Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Televizyon sadece zamanı mı tüketiyor (1 Kullanıcı)

ibra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Eyl 2009
Mesajlar
6,106
Tepki puanı
12
Puanları
38
Yaş
30
Konum
Konya
Televizyon insanoğlunun mutsuzluğunun baş sebebi iken evlerin başköşesini kaplıyor. Başköşesini değil başköşelerini kaplıyor. Neredeyse her evde birden fazla televizyon var. Bey, hanım, çocuklar ayrı ayrı odalarda, ayrı kanallarda, ayrı programlarda takılıyorlar.

Sanki dünyaya vakit doldurmak için geldik de televizyon o ihtiyacı karşılıyor. Sevdiklerimizle geçirmediğimiz vakitleri, onları kaybedince anlayacağız; ama biraz geç olacak.

Düşman ile aşk yüzünden, sevgiler soluyor, sevenler mutsuz oluyor.
Sevdiklerimizle aynı evde yalnızlaştık, hayatımıza başka dünyalar girdi.
İnsana ait ahlaki değerlerin çoğunu televizyon başında kaybettik.
Dünyadan haberi olan adamlar, yanı başındaki karısından habersiz kaldı.
“Daha fazlasını iste.” reklam sloganları ile kanaat duygumuzu kaybettik, aç gözlü olduk.
Hırsızlığı arsızlığı oradan öğrendik.
Ağlak muğlak dizilerle, merhamet ve itimat duygumuzu yitirdik. En yakınlarımızdan şüphelenir olduk.
Aşk dizileri ile aşkı ucuzlattık, ihaneti öğrendik.

.....En kötüsü, biz kadınlar, kadınlığımızı onunla kaybettik. Dizi ve filmlerdeki kadınlardan; dik dik bakmayı, güçlü görünmeyi, erkeklerle mücadele etmeyi, erkeği adam yerine koymamayı, gururu, kibri, çokbilmişliği ve ukalalığı öğrendik.

Kadının kadınlığını, yumuşaklığını, komedi dizilerinde dalga geçilirken gördük. Kadının eşine “Peki canım!” demesini ezilmişlik, fedakârlığını aptallık, ev işleri yapmasını fakirlik, erkeğe hizmet etmesini geri kalmışlık olarak öğrendik.
Bütün bunları hikâye içinde, bize sevdirilen oyunculardan, hiç farkında olmadan, rol çalarak elde ettik. Göz gördü, şuuraltı sevdi...
Fakat bir problem var: Onlar filmde, biz gerçek hayattayız. Oradaki kadın bütün dikbaşlılığına rağmen kıymetten düşmüyor. Sevilmeye devam ediyor.
Erkek, kendine bağıran, laf sayan, güya gurur timsali gibi gösterilen kadına bir gün sonra elinde çiçekle gelip barışmak için uğraşıyor. Kadını neredeyse taç yapıp başına takacak...
Gerçek hayatta ise bunların tam tersi oluyor. Film de zaten orda kopuyor.

Medyanın zararı bu kadarla da kalmıyor. Reklamlar kadını aşağılık hissettirmeye ayarlı hazırlanıyor. Firmalar daha fazla satış yapmak için kadın bedenini kullanılırken ekran başındaki kadınların da bedenlerine saldırılıyor. "Yeterince iyi değilsiniz, ancak bu ürünü kullanırsanız, bu kadın gibi olursanız kendinizi düzeltebilirsiniz, güzelleştirebilirsiniz. O zaman erkekler sizi beğenir."
Bu arada televizyondaki incecik, her daim bakımlı kadınlar, erkeklerin de kafasındaki kadın ölçülerini değiştiriyor. Onlar da eşlerinde kusur bulmaya başlıyorlar, evde manken gibi eşler görmek istiyorlar. Bu da pek mümkün olmadığı için hem kadın eşine karşı kırgınlık duyuyor hem erkeğin gözü dışarıda kalıyor.

Televizyon, çocuklarımız için de ayrı bir tehlike. Onlara vermeye çalıştığımız manevi değerlerimiz televizyonla yerle bir ediliyor. Çocuklarımızın tertemiz zihinlerine çizgi filmlerle, gözümüzle göremediğimiz; fakat şuuraltına ulaşan (subliminal) 25. kare tekniği ile pek çok tehlikeli fikirler aşılanıyor.

Tabii kötü olan televizyon değil, programlar. Bütün kanalları ve programları aynı kefeye koymayalım. Maneviyata saygısı olan, faydalı bilgiler sunan kanallar da var. Fakat maalesef ki bilhassa çocuklara ve gençlere diğer zararlı yayınlar yapan; fakat nefse hitap eden, albenili, eğlenceli programlar daha hoş geliyor. Aşk ve ihanet dizileri de kadınları cezbediyor. Erkeklerde de futbol merakı, mafya ve polisiye dizi merakı varsa en tehlikeli kanallar açılıyor.
Velhasıl, dikkat edelim de kendimizi ve ailemizi ekran başında kaybetmeyelim.
Not: "Sevmek Bu Kadar Güzelken" kitabımdan




Sema Maraşlı - Haber 7
www.cocukaile.net
semamarasli@gmail.com
 

ibra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Eyl 2009
Mesajlar
6,106
Tepki puanı
12
Puanları
38
Yaş
30
Konum
Konya
Çizgi filmlerde bilinçaltına farklı mesajlar veriliyor
92449f00bc5cfa6366784adcb929f5bf_1280059618.jpg




Bazı televizyon dizileri, sinema, reklam ve çizgi filmlerde insanın bilinçaltına yönelik mesajlar yer alır.

İnsan bunun farkına varmaz; ama bilinç onu algılar ve doğru kabul eder.

Kocaeli Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Selma Koç, subliminal mesajların seyirci tarafından fark edilmesinin zor olduğunu söylüyor. Koç, özellikle çizgi filmlere yerleştirilen cinsel içerikli objelerle çocukların bilinçaltlarına farklı mesajlar iletilebildiğini belirtiyor.

Psikoterapist Aysel Birtürk, insanların bazı şeyleri görebilmesi ve duyabilmesinin eşik aralıkları olduğunu, bilinçaltı mesajların bu eşiklerin üstünde veya altında olduğunu ifade ediyor. İnsanın en savunmasız mekanizmasının bilinçaltı olduğunu aktaran Birtürk, özellikle bazı çizgi filmlere yerleştirilen cinsel içerikli şekiller ve ‘Sex’ yazıları ile çocukların bilinçaltının kolaylıkla kontrol edildiğini iddia ediyor.

Birtürk, “Kimse bu bombardımanın farkında değil. Çizgi filmlere cinsel içerikli objeler gizlenerek çocuğun bilinçaltı cinselliğe yönlendirilmeye çalışılıyor. Cinselliğe uyarılan çocuğa bu tip şeyler normal gelmeye başlıyor.” şeklinde konuşuyor. Dünyada birçok ülkenin yasaklar getirdiğine değinen Birtürk, devletin bu tip mesajların önüne geçebilmek için bazı yasal sınırlandırmalar getirmesi gerektiğini kaydediyor. Çocuk ve Ergen Psikoloğu Sinem Karademir Tehnel de çizgi filmlere aşırı derece cinsel içerikli objelerin yerleştirildiğini söylüyor. Televizyon karşısına oturan çocuğun bilinçaltına çizgi filmlerle cinselliğin yerleştirildiğini kaydeden Tehnel, “Ebeveynler çocuğunun masumca çizgi film izlediğini zannediyor ancak çizgi filmlerdeki cinsel içerikli mesajlarla çocuklarının zehirlendiğini fark edemiyor. Çocukta cinselliğe eğilim artıyor.” diyor.


Zaman Gazetesi


 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
501
Puanları
83
Yaş
43
Selamün Aleyküm
Ellerine sağlık kardeşim.
Bu tür araştırmaları yapıp istifademize sunanların emeklerini görürüzde
artık bilinçli bir nesil olarak yetişiriz.
Yıllardır peşkeş çekildi değerlerimiz.
özellikle inancımızla o kadar oynandı ki bizler ağzımız açık bir seyirci gibi
neredeyse zevkle ve tezehüratlar eşliğinde izledik.
Destek verdik ama kedimize döndüğümüzde
her türlü manevi değerden yoksun çırılçıkplak kaldığımızı gördük.
Uyandık mı ?
Üzelerek söyleyeyim yine hayır. ben mi kurtaracağım demeye başladık.

Allah celle celalüh doğru okuyup bilinçlenmeyi nasip eylesin.amin.

Selam ve dua ile
 

ibra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Eyl 2009
Mesajlar
6,106
Tepki puanı
12
Puanları
38
Yaş
30
Konum
Konya
Selamün Aleyküm
Ellerine sağlık kardeşim.
Bu tür araştırmaları yapıp istifademize sunanların emeklerini görürüzde
artık bilinçli bir nesil olarak yetişiriz.
Yıllardır peşkeş çekildi değerlerimiz.
özellikle inancımızla o kadar oynandı ki bizler ağzımız açık bir seyirci gibi
neredeyse zevkle ve tezehüratlar eşliğinde izledik.
Destek verdik ama kedimize döndüğümüzde
her türlü manevi değerden yoksun çırılçıkplak kaldığımızı gördük.
Uyandık mı ?
Üzelerek söyleyeyim yine hayır. ben mi kurtaracağım demeye başladık.

Allah celle celalüh doğru okuyup bilinçlenmeyi nasip eylesin.amin.

Selam ve dua ile

inşaALLAH :)
malesef aynen abi .
Amin ecmain


 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
33
Konum
.........
BÜYÜK EMEKLER ve yüksek fiyatlarla ele geçen bir nimetin değerini herkes takdir eder. Fakat hiçbir fiyat ödemeksizin doğuştan sahip olduğumuz nimetler, dünyadaki herşeyden daha değerli olmalarına rağmen, lâyık oldukları itinâyı nedense görmezler. Böyle nimetleri mirasyediler gibi harcamakta birbirimizle âdetâ yarışırız.
televizyon.jpg

İşin en garip tarafı da, bu nimetlerin en değerlisinin en hoyrat bir şekilde israf edilmesidir. Bu nimet sayılıdır, sınırlıdır, her an hızlanan bir tükenişle eriyip gitmektedir ve bir daha geri gelmeyecektir. Zaman tünellerine belki filmlerde, hikâyelerde ve rüyalarda girebilirsiniz—ama gerçek hayatta asla. Bir hastalık sonrası sağlığın geri dönüşü gibi kayıp zamanlar hiçbir zaman tekrar ele geçmez.
Zaman deyince, onun en büyük düşmanı ister istemez akla geliyor: televizyon. Bu âletin ömrümüze maliyetini hiç hesapladınız mı?
Gelin, beraber hesaplayalım. Birinci soru: Günde kaç saatiniz televizyon başında geçiyor? Ortalama—belki de iyimser—bir hesapla 3 saat diyelim. İlk başta pek ürkütücü gelmiyor. Ancak günler damlaya damlaya hafta olur, ay olur, yıl olur, sonunda bir ömür olur, biter. Eğer televizyonun günde 3 saatten bir yılda yiyip bitirdiği zamani hesaplarsak, 1095 saat eder. Bu da gecesiyle, gündüzüyle 45 gün demektir—televizyon başında geçen 45 gün ve 45 gece. Arta kalanlar ise, dizilerin, gevezeliklerin, daha bir yığın lehviyat ve fuhşiyatın günah izleri. Belki araya tesadüfen bir iki bilgi kırıntısı da sıkışmış olabilir; ama bunun da fiyatı herhalde 1095 saatlik insan ömrü değildir! 10 bin lira için, dolu dolu 8 saatlik mesai ile 5,5 ay çalışır mıydınız?
*
ŞİMDİ ikinci soru: Televizyon canavarının pençesinde can veren bu 1095 saat bize neler kazandırabilirdi?
Bu rakam, bir öğrencinin bütün bir öğretim yılı boyunca gördüğü ders saatlerinden daha da büyük bir yekûndur. Demek ki, en azından kayıp bir öğretim yılı var orta yerde.
1095 saat içerisinde bir yabancı dili iyi seviyede öğrenmek mümkündür. Bu demektir ki, televizyon her yıl bize bir yabancı dil kaybettiriyor.
Kitap okumayı tercih ederseniz, ağır bir okuyuşla, 25 bin sayfalık kitabı bu müddet içinde bitirmeniz mümkündür. Hızlı okuyanlar ise bu rakamı yüz binlere çıkarabilirler. Ama bırakın yüz binleri, bırakın on binleri, senede birkaç bin sayfa okuyabilenler—”aydınlarımız” da dahil—toplumumuzun acaba yüzde kaçlık bir kesimini teşkil ediyor?
Eğer herbir harfi en az 10 bâki sevap meyvesi veren Kur’ân okuyacak olsanız, bu 1095 saat, 10 tane hatim eder. (Ağır okuyanlar üzülmesin; onlara zaten çifte sevap müjdesi var.) Veya bu müddetin sadece üçte birini kazâ namazlarına ayırmakla, 3 yıllık borcu defterden silebilirsiniz.
Bunlar birkaç misalden ibaret. Artık herkes kendi tercihine göre bir liste yaparak maliyet hesaplarına girişebilir. Eğer bu hesaplar uzun ve karmaşık geliyorsa, televizyonun sadece bir tek ezan vaktindeki maliyetini düşünün. Bu, yeryüzünde Kâbe’ye yönelerek halka halka saf tutmuş yüz milyonlarca Müslümanın arasına katılıp onların dualarına ve âminlerine iştirak etmek gibi bir fırsatı tepmek mânâsına gelir. Tek bir namaz vaktindeki bu kaybı dünyada hangi şey telâfi edebilir?
Lâkin ins ve cin şeytanları insanı boş bırakmaz ki, alın teri dökerek kazandığımız parayı yakıp külünü savurur gibi harcadığımız ömür sermayesinin hesabını çıkaralım. Onların işi, “merak” denen zayıf damarından insanı yakalayarak “Hangimiz daha çok saptıracağız?” diye, birbirleriyle yarışıp durmak... Kur’ân ise, âdetâ önümüzdeki aptal kutusunu anlatan tasvirleriyle, bizi ikaz edip duruyor:
“İnsanlardan öylesi vardır ki, halkı fark ettirmeden ve hiçbir bilgiye dayanmaksızın Allah yolundan saptırmak ve dini alaya almak için boş söz ve eğlencelere müşteri çıkar. İşte onlar için hor ve hakir edici bir azap vardır.” 1
“İblis dedi ki: ‘Madem ki insan yüzünden Sen beni rahmetinden uzaklaştırdın; ben de Senin doğru yolunda insanların önüne oturup yollarını keseceğim. Sonra önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından onların üzerine varacağım. Sen de onların çoğunu şükredici bulmayacaksın.’” 2
“Kâfirler, ‘Bu Kur’ân’ı dinlemeyin; onun ikazlarını tesirsiz bırakmak için şamata yapın. Belki böylece ona üstün gelirsiniz’ derler. Biz o kâfirlere pek şiddetli bir azabı tattıracak ve yaptıklarının en kötüsüyle onları cezalandıracağız.” 3
Hesabı bir daha baştan almaya ne dersiniz?
(Bu yazının yazılışından daha sonraki yıllarda yapılan anketler, Türkiye’de günlük ortalama televizyon izleme süresini 4 saat olarak belirlemiş bulunuyor. Bu ise, 1460 saatimizin, yani geceli gündüzlü iki ayımızın, yani iki öğretim yılının her sene televizyon başında geçmekte olduğu anlamına geliyor. Bu genel manzaranın içinde, herkes, kendi izleme süresini esas alarak, kendi hayatıyla ilgili tabloyu çıkarabilir; bu durumda belki bir kısmımız diğerlerine oranla biraz daha talihli çıkabiliriz—eğer günde sadece bir veya iki saatimizi televizyon başında geçirmek bir talih olarak adlandırılacaksa! Toplum olarak içinde bulunduğumuz durum ise, ne yazık ki, çekilen fotoğrafta görüldüğü gibidir!)
1. Lukman Sûresi, 6.
2. A’râf Sûresi, 17.
3. Fussılet Sûresi, 26-7.

 

ibra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Eyl 2009
Mesajlar
6,106
Tepki puanı
12
Puanları
38
Yaş
30
Konum
Konya
[h=2]Çocuk İstismarına Seyirci Kalmayın[/h]Bütün dünyada çocuk işçiliği suç ve yasaktır ama konu reklamlara gelince durum değişiyor. Çok küçük yaştaki çocuklar kendi rızaları alınmadan reklamlarda oynatılıyor. Özellikle son zamanlarda bazı reklamlar “çocuk istismarına” yol açmaya başladı. Bu konuda ebeveynler olarak yapmamız gereken firmaya, Reklam Özdenetim Kurulu’na ve RTÜK’e şikayetlerimizi iletmek…
Televizyon_ve_cocuk.jpg


Çocuk deyince aklımıza masumiyet gelir. O yüzden içinde çocuk olan her şeyin masum olduğunu düşünüyoruz genelde. Onları bir dizi filmde gördüğümüzde acılarına gözyaşı döküyor, şaşırtan şeyler söylediğinde aklına ve zekâsına alkış tutuyoruz. Oysa seyrettiğimiz her şeyin içinde aynı masumiyeti bulmak mümkün değil.

Mesela; çocuklara yönelik bir çizgi film kanalının arasında çocukları küçük kadınlar haline getiren reklamları seyredebiliyorsunuz. Ya da son günlerde olduğu gibi çocuğu masraflarıyla gösterip kadın ve erkeği araba almaya ikna eden reklamları…

Algımız bilinçli bilinçsiz kirletiliyor. Üstelik bunları yalnızca biz seyretmediğimiz için tehlikenin boyutu daha da fazla. Pedagog Mehmet Teber’in başkanlığını yaptığı Pedagoji Derneği, reklamlardaki çocuk istismarına dur demek için sesini yükseltiyor bugünlerde… Seyrettiklerimizde, yaptıklarımızda, okuduklarımızda çocuğa yakışan şeyler olsun diye tüm çabaları…

Pedagoji Derneği Başkanı Pedagog Mehmet Teber ile reklamlardaki çocuk istismarını ve anne-babalar olarak yapmamız gerekenleri konuştuk…

Bir derneğiniz var; Pedagoji Derneği… Kuruluş amacı nedir?
Derneğimiz çocuk ruh sağlığı ve eğitimi konusunda aileleri bilgilendirmek, çocuk konusundaki yanlış algıları düzeltmek, çocuğun anlaşılması için çalışmalar yapmak ve çocuğu olumsuz etkileyen durumlarda kamuoyu oluşturmak için kuruldu. Kısacası çocuk ruh sağlığını korumaya çalışırken, çocukların daha iyi bir şekilde eğitilmesi için çalışıyoruz diyebiliriz

Pedagoji çocuk istismarını nasıl tanımlar?
İstismar kelime anlamıyla iyi niyeti kötüye kullanmak demektir. Çocuk istismarı ise çocuğa fiziksel, sözel, duygusal olarak kötü davranılması olarak tanımlanmaktadır. Daha geniş anlamıyla çocuğun büyümesini ve gelişmesini olumsuz etkileyen her türlü davranış biçimine çocuk istismarı diyebiliriz.

Reklamlardaki çocuk istismarı ne zaman başlar? Çocuğu reklamda oynatarak mı seyrederek mi? Çocuk ürünlerinin tanıtıldığı bir reklam filmi de istismara girer mi?
Çocuk istismarı reklamda kullanarak da yapılır, çocuk bir reklamı seyrederek de istismara maruz bırakılabilir. Bir reklamda çocuk, gelişimini olumsuz etkileyecek şekilde oynatılabilir. Örneğin bir bez reklamında çocuklar yetişkin gibi giydirilmiş, takılar takılmış ve bedenlerine takı ve giysilerle büyüksü havalar verilmişti. Ama bu çocukların çok büyük oranda bedenleri de teşhir ediliyordu. Bu mesela reklamda kullanılan bir çocuk istismarıdır. Bu şekilde açık olmasa bile bir reklamda oynayan çocuk bu oyunculuk ve çekim süreci içinde fiziksel ya da duygusal olarak yıpranıyorsa bu da istismardır. Çocuk ürünlerinin tanıtıldığı reklamlarda da çocuklar istismar edilebilir. Özellikle duyguları istismar edilebilir. RTÜK Kanunu’nun 8. maddesi açıkça der: “Yayın hizmetleri; çocuklara, güçsüzlere ve özürlülere karşı istismar içeremez.” Bir reklam, çocuğun zihinsel, ahlaki gelişimine zarar veriyorsa bu da bir istismardır.

Bazı firmaların gelecekteki müşteri potansiyellerini oluşturmak için çocukları oynattığı söyleniyor? Bu düşünce de etik değil midir?
Aslında çocukların reklamda oynatılması çocuk işçiliğinden başka bir şey değildir. Hiçbir çocuk “Ben reklamda oynayacağım” demez. Oyunculuk süreci defalarca çekim gerektirdiği için bu süreci de sevmez. Türkiye’de yasal bir boşluk var. Çocuğun herhangi bir işte çalışması yasaktır ama nedense dizilerde oyuncu olarak çalışması yasak değildir. Dizilerin ve reklamların çalışma koşulları çocuklar için çok yorucudur. Bizce çocuğun reklamda, dizide kullanılması doğru bir davranış değil. Bu konuda kanun ve yönetmelikler ciddi şekilde düzenlenmeli ve takibi yapılmalıdır. Dediğiniz gibi bazı firmalar reklamlarında çocuk kullanıyor. Bu reklamlar çocukların dikkatini çekiyor. Henüz küçük yaşta çocuklara bir marka bilinci aşılanıyor. Ne de olsa onlar geleceğin müşterileri.

İstismar sizce bilinçli bir şekilde mi yapılıyor?
İstismar bilinçli de bilinçsiz de olabilir. Bir kısmının bilinçli olduğunu düşünüyorum ama çoğu kısmı bilinçsiz. Firmaların hedefi satışı arttırmak, dikkat çekmek. Duygusal mesaj veren reklamlar daha fazla etki uyandırıyor. Çocuk da duygusal mesaj vermenin en kolay yollarından biri. Satış kaygısı firmaların çocuk ruh dünyasının kırılganlığını görmesine engel oluyor. Çocuk konusunda zaten genel bir körlüğümüz ve empati noksanlığımız var. Bunun üzerine rekabet ve satış kültürü gelince farkında olmadan çocuklar istismar edilebiliyor.

Bizim seyretmeye tahammül edemediğimiz reklamlarda çocuklarını oynatan ailelerin durumunu nasıl açıklarsınız?
Reklam veya bir yarışma programına çıkan çocuk kısa sürede meşhur oluyor. Ailesi onun meşhurluğundan ve buralarda elde ettiği gelirden faydalanıyor. Belki de aile farkında olmadan kendi çocuğunu istismar etmiş oluyor. Merkeze meşhur olma, para kazanma kaygısı değil çocuğun ruh sağlığı alınmalı. Ancak aileler bu konuda pek de bilgili olmadığı için yaptıkları bu davranış onlara normal geliyor.

En son bir otomobil firmasının reklamlarına itiraz ettiniz. Sebebi neydi?
Firma ebeveynlerin çocuğa yönelik algısını bozmaya çalışıyordu. Çocuk deyince aklımıza masumiyet, ümit, sevgi, neşe ve oyun gelir. Bu reklamda kadın doğum uzmanına gelen aileye, uzman önce çocukları olacakları müjdesini veriyor. Sonra bir başlıyor 7 bin lira çocuk bezi masrafı diye… Aileye 700 bin liralık masraf çıkarıyor. İyi ki ikiz değilmiş diyerek bir de gülüyor. Yani çocuğu gider ve masraf olarak lanse ediyor. Algı değiştiriyor. Ayrıca 700 bin lira gibi bir masraf 20 yıla bölündüğünde aylık 3 bin lira yapıyor. Abartı olur da bu kadar olmaz. Hangi çocuk doğumundan itibaren ailesinde 3 bin lira masrafa yol açar. Uluslararası Reklam Uygulama Esasları’nın 18. maddesi der ki: “Reklamlar, sosyal ve kültürel değerleri göz önüne alarak, ebeveynlerin otoritelerini, sorumluluklarını, değerlendirmelerini ya da zevklerini sarsacak beyanlarda bulunamaz.” Madde çok açık.

Bu itirazınız neticesinde bu reklamlardan haberdar olanlardan biri de benim. Yalnızca seyretmemek bir çözüm müdür?
Çözüm tepki vermek. Avrupa’da üretilmiş bir reklam hiçbir denetimden geçmeden ülkemizde yayınlanmaya başlamış. Biz tepkimizi belli edersek firmalar bu kadar rahat davranamazlar. Firmaya, Reklam Özdenetim Kurulu’na ve RTÜK’e şikayetlerimizi iletmemiz gerekiyor.

Aileler seyrettikleri şeyde çocuk istismarı olduğunu gördüğünde ilk ne yapmalılar?
Bu aslında istismarın bulunduğu mecraya göre değişir. Öncelikli şikayet firmaya yapılmalı ve makul cevap alıncaya kadar ısrarcı olunmalıdır. Televizyondaki ürünler için genel şikayet mercii ise RTÜK’tür. Çevremizi bu konuda bilinçlendirip toplu tepki vermek daha doğru olacaktır.

İstismar yalnızca gördüğümüz, seyrettiğimiz şeylerde mi vardır?
Hayır, bir anne-baba da küçük çocuğunu döverek, hakaret ederek, atmakla, tek bırakmakla korkutarak istismar edebilir.

Bu konuda insanların bilinçli olduğunu düşünüyor musunuz?
Çocuk konusunda pek bilinçli olduğumuzu düşünmüyorum açıkçası. Onları çok seviyoruz ama onları tanımıyor ve anlamıyoruz genelde.

Kendi çocuklarımız adına alacağımız tedbirler nelerdir?
Bir çocuk reklam izlememeli bence. Dizi de izlememeli. Bu genellemeyi 12 yaş altı çocuklar için yapıyorum daha çok(bence 0 18 :)). Güvendiğimiz kanallarda, güvendiğimiz programlara müsaade edilmeli sadece.

STK’lar çocuk konusunda ne gibi çalışmalar yapıyorlar?
Çocuğun eğitimi konusunda çalışmalar yapan oldukça büyük STK’lar var. AÇEV, TEGEV bunlardan bir kaçı. Bunun yanında istismara uğrayan, şiddet gören öksüz yetim çocukların haklarını savunan STK’lar da mevcut. Biz ise daha çok çocuk ruh sağlığı alanında çalışma yapıyoruz ki, bu alanda pek bir dernek yok açıkçası. Umarız bizim öncülüğümüzde bu çalışmaların sayısı artar.
Tuğba Akbey İnan- Moral Dünyası Dergisi Temmuz Sayısı
 

özgürlü_zamanlar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2010
Mesajlar
597
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Konum
Erzurum
Etkileşim ve iletişim aynı gibi görünsede farklılık gösteren iki kavramdır.Tıpkı bakmakla görmek arasındaki fark gibi. İnsanlar birçok teknolojik aracı iletişim olarak kullandıklarını sanırlar. Ancak bizler ne yazık ki iletilmiyoruz ,etkileniyoruz. Sadece şöyle bir düşünün bundan fazla değil 5 yıl önce hayatımız da plazmalar , Ipad ler veya internetler birer lüks aracıydı. Ancak şimdi ise geldiğim durumda her hanede bunlar neredeyse var. Teknoloji iletişim aracı olarak kullanıldığında çok yararlı bir araç ; ancak ülkemizde bu etkileşim aracı olarak kullanılmakta. Genç kesim üzerine çok düşülür ; ancak genç yaşlı herkesi etkileyen bir teknoloji bu. Ekranlarda , görünürde vs. her nereyse orada ne varsa artık bizlerde de o var. Bundan kurtulmak da daha mümkün değildir. Burada Polyanacılık oynamanın manası yoktur. Türkiye hazin bir sona ilerlemektedir. Biz Türkler tüm dinleri benimsemiş birer kökeniz. Hazarlar Museviydi , Avarlar Hristiyan , Karahanlılar Müslüman, Uygurlar Budizm dini vs vs. Her türlü etkileşime açık bir milletiz görüldüğü gibi. Ve insanlarımız şu an ekranlarla hristiyanlığa değil tamamen imansızlığa sürükleniyorlar. Allah c.c. yardımcımız olsun. Evlatlarımıza sahip çıkalım. Ülkemiz temel taşları sallanıyor.Paylaşım için teşekkürler.
 

ibra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
25 Eyl 2009
Mesajlar
6,106
Tepki puanı
12
Puanları
38
Yaş
30
Konum
Konya
Etkileşim ve iletişim aynı gibi görünsede farklılık gösteren iki kavramdır.Tıpkı bakmakla görmek arasındaki fark gibi. İnsanlar birçok teknolojik aracı iletişim olarak kullandıklarını sanırlar. Ancak bizler ne yazık ki iletilmiyoruz ,etkileniyoruz. Sadece şöyle bir düşünün bundan fazla değil 5 yıl önce hayatımız da plazmalar , Ipad ler veya internetler birer lüks aracıydı. Ancak şimdi ise geldiğim durumda her hanede bunlar neredeyse var. Teknoloji iletişim aracı olarak kullanıldığında çok yararlı bir araç ; ancak ülkemizde bu etkileşim aracı olarak kullanılmakta. Genç kesim üzerine çok düşülür ; ancak genç yaşlı herkesi etkileyen bir teknoloji bu. Ekranlarda , görünürde vs. her nereyse orada ne varsa artık bizlerde de o var. Bundan kurtulmak da daha mümkün değildir. Burada Polyanacılık oynamanın manası yoktur. Türkiye hazin bir sona ilerlemektedir. Biz Türkler tüm dinleri benimsemiş birer kökeniz. Hazarlar Museviydi , Avarlar Hristiyan , Karahanlılar Müslüman, Uygurlar Budizm dini vs vs. Her türlü etkileşime açık bir milletiz görüldüğü gibi. Ve insanlarımız şu an ekranlarla hristiyanlığa değil tamamen imansızlığa sürükleniyorlar. Allah c.c. yardımcımız olsun. Evlatlarımıza sahip çıkalım. Ülkemiz temel taşları sallanıyor.Paylaşım için teşekkürler.


etkileşim konusunda çok haklısınız aslında cahillik misal 100,200 yıl önce avrupaya giden şahıslar oranın tekniğini bir kenara bırakmışş iğrenç yaşantılarına hayran olmuşlar tabi bu kesimin inancı nasıldı bilemiyoruz. şu benzetme çok hoşuma gider batıya gittiklerinde havuzlardaki fiskiyenin suya güzel şekiller vermesine hayran kalmışlarda nasıl çalışıyor diye sormamışlarrr...

İslam garip geldi, garip gidecek hadis-i şerifini yazacaktım doğru yazayım diye aradım bakın ne buldum :)
http://forum.islamiyet.gen.tr/dini-sohbet/75112-islam-garip-geldi-garip-mi-gidecek.html
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt