda olduğu gibi tesettürün ruhu da budur. Tesettürü podyumlarda mankenler de giyiyor; ancak, dikkat ettiyseniz tesettür o bedenleri örtmüyor, birkaç metre kumaştan başka bir şey ifade etmiyor. Manken tesettürü, “lütfen bana bak” etiketi gibi durmaktadır. Kadının kişiliğini değil dişiliğini öne çıkarmakta ve maalesef kadını cinsel bir obje olarak sunmaktan geri durmamaktadır.
Modernitenin kadına kurduğu en büyük tuzak, sözümona “özgürlük” kurmacasında onu soyup erkeğin cinsel objesi kılmasıdır. Modernitenin, koyduğu ölçülere göre, güzel olmayan ve cinsel obje olmaktan çıkmış yaşlı kadınlara tahammülsüzlüğünün sebebi de burada yatmaktadır. Bunun farkında olan Batı kadını ilerleyen yaşına rağmen genç ve güzel kalabilmek için estetik ameliyatlara, güzellik salonlarına servetler harcamaktadır. Zira, yine Batı’da ortaya çıkmış aydınlanma paradigması olan “düşünüyorum o halde varım”ın yerini “soyunuyorum, tüketiliyorum, o halde varım” almıştır. Ben varım diyen kadının varlığını özellikle bedeni üzerinden ispatlaması gerekmektedir. Sanatçı kişiliğinden daha fazla seksi özellikleriyle öne çıkmış güya sanatçılar ideal modeller olarak toplumun önüne konmuştur.
Genç nesillere Madonna’yı sorsak bilmeyen çıkar mı acaba? Yada artist, şarkıcı vb. taifeden isim sorulsa kaç isim bir çırpıda sayılabilir? Peki, akıl kalitesiyle, insanlığın yararına ürettikleriyle “ben varım” demiş hanım ismi sorulsa acaba aynı insanlar isim verebilirler mi? Neden keyfiyet sahibi hanımlar model olarak sunulmaz? Neden; estetik, cazibeli, soyunan kadın genç dimağlara model olarak sunulur? Bir Hz. Meryem, bir Hz. Aişe, acaba ne kadar modeldir? Bu pörsümüş zihniyetin şimdilerde tesettüre el atmasının aceb sebebi ne ola? Bu soruları çoğaltarak kendimize sormalı değil miyiz?
Örtülüyken Çıplak Olmak
Örtülüyken çıplak olmak mümkün müdür? İlginçtir, bu soru İslâm’ın ilk dönemlerinden beri tartışılır olmuştur. Böyle bir vakıa olduğundan değil elbette. Peygamber Efendimizin(s.) bir hadislerinde fitne tezahürlerinden olan; “örtülüyken çıplak kadınlar” zümresini zikrettiğinden, hadis şârihleri de bu konuyu vuzûha kavuşturmaya çalışmış; ‘hem örtülü hem de çıplak’ haberini ümmete bir uyarı olması sebebiyle de tartışmışlardır.
Öncelikle bu garabeti haber veren hadisi şerifi zikredelim:
Ebû Hureyre(r.a) Peygamber Efendimiz’in(s.) şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Cehennem halkından iki sınıf var ki ben onları görmedim: 1) Yanlarında bulunan, sığır kuyruğu gibi kırbaç(cop)larla insanları döven bir topluluk, 2) Başları (saçları) deve hörgücü gibi olan, zarif ve cazibeli, giyinik oldukları halde çıplak kadınlar. Ki bunlar cennete giremeyecekleri gibi onun kokusunu bile alamayacaklardır. Oysa cennetin kokusu nice uzak mesafelerden alınır."
Hadis şârihlerinin bu hadisi anlamlandırmada zorluk çekmeleri hadisi anlamlandıramadıkları manasına gelmez. Ancak, bu garabetin yani örtünme ve çıplaklığın aynı anda birarada olması, tezatların birarada olması manasına geldiğinden şerhte zorlandıkları âşikârdır. Eğer Hadis şârihleri bizim gördüklerimizi görselerdi: “Ya Rab! Habibine bahşettiğin bir mucize herkese âşikâr oldu. Giyinik ama çıplak kadınlar zümresi bu asırda olduğu kadar başka hiçbir asırda tezahür etmedi!” derlerdi.
Söz hadis şârihlerinden açılmışken, onların mezkur hadis üzerine söylediklerinden bir nebze de olsa zikretmek sanırım yararlı olur:
Örtülüyken açık olma hali genel olarak; bedeni yahut bedenin tenini hissettirecek tarzda şeffaf giysilerle örtünmek, yahut kokular sürerek topluma çıkmak, kırıtarak yürümek, haramlara meyletmek vb. fitne tezahürleri tarzında anlaşılmıştır.
Bu yorumlara, örtüyü bedene yapışacak, beden hatlarını belli edecek tarzda dar ya da pantolon giyinme, tesettürü; bedeni teşhir eden, zararlı okları -yabancı bakışı- celbeden bir araç kılma halleri de katılabilir. Benim öncelikle bu hadisten anladığım, “Hicab’ı hicapsızlaştırmak” alarmıdır.
Kendisiyle röportaj yapan gazeteye, nargile içerken ve burnundan duman çıkarırken poz veren, toplum içinde elinde sigarayla tafra atan, Tarkan’ın konserine gidip en ön safta: “Tarkan! Senin için çıldırıyorum!” çığırtkanlığı yapan tesettürlü acaba ne kadar kendinde? Ve ne kadar tesettürünün bilincinde? Bu tür görüntüler tesettürün, metafizik alemle ilişkisini nasıl koparacağının alametidir; sekülerleşmesidir.
Son Söz
Takvâ, Allah Teala karşısında ruhun tüm samimiyetiyle saygı duruşudur. Amele yansıması da O’nun buyruklarını sevgi ve korku dengesinde eda etmektir.
Kur'ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:
“Allahü Teala o takvâ sâhiplerini sever.”(Âl-i İmrân: 76)
Zira, Allah’a itaatin ve butün güzel davranışların temelidir takvâ. Takvâsız tesettür vakarsızdır; işte bu nokta, tesettür özelinde ibâdet ve geleneğin ayrıştığı noktadır.
Tesettürden takvâ çalınmak isteniyor; yani tesettürün ruhu isteniyor; sözün özü, tesettür katledilmek isteniyor. Bu cinâyete dur diyelim. Suskunluğumuzla, tepkisizliğimizle bu cinâyete ortak olmayalım.
Tesettürü, üniversite kapısındaki yasakçı zihniyet ruhsuzlaştıramaz. Tesettürü ancak bizim duyarsızlığımız ruhsuzlaştırır, ahlâksızlaştırır. O zaman üniversite kapısındaki yasakçı zihniyet ruhsuzlaştırılmış tesettüre geçit verir. Şu bilinmelidir ki, yasak ‘birkaç metrelik kumaş parçasına’ değildir, yasak o kumaştaki ruhadır; ahlâkadır; özedir.
Davetkâr bir bakış İslâm’da nasıl reddedilmişse, davetkâr bir tesettürün de reddedileceği izahtan varestedir. Tesettür herşeyden önce ruhsal bir edeptir; bu onun bedensel bir edep olduğunun inkarı değil bilakis gerekçesidir.
Nûr Suresi’ne iman etmiş bir tesettür bu edebi en güzel şekilde temsil edecektir!