Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tefsir Dersleri... (10 Kullanıcı)

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Tefsir Dersleri...
Ahkam Tefsiri
Mütercimin Önsözü. 2
Yazarın Önsözü. 2
[h=3]
Mütercimin Önsözü
[/h] Muhakkak ki insanın ohlreti için hazırlayacağı ve koşacağı en Hayırlı amel Kur'ana hizmet etmektir. Çünkü Kur'an bütün insanlığı cehaletin karanlığından kurtararak ilmin, medeniyetin ve adaletin ışığına çıkarmıştır. Kur'andan önceki döneme bakıldığında görülen şey yalnızca vahşettir. Kız çocuklarını diri diri gö*mecek kadar vahşet gösteren insanlar Kuranın nuru ile aydınlandıktan sonra insanlık tarihinin en adil, şefkatli, merhametli ve mütevazi örnek insanları ha*line gelmiştir, işte bu bakımdan Kur'ana hizmet etmek insanı ahirette saadete, dünyada da huzurlu ve sağlıklı bir hayata kavuşturur. Allahu Tealaya sonsuz hamd ve sena ederiz ki bizi bu yola O sevketmiştir. Eğer O bizi' bu yola sev-ketmeseydi, bizim kendiliğimizden bu yola gitmemiz mümkün değildi. O'nun gön*dermiş olduğu son peygamber olan Hazreti Muhammed Mustafa (sav)ya, aline ve ashabına da ezelden ebede kadar alınıp verilen nefesler sayısınca salat ve selam olsun. Dilimizde Kur'an-ı Kerimin birçok zevat tarafından hazırlanmış tefsirleri mev*cuttur. Ancak özellikle ahkam ayetlerine ait bir tefsir bulunmamaktadır. Bu se-beble büyük bir boşluğu dolduracağına inandığımız böyle bir tefsiri dilimize ka*zandırmaya çalıştık. Bu mevzuda en meşhurları Cessas ve İbnü'l-Arabî'ye ait olmak üzere Arapça birçok tefsir vardır. Fakat bunlar gerek dil ve .üslubları, gerek tasnif ve mevzuları işleyiş tarzları bakımından günümüzün ihtiyaç ve şartlarına uygun değildir. Ayrıca son derece hacimli oldukları için istifade ede*bilmek de çok zordur. Bundan ötürü çağdaş bir müfesslrin eserini seçtik. Reva) ül-Beyon isimli bu tefsirde bulunan birçok hususiyet diğerlerinde bulunmamak*tadır. Adı gecen tefsirler de dahil olmak üzere bütün klasik tefsirlerden fayda*lanılarak hazırlanan bu tefsir ilginen herkese tatmin edici bilgiyi sunmaktadır. Mekke Üniversitesi Şeriat Fakültesinde ders kitabı olarak okutulan bu eser, aşağıdaki açıklamalarımızdan da anlaşılacağı üzere tabii olarak akademik bir hususiyet ve üslub taşımaktadır. Ancak biz eseri her seviyedeki insanın dikkatli okuduğu takdirde anlayabileceği, istifade edebileceği bir üslublo tercüme ettik. Müracat edilen kaynak eserleri yeniden ele alarak müphem kalan yerleri gerek mevzu içinde, gerekse dipnotlar halinde yaptığımız ilavelerle acık ve anlaşılır hale getirmeye çalıştık. Kitaptaki mevzular Kur'andaki geliş sırasına göre tasnif edilmiştir. Fatiha Suresinden başlanarak ahkâm ayetleri sırasıyla işlenmiş, aynı mevzudaki ayetler birleştirilmemiştir. Kur'anın asli tertibine uygun bu tasnif İçinde tabii olarak bazı mevzular tekrar edilmektedir. Mesela Talak bahsi Bakara Suresinin 331. oyetinin tefsirinde geçtiği halde Talak suresinde yeniden ele alınmaktadır. Bu, yersiz bir tekrar sanılmamaiıdır. Çünkü bunlar İlgili ayete bağlı olarak mevzu*nun açıklayıcısı ve tamamlayıcısı mahiyetindedir. Zaten Kur'an'da da bir ayet çoğu defa başka ayetlerle açıklanmakta, hükümleri bakımından tamamlanmak*tadır. Tefsirdeki mevzular dersler halinde tertib edilmiştir. Her derste önce mevzu ile ilgili ayet ve meali verilmektedir. Hükümlere geçilmeden de ayetlerin daha iyi kavranılması için bazı kelimeler tahlil edilerek yazarın genellikle klasik tefsirlere müracatla hazırladığı icmali manalara geçilmektedir. Daha sonra ayetlerin nüzul sebebleri varsa, bununla İlgili hadis ye nakiller aktarılıp mevzu ayetlerle sure*nin diğer ayetleri arasındaki münasebet gösterilmektedir. Bunu takiben ayetler cümleler halinde açıklanıp bir takım inceliklere dikkat çekilerek ayetlerin ihtiva ettiği hükümler verilmektedir. Hükümlerin incelenmesinden sonra da mevzu ayet*lerden alacağımız öğütler ve şer'î hükümlerin hikmet ve sebebleri açıklanmak-todır. Ayetlerin ihtiva ettiği hükümler ayetlerdekl sıraya göre İzah edilmiştir. Hü*kümler hakkındaki mezhep görüşleri, ihtilaf edilen hususlar, dayanılan deliller ve istidlal şekilleri incelenmiş ve sergilenmiştir. Ictihadlann nasıl yapıldığı, ayet ve hadislerden hükümlerin nasıl çıkarıldığı gösterilmiş ve mezhep görüşleri kay*nak eserlerden aktarılmıştır. Bu kaynakların hemen hepsi de dipnotlar halinde verilmiştir. Burada bir noktaya dikkat çekmek istiyoruz. Müellif bazı hükümlerde mez*hep görüşleri arasında kendince tercihler yapmaktadır. Bu tercihler yazarın kendi görüşü olduğu İçin kendisinden başka kimseyi bağlamaz ve bunlara da*yanılarak amel edilemez. Zira bu kitap bir fıkıh kitabı değil, bir tefsir kitabıdır. Bu sebeble her okuyucu taklit ve amel ettiği mezhebinin görüşünü kabul etmeli) diğer görüşleri bilgi kabilinden okuyarak taklit veya tenkide kalkışmamalıdır. Yardım ve destekleriyle bu çalışmamıza imkan hazırlayan Şamil Yayınevi sahipleri Duran Kömürcü ve Ahmet Altıntepe'ye, takrirlerimin imlası ve daktilosun*da yardımcı olan Mehmet Irmak ve Ahmet Özalp'e teşekkür ederek Cenabı Al-lahtan uzun çalışmalarımızın semeresi olan bu tercümenin bütün müelümanlara hayırlı o'-nasını dileriz. Mazhar TAŞKESENÜOĞLU 11 Ağustos 1984 Fatih • İstanbul[1]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
[h=3]Yazarın Önsözü[/h] Bize bilmediklerimizi kalemle öğreten Allah'a (cc) hamd ve sena: müjdeci, korkutucu ve aydınlatıcı olarak gönderilen efendimiz Muhammed Mustafa (sav) -ki Cenabı Hak. Onunla küfrün ve cehaletin karanlıklarını imha edip insanlığı aydınlığa kavuşturmuş, putperestlik ve sapıklığın izlerini yok ederek iman ve tev-hid davasını yüceltmiştir- ile birer itim ve irfan güneşi olan âl ve ashabına, kıya*mete kadar onlara tabi olacaklara salat ve selam olsun. İnsanın ahireti için hazırlayacağı ve bu uğurda caba harcayacağı en iyi İş aziz Kur'ana hizmettir. Çünkü Cenabı Hak. onu insanlık için aydınlatıcı kılmış, yüce Risaletini onunla sona erdirerek «Ey İnsanlar siz* Rabbbıbdcn gerçek bir burhan gelmiştir. Size apaçık bir nur göndermişizdir.» ayetiyle de onun İnsanlara en büyük nimet olduğunu bildirmiştir. Cenabı Allah (cc). Kur'an-ı Kerim hafızlarının ümmet içerisindeki yerlerini methetmiş, onları Din'in meşalesi olarak vasıflandırmıştır. «Benim ümmetimin en şereflisi Kur'anı hıfzedenlerdir.» buyuran Resulallah (sav) efendimiz de, Kur'an hafızlarından ümmetin efendileri olarak sözetmlş. ha*yatta onlara uyulması-gerektiğini belirterek halk içerisindeki yerlerine şu söz*leriyle işaret etmiştir: «Cenabı Allah (cc), Kur'an-ı Kerim* tabi oton kavmi yü*celttiği gibi ona uymayan kavmi de alçaltir.» Hafızlar gibi şerefli kişilerin sırasında olmak ve onlara benzeyebilmek ar*zusunda olmama rağmen onların benzeri değilim. Ancak kendimi onlardan J<o-bul etmekle sevaplarından bir bölümüne kavuşacağımı umuyorum. Şairin deyi*şiyle, «Herne kadar onlar gibi değilseniz de kendinizi onlara benzetiniz. Çün*kü insanın kendisini şereflilere benzetmesi kurtuluştur.» Allah (cc)'ın. yüce dinine ve İslâm ilimlerine hizmet etmemi kolaylaştıra*cağına, halkın faydalanacağı bazı kitaplar telif etmeme İmkan vereceğine İnan*cım tamdı, öyle inanıyorum ki. İslâm'a hizmet etmek ölümden sonra da İnsana hayır kazandıracak salih ve kalıcı amellerdendir. Zira Resulallah (sav) efen*dimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: «İnsan ölünce üç şey dışında ameli kesilir. Sadaka-I cariye, İnsanlara fayda veren bir İlim, ebeveyninin arka*sından dua edecek sallh bir evlat.» Cenabı Allah (cc). emin belde Mekke-I Mükerreme -Allah bütün kötülük ve fenalıklardan korusun- Şeriat Fakültesi İslâm Dersleri Bölümünde müderris ola-rok ders vermemi nosib etti. İmam ve emniyet beldesindeki hür Beyt'lne komşu olmamı nasib eden Allah (cc). bana öyle bir atmosfer verdi ki, burada ders ver*me, kitap mütalaası ve telifi gibi işleri yapabildim. A1loh( cc), kuruluşundan iti*baren bu beldede halkın istikrar, emniyet ve itminan ile yaşamasını temin etmiş*tir. «Şu Beytin (Kabe'nin) RabMne İbadet etsinler onlar. (O Rab ki) onları açlık*tan (kurtonp) doyuran, kendilerine korkudan emirdik verendir.» {Kureyş: 3-4) ve «Çevrelerinde İnsanların zorla (yakalanıp) kapılmakta olmasına rağmen (Mek*ke'yi) korkusuz (ve emin bir yer) .yaptığımızı onlar görmediler mi? Hala batıla İnanıyorlar do Allah (ce)'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?» (Ankebut: 67) a-yetleri de bunu ifade etmektedir. On sene gibi utun sayılabilecek bir zaman yaşadığım bu atmosfer içinde telli ettiğim kitapların sonuncunu «Reval ül-Beyan fi Teftlr-I Ayât-ı Ahkam mlnel-Kur'an» diye İsimlendirdiğim İki ciltlik kitaptır. özellikle ahkam ayetlerini konu edindiğim geniş kapsamlı ilmî derslerimden oluşan kitabımda geçmişteki sağlam ilmi üslup ile çağımızın kolay üslubunu uz-laştırarak kolay ve yeni bir yol takip ettim. Kitaptaki konuları derin bir araştırma sonucu ve dakik bir üslupla tanzim ettim. Konu edindiğim ayetleri aşağıda gös*terildiği üzere sekiz yönden İnceleyip değerlendirdim: Birincisi: Lügat alimleri ite müfessirlerin söz ve görüşlerinden deliller geti*rerek Igfzi tahliller yaptım. ikincisi: Ayet-i kerimelere kesin ve icmali bir mana verdim. Üçüncüsü: Ayetlerin nüzul sebebi varsa onları belirttim. Dördüncüsü: Ayetler arasındaki bağlantıları açıkladım. Beşincisi: Tefsirin inceliklerini, yani sırlarını, belagat nüktelerini ve İlmî derinliklerini de ihtiva edecek biçimde zikrettim. Altıncısı: Fakihierin ayetlerden kendi delilleriyle çıkardıkları hükümler ve bu deliller arasında hangisinin daha tercihli olduğunu gösterdim. Yedincisi: Ayetlerin insanlar üferinde yapacağı irşadatı kısaca açıkladım. Sekizincisi: Ahkam ayetlerindeki teşrii hikmetlere işaret ettim. Kitabımda yazılanların tümünün benim olduğunu söylemiyorum. Belki eski ve yeni, ehil ve meşhur müfessirlerin görüşlerinin bir özeti, güçlü alimlerin fi*kirlerinin bir sonucudur. Allah (cc)'ın rızasını talep için, aziz Kur'ana hizmet yo*lunda nice fakihler, müçtehidler, muhaddisler ve diğer alimler uykularını terket-mişlerdir. Benim burada yaptığım iş İse, dağınık haldeki elmas, inci ve pırlanta gibi mücevherleri görüp toplayarak bunları sağlam bir ipliğe dizen kişinin veya gözleri kamaştıran bir bahçeye girip nefis meyveleri, gülleri, çiçekleri gönüllere ferahlık, gözlere1 sevinç verecek biçimde derleyip toplayan kimsenin yaptığına benzer. Telif ettiğim kitapta yaptığım sadece, mütekaddimîn ve müteahhlrîn (es*ki ve yeni) alimlerin sözlerini özetleyerek eski ve yeni görüşleri birleştirmek ol*du. Herhangi bir konuyu incelerken Hadis ve Lügatin dışında onbeşten fazla a-na kaynak hükmündeki tefsire müracat ederek bu dersleri hazırladım. Konuları yazarken de hangi kaynaktan istifade ettiğimi belirtmeye tam bir dikkat gös*terdim. Allah (cc)'tan dileğim, bu kitaptan müslümanlorın faydalanması ve karşılığı*nın da. iO günde ki ne mal fayda eder, ne de oğullar. Meğer ki Allah (cc)'a (küfr ve nifaktan) tamamen salim bir kalb İle gelenler ola.» biçiminde ifade edilen kı*yamet gününde verilmesidir. Kitabımın başında olduğu gibi sonunda da alemlerin Rabbi olan Allah (co)'a hamd ve sena, O'nun seçkin kulu ve peygamberi efendimiz Muhammed (sav) ile âl ve ashabına salat ve selam olsun. Muhammed AN SabÛnî Mekke-I Mükerreme Üniversitesi Şeriat Fakültesi öğretim Üyesi[2]


[1] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/5-6.

[2] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/7-8.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
FATİHA SURESİ’NE GİRİŞ. 2
Fatiha Suresinin Fazileti Hakkında Varld Olan Hadis-i Şerifler 2
Bazı Surelerin Faziletleri İle İlgili Bir Uyarı 2
İstiaze'nin Tefsiri 3
Besmele-i Şerifin Tefsiri 3
Besmelenin Manası: 4
I. DERS FATİHA SURESİ 4
Fatiha Suresinin Lafzi Tahlili 4
Fatiha Suresinin İcmali Manası 7
Fatiha'nın Tefsırindeki İncelikler 8
Fatiha’daki Şer'ı Hükümler 10
Birinci Hüküm: Besmele, Kur'an'dan Bir Âyet Midir?. 10
İkinci Hüküm: Besmelenin Namazda Okunmasının Hükmü Nedir?. 12
Üçüncü Hüküm: Fatiha'nın Namazda Okunması Farz Mıdır?. 13
Fatiha Süresindeki Teşrii Hikmetler 15
[h=1]
FATİHA SURESİ
’NE GİRİŞ
[/h] Fatiha suresi Mekke'de nazil olmuştur, icma ile de 7 ayettir. Bu mübarek surenin birçok ismi vardır. Bunların en meşhur olanları ise şunlardır: 1. El-Fatlha: Kur'an-ı Kerime Fatiha suresi ile başlanır. Elimizde bu*lunan Kur'an-ı Kerimlerde -yani nüzul sırasına göre değil, tertip sırasına göre- surelerin birincisidir. İbn-i Cerir-I Taberî, «Kur'an-ı Kerimlerin yazılı*şına onunla başlandığı ve namazlarda önce o okunduğu İçin Fatihatü'l-Kitab olarak adlandırılmıştır.»[1] demektedir. 2. Ümmü'l-Kttab: Kur'an-ı Kerimdeki asıl gayeleri ihtiva ettiği İçin «Ümmü'l-Kitab» denilmiştir. Fatiha suresi, Allah (cc)'ın methini, Rab oldu*ğunun isbatını, ibadetin ancak O'nun emri ve nehyi İle oluşunu, hidayet İstediğini, imanda sebat etmeyi, geçmiş ümmetlerin kıssalarının' bildirilme*sini, iyi insanların yücelme yerleri ile kötü insanların alçalma yerlerine va*kıf olunmasını ihtiva ettiği için, diğer surelere nlsbetle ümm: ana diye ad*landırılmıştır. Ümm kelimesi birçok yerde kullanılmaktadır. Mesela, Mek-ke-i Mükerremeye Ümmü'l-Kurâ (köylerin anası) denilmektedir. Çünkü di*ğer yerler ona tabidir. Harp sancağına da ümm denmesi, askerin öncüsü olmasından, askerin ona tabi olmasındandır. Büyün yaratıkları üstünde ve İçinde barındırdığından toprağa da ümm denilir. Şairin ifadesiyle, «Top*rak, üzerinde yaşadığımız yer ve anamızdır. Toprakta doğar ve ona gö*mülürüz.» [2] 3. Es-Seb'ül-Mesâni: Fatiha suresi namazda tekrarlanan 7 ayettir. Namaz kılan, namazın her rek'atında onu okur. Bir gurup sahabiye göre. «Andolsun ki biz sana (namazın her rek'atında) tekrarlanan yedi ayet-l ke*rimeyi verdik.» ayet-i kerimesinden murad Fatiha süresidir. Kurra ve ule*manın icması İle de yedi ayettir. Allâme Kurtubî, Ahkâmü'l-Kur'an İsimli tefsirinde. «Fatiha suresinin onikl ismi vardır. Bunlardan eş-Şifa, el-Kafiye, el-Vafiye. el-Esas. el-Hamd... ilh. isimleri ya Resulallah'ın (sav) muvafokati ile veya sahabe-i kiramın iç*tihadı iledir.» derken. Seyyld Mahmud el-Alusî de «Bazı alimler, Fatlha'-nın yirminin üzerinde ismini saymışlardır.» [3] demektedir. [4] [h=3]Fatiha Suresinin Fazileti Hakkında Varld Olan Hadis-i Şerifler[/h] Birincisi: Buharînin Sahlh'lnde Mualla oğlu Ebl Sak) şöyle demekte*dir: «Mescidde namaz kılarken Resulallah beni cağıroı. Namazımı bitirin*ceye kadar Resulallah'ın davetine icabet edemedim. Namazın arkasından huzuruna gidince Resulallah, «Niçin gelmediniz?» diye sordu. «Namaz*daydım.» cevabını verince, «Allah'ın şu emrini bilmiyor musun» diyerek «Ey İman edenler, sizi, size hayat verecek şevlere davet ettiği tamah Allah (cc) ve Resulüne (sav) İcabet edin.» ayetini okudu ve devamla. «Sana mescldden çıkmadan önce Kur'anın en büyük suresini öğreteceğim» bu*yurdu. Sonra elimi tutarak mescldden çıkmak istediler. Bunun üzerine, «Siz bana. Kur'anın en büyük suresini öğreteceğim, demediniz mi?» de*yince Resulallah, «Hamd olsun Alemlerin Rabbl olan Allah'a» buyurarak, «Tekrarlanan yedi ayeti) bu sure ile bana azim olan Kur'an geldi.» dedi. [5] İkincisi: İmam Ahmed Müsned'lnde şöyle rivayet etmektedir: Ka'b oğlu Übeyy. Resulullah'a (sav) ümmü'l-Kur'anı, yani Fotiha'yı okuyunca Peygamber efendimiz (sav): «Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki bu surenin benzeri ne Tevrat'ta, ne İncil'de, ne Zebur'da ve ne de Kur'anda yoktur. Tekrarlanan yedi ayetli bu sure ve azim olan Kur'an bana geldi.» buyurdu. [6] Üçüncüsü: Müslim. Sahih'inde Ibni Abbas'tan naklen şöyle diyor: «Cebrail cleyhisselam, Resulallah (sav)'ın yanında otururken yukarıdan bir ses duydu. Cebrail aleyhisselam başını kaldırarak şöyle dedi: «Gökten bugüne kadar hiç açılmayan bir kapıdan yeryüzüne ilk defa gelen bir me*lek indi.» Bu melek Resulallah (sav)'a selam vererek, «Senden evvel hiç*bir peygambere verilmeyen iki nurla seni müjdeliyorum. Birisi Fatihatü'l-Kitap, diğeri Bakara suresinin son ayetleridir. Sen onlardan bir harf de okumuş olsan, onlar sana verilmiştir.» dedi. Yukarıda aktarılanlar, Fatiha'nın fazileti üzerine en sahih rivayetlerdir. Bunlardan başka sahih ve zayıf olan rivayetler varid olmuşsa da naklet*tiklerimiz sözü uzatmaya İhtiyaç bırakmamıştır. Başarı Allah (cc) "tandır. [7] [h=3]Bazı Surelerin Faziletleri İle İlgili Bir Uyarı[/h] Allâme Kurtubî, El-Camiü Il-Ahkamü'l-Kur'an İsimli tefsirinin surelerin faziletleri İle ilgili kısmında bazı uyarılarda bulunmuştur. Bu uyanlardan bazı pasajları aynen aktarıyoruz: «Kur'an-ı Kerimin ve ibadetlerin fazilet*leri hakkında mevzu hadisler İle batıl haberler veren ve icat edenlerin sözlerine bakmayınız. Çünkü bunlar değişik amaçlarla yalan ve İftirada bulunmuşlardır.» «Mesela zındıklar (ölümden sonra dirilmeye inanmayan, inkar eden*ler), müslümonların kalblerlne birtakım şüpheler düşürmek için; bir kısım insanlar da halkı ya kendi istikametlerine yöneltmek, ya da kendi görüş*lerini takviye etmek için hadis uydurmuşlardır. Hatta Harici alimlerden bi*risi, tevbe ettikten sonra, «Herhangi birşeyln yapılmasını arzu ettiğimiz za*man hemen o iş hakkında bir hadis uydururduk.» demiştir. «Başka bir gurub insan da, kendi anlayışlarına göre, güya Allah (cc) rızası için hadis uydurarak, halkı faziletli amellere teşvik etmişlerdir. Kur'an-ı Kerimin sureleri hakkında ayrı ayrı hadisler uydurarak güya fa*ziletlerini bildiren Nuh Merzevî isimli bir alime «Niçin mevzu hadisler va*zettiniz?» diye sorulduğunda, «Halkın Kur'an-ı Kerimi okumaya gereken önemi vermeyip sırt çevirdiğini, özellikle İmamı azam'ın fıkhı ve ibnl is-hak'ın tarihiyle meşgul olduklarını görünce Hak rızası İçin hadis uydur*dum.» demiştir. Zındıklarla din düşmanlarının bazı konularda uydurduk*ları hadislerden mutlaka sakınılmalıdır. İslama ve müslümontara en büyük zararı, zahid geçinip, güya Allah rızası için. hadis uyduranlar vermişlerdir. Halk, mevzu hadis vazedenleri samimi zannederek onlara yönelmiş ve ha*dislerini kabul etmiştir. Bu kimseler davranışlarıyla hem kendileerini, hem de halkı saptırmışlardır.» [8]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
[h=3]İstiaze'nin Tefsiri[/h] İstiaze, -yaramaz ve kötü kişilerden- Allah'a sığınmadır. Cenabı Allah (cc):«Haydi Kur'an okuduğun (okumak istediğin) zaman kovulmuş şey*tandan Allah'a sığın.» (Nahl: 98) ve «Şüphesiz ki ben, beni taşlamanızdan, benim de Rabblm, sizin de Rabbiniz (olan Allah)a sığındım.» (Duhan: 20) buyurmaktadır. Lisanü'l-Arap'ın yazarı, Avz maddesini incelerken, Istiazenin de avz kökünden geldiğini ve sığınma anlamını taşıdığını şu hadis-i şerifi nakle*derek teyid eder: «Araplardan bir kadınla evlenen Resulallah (sav), yatak odasına girdiği zaman evlendiği kadın, «Ben senden Allah'a sığınırım» der. Resulallah (sav): «Büyük bir sığınağa sığındığından dolayı seni bırak*tım. Akrabalarının yanına git.» [9] buyurur. Şeytan kelimesi, dikkofalı ve asi olarak Allah'tan uzaklaşan anlamın*dadır. Kurtubî, «Şeytana, Allah (cc)tan uzak olduğu için şeytan denilmiş*tir. Cinlerden ve insanlardan da isyankar olanlara şeytan denildiği malum*dur.» demektedir. Şeytanların sadece cinlerden olmayıp insanlardan da olabileceğin) Cenabı Allah, «Biz, (sana yaptığımız gibi) her peygambere de insan ve cin şeytanlarını böylece düşman yaptık...» (En'am: 112) aye-tlyle bize bildirmektedir. Hz. Ömer (ra) birgün merkebe bindirilmiş. Bir müddet gittikten son*ra, «Beni indiriniz. Beni şeytana bindirdiniz.» demiştir. [10] Recim kelimesi, lügatta «taşlanılacak şey» anlamındadır. Kurtubî, «As*lında taş ile atmak anlamında olan recim kelimesi öldürmek, lanet etmek, kovmak ve sövmek manalarına da gelir. Bu manaların tümünün Kur'anda. «Dediler ki: Ey Nuh, sen (bu dediğinden) vazgeçmezsen muhakkak ki taş*lanmışlardan olacaksın.» (Suara: 116) biçiminde ifade edildiği söylenmiş*tir.» [11] der. Öyleyse şeytânirrâciym ifadesinin anlamı, Allah (cc)ın rahmetinden kovulmuş ve uzaklaştırılmış demektir. Eûzu'nun manası, şeytanın şerrin*den Allah (cc)a sığınır ve O'nunla korunurum demektir. Beni yoldan çı*karmaya, saptırmaya ve zarar vermeye çalışan şeytanın şerrinden Semi, Alim ve Hâlık olan Allah) cc) ile korunurum. Çünkü onun şer ve zararından insanı ancak alemlerin Rabbi olan Cenabı Hak korur.[12] [h=3]Besmele-i Şerifin Tefsiri[/h] isim kelimesi, lügatta bir görüşe göre yükseklik, diğer bir görüşe göre de alamet ve belirti manalarına gelir. Kurtubî, isim kelimesiyle ilgili ola*rak, «Yükseklik ifade eden anlam daha sağlamdır.» [13] demektedir. İsmin çoğulu esma'dır. Nitekim Cenabı Allah (cc) Kur'an-ı Keriminde «Esmaül-Hüsno» (en güzel isimler) diye tabir etmiştir. Bismillah'taki bâ yerine gö*re uygun ve hazfolunan bir fiile yöneliktir. Herhangi bir yazar, kalemi eline alırken «Bismillah» dedimi, onun kastı, «Allah'ın adının yardımı ile yazıyorum»; sofraya oturan kişi, yemeğe1 başlamadan önce «Bismillah» dedimi, onun kastı, «Allah'ın isminin yardı*mı ile yiyorum» demektir. Bunun gibi herhangi bir işin başlangıcında «Bes*mele» okunduğu zaman o işe uygun bir fiili de ifade etmiş olur. Resulallah (sav) da «Her hayırlı İşe besmele ile başlanmazsa o işten hayır gelmez.» buyurmaktadır. Kurtubî, besmele ile ilgili olarak şöyle demektedir: «Bismillah kelime*si çok kullanıldığı için «bi ismi» biçiminde okuma yerine «Bismillahi» şek*linde okunur Ancak «ikra bl ismi Rabbike» (Rabbinin ismi ile oku) ayeti az okunduğu için elif ile yazılmıştır.» [14] Allah, varlığı vacip olan mukaddes Zat'ın has ismidir. Bu sebeple O'-ndan başkasına verilemez. İbni Kesir, «İsm-i azam olduğu söylenen Allah kelimesi, Rabbin alemi, yani nişanıdır. Bütün sıfatlar ile vasıflanan Allah İsmi ile ilgili olarak Kur'anda «O, öyle. bir Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir Tanrı yoktur. (O), mülk ve melekutun yegane sahibidir. Noksanı mucip herseyden pak ve münezzehtir. Selam ve selametin ta kendisidir. Emn ü eman veren*dir...» (Haşr: 23) buyrulmaktadır. Burada geçen bütün isimler lafza-j ce*lalin sıfatları gibidir. Allah ismi, kendisinden gayrısına konulmamıştır.» der. Kurtubi de. «Allah ismi bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Zat-I kibriyanın en büyük ismidir. Hem Uluhiyete, hem de Rububiyete ait sıfatlan toplayan, varlığında tek olduğunu ifade eden en büyük isim Allah (cc) tır. Mabud yoktur, sadece noksan sıfatlardan münezzeh olan Mlah )cc) vardır.» [15] demektedir. Allah kelimesi herhangi bir kökten türemeyip Cenabı Hakkın has is*midir. Ebu Hayyan'ın dediği gibi alimlerin çoğu bu görüştedir. Bazı alim*ler de Allah kelimesinin bir kökten türemiş isim olduğu görüşündedirler. [16] Ibnl Cevzî'ye göre, «Alimler, Allah ismj olan lafızda ihtilaf etmiştir. Ba*zısı müştak, bazısı da müştak olmayan bir isimdir derler. Nahiv alimlerin*den olan Halil'den bu konuda iki görüş nakledilmektedir. Bunlardan birin*de müştak, diğerinde müştak olmadığı söylenir. Allah lafzının ibadet ma*nasına olan «ilahen kökünden türetlldiği ifade edilir. Bazı cimlere göre de hayret anlamını taşıyan «velehe» kökünden türetilmiştir. Çünkü kulların kalbi Allah (cc)a meyleder ve O'nunla hayrete düşer.» [17] Sahih olan şudur: Allah lafzı hiçbir kökten alınmamıştır. Allah (cc)ın mukaddes Zat'ına has bir isimdir. Hiçbir varlık bu isimle adlandırılmamış*tır. Bundan dolayı Allah lafzının çoğulu yoktur. [18] Rahim ve Rahman isimleri yüce Allah (cc)ın adlarından olup «Rah*met» kökünden türemişlerdir. Bazı alimlere göre de bu iki İsim, Cenabı Hakk'ın has adlarındandır ve herhangi bir kökten türememişlerdir.[19] [h=3]Besmelenin Manası:[/h] Besmele, Bismillâhirrahmanırrâhîm'dir. «Ben Allah'ın ismini zikr ile herşeyden büyük ve yüce olan Cenabı Hakk'ın bütün işlerimde yardımını bekleyerek başlarım. Zira Cenabı Allah (cc) herşeye kadirdir.» anlamında*dır. İbn-i Cerir-i Taberî şöyle der. «Zikri yüce. isimleri mukaddes olan Al*lah (cc). muhakkak elçisi Muhammed (sav)e en güzel isimlerinin her İşin ve sözün başlangıcında okunmasını öğretmiştir. Bu öğretiş Cenabı Allah'*ın bütün kulları için itibar edecekleri bir yol olmuştur. Besmele, bütün ko*nuşmaların, mektupların, kitapların kısaca bütün işlerin başlangıcında söylenir. Hatta insan başlangıçta Bismillah dedimi, neye başladığını da ifade etmiş olur. Besmele çektiği zaman, eğer bu çekiş bir sureye başla*madan olmuşsa kıraati, ayağa kalkmak için ise kıyamı, özetle ne iş yapa*cak, ne söyleyecek ise Besmelenin başlangıcında muradı meydana çıkar. [20]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
[h=1]I. DERS FATİHA SURESİ[/h] Bismillâhirrcmmanirrâhim 1-3-Hamd olsun -Alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, Din Gününün (tek) sabibi ve mutasarrıfı- Allah'a. 4-Yalnız sana ibadet (kulluk) eder, yalnız senden yardım isteriz. 5-7-Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet gaza*ba uğrayanlarmkine, sapıklannkine değil. [h=3]Fatiha Suresinin Lafzi Tahlili[/h] (Elhamdülillah): Hamd. tazim yönüyle güzel bir şekil*de Allah (cc)ı methetmektir. Kurtubi, «Arap dilinde hamdin anlamı, mükemmel bir surette methet*mektir. Hamd kelimesinin başına «el» eki takılması hamd çeşitlerinin hep*sini ihtiva etmesi İçindir. Bütün çeşitleri ile mutlak methin tümüne layık olan yalnız Cenabı Hakk'ttr. Yermenin aksi olan hamd, şükür kelimesinden daha şümullüdür. Şükür, bir nimet karşılığında yapıldığı halde Hamd, ister nimet olsun ister olmasın yapılır. Mesela, yiğitliğini ve ilmini methettim denilir. Şükür ise ancak bir ihsanın (iyiliklerin) karşılığında yapılır. Hamd, dille yapılır. Şükür ise kalb. dil ve azalarla yapılır. Şairin dedi*ği gibi, «Tarafınızdan bana verilen nimetlerin karşılığını üç şeyle ifade ederim, elim, dilim ve perde arkasındaki kalbimle.» Taberî, hamd ile şükrün aynı anlamı İfade ettiklerini söyler. Zira hamd, bir kimseden bir iyilik görülmeden de, onun vasıfları sebebiyle yapı*lır. Şükürde iyilik yapan, yaptığı iyilikten dolayı sena edilir» [21] der. Kur-tubi'nin bu sözleri de hamd'in şükür'den daha kapsamlı olduğunu göster*mektedir. (Rabbi'l-alemîn): Rab, lügatta terbiye manasında dır. Terbiye ise herhangi birşeyi eğitmedir. Herevî'ye göre birşeyi ıslah (düzeltme) edene veya tamamlayana onu terbiye etmiş derler. Bunun için devamlı kitaplarla uğraşanlara «Rabbâniyyun» denir. [22] Rab kelimesi, terbiye kökünden türetilmiştir. Allah (cc) İnsanları eğitir ve yönetir. Rab. malik, muslih (düzeltici), efendi ve itaat olunan gibi bir*çok manalara gelir. Mesela, «şu develerin rabbi» denildiğinde «develerin sahibi» anlaşılır. Rab kelimesi Allah (cc)ın dışında izafesiz kullanılmaz. Bir hadis-i şe*rifte kölelere hitaben Resulallah (sav), «Sizden biriniz bir diğerine «Rab-blne sofra hazırla, abdest aldır» veya biriniz efendisine «Benim rabblm» demeyip, «efendim» desin.» [23] buyurmuştur. Rab, mabud (tapılan) manasına da kullanılmaktadır. Şair şöyle der: «Tilkilerin üstüne pislediği rab mıdır? Andolsun tilkilerin üstüne pislediği zelil olmuştur.» [24] Rab. aynı zamanda efendi, itaat olunan manalarına da kullanılır. Ni*tekim Allah (cc), «Ey zindan arkadaşlarım (rüyalarınıza gelince:) Birini» efendisine (rabblne) şarap içlrecek...» (Yusuf: 41) buyurmaktadır. Rab. yine düzeltici. ıslah edici mandarına da gelir. Şair şöyle der: «Terbiye eden (muslih) o kişi ki, hayırlı iş öğretir. Ona bilinen ve İste*nilen birşey sorulduğunda cevap verir ve noksanları tamamlar.» [25] (El-Alemîn): Alemin, bir cins isim olan alem kelime*sinin çoğuludur. Aslında alem kelimesi de çokluk ifade eder ve aynı kök*ten gelme bir tekil biçimi yoktur. Rehd ve enam kelimeleri gibi. Ebussuud Efendi bu kelimeyle ilgili olarak «Âlem, hatem ve galip keli*meleri gibi, onunla bilinen şeyin ismidir. Yüce Yaratıcımızı tanıtan, gös*teren varlıklardan her birisine alem denir.» der. İbni Cevzi ise. «Alem kelimesi, Arap diline vakıf olanlara göre Allah (cc)ın yarattığı ilk varlıktan son varlığa kadar bütün mevcudata verilen İsimdir. Mütefekkirlere göre yerde, gökte ve kainatta bulunan varlıkların hepsine alem denir. Alem kelimesinin kökü hakkında iki görüş vardır. Birincisi lügatcıların (dil bilginlerinin) görüşüdür. Buna göre alem kelimesi «ilim» kelimesin*den türemiştir, ikincisi de mütefekkirlerin görüşüdür. Bu görüşe göre 'K alem kelimesinin kökü, «alamet» kelimesidir.» diyor. [26] Kainattaki her varlık ayrı ayrı yönetici, yaratıcı ve Hakim olan Allah (cc)'ı gösterir. Ona işaret eder. Bu hakikati şair şöyle dile getirir: «Ben! hayrete düşüren şudur, günahkar kişi Allah'a nasıl isyan eder?/lnkareı, Allah'ın varlığını nasıl inkar eder?/Çünkü her hareket, her duruş ebedly-yen O'nun varlığına şahidlik eder/Herşeyde Allah'ın birliğine işaret eden bir ayet vardır.» ibni Abbas'a göre «alemîn»den kasıt insanlar, cinler ve meleklerdir. [27] Ferra ve Ebu Ubeyde'ye göre ise insanlar, cinler, melekler ve şeytan*lardan meydana gelen akıl sahibi dört sınıfa «alem» denir. Zira bu ke*limenin «alemin» biçimindeki çoğul şekli Arap dilinde özellikle akıl sahip*leri İçin kullanılır. Nitekim şair A'şa'mn «Ben onların benzerini aleminde duymadım.» [28] mısrası da bunu gösterir. Alimlerin bir kısmı ise insanlar, cinler, melekler, hayvanlar, bitkiler ve cansız varlıklar gibi mahlukatın her sınıfının birer alem olduğu görüşün*dedir. Fatiha suresinde «Rabbi'l-alemîn» ifadesinin kullanılması bütün bu sınıfları ihtiva ettiği içindir. (Er-Rahman er-Rahim): Rahmet kökünden türeyen Rah*man ve Rahim kelimeleri Allah (cc)ın isimlerindendir. Rahman, nimetlerin en büyüğünü. Rahim ise en dakik (ince, hassas) olanını veren demektir. [29] Mübalağa ifade eden «Fa'lan» kalıbından olan Rahman ismi. rahmet*te eşi. benzeri olmayan manasındadır. El-Hitabî'ye göre Rahman, tüm mümin ve kafirleri İhata eden, onlara hayat ve rızık veren Zat'a, Allah'a denir. Rahim sıfatı İse yalnız müminlere hastır. Nitekim bunu «O, müminleri çok esirgeyicidir (rahim).» ayetinden anlamak mümkündür. Rahman ismi yalnız cenabı Hakk'a mahsustur ve O'ndan başkasına verilemez. Rahim İsminin başka varlıklara da verilebileceğini Cenabı Hakk'ın Resulallah'ın vasıflarından bahseden «...Müminleri cidden esirgeyicidir, bağışlayıcıdır o.» (Tevbe: 128) emri göstermektedir. Kurtubî, Rahman ismiyle alakalı olarak şöyle demektedir: «Alimlerin çoğuna göre Allah (cc)ın dışında herhangi bir kimseye Rahman ismi ve*rilmesi doğru değildir. Çünkü Rahman sıfatı yalnız O'na has bir İsimdir.» «De ki: «Gerek Allah diye (ad verip) çağırın, gerek Rahman diye (ha-blblm) (ad verip) çağırın...» (isra: 110) buyuran cenabı Hakk, kendine has olan ve hiçbir ortak kabul etmeyen Allah ismine eş olarak Rahman adıyla da çağrılmasını İsterken, «Senden evvel gönderdiğimiz peygamberlerimize sor: Biz Rahman'dan başka tapılacak tanrılar yapmış mıyız?» (isra: 110) emriyle de Rahman'ın ibadete layık olduğunu haber vermektedir. Bu da göstermektedir ki. Rahman adı yalnız Allah'a has bir isim olabilir. insanlardan yalnız Müseylemetü'l-Kezzab (yalancı peygamber) -Allah'*ın laneti ona olsun- kendisine «Rahmanü'l-Yemame» (Yemame şehrinin Rahmanı) ismini vermiştir. Bu zata Rahman adını kullanıncaya kadar Kezzab denilmiyordu. «Rahmanü'l-Yemame» adını kullanmaya başladıktan sonra cenabı Hakk, Kezzab ismini öyle yaygınlaştırdı ki, bu isim Müseyll-me'yi tanıtan bir sembol oldu. [30] (Yevmi'd-Din): Yevmi'd-Din, din günü, ceza günü ve hesap günü anlamlarına gelir. Cenabı Hakk, din gününde bir mülk sa*hibinin kendi malında yapmış olduğu tasarruf gibi tasarrufta bulunur. Lügatta ceza manasında kullanılan din kelimesini Resulallah (sav) bir hadls-i,Şeriflerinde şöyle kullanmaktadır: «istediğini yap. Yaptığın gibi cezalandırılırsın.» Llsanü'l-Arap'ta, «Din, ceza ve mükafat manasınadır. Din günü. ceza günü demektir. Nitekim Kur'anda, «...Hakikaten biz mi cezalanmış ola ooğız?» (Saffet: 53) denilmektedir..Deyyan kelimesi din kökünden gelir ve Allah (cc)ın bir sıfatıdır.» [31] denmektedir. Şair Lebid de şöyle der: «Sen ektiğini birgün biçersin. Elbette ki genç kişi ceza verdiği gibi birgün de cezalanacaktır.» [32] (iyyâke nağbüdü): Yalnız sana ibadet (kulluk) ederiz. Kulluğun manası kişinin kendisini Allah (cc)ın huzurunda küçültmesi, al-çaltmasıdır. Zemahşerî şöyle der: «ibadet, tevazu ve zilletin en sonudur. Mesela Araplar, sağlam bir kumaşa «Sevbün zü abedetin» (Çok sağlam kumaş) derler. Bundan dolayı Allah (cc) için yapılan tüm hareketlere iba*det denir» [33] lyyake nağbüdü'nün manası özetle, «Ancak sana eğiliriz. Zira sen her türlü tazime layıksın. Senden başka hiçbir şeye ibadet etmeyiz.» demek*tir. (ve lyyâke nesteıyn): (Yalnız senden yardım iste*riz.) istiâne, yardım istemek demektir. İbni Abbas'tan (ra) rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: «Dile*diğin herşeyi Allah (cc)tan dile. Eğer yardım istersen yine sadece Allah (cc) tan iste.» Bu cümlenin toplu anlamı şudur. Ya Rabbi, itaatta, kullukta ve bütün işlerimizde yalnız senden yardım isteriz. Bize yardım etmeye senden gay*rı kimsenin gücü yetmez. Kafirler senden başkasından yardım isterlerken biz. yalnız senden yardım isteriz. (İhdinâ): (Bizi ilet) İhdina. bir dua fiilidir ve buradaki anldmı. «Sana yaklaştıracak hidayet yolunu bize gösterndir. Hidayet, lügatta delâlet (kılavuzluk) manasına gelir. Nitekim Allah (cc): «Semud'a gelince: Biz onlara doğru yolu gösterdik. Ama onlar körlüğü hidayete tercih etti*ler...» (Fussllet: 17) buyurmaktadır. Hidâyet, irşad ve imanın kalbte yerleşmesi anlamlarına da gelir. Bu*nu. «Hakikat sen (Hablblm, her) sevdiğin kişiyi hidayete erdiremezsin. Fa*kat Allah'dır ki, kimt dilerse ona hidayet verir ve O, hidayete erecekleri daha iyi bilendim. (Kasas- 56) ayetinde görmek mümkündür. Resulullah (sav)ın «Hadi denildiği zaman Allah (cc) yoluna kılavuzluk yapan demektir.» şe*refli sözünü Cenabı Hokk'ın. «...Şüphesiz ki sen herhalde doğru bir yolun rehberliğini yapıyorsun.» (Şura: 52) buyruğu doğrulamaktadır. Demek ki. Resulullah (sav) imanı insan kalbine bizzat koymaz, sadece konmasına kılavuzluk eder. (Sırat el-mustakîm): (Doğru yola) Sırat kelimesi, yol manasındadır. Cevheri de bu görüştedir. Şair de kelimeyi şöyle kullanmıştır: «Ben onları acık bir yola (sırat) şevkettim.» Kurtubî'ye göre. Arap dilinde sırat, yol manasındadır. Tufeyl oğlu A-mir de şiirinde sıratı yol karşılığında kullanmıştır: «Biz. onların toprakları*nı atlılarla doldurduk, öyle ki, topraklarını, yoldan (daha beter çiğneyip) zelil ederek terkettik.» Araplar, sırat kelimesini doğrulukla vasıflanan her söz ve işte kul*lanmışlardır. Kelime Fatiha suresinde ise. «İslâm dini» karşılığında kul*lanılmıştır. Müstakim, eğriliği büğrülüğü olmayan şeye denir. Bu anlamı Cenabı Hak. «Şüphesiz ki, (emrettiğim) bu (yol) benim dosdoğru yoiumdur. O hcri-d* ona uyun...» (En'am: *153) emri ile doğrulamaktadır. Buna göre «Doğru yola» ifadesinin manası. «Ya Rabbî. bizi iman üzere sabit kıl. güzel İşlere muvaffak eyle ve İslâm yoluna -cennete kavuşturan yola- gidenlerden kıl» demektir. (Enamte aleyhim): (Kendilerine nimet verdikleri*nin) Nimet, geçimin iyi olması, yani insanın dilediğini istediği zaman ve yarde temin edebilmesi demektir. Müfessirlerin çoğu, İbni Abbos (ra)ın «Nimet verilenler» ifadesinden anlaşılan peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salih kişilerdir.» görüşüne Allah (cc)ın, «Kim Allah (cc)a ve Peygambere itaat ederse işte onlar, Al*lah (cc)ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, sehld-torla, sallhlerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştır.» (Nisa: 69) emrine dayanarak uymuşlardır. (El mağdûbl aleyhim): (Gazaba uğrayanlarınklne) Gazaba uğrayanlardan murod Yahudllerdir. Cenabı Hak, bunu Kur'anda bize haber vermektedir: «Hani siz, «Ey Musa, bir çeşit yemeğe (kudret Imlvasıyla bıldırcın etine) mümkün değil dayanamayız. O halde bizim İçin flabblne dua et de yerin bitirdiği şeylerden sebze, acur, sarımsak, merci m«k ve soğan çıkarsın.» demiştiniz. (Musa da) «O hayırlı olanı «u daha atağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz? (Öyle ise) bir şehre inin. Çünkü (orada) size istediğiniz (sebzeler) var.» demişti. Onların üzerine horluk v« yoksulluk vuruldu. Allah (cc)don bir gazaba da uğradılar...» (Bakara 61)
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
«...Allah (cc)ın lanet ve aleyhinde gozab ettiği, içlerinden maymunlar, domuzlar yaptığı kimselerle şeytana tapanlardır ki, işte bunların mevkii daha kötü ve dosdoğru yoldan daha sapıktır.» (Maide: 60) (Ed-dâllîn): (Sapıklarınkine) Dalâl kelimesi Arap dilinde hak yoldan ve doğru bir istikametten ayrılma, yolunu kaybetme anlamını ifade eder. Nitekim bu. Kur'anda şöyle ifade edilmiştir: «Dediler ki: «BU yerde (çürüyüp) kaybolduğumuz vakit mi, hakikaten biz mi yeni bir yaratılışta (bulunacağız?)» Evet, onlar Rablerlne kavuşmayı inkar edenlerdir.» (Sec*de: 10) Şair de, «Kayıp olan kavmin nereye gittiğini sormuyor musun? Bel*deler sana haber versin.» mısralarında dalâl kelimesini kayıp anlamında kullanmıştır. Dâllin'den kasıt Hıristiyanlardır. Nitekim Cenabı Hak: «De ki: «Ey kitab ehli, dininizde bokuz yere haddi aşmayın. Bundan evvel hakikaten hem kendileri sapmış, hem birçoğunu saptırmış ve (halada) doğru yoldan ayrılıp sapageimiş bir kavmin neva (v« heve)slne uymayın.» (Maide: 77) emri İle bunu bize bildirmektedir. İmam Fahreddin er-Razi, konuyla ilgili görüşünü şöyle ifade eder: «Müfesslrlerin bazısı, «gazaba uğrayanlardan maksadın görünür amel*lerinde hata yapan her şahıs, «sapıklardan muradın da, itikadında hata yapan herkes olduğu görüşünü tercih etmektedirler. Çünkü «gazaba uğ*rayanlar» ile «sapıklar» kelimeleri genel bir mana taşımaktadır. «Gazaba uğrayanlar»ı Yahudilere, «sapıklar»! da Hıristiyanlara tahsis etmek esasa aykırıdır. Çünkü, Sanl olan Allah (cc)ı inkar etmek, O'na bazı şahıs ve güçleri ortak etmek din olarak Hıristiyanlıktan ve Yahudilikten daha çir*kin, dolayısıyla onlardan korunmak daha evladır.» Alûsî. Fahreddin er-Razi'nin bu görüşünü reddederek şöyle diyor: «Ga*zaba uğrayanlar ile sapıklar sözlerinden açık olarak Yahudi ve Hıristiyan*ların kastedildiği sahih hadisle rivayet edilmiştir. Bu rivayet varken, buna aykırı bir görüşe dönülemez.» [34] Kurtubî ise şöyle demektedir: «Müfesslrlerin bir çoğuna göre «gaza*ba uğrayanlar» ile Yahudilere, «sapıklar» ile de Hıristiyanlara işaret edil*diği. Hatem oğlu Adiyy'ln müslüman oluşu olayındaki hadiste tefsir edil*miştir.» [35] Ebu Hayvanın bu hadisle ilgili görüşü şöyledir: «Eğer hadisi şerifin Hz. Peygamber (sav)den nakli sahih ise, ona dönmek, (onunla amel et*mek) farz olur.» Bana göre. Fahreddin er-Razi'nin görüşü, hadisi red onlamı taşımaz. Tersine, onun hükmünü genelleştirerek. Yahudilik. Hıristiyanlık ve diğer tüm islam dışı inançları içine alan bir ifade ite bütün kafir ve münafıkları ayetin şümulüne almıştır. Fahreddin er-Razi'nin görüşünü ifade eden metni aynen aktarıyorum: «Ota ki, «gazaba uğrayanlardan rnurad kafirler, «sapıklardan maksat münafıklardır. Zira Cenabı Allah, Bakara suresinin başlarında müminleri methettikten sonra sırasıyla kafirleri ve münafıkları zikretmiştir. Burada, müminler için «nimet verilenler», kafirler İçin «gazaba uğrayanlar, müna*fıklar için ise «sapıklar ifadeleri kullanılmıştır...» [36] (Amîn): Dua ifade eden bir kelimedir. Kur'andan ol*madığı konusunda icmaa varılmıştır. Kur'anda yazılmayışı da bunu göster*mektedir. Manası. «Ya Rabbt. duamızı kabul et» demektir. Alûsî. âmin kelimesi ile ilgili olarak şöyle demektedir: «Fatihayı bitir*dikten sonra «amin» demek sünnettir. Zira Ebu Meysiret şu hadisi naklet*mektedir: «Cebrail. Resulü Ekrem (sav)e Fatiha suresini okuttu. «Velad-dâün» dedikten sonra Cebrail ona «amin» de buyurdu. Resulullah (sav) da ona uyarak «amin» dedi.» [37] İbnü'l-Enbari'nin görüşü de şöyledir. «Amin, dua olup Kur'andan değil*dir. Zahirde isim, ifadede fiil olan kelimelerdendir. «Ya Rabbî. sen kabul et» anlamındadır. Amin kelimesi iki kalıpta ifade edilebilir. Birisi Fail vez*ninde, diğeri de Fail vezninde. Şair şöyle diyor: «Ya Rabbî! Sevgilimin sev*gisini ebediyyen içimden çıkarma. Bu duama amin diyen kuluna Allah rahmet etsin.» [38] [h=3]Fatiha Suresinin İcmali Manası[/h] isimleri mübarek olan Cenabı Allah, bize, nasıl hamd edeceğimizi şöy*le öğretiyor: «Ey kullarım, bana şükredeceğiniz zaman «Alemlerin Rabbı olan Allah'a hamd olsun» deyiniz ve size vermiş olduğum nimet ve ihsanlarım karşılığında bana şükrediniz. Azamet, şeref ve ululuk sahibi benim. Yaratıcılık ve icad edicilik yalnız bana aittir, insanların, cinlerin, melek*lerin, göklerde ve yerde olanların yaratıcısı benim. Rahmeti herşeyi, fazlı bütün halkı kuşatan, esirgeyen ve bağışlayan benim. Sena ve şükür, kulları için yaratma, rızık verme, sağlam bir bünyeye kavuşturma, İnsanları dünya ve ahiret mutluluğuna iletme gibi nimetleri olan alemlerin Rabbi Allah (cc)tan başkasına mahsus değildir. O'nun büyüklüğüne hiçbir büyüğün ululuğu yetişemez. Kainata koymuş olduğu düzenle tüm bitkilerin, hayvanların ve insanların herşeylerinl tanzim eden O'dur. Mesela, güneş olmasaydı hayat ve ölüm olmazdı. İnsanın hayatını de*vam ettirmeye vasıta olan gıdanın, bitkilere canlılık veren suyun ve hay*vanların yaşamalarını sağlayan bitkilerin yaratıcısı O'dur. Mükafat ve cezayı ancak ben veririm. Din günü olan kıyamette ta*sarruf sahibi sadece benim, ibadetlerinizi bana tahsis ederek cAllah'ım yalnız senin İçin eğilir ve kalkar, yalnız sana saygı gösteririz» deyin, f Sen in gayrın olan kimseye kulluk etmeyiz. Rızanı kazanmak ve itaat etmekte yalnız senden yardım bekleriz. Çünkü her türlü tazime ancak sen layıksın. Senin dışında kimse bize yardım gücüne sahip değildir. Allah'ım, sen hak din olan İslâm'da bize sebat ver. Resullerini, resulleri*nin sonuncusu olan Hz. Muhammed (sav)i o din üzere gönderdin. Ya Rabbi, bizi imanda sabit kıl ve sana yaklaşanların, peygamberlerin, sıd-dıkların, şehidler ve salihlerin yolunda gidenlerden eyle. Allah'ım doğru yoldan gitmeyenlerden, şeriattan sapanlardan eyleme bizi. O sapıklar ki, senin ayetlerini, resullerini inkar ederek gazaba layık olmuşlardır.»[39] [h=3]Fatiha'nın Tefsırindeki İncelikler[/h] Birinci incelik: Allah (cc). Kur'an-ı kerimi okurken kendisine sığın*mamızı emretmektedir: «Haydi Kur'an okuduğun (okumak istediğin) zaman o koğulmuş şeytandan Allah'a sığın» (Nahl: 98). Cafer-i Sadık (ra). «sığınma» ile alakalı olarak şunları söyler: «Kur'an okumadan önce Allah (cc)'a sığınmak lazımdır. Çünkü kul yalan, gıybet ve koğuculukla manen kirlenen dilini sığınmayla temizler. Böylece yüce Allah (cc) tarafından indirilen Kur'anı temizlenmiş bir dille okur. Diğer ibadetlerde «Euzübillahi» demek gerekmez.» İkinci incelik: Lügatçılara göre «besmele» denildiği zaman akla «Bis-milâhirrahmânırrâhîm» gelir. Bu tabir şiirde ve nesirde de meşhurdur. Şiirden bir misal verelim: «Kendisine rastladığım sabah Leylâ besmele çekti./O, besmele çeken ne güzel sevgilidir.» [40] Kur'anın besmeleyle başlaması, her iş ve söze onunla başlamamız ge*rektiğini gösterir. Nitekim Ebu Davud'un naklettiği bir hadis-i şerifte Re-sulullah (sav) şöyle buyurmaktadır: «Besmeleyle başlanmayan her jş nok*sandır). Üçüncü incelik: Bazı alimlere göre isim müsemma'nın aynısıdır. Bismillah demekle Billahi demek arasında hiçbir fark yoktur. Dolayısıyla isim lafzı besmeleden çıkarılabilir. Müfessirlerin şeyhi İbn-i Taberi, yukarıdaki görüşü reddederek şöyle demektedir: «Bu görüş doğru ise. «Zeydin ismini gördüm, ekmeğin ismini yedim ve ilacın ismini içtim» ifadelerinin de doğru olması lazımdır. Halbu*ki Arap dili ve edebiyatı, bu ifadelerin doğru olmadığını gösterir.» [41] Dördüncü incelik: Allah ile ilah kelimeleri arasındaki farkı açıklar. Allah lafzı, mukaddes olan Zat-ı kibriyaya mahsus bir isimdir. Şimdiye ka*dar O'ndan başkasına verilmemiştir ve verilemez. Allah lafzı, Hak üzere ibadet olunan manasındadır. Tapılan manasına gelen İlah kelimesi hem Allah (cc). hem de gayrı için kullanılabilir. Tapınma işi hak üzere olduğu gibi batıl üzere de olabilir. Nitekim cahiliye döneminde Arapların taptıkları putlara ilah kelimesinin çoğulu olan «Alihe» denirdi. Putperest Araplar bunlara batıl üzere iba*det ederlerdi. Fakat hiçbir şahıs taptığı bir puta «Allah» adını vermezdi. Hatta, ca-hiliyet döneminde putperest bir Araba, «Seni kim yarattı?» veya «Yerleri ve gökleri kim yarattı?» diye sorulduğunda, «Allah» cevabını verirdi. Ca*hiliye döneminde Araplar herne kadar putlara tapıyorlarsa da yaratma ola*yını Allah (cc)'a bağlarlardı. Kur'an da buna işaret eder: «Andolsun ki onlara gökleri ve yeri kimin yarattığını sorsan muhakkak, Allah derler...» (Lokman: 25). Beşinci incelik: Besmelede birçok büyük faydalar bulunmaktadır. [42] Bunları şöyle sayabiliriz. Bereket, saygı, şeytanı kovma ve müşriklere açık muhalefet ve llh... Müşrikler bir işe başladıkları zaman tapındıkları putları ve diğer mah-lukatın ismini anarlardı. Besmele çeken mü'min ise Allah (cc)'ın birliğini tasdik ile O'nun nimetlerini hatırlayarak ve O'ndan yardım isteyerek ken*dini emniyette hisseder. Bundan başka besmelede cenabı Hakk'a mahsus Allah ve Rahman gibi iki özel isim vardır.[43] Altıncı incelik: Hamd kelimesinin başına gitirilen «el» eki, hamdın bütün çeşitlerini ihtiva etmesi içindir. Alemlerin Rabbi olan Allah (cc), her türlü methe, hamde, tazime ve takdise layıktır. Hamd kelimesinin el ekiyle kullanılması, ayrıca, sürekliliği yani sonsuza kadar bütün tıamdlerin O'na mahsus olduğunu da ifade eder. Yedinci incelik: Rahman ve Rahim sıfatlarının Rab kelimesinden son*ra gelmesi. Allah (cc)'ın her zaman ve yerde yarattığı bütün insanları esirgeyici ve bağışlayıcı olduğunu, zalimlikten münezzeh olduğunu göste*rir. Bu konuda Ebu Hoyyan (ra) şöyle der: «Bu surenin başındaki kelime*lerin sıralanışında görüldüğü gibi Rab kelimesi efendi, sahip ve mabud manalarından hangisini taşırsa taşısın, Cenabı Hakk'ın bir sıfatını dile getirir. Rab sıfatından sonra Rahman ve Rahim sıfatlarının gelişi, belagat ilmine göre en uygun ifadedir. İnsan bir hata veya günah işlediğinde Al*lah (cc)'a karşı af isteyebilme gücünü yine O'ndan alır.» [44] İbni Kayyım (ra) da şöyle demektedir: «Rahman ve Rahim sıfatları*nın bir arada gelişinde çok güzel bir hikmet vardır. Rahman sıfatı cenabı Allah (cc)'tan ayrılmayan bir sıfat. Rahim ise esirgenenle ilgili bir sıfattır. Rahman, ce.nabı Allah (cc)'ın sıfatı. Rahim sıfatı da rahmet (esirgeme) fii*lidir. Cenabı Hak. rahmetiyle bütün alemi esirger. Bunu anlamak için Kur'artdaki şu ayetlere baKmak yeterlidir: «O sizi karanlıklardan nura çı*karmak ipin üzerinize melekleriyle beraber rahmet(ini ray egon) edendir. O, müminleri çok esirgeyicidir.» (Ahbaz: 43) «... Çünkü O, çok esirgeyici, çok bağışlayıcıdır.» (Tevbe: 117) Buradan da anlaşılıyor ki, Rahman denilince. Rahmet sıfatıyla vasıfla*nan zat anlaşılır. Rahim dendiği zaman da Rahmeti ile herşeyi kuşatan ak*la gelir.» Bazı alimlere göre Rahman ve Rahim sıfatlarının her İkisi de aynı manaya gelir. Sadece Rahîm, Rahmanı kuvvetlendirmek için kullanılmıştır. Müfessirlc-rden Sebban ve Celal (ra) da aynı fikirde olmakla beraber bu görüş zayıftır. Çünkü İbni Cerir et-Taberî (ra)'ye göre Kur'an-ı kerimde kendi başına bir manası olmayan hiçbir fazlalık kelime yoktur. Bu sebeb-le yukarıda görüşlerini naklettiğimiz alimlerden görüşü en kuvvetli olanı İbni Kayyım (ra)'dır. Sekizinci incelik: «iyyâke nağbüdü ve iyyâke neste'in». Cenabı Al*lah bu ayette kullarına hitap ederken üçüncü şahıs yerine ikinci şahsı muhatap almaktadır. Bu da bir iltifattır. Ayetteki hitap üslubunda insan*ların nefsin) ve kalbini celbetmek için çok uygun bir ifade kullanılmıştır. İltifat Belagat ilminin bir nevidir. [45] Eğer ayet üslubundaki iltifat olmaksızın okunsaydı «İyyâke nağbüdü ve iyyâke neste'în» yerine «İyyâhü nağbüdü ve iyyâhü neste'in» denilirdi. Cenabı Hak burada belagat ilminde nükte adı verilen iltifatı yapmıştır. Bunun misalini Allah (cc)'ın, «Üzerinde ince ve kalın ipekten yeşil elbiseler vardır. Gümüşten bileziklerle süslenmişlerdir. Rableride onlara gayet te*miz bir şarap içirmiştir. (Bütün) bu (nimetler) şüphe yok ki, sizin için bir mükafattır. Sa'yınız meşkur olmuştur.» (insan: 21) buyruğunda görmek mümkündür. Ayetteki «Rableri de onlara gayet temiz bir şarap içirmiştir» ifadesinde üçüncü şahıslara hitapoedillyorken daha sonra «sizin İçin» de*nilerek iltifat yapılmaktadır. Cenabı Hak, bazen de hitabı ikinci şahıstan üçüncü şahıslara yöneltmektedir. Nitekim «O sizi karada ve denizde gez*diren (sebeblerini izhar eden)dir. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, on*lar, bunnları güzel bir hava ile akar gibi götürdükleri (yolcular da) bunun*la sevindikleri zaman ona şiddetli bir fırtına gelip çatar.» (Yunus: 22) ayet-i kerimesinde «siz gemilerde bulunduğunuz, onlar, bunları...» ifadeleri ikinci şahıstan üçüncü şahsa geçildiğini açıkça göstermektedir. Bu yönelme, iltifatı olanca açıklığı ile gözler önüne sermektedir. Ebu Hayvan, Bahir kitabında iltifatla ilgili olarak şöyle der: «İltifat, bir şahsın yüksek vasıflara sahip yanındaki bir şahsa, sanki yanında yok*muş gibi hitap etmesi, sözlerinin sonunda hitabının muhatabının yanın*daki şahıs olduğunu izhar etmesidir. Bundan dolayı t iyyâke» nin istenilen şeye İşareti «iyyahü»den daha tesirlidir.» [46] Dokuzuncu incelik: «Nağbüdü ve nesteinü» ifadeleri. «Ancak sana İbadet ederim ve ancak senden yardım beklerim» cümleleri gibi tekil de*ğil çoğuldur. Burada tekil ile çoğul arasındaki incelik, kulun yüce Allah (cc)'ın huzuruna durarak kusurlarını itiraf ile yardım ve hidayet isteğidir. Kul sanki, «Ben zayıf, günahkâr ve aciz bir kulum. Huzurunda dileklerimi arzetmeye layık değilim. Ancak diğer abldlerin arasına girerek onlarla be*raber senden dileklerimi isterim. Sen de dileklerimi onların dilekleriyle beraber kabul et. Hepimiz «ancak sana ibadet eder ve yalnız senden yar*dım dileriz.» der. «lyyake»nin «nağbüdü» ve «nesteînü» kelimelerinden önce gelmesi tahsis (İbadetin yalnız Allah'a mahsus kılınması) içindir. Abdullah ibni Ab-Ikjs (ra) da, «Bu ayetin manası, biz ibadeti sana yaparız, başkasına de*ğil» demektedir. [47]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Kurtubî ise, «Arap diline göre önemli olan önce söylendiği için ehem*miyetine binaen önce «iyyâke» zikredilmiştir. Araplardan biri diğerine ha*karet edince hakarete uğrayan yüzünü başka tarafa çevirirdi. Hakaret eden, «Sana hakaret ettiğim halde neden yüzünü başka tarafa çevirdin?» deyince. «Senden zaten yüzçevirdim» der. Dikkat edilirse, her iki şahıs da önemli olan «sen» kelimesini daha önce kullanmışlardır. Nitekim kul ve kulluğu ifade eden «nağbüdü» kelimesinin, mabud olan Allah'a yönelik bir zamir olan «iyyake»deki «kef» harfinden önce gelmemesi için önce «lyyake» zikredilmiştir. «Sana İbadet eder ve senden yardım beklerim» cümleleri doğru değildir. Kur'andakl ifadeye uymak lazımdır» diyor. İbadet yalnız Allah (cc)'a yapılır. Yardım da ancak O'ndan istenir, «lyyake» tabiri ayette ikinci defa tekrarlanmasaydı ayetin anlamı «ibadet yalnız Allah'a yapılır, fakat yardım O'ndan başkasından da istenebilir» gi*bi anlaşılabilirdi. Böyle bir imajın doğmaması için «iyyake» tabiri ayette iki kere tekrar edilmiştir. Onuncu İncelik: Fatiha suresinin «Bizi doğru yolo, kendilerine ni*met verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanlannkine, sopıklannkine de-ğH» ayetlerindeki «nimet* Allah (cc)'a izafe edilirken, «gazab» ve «sapık*lık» O'na isnad edilmemektedir. Kur'an-ı kerimdeki bu ifade şekliyle de Allah (cc) kullarına terbiye öğretmektedir. Buna göre. kötülük takdir yo*luyla Allah (cc)'tan ise de, O'na isnad edilemez. Cenabı Hakk'ın İbrahim (sav)'in diliyle, «(O Rafa) M beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir. Bana yediren, bana İçiren O'dur. Hastalan*dığım zaman bana şifa veren O'dur» (Şuam: 78-80) bize öğrettiğine gö*re, hastalık aslen Onun tarafından yaratıldığı halde, «Beni hastalandıran O'dur» yerine, «Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur» denilmesi, insanların Allah (cc)'a karşı nasıl bir edep ve terbiye içinde olmaları ge*rektiğini gösterir. Yine Cenabı Hakk'ın, mümin cinlerin diliyle. «Doğrusu biz yerdeki ki*şilere şer mi murad ediliyor, yoksa Rablerl için bir hayır mı İrade ♦diliyor bilmiyormuşuz.» (Cin: 10) buyruğunda, şerrin yapıcısı olarak gösterilmez*ken, hayrın O'nun tarafından irade edildiği açjk bir şekilde ifade ediliyor. Bu da göstermektedir ki, edeb ve terbiye bakımından kötülükler Allah (cc)'a atfedilemez. Müminlerin Allah (cc)'a karşı kulluk vazifelerini yapa*bilmeleri, iyilik ve güzelliklerin her zaman ve her yerde Allah (cc)'tqn ol*duğunu bilmelerine bağlıdır.[48] [h=3]Fatiha’daki Şer'ı Hükümler [/h] [h=3] [/h] [h=3]Birinci Hüküm: Besmele, Kur'an'dan Bir Âyet Midir?[/h] Alimler, «O, gerçek Süleymandır ve O, hakikaten Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla» (Nemi: 30) ayetindeki besmelenin ayetin bir parçası olduğunda ittifak etmişlerdir. Yalnız, besmelenin Fatiha'dan mı, yoksa her surenin başından bir ayet mi olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bunları şöylece sıralayabiliriz: Birincisi: İmam Şafii (ra)'nin görüşüne göre besmele, hem Fatiha'*dan, hem de diğer surelerin başından bir ayettir. İkincisi: İmam Malik (ra)'in görüşüne göreyse ne Fatiha'dan bu ayet*tir,, ne de herhangi bir surenin başından bir ayettir. Üçüncüsü: İmamı azam Ebu Hanife (ra)'nln görüşüne göre de Kur'-an-ı kerimden tam bir ayettir. Sureleri birbirinden ayırmak İçin gönderilmiştir. Fatiha suresinden bir ayet değildir. Şafiilerln delilleri: imam Şafii (ra)'nin kendi mezhep görüşünü isbatlamak İçin birçok - delilleri vardır. Biz, bu delillerden birkaç tanesini özetle aşağıya aktarıyoruz : Birinci delil: Ebu Hüreyre (ra)'nin Resulullah (sav)'tan naklettiği şu hadis-i şerife dayanır: «Siz 'ElhamdülHlahi Rabb’l alemin'i besmele İle okuyun. Zira Fatiha suresi, Kur'anın ve kitabın anası olup yedi defa tekrâr-c lanandır. Besmefe, Fatiha suresinin ayetlerinden biridir.» [49] İkinci delil: ibnl Abbas (ra)'ın nakline göre Resulullah (sav), namaza ' besmele ile başlardı. [50] Üçüncü delil: Enes (ra)'den, Resulullah (sav)'ın namazda nasıl oku*duğu soruldu. O da, Resullah (sav), namazda çok uzun okurdu, diyerek besmele ile başladı ve: «Hamd olsun, alemlerin Rabbi, Rahman, Rahim, din gününün sahibi ve mutasarrıfı Allah'a. Yolnız sana ibadet (kulluk) ederiz, yalnft senden yardım İsteriz. Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna İlet, gazaba uğrayanlarınkine, sapıklarınklne değil.» suresini okuduktan sonra da «Resulullah (sav)'ın okuduğunu ben de si-ı ze aynen okudum» dedi. [51] Dördüncü delil: Enes (ra)'den nakledilen şu hadis-! şeriftir: Enes (ra): «Birgün Resulullah (sav)'ın huzurundaydık. Resulullah bir ara hafifce uyudu. Uyanınca tebessüm etti. Biz, seni tebessüm ettiren nedir diye sorunca Resullah (sav): «Şu anda bana bir sure nazil oldu» diyerek, «Esirgeyen ve bağışjayan Allah'ın adıyla. (Habiblm) hakikat, biz sana kevseri verdik. O halde Rabbin İçin namaz kil, kurban kes. Sana buğzeden (yok mu, işte asıl) zürriyetsiz olan şüphesiz odur.» (Kevser) suresini okudu.» der. [52] Şafiilere göre bu hadis, besmelenin bütün surelerden bir ayet oldu*ğuna işaret eder. Çünkü Resullah (sav), onu Kevser suresi ile beraber okumuştur. Beşinci delil: Şafillerin nakli delilleri kadar aklî delilleri de vardır, imam Şafii'nin yazmış olduğu Kur'an-ı kerimde besmele, Fatiha'nın ba*şında yazıldığı gibi, Berat suresinin dışında bütün surelerin başında da yazılmıştır. Bu nüshanın çoğaltılarak diğer şehirlere gönderilen suretle*rinin hepsinde de surelerin başında besmele yazılıdır. imam Şafii (ra) ve benzeri büyüklerin Kur'an-ı kerimden olmayan şeyleri sure aralarına yazmayacakları ilmî tevatürle bilinmektedir. Hatta onlar, ftesulullah (sov)'ın zamanında olmayan bir şeyin Kur'anda bulun*masını istemedikleri için Kur'anı aşir halinde, sureleri ve isimlerini ha*rekeli otarak yazmazlardı. Böyle bir titizlikle yazılan Kur'an-ı kerimlerde besmelenin Fatiha'nın ve diğer surelerin boşlarında yazılması, onun her sureden bir ayet oldu*ğunu gösterir. Mcritkilerfn deffflari: Malikiler besmelenin Fatiho'dan ve Kur'andan bir ayet olmadığı ko*nusunda birçok deil getirmektedirler. Bunlardan birkaç tanesini nakledi*yoruz : Birinci delil: Hz. Aişe (rah)'nin: ıResulullah (sav), namaza tekbirle, kıraata da «Elhamdülillah! Rabbil alemin» ile başlardı.» [53] sözleridir. İkinci delil: Buharı ve Müslim'in Enes bin Malik (ra)'ten naklen ri*vayet ettikleri şu hadis-i şeriftir: «Ben, Resulullah (sav), Ebu Bekr (ra). Ömer (ra) ve Osman (ra)'ın arkalarında namaz kıldım. Onlar kıraata yal*nız «Elhamdülillâhi Rabbil alemin» ile başlarlardı.» Müslim'in diğer bir ri*vayetine göre: «Onlar, besmeleyi ne kıraatin başında, ne de sonunda okurlardı.» [54] Üçüncü delil: Ebu Hüreyre (ra)'nin Resulullah (sav) tan naklettiği şu hadls-i kudsidir: «Namazı benimle kulumun arasında ikiye ayırdım. Kulum. kendisi ile ilgili fcısmtndo dilediğini benden isteyebilir. Namaz kılan kul: «Hamd olsun alemlerin Rabbı olan Allah'a.» Allah (cc): «Kulum bana hamd etti.» Kul: «Esirgeyen ve bağışlayan Allah'ın adıyla.» Allah (cc): «Kulum beni methetti, övdü.» Kul: «Din gününün sahibidir.» Allah (cc): «Kulum benim ululuğumu kabul etti.» Kul: «Yalnız sana ibadet ederiz. Yalnız senden yardım isteriz.» Allah (cc): «Bu dilek benimle kulum arasındadır. Kulum benden di*lediğini isteyebilir.» Kul: «Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, ga-laba uğrayanlarınkine, sapıklarınkine değil.» Allah (cc): «Bu istek de yalnız kulumundur. Kulum benden dilediğini l»ter.» [55] Malîkilere göre hadisteki «Namazı ikiye ayırdım» cümlesinde geçen •namaz»dan maksat, Fatiha süresidir. Fatiha suresi okunmadan kılınan namazın sahih olmaması sebebiyle hadiste ona namaz ismi verilmiştir. Eğer besmele, Fatiha suresinden bir ayet olsaydı, hadis-i kudside zikre-dlllrdi. Dördüncü.delil: Besmele Fatiha suresinden bir ayet olsaydı. Fatiha süresindeki «Rahman ve Rahîm» kelimelerinin tekrarlanmaması lazım ge*lirdi. Bu surenin «Eirgeyen ve bağışlayan Allah'ın ismiyle. Hamdolsun alemlerin Rabbı olan Allah'a. Esirgeyen ve bağışlayan...» şeklinde dizili*şi demek olurdu ki, bu da Kur'anın edebî üslûbuna aykırı olurdu. Beşinci delil: Besmelenin surelerin başında yazılması ve herhangi hlrşeyln başlangıcında okunması, Resulullah (sav)'ın sünnetine uymak ve bereket içindir. Onun surelerin başında tevatürle yazılması Kur'andan ol*duğuna tevatüri bir delil sayılmaz. Kurtubi, bununla ilgili olarak: «Şafiî ve Maliki'nin görüşlerinden en sahihi, İmam Malik (ra)'lndir. Zira Kur'an ayetleri ahadî haberlerle tes-blt olunamaz. Kur'an ayetlerinin tesbit yolu, ihtilaf kabul etmeyen kafi tevatürle olur.» der. Ibnu'l-Arobî ise: «Alimlerin besmelenin Kur'andan sayılıp sayılmaya*cağı hakkındaki münakaşaları, onun Kur'andan sayılmayacağına kafi bir delildir. Zira Kur'an ayetleri münakaşa kabul etmez. Nitekim sahih ha*berler besmelenin Nemi suresinin dışında ne Fatiha'dan, ne de herhangi bir sureden bir ayet olmadığına İşaret ederler. Bizim mezhebimiz (Maliki) diğer mezheplere aklın kabul edeceği bir tarzda tercih edilir. Medlne-i Münevvere'de, Resulullah (sav) zamanından imam Malik (ra) dönemine kadar besmeleyi Peygamber (sav) efendimizin sünnetine ittibûen hiçbir şahıs okumamıştır. Bu da diğer mezheplerin görüşünü redde kâfidir. Bizim mezhebin görüş sahipleri, besmelenin nafile namazlarda okunmasına müs-tehab demişlerdir. Besmelenin okunması hakkında varit olan hâdls ve ri*vayetler, nafile namazlarda kıraatinin müstahab olduğuna işaret eder.»[56] demektedir. Hanefilerin deJlHeri: Hanefilere göre besmelenin Kur'anda yazılışı ve ondan bir ayet Olu*şu, her sureden bir ayet oluşuna İşaret etmez. Nitekim besmelenin gece namazlarında sesli okunmamasını emreden hadisler, onun Fatiha'dan ol*madığını gösterir. Hanefiler, Nemi suresinin dışında Kur'an-ı kerimden tam bir ayet olduğuna ve sureleri birbirinden ayırmak için nazil olduğuna hükmetmişlerdir. Hanefîlerin görüşünü teyid eden delillerden bir kısmı şunlardır: Ashab-ı kiramdan nakledilen: «Biz, besmele nazil olana kadar Su*relerin başlangıcını ve sonunu bilmiyorduk.* [57] sözleri ile Ibni Abbas (ra)'dan rivayet edilen: «Resulullah (sav), besmele nazil olana kadar su*relerin birbirinden ayırılmosınt bilmiyordu. Ancak, besmele nazil olunca bildi.» [58] sözleri Hanefîlerin görüşünü takviye ediyor. imam Ebu Bekr er-Razi [59] ise bu konuda şöyle demektedir: «Alim*ler, besmelenin Fatiha'dan bir ayet olup olmadığı konusunda görüş ay*rılığına düşmüşlerdir. Küfe kıraat alimleri onu Fatiha'dan bir ayet sayar*ken, Basra kıraat alimleri saymamışlardır, imam Şafii (ra), besmelenin Fatiha'dan bir ayet olduğuna, onu terkedenin namazını iade etmesi gerektiğine hükmetmiştir. Şeyhimiz Ebu'l Hasan el-Kerhî ise, besmelenin namazlarda açıktan okunamayacağını söyler. Şeyhin bu sözü, besmele*nin Fatiha'dan bir ayet olmadığına işaret eder. Bizim mezhep alimlerinin görüşüne göre besmele, surelerin başında bir ayet değildir. Çünkü onu namazlarda açıktan okumuyorlar. Besmelenin Fatiha suresinden olma*ması, başka surelerden de olmadığına da işaret eder kanaatındadırlar. «Yalnız İmam Şafii (ra), besmelenin her sureden bir ayet olduğunu söylemiştir. Bu görüşü İmam Şafii (ra)'dan başka hiçbir alim söyleme*miştir. Zira selef arasındaki görüş ayrılığı da besmelenin Fatiha süre*ninden bir ayet olup olmadığı şeklindedir. Nitekim hiçbir alim, besmele*nin surelerin başından bir ayet olduğunu kabul etmemiştir.» diyerek söz*lerine şöyle devam eder: «Resulullah (sav)'dan rivayet edilen «Kur'anda 30 ayetli bir sure var*dır ki, okuyucu affolununcaya kadar şefaat eder. Bu sure. Tebarekellezî bl yedihil mülk'tür» hadis-i şerifi, besmelenin surelerin başından bir ayet olmadığına işaret eder. Kıraat alimleri ile diğer alimler. Tebareke süre*ninin besmele dışında 30 ayet olduğu konusunda görüş birliği içindedir*ler. Eğer besmele sureden bir ayet olsaydı, Tebareke'nin 31 ayet olması lazım gelirdi. Bu da, Resulullah (sav)'tan rivayet edilen hadise aykırı dü*şerdi. Yine bütün beldelerin kıraat ve Fıkıh alimleri Kevser suresinin 3, ihlas suresinin 4 ayet olduğunda ittifak etmişlerdir. Eğer besmele bu su*relerden bir ayet olsaydı, Kevser suresinin 4, İhlas suresinin 5 ayet ol*ması lazım gelirdi.» [60]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Yukarıda naklettiğimiz mezhep görüşlerinden tercih edilecek olan Hanefî'nin görüşüdür. Zira baştan sona birbirine muarız olan iki görüşün (Şafiî.-Malikî) ortasıdır. Şafiîier, besmelenin Fatiha'dan, hatta her sure*den bir ayet olduğunu savunurlarken Malikîler de, ne Fatiha'dan, ne de Kur'andan bir ayet olmadığını iddia ederler. «Herkesin (her kavim ve milletin) yüzünü kendine döndürücü olduğu bir delili vardır.» (Bakara: 148) ilahi emri, bu şekilde hayırda yarışın müm*kün olduğunu göstermektedir. Dikkatli bir gözle, salim bir zeka İle besmelenin Kur'an-ı kerimde tovatüren yazılışına baktığımız zaman, hiçbir alimin bugüne kadar ona karşı çıktığı ve inkar ettiği görülemez. Nitekim ashab-ı kiramın Kuranı kerim üzerinde nasıl titizlikle durdukları, hatta her harfi üzerinde dahi inceden inceye araştırma yaptıkları bilinmektedir. Bu da göstermektedir ki, besmele. Kur'an-ı kerimden bir ayettir. Her sureden ve Fatiha'dan bir ayet değildir. Surelerin orasını ayırmak için gönderilmiştir. Bu görüşü Abdullah bin Abbas (ra)'dan «Resulullah (sov), besmele gönderilene ka*dar surelerin başlangıç ve sonlarını bilmiyordu. Ancak besmele gönderl-lince bildi.» hadisi de teyid etmektedir. Besmelenin her surenin başından bir ayet olmadığını. Belagat kai*delerinden de çıkarmak mümkündür. Çünkü Araplar sözlerinin çok be*liğ olması için ifade ve imlalarının başında değişik üslublar kullanırlardı. Eğer besmele her surenin başından bir ayet olsaydı, bütün sureler tek bir üslubla başlardı. Bu ise Kur'anın edebi üslubunun muclzellğine ters düşerdi. Malikilere göre, besmelenin Kur'andan bir ayet olduğu tevatüren sa*bit değildir. Öyleyse Kur'andan değildir. Bu görüş imam Cessas'ın dediği gibi açık ve tercih olunabilecek bir görüş değildir. Zira bir ayetin Kur'*andan oluşunun tevatüren rivayet edilmesi gerekir» şeklindeki delil ge*çersizdir. Bizim için Resulullah (sav)'ın yazılmasını emretmesi ve emrinin tevatüren bize ulaşması kâfidir. Ümmet, Kur'anda yazılı olan herşey Kur'-andır» diye ittifak etmiştir. Besmele, Kur'anda müstakil bir ayettir. Su*relerin ve kitapların başında yazılması ve okunması hayır ummak İçindir. Bütün bu açıklamalar, besmele hakkında gelen bütün nassların manala*rını toplar.[61] [h=3]İkinci Hüküm: Besmelenin Namazda Okunmasının Hükmü Nedir?[/h] Fakihler besmelenin namazda okunması konusunda birkaç görüşe ay*rılmışlardır. A) İmam Mallk'e göre besmele yalnız farz namazlordaki Fatiha ve diğer surelerin başında gizli ve açık olarak okunmaz. Farz dışındaki sün*net ve nafile namazlarda isteyen okuyabilir. B) İmamı Azam'o göre besmele namazlardakl her rekatta Fatiha suresinden önce okunur. Diğer surelerin başında okumak ise güzeldir. [62] C) İmam Şofi'ye göre besmelenin gizli okunacak yerde gizli, açık okunacak yerde açık okunması farzdır. D) İmam Hanbel'e göre besmele namazda gizil okunur. Açık okun*ması sünnet değildir. Adı geçen imamların besmele hakkındaki görüş ayrılıklarının sebeple*ri birinci hükümde delilleriyle beraber açıklanmıştır. Bu hususta selefin görüşleri arasında da ayrılık vardır. Ibni Cevzi, Zâdü'l Mesir'inde: «Alimler arasında besmelenin Fatiha'*dan olup olmadığı konusunda görüş ayrılıkları vardır. Bununla ilgili ola*rak Ahmed bin Honbel (ra)den rivayet edilen iki görüş bulunmaktadır. Bi*risi, besmelenin Fatiha'dan olduğunu, dolayısıyla namazda okunmasının farz olduğunu söyleyenlerin görüşüdür. Diğeri ise Fatiha'dan olmadığını, bundan dolayı namazda okunmasının sünnet olduğunu söyleyenlerin gö*rüşüdür. Bu görüşe yalnız İmam Malik (ra) karşıdır. Hatta ona göre bes*melenin farz namazlarda okunması müstehab bile değildir. «Besmelenin namazda açıktan okunması da alimler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Alimlerin bir kısmı imam Ahmed bin Hanbel (ra)in «Bes*melenin namazda açıktan okunması sünnet değildin görüşünü nakletmiş-lerdir. Bu görüş Ebu Bekr (ra), Ömer (ra), Osman (ra), Ali (ra) ve İbni Me-sud (ra)un sözlerine dayanır, imam Sevri ve İmam-ı Azom'ın görüşleri de bu yoldadır, imam Şafî'ye göre de besmelenin namazda açıktan okunma*sı sünnettir. Bu da Muaviye (ro), Âtâ (ra) ve Tâvûs (ra)un rivayetine da*yanır.» [63] demektedir.[64] [h=3]Üçüncü Hüküm: Fatiha'nın Namazda Okunması Farz Mıdır?[/h] Fakihler, Fatiha'nın namazda okunması konusunda iki görüşe ayrıl*mışlardır : A) Cumhura (Maliki, Şafii, Hanbeli) [65] göre. Fatiha'nın namazda okunması sıhhatinin şartıdır. Fatiha suresini bllipte okumayan bir kimse*nin namazı sahih olmaz. B) İmam Sevri ve İmam-ı Azam Ebu Hanlfe (ra)ye göre namaz Fa*tiha okunmaksızın da sahih olur. Namazda Kur'andan 3 kısa ayet veya 1 uzun ayetin okunması ise farzdır. Cumhurun delilleri: Cumhur, Fatiha'nın namazdp okunmasının farz olduğunu birçok de*lille isbat etmişlerdir. Birinci delil: Ubbade bin Sâmid (ra)in Resulullah (sav)tan naklettiği şu hadls-i şeriftir: «Fatiha'yı okumayanın namazı geçerli değildir.» [66] ikinci delil: Ebu Hüreyre (ra)nin Resulullah (sav)tan naklettiği: «Her kim namaz kılarda ümmü'l-kitabı (Fatiha) okumazsa o namaz noksandır, noksandır, noksandır. Tamam değildir.» [67] hadis-i şerifidir. Üçüncü delil: Ebu Said el-Hudrî (ra)nin naklettiği şu hadis-i şerif*tir: «Resulullah (sav), bize namazda Fatiha suresi ile bildiğimiz diğer bir sure veya bir sureden birkaç ayetin okunmasını emrettiler?» Cumhura göre bu hadis-i şerifler, Fatiha suresinin namazda okun*masının farz olduğuna delalettir. Zira Resulullah (sav)un birinci delildeki hadis-i şerifi namazın sıhhatli olmayacağına delâlet ettiği gibi. Ebu Hü*reyre (ra)den nakledilen ve Resulullah tarafından üç defa tekrar edilen «o namaz noksandır» ifadesi de Fatiha okunmadan kılınan namazın nok*san ve fasit olacağını gösterir. Öyleyse Fatiha'nın namazda okunma*sı farzdır ve sıhhatinin şartlarındandır. Hanefi'nin delilleri: imam Sevri (ra) ile Hanefi mezhebinin fakihleri, namazın Fatiha o-kunmadan da sahih olacağını Kitap ve Sünnetten çıkardıkları delillerle savunurlar. Kitaptan aldıklan delile göre cenabı Hakkın: «Şüphe yok ki Rabbin, senin gecenin üç}e İkisinden biraz eksik, yarısı, üçte biri kadar ayakta durmakta olduğunu ve senin maiyetinde bulunanlardan bir züm*renin de (böyle yaptığını) biliyor. Geceyi, gündüzü Allah saymaktadır. O, bunu sizin sayamayacağınızı bildiği için size karşı (ruhsat canibine) dön*dü. Artık Kur'andan kolay geleni (ne ise onu) okuyun...» (Müzemmll: 20) ayeti, namazda bir miktar okunmasının farz olduğunu gösterir. Ayetteki «okuyun» emri, namazdaki okumaya işarettir. Hiçbir alim «Bu ayet, gece namazlarındaki okumaya mahsustur» dememiştir. Öyleyse ayetteki «Oku*yun» emri yalnız gece namazında okuma değil, bütün namazlarda okunma*sının farz olduğunu ifade eder. [68] Hadis-i şeriflerden aldıkları delil ise, Ebu Hüreyre (ra)den nakledilen şu hadise dayanır: «Birgün Mescld-I Ne*beviye bir kişi gelerek namaz kıldı. O kimse namazdan sonra Resulullah (•av)a eglecek selam verdi. O kimsenin selamını aldıktan sonra Resulul*lah (sav), «Geri dön, namazını yeniden kıl. Zira sen namaz kılmadın» buyurdu. O kimse tekrar namaz kılıp Resulullah (sav)a gelince, onu yine namaz kılması için geri çevirdi. Bu şekilde üç defa geri çevrilen kimse He8ulullah (sav)a gelerek «Seni hak yolu üzere gönderenin ismi İle ye*min ederim ki, bundan daha güzel bir şekilde namaz kılmasını bilmiyorum.» deyince, Peygamber (sav) efendimiz, «Sen namaz kılmak istediğlh za*man güzelce bir abdest al. Sonra kıbleye dönerek tekbir getir. Blldhere Kur'andan ne biliyorsan onu oku. Daha sonra belini tam eğerek rüku yap. Rükudan kalkarak dik dur ve daha sonra secde yap. Secdeden kalkarak normal bir oturuşla otur. Daha sonra tekrar secdeye git. Secdeden sonra doğruca ayağa kalk. Benim bu tarif ettiklerimi bütün namazlarında Uygu*la.» buyurdu. [69] Hanefi fakihleri, Ebu Hüreyre (ra) den nakledilen, «Resulullah (sâV) mescide gelen kişiye namazı tarif eden» hadislndftkj namaz klldh için •Kur'andan ne biliyorsan onu oku» emri Peygamberisinl delil getirerek, namazda Kur'anın neresinden olursa olsun okunmasını, kılânldr için ser*best bırakmışlardır. Bu hadis mezhebimizin görüşünü kuvvetlendirdiği gi*bi, «Artık Kur'andan kolay geleni okuyun» ayeti de Kur'anddh belli bir sure veya ayetin okunmasına değil, sadece namazda herhangi bir ayetin okunmasına işaret eder. Ubbade bin Samld (ra)in rivayet ettiği hadis, Hanefi alimlerine döfe, na*mazın batıl olduğuna değil, sünnet üzere kılınmadığına İşaret eder. Onlar, Fatiha'sız kılınan bir namazın kerahetle sahih olduğuna hükmederler. Bu hadis-i şerifi, Resulullah (sav)ın şu hadis-i şerifine benzetirler: «Evi mes*cide yakın (komşu) olanın namazı ancak mescldde olur.» Burdddh anla*şılan, mescldde kılınmayan namazın kabul olunmayacağı değil, sadece o namazın mükemmelinin mescldde kılınacağıdır. Ebu Hüreyre (ra)den rivayet edilen hadiste geçen ve üç defa tekrar*lanan «O namaz noksandır» cümlesi bizim aleyhimize değil, lehimize bir delildir. Çünkü «noksandır» kelimesi namazın batıl olduğunu göstermez. Aksine, namazın noksan olarak kabul olunduğuna işaret eder. Eğer caiz (kabul) olunmasaydı ona «namazın noksandır» denilmezdi. Zira blrşeyin eksik oluşu, onun yokluğuna delalet etmez. Buraya kadar kısa ve öz olarak cumhurun ve Hanelilerin delillerini aktardık. Konuya derin bir nazarla bakıldığı zaman, cumhurun görüşünün delil bakımından daha- kuvvetli olduğu görülür. Çünkü Resulullah (sav)ın ve sahabe-l kiramın gerek farz. gerekse nafile namazlarda Fatiha'yı oku*maya devam etmeleri Fatiha'sız bir namazın caiz (doğru) olmac'ğına işaret eder. Sahih ve sarih hadis-l şerifler bu yoldadır. Resulullah (sav)ın Fati*ha İle ilgili söz ve fiili, onun farz oluşuna kafi delildir. Cumhurun görüşünü kuvvetlendiren delillerden biri de Müslim'in Ebu Katade (ra)den naklettiği şu hadis-i şeriftir: «Resulullah (sav) bize öğle ve ikindi namazlarını kıldırırdı. Birinci ve ikinci rekatlarda Fatiha ile diğer surelerden birer sure okurdu, öğle ve ikindi namazlarının birinci rekat*larında. İkinci rekatlarından daha uzun okurdu ve çoğu defa sesini bize duyuracak kadar yükseltirdi. Sabah namazını da aynen böyle kılardı.» Konuyla ilgili olarak Taberî: «Resulullah (sav), namazın her rekatın*da Fatiha'yı okurdu. Eğer namazda Fatiha okunmazsa namaz caiz olmaz. Ancak namazda Fatiha'ntn ayet ve harf sayısından noksan olmamak kay*dıyla diğer bir surenin okunması da caizdir.» [70] der. Kurtubî ise, «Bu delillerden en sahihi, imam Safî (ra), İmam Ahmed bin Hanbel (ra) ve imam Malik (ra)in son görüşleridir. Herkes Fatiha'yı namazın her rekatında okumalıdır. Zira Resulullah (sav)ın «Fatiha'yı oku*mayanın namazı geçersizdir» hadis-i şerifi umumu ifade etmektedir. Ömer bin Hattab (ra). Abdullah bin Abbas (ra), Ebu Hüreyre (ra). Ubbade bin Samid (ra). Übey bin Kab (ra), Ebu Eyyüb el-Ensari (ra) ve Ebu Said el-Hudrî (ra) gibi büyük sahabiler de «Fatihayı okumayanın namazı geçer*sizdir» hadisine dayanarok Fatiha'nın namazın her rekatında okunması*nın farz olduğuna hükmetmişlerdir. Müminlere düşen, her zaman ve her yerde önderlerimiz olan sohabilere uymaktır.» [71] demektedir. İmam Fahreddin er-RazI'nin görüşü de şöyledir: «Resulullah (sav)ın hayatı boyunca Fatiha'yı namazda okuması, onun tarafımızdan namazda okunmasını farz kılıyor. Zira cenabı Hakk'ın Resulüne uyma hususunda, «...Ona tabi olun. Ta ki doğru yolu bulmuş olasınız.» (Araf: 158) emri var*dır. Imam-ı Azam (ro). Muğire bin Şube (ra)den rivayet edilen, Fıkıh ve Hadis ilmi terminolojisinde «haber-i vahid» diye vasıflandırılan «Resulullah (sav), bir gün bir kavmin taharet yerine giderek abdest aldı. başının ön kısmına ve mestlerinin üstüne mesh etti» hadis-i şerifine dayanarak, «ba*şın bir miktar» (dörtte bir) mesh edilmesi, namazın sıhhat şartındadır.» diye iddia ediyor. Halbuki Fatiha'nın namazda okunması konusunda İlim adamlarının «Resulullah (sav)ın hayatı boyunca Fatiha'yı namazda oku*duğuna dair tevatüren naklettikleri hadis-i şeriflere rağmen Imam-ı Azam Ebu Hanife (ra)nln «Fatiha'nın namazda okunması, onun sıhhat şartların*dan değildir» demesine hayret ediyorum.» [72] Dördüncü hüküm: imama tabi olan müslüman, Fatiha'yı okuyacak rm? Alimler, «Bir müslüman imama rükuda yetiştiği takdirde Fatiha'yı oku*masına lüzum yoktur» görüşünde ittifak etmişlerdir. Zira İmamın okuması yeterlidir. Yine alimler, imam kıyamda iken ona yetişen bir kimsenin Fatiha'yı okuyup okumaması konusunda birkaç görüşe ayrılmışlardır.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
A) İmam Şafiî (ra) ile imam Ahmed bin Hanbel (ra). imamın arkasın*da namaz kılan kimsenin, imam gizli veya açık okusa da Fatiha'yı gizilce okumasının farz olduğuna hükmetmişlerdir. B) İmam Malik (ra) İse. «Kıraatin gizli olması lazım gelen namazlar*da, imama tabi olan kimsenin gizlice okuması, gece namazları (sabah, akşam, yatsı) gibi açık okunacak namazlarda ise okumaması lazımdır» diye hükmetmiştir. C) İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) de «Kıraatin gizli veya açık olduğu namazlarda, İmama tabi olan kimse, onun arkasında okumaz» demiştir. Şafii ve Hanbeliler; Resulullah (sav)'ın üçüncü hükümdeki «Fatihayı okumayanın namazı geçerli değildir» Hadis-l şerifine dayanarak görüşleri*ni savunurlar. Bu Hadis-i şerif İmamı ve tabi olanı kapsayan umumi bir İfadedir. Dolayısıyla açık veya gizli okunacak namazlarda Fatlha'vı oku-myanın namazı sahih olmaz. İmam Malik ise: «Namazdaki kıraat gizil olacak türden ise Şafiî (ra) İle Hanbell (ra)'ın dayandıkları Hadls-i şerife istinaden imama tabi olan kimsenin namazda Fatiha suresini okuması farzdır. Namazdaki kıraat açık olacak türden ise «Kur'an okunduğu zaman derhal O'nu dinleyin, tutun. Ta ki (Allah'ın rahmaniyi») esirgenmiş oknınız» (Araf: 204) ayetin» İsti*naden de imama tabi olanın Fatiha'yı okuması yasaktır» diyor. Kurtubî, İmam Malik (ra)den şu görüşü nakleder: «Kıraatin açık olma*sı lazım gelen namazlarda, İmama tabi olan kimse Kur'andan hiçbir şey okumaz. Kıraatin gizil olması lazım gelen namazlarda ise Fatiha suresini okur. Eğer okumayı terkederse hiçbir şey lazım gelmez.» imam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'de konuyla ilgili olarak şöyle demekte*dir: «Namazda İmama tabi olan kimse «Kur'an okunduğu zamah ö'rtU aln-toyln...» (A.raf: 204) ayeti ile «namazda imamın okuması, kendisine sayıl*dığı gibi tobi olanlara da sayılır» Hadls-I şerifine İstinaden kesinlikle Kur'*andan hiçbir şey okunmaz» [73] Sözlerine devamla Resulullah (sav)'tan şu Hadis-i Şerifi nakleder: «İmam kendisine tabi olunması icln imam olur. İmam tekbir dldlğı zdman siz de tekbir alın okuduğu zaman sükut edin ve dinleyin» [74] [h=3]Fatiha Süresindeki Teşrii Hikmetler[/h] İnsan Fatiha suresinin karşısında korkan bir kulun aczini nokööfllık-larını itiraf ederek durduğu gibi durur. Bu sure Allah (cc) tarafından in*dirilen bir vahiy ve alemlerin Rabbl olan Cenab-ı Hakkın bir kelamıdır. Allah (cc) kelamındokl derin sırları İdrak edebilme ve kavrayabljme. İn*sanın kısa aklının cok üstündedir. Hatta insana ne kador belagat, zeka ve derin bilgi verilirse verilsin yine de O'ndakl incelikleri tam anlamıyla kavraması mümkün değildir. insan Kur'onın güzelliğini, yüksek manalarını ve latalar arasındaki uyumun inceliklerini düşündüğü zaman, O'nun benzerini deflil, ayetlerin*den her hangi birinin mislinin dahi meydana getirilemeyeceğini anlör. Bu mübarek sure, kısa ve veciz olduğu gibi Kur'anın bütün, «tianaiarı-m ve temel maksatlarını ihtiva eder. Dinin aslının ve füru'lanntfı töbldyı-cısıdır. öyle ki, akideyi, ibadeti, teşrli'yi, hesap ve ceza gününe inanma*yı, Allah (cc)'ın güzel sıfatlarına İmanı, yalnız doğru yola kavuşmanın on*dan bekleneceği, İmanda sabit kalmanın ondan niyaz edileceği. saHhlerin yolundan gitmeyi, sapıkların ve gazaba uğrayanların yolundan kaçınmayı ve diğer hedef ve maksatları ihtiva eder. Allâme Kurtubi de konuyla ilgili olarak: «Fatiha suresinin «büyük Kur'an» olarak isimlendirilmesi, Kur'anın ihtiva ettiği tüm ilimleri kapsadı*ğından dolayıdır. Çünkü Cenab-ı Hakkı cemal ve kemal sıfatlarıyla tavsifi, ibadetle emretmeyi ve onda ihlaslı olmayı, ibadet yapabilmeyi ve aczini İtirafı ancak Cenab-ı Hakkın yardımıyla yapabilmeyi, bozucu ve sapıkların hallerinin bildirllmesindeki kifayeti ve inkar edenlerin sonlarının beyanını ihtiva eder. Bu muhteva da Kur'anın kapsadığı tüm mevzuların özü ve hülasasıdır.» [75] demektedir. Şeyh Hasan el-Benna «Tefsir İlmine Giriş» isimli kıymetli risalesinde: «Şüphesiz herkim Fatiha suresini derin bir şekilde tefekkür ettiği özellikle namazda düşündüğü zaman onda hemen alınıp kabul edilmesi lazım gelen kalbi aydınlatıcı mevzuları görür. Arkasından Rahmeti herşeyde bütün ta*zelik ve açıklığıyla tezahür eden Allah (cc)'ın ismiyle okumaya başlar. Ken*disiyle yaratıcısı arasındaki belirleyici bağın, her şeyi kapsayan Rahme*tinden doğduğunu bilir. Bu bilgi onda yerleştiği zaman onun lisanı, hemen Rahim ve Rahman olan Allah (cc)'a hamdeder. Bu hamdediş ona, Allah (cc)'ın nimetlerinin çokluğunu, yaratılığının büyüklüğünü, yarattığı varlık*lardan ne bir şey beklediği, ne de korktuğu sadece verdiği nimetler ile halk etmesinin onun fazi ve rahmetinden olduğunu hatırlatır. Bu hatırla*ma, Allah (cc)'ın Rahman ve Rahim sıfatlarını kulun ikinci kez anmasına vesile olur. Cenab-ı Hak'kın fazlından sonra hesap gününü hatırlatması. O'nun Rahman (esirgeyici) olduğu kadar adalet sahibi olduğunu da gös*termektedir. Bu da Cenab-ı Allah (cc)'ın büyüklüğündendir. Sonsuz ve yenilenen nimetlerin sahibi olan Allah (cc). kullarını din günü olan kıyamet günü -O, öyle bir gündür ki hiçbir kimse kimseye, hiç*bir şeyle faide vermeye muktedir olamayacaktır. O gün emir (yqinız) Al*lah'ındır (İnfitâr: 19)- hesaba çekerek yargılayacaktır. Allah (cc) tarafın*dan yaratılan kulların rahmeti isteyebilmeleri, Onun adalet ve hesabından korkmaları ile olur. Bu idrak içerisinde bulunan kul, hayrı arama ve kurtuluş yollarına bakma ile mükellef olduğunu bilir. O'nun en düzgün yola ve is*tikamete kavuşturacak birisine şiddetle ihtiyacı vardır. Bu kişi de onu yara*tan efendisinden başkası ola/naz, öyleyse kul, Cenab-ı Allah'a emniyetle sığınmalıdır. Zaten Allah (cc)'ın «Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım isteriz» ayetiyle kul, O'na hitab edecek ve Onun fazlından doğru yola «nimet verdiklerinin yoluna» Hakk'ı bilip Hakk'a uyma ile gidebilme*yi, nimet verildikten sonra alınan ile ihtidadan sonra dalâlete dönerek «gazaba uğrayanların» ve Hakk'tan sapıp dönmeyi arzu etmeyen «sapıkların» haline düşmemeyi Allah (cc)'dan isteyecektir. Amin (Allahım duamı*zı kabul et). Şüphe yok ki Âmin kelimesi, son derece güzel bir sonu ifade eder. Fatiha'nın muhtevasındaki ince ve derin duygularla Allah (cc)'a yönelen Kişinin «öyle olsun, kabul et» anlamını taşıyan «âmin» kelimesini kullan*masından daha güzel bir söz olamaz. Bu mübarek surenin yüksek manalarını ifade eden kelimeler ve cüm*leler arasındaki uyum ile bir tek üslupta gelişin] daha güzel ifade eden bir ikinci sureyi göremezsin. Öyle ki. sen Fatiha'nın manalarını ihtiva eden o güzel atmosfer içersinde «Namazı benimle kulum arasında ikiye ayır*dım. Kulum dilediğini benden isteyebilir» Hadis-I Kutsisini hatırla. Namaz*da huşu ile O'na karşı zaif. aciz olduğunu, tecvld kurallarını uygulayarak, normal bir sesle okuyup düşün. Zira bu Kur'anın anlaşılmasına yardımcı olur. Kalb için, huşu ile tefekkür edilerek okunan Kur'andan daha faydalı bir şey olamaz.» [76] demektedir.[77]

[1] Taberi. Camiül-Beyan. C. 1.

[2] Şiir Ebi Selt'in oğlu Ümeyyeye aittir. Bkz: Kurtubi, Ahkamü'l-Kur'an, C. 1. S 112

[3] Kurtubt, el-Camiü ll-Ahkamü'1-Kur'an. C. 1. S. 111. Alust, Ruhü'l-Maani. C. 1. S. 37.

[4] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/9-10.

[5] Buhari. Ebu Davut, Nesel, Cem ül-Fevald. C. 2, S. 287.

[6] İmam Ahmed ve Tirmizl bunu rivayet etmişlerdir. Tirmtzl ayrıca «Sahih ve hasen bir hadistir.- demiştir.

[7] Ibni Cevzi, Zadü'l-Mesiri, C. 1. S. 10. Alusl. Ruhui-Maan! Tefsiri. C. 1, S. 40. Fahreddin Razi. Tefslrü'l-Kebir, C. 1. S. 137. Kurtubi. El-Camlu 11 Ahkamüi-Kuran. C. 1. S. 106.
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/10-11.

[8] El Camiü li Ahkamul-Kuran, C. 1. S. 78.
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/11-12.

[9] İbni Menzur. Lisanü'1-Arap, Tacü'1-Arûs, Kamusu’1-Muhit’in Avz maddesi.

[10] Fahreddin Razi, Mefatihü'l-Gayb, C. 1, S. 50.

[11] Kurtubi. El-Camiü 1-Alıkamü'l-Kur'an. C. 1, S. 90. ı Fahreddin Razi. Tefsir. C. ı. S. 50.

[12] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/12-13.

[13] Kurtubi. El Camiü li Ahkamü'IKuran. C. 1. S. 100.
[14] Kurtubi age. C 1 S 99 Fahreddin Razi. Mefâtihü'l Gayb, C. 1, S. 83.

[15] Kurtubi, Tefsir. C. 1. S. 102.

[16] Ebu Hayyan, Bahri Muhit. C. 1. S. 14.

[17] lbni Cevzi. Zadül-Mesir, C. 1, S. 8.

[18] İbn-i Hayyan. Age. C. 1, S. 14. Kurtubi. Age. C. 1, S. 104.

[19] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/13-14.

[20] lbni Cerir i Taberl, Camlül-Beyan fi Tefslrül-Kuran
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/14.

[21] Lisanü l-Arap. Hamd maddesi.

[22] Kurtubi. Camiül-Ahkam, C. 1, S. 133.

[23] Buhari ve Müslim. Ebu Hüreyre (raiden.

[24] Kurtubi. Tefsir. C. 1. S. 137.

[25] İbni Cevzi. Zadül-Mesir. C. 1, S. 18.

[26] İbni Cevzi. age. C. 1. S. 12.

[27] Ebu Hayyan. El-Bahrül Muhit. C. 1. S. 18.

[28] Kurtubî. age. C. ı. S. 138.

[29] Kurtubi, age. C. 1. S. 138. İbni Cevzi, age. C. 1. S. 9. Alusi, ege, C. 1. S. 59. Kurtubi. age, C. 1, S. 105.

[30] El-Camiü li-Ahkamül Kuran, C. 1. S. 106.

[31] Lisanü'1-Arap, Tacü'1-Arus, Kamusü'l-Muhit.

[32] Kurtubi, age C. 1, S. 143.

[33] Zemahşeri. Keşşaf Tefsiri. C. 1.

[34] Fahreddin er-Razi. age, C. 1. S. 204. Alûsi. C. 1. S. 96. Zadül-Mesir, C. 1. S. 16. Bahrü'l-Muhit, C. 1. S. 30.
[35] Kurtubi, Tefsir, C. 1, S. 149. Bahrü'l-Muhit. C. 1. S. 30. İbni Cevzl, C. ı, S. 161.

[36] Fahreddin er-Razi, age, C. 1, S. 204.
[37] Alûsi, age, C. 1. S. 97.

[38] Lisanül-Arap, Amin maddesi. Vel Beyan fi Garibi İrebil Kuran li İbnü'l Enbari. C. 1, S 41. Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/16-23.
[39] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/23-24.

[40] Kurtubi, Tefsir. Şiir. Rubia oğlu Amr'a ailtir.

[41] Taberi. Tefsir.

[42] Alusi. Ruhu'lMaani. C. 1. S. 77

[43] Cessas. Ahkamü'l-Kur'an. C 1. S. 10

[44] Ebu Hayynn. Bnhıü'l Muhit. C 1. S. 10.

[45] Belagat, kelamın en fasih, en düzgün, en sanatlı ve halin muktezasına en uygun biçimde kullanılmasıdır. Bu konuda ayrı bir ilim dalı (ilmi belagatı tedvin edilmiştir. (Mütercim)

[46] Ebu Hayyan. age. C. 1. S. 24. Kurtubl, Tefsir. C. 1. S. 145 Ebussuut Efendi, Tefsir, C. 1. S. 147.
[47] Ebussut Efendi. Tefsir, C. 1, S. 158

[48] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/28-32.

[49] Darül-Gutni. Cafer oğlu Abdülhamid'den, o da Ebu Bilal oğlundan, o da Sald Makberi'nin oğlu Said'den, o da Ebu Hureyre'den nakletmiştir.

[50] Timizi

[51] Buhari. Enesden rivayet etmiştir.

[52] Müslim. Nesai, Tirmizi ve lbni Mace. Tirmizl. «Sahih ve ahsen hadistir» de*miştir. Hadisin devamı şöyledir: «Sonra Resulullah (sav) -Kevserin ne oldu*ğunu biliyor musunuz?» deyince biz cevaben «Allah ve Resulü bilir» dedik. Bunun üzerine Resulullah. «Hakikat o, Allah'ın cennette bana vadettiği bir nehirdir ki onun üzerinde ümmetim kıyamet günü toplanacaktır.» dedi. Cemu'1-Fevaid, C. 2, S. 285.

[53] Müslim. Hz. Aişe'den.

[54] Buharı ve Müslim. Hz. Enes bin Malik'ten.

[55] Müslim. Süfyan bin Üyeyne'den. o da Ula bin Abdurrahman'dan. o da Ebu Hüreyre den nakletmiştir. Geniş bilgi için: Kurtubi, Tefsir. C. 1, S. 94. Cessas. Ahkamü'l-Kuraniyye, C. 1, S. 9.

[56] Kurtubl, Tefsir. C. 1, S. 03.

[57] Ebu Davud. El-Camlü li Ahkamüi Kuran. C. 1, S. 95.

[58] Hakimin Müstedreklnde Ebu Davud'un tbni lyaştan sahih bir senetle rivayet ettiği yazılıdır.

[59] Ebu Bekr er-Razi. ahkam ayetlerinin müfesslri Cessastır.

[60] Cessas, Ahkâmü'l-Kur'an. O. 1, S. 9-11.

[61] Daha fazla bilgi edinmek isteyenler Ibnü'l Arabi'nin Ahkamü'l Kuranına, Kurtubinin tefsirine. Fahreddin er-Razi'nln Mefatihü'l Gaybına ve Cessas'ın Ahkamü'l Karanına bakabilirler. Ed-Daru Kutnl de besmelenin Kur'anda bir ayet olduğunu gösteren bütün delilleri bir araya toplamıştır.
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/32-38.

[62] Cessas. Age. C. 1. S. 15. Kurtubl. Age. C. 1. S. 98

[63] İbni Cevzl. Age. C. 1. S. 7-8.

[64] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/38-39.

[65] Cumhur kelimesi. Fıkıh Usul-u Fıkıh. Tefsir. Kelam ve ilh.. gibi ilim dallarındaki alimler topluluğunun çoğunluğuna verilen isimdir.

[66] Cemu'l Fevaid, C. 1. S. 197. Bu hadisi şerif imam Malik (ra)in Muvattaı dışında Kütüb-i sittenin hepsinde nakledilmiştir.

[67] İmam Malik, Tirmizi. Nesai, Cemu'l Fevaid, C. ı, S 197.

[68] Cessas - age, C. 1. S. 18

[69] Sâyis, Ahkam ayetlerinin tefsiri, C. 1, S. 13. Cessas. Age. C. 1. S 20.

[70] Taberi. Camiü'l Beyan. C. 1.

[71] Kurtubi. Age. C. 1. S. 119.

[72] Fahreddin er-Razi, Tefsirin Kebir. C. 1. S. 147.
İmam Hazinin İmamı Azam (ra)ın görüşüyle ilgili olarak «hayret ediyo*rum» sözünü sarfetmesi. onun mezhep taassubundan doğan bir ifadedir.' Yoksa İmam ı Azam (ra) gibi bir büyüğe karşı sarfedilen bir söz değildir. (Çev.)
[73] İbn-i Ebi Şeybe (ra). Ebu Hüreyre (ra)'dan rivayet etmiştir.

[74] Abd tbn-i Hamld Cabir'den
Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/39-44.

[75] Kurtubi. Tefsir. C. 1.

[76] Şeyh Hasan el Benna - Tefsir İlmine Giriş. S. 59. 46.

[77] Muhammed Ali Sabuni, Ahkâm Tefsiri, Şamil Yayınları: 1/44-46.
 

Aşk-ı Hicab

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Şub 2009
Mesajlar
12,148
Tepki puanı
25
Puanları
38
Yaş
40
Şüphesiz herkim Fatiha suresini derin bir şekilde tefekkür ettiği özellikle namazda düşündüğü zaman onda hemen alınıp kabul edilmesi lazım gelen kalbi aydınlatıcı mevzuları görür. Arkasından Rahmeti herşeyde bütün ta*zelik ve açıklığıyla tezahür eden Allah (cc)'ın ismiyle okumaya başlar. Ken*disiyle yaratıcısı arasındaki belirleyici bağın, her şeyi kapsayan Rahme*tinden doğduğunu bilir. Bu bilgi onda yerleştiği zaman onun lisanı, hemen Rahim ve Rahman olan Allah (cc)'a hamdeder. Bu hamdediş ona, Allah (cc)'ın nimetlerinin çokluğunu, yaratılığının büyüklüğünü, yarattığı varlık*lardan ne bir şey beklediği, ne de korktuğu sadece verdiği nimetler ile halk etmesinin onun fazi ve rahmetinden olduğunu hatırlatır. Bu hatırla*ma, Allah (cc)'ın Rahman ve Rahim sıfatlarını kulun ikinci kez anmasına vesile olur. Cenab-ı Hak'kın fazlından sonra hesap gününü hatırlatması. O'nun Rahman (esirgeyici) olduğu kadar adalet sahibi olduğunu da gös*termektedir. Bu da Cenab-ı Allah (cc)'ın büyüklüğündendir. Sonsuz ve yenilenen nimetlerin sahibi olan Allah (cc). kullarını din günü olan kıyamet günü -O, öyle bir gündür ki hiçbir kimse kimseye, hiç*bir şeyle faide vermeye muktedir olamayacaktır. O gün emir (yqinız) Al*lah'ındır (İnfitâr: 19)- hesaba çekerek yargılayacaktır.

Emeğinize sağlık. Rabbim razı olsun..
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
BAKARA SURESİ7
2. DERS SİHRİN ŞERİATTAKİ YERİ VE HÜKMÜ.. 7
Ayetlerin lafzı Tahlili7
Ayetlerin İcmali Manaları8
Ayetlerin Nüzul Sebebleri9
Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler9
Ayetlerdeki Şer'ı Hükümler10
Birinci Hüküm: Sihrin Gerçekten Tesiri Var Mıdır?. 10
Sihir Türleri10
İkinci Hüküm: Sihri Öğrenmek Ve Öğretmek, Mübah Mıdır?. 13
Üçüncü Hüküm: Sihirbaz, Öldürülür Mü?. 13
Ayetlerden Alınacak Dersler14
Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler14
3- DERS KUR'ANI KERİMDE NESH.. 15
Âyetlerin Lafzi Tahlili15
Bu Ayetin, Daha Önceki Ayetlerle Bağlantısı16
Ayetlerin İcmali Manaları16
Ayetlerin Nüzul Sebebleri16
Âyetlerin Tefsırindeki İncelikler17
Âyetlerdeki Şer’i Hükümler18
Birinci Hüküm: Nesh'in, Semavi Dinlerde Olması Caiz Midir?. 18
İkinci Hüküm: Kur'an-ı Kerim’de Nesh, Kaç Kısımdır?. 19
Üçüncüsü: Âyetin Hükmünün Neshi, Okunmasının Caiz Olması20
Ayetin Hükmü Neshedlldiği Halde, Lafızlarının Okunmasının Hikmeti Nedir?. 20
Üçüncü Hüküm: Kur'an, Sünnet (Hadis)'le Nesh Olunur Mu?. 20
Dördüncü Hüküm: Nesheden Hüküm, Neshedilen Hükümden Daha Ağır Ve Daha Zor Olur Mu?. 21
Beşinci Hüküm: Haberle İlgili Âyetlerde, Nesh Olur Mu?. 22
Ayetlerden Alınacak Dersler22
Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler22
«Mehâsin Et-Te'vll» Tefsirine Göre, Âyetin Teşri'i Hikmeti23
Hangi Şeriat, Daha Faziletlidir?. 23
4. DERS NAMAZDA KA'BE'YE YÖNELME. 23
Ayetlerin Lafzı Tahlili24
Âyetler Arasındaki Münasebet24
Ayetlerin İcmali Manaları25
Ayetlerin Nüzul Sebebleri25
Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler25
Âyetlerdeki Şer'i Hükümler27
Birinci hüküm: Kur'anda «Mescid-i Haram» sözünden maksat nedir?. 28
İkinci hüküm: Namazda Ka'benin bizzat kendisine mi, yoksa bulunduğu yere mi yönelmek farzdır?. 28
Üçüncü Hüküm: Ka'be Üzerinde Kılınan Namaz, Sahih Midir?. 30
Dördüncü Hüküm: Bir Kimse, Namaz Kılarken Nereye Bakmalıdır?. 30
Ayetlerdeki Teşriî Hikmetler30
5. DERS SAFA İLE MERVE ARASINDA SA'Y.. 31
Ayetin Lafzi Tahlili31
Ayetin İcmali Manası32
Ayetin Nüzul Sebebi32
Âyetteki Şer’i Hükümler33
Birinci Hüküm: Sala İle Merve Arasında Sa'y Yapma Farz Mıdır, Sünnet Midir?. 33
Âyetlerden Alınacak Dersler34
Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler34
6. DERS ŞER’İ İLİMLERİ KETMETME (GİZLEME)35
Ayetlerin Lafzi Tahlili35
Bu Âyetlerin Bir Önceki Âyetlerle Münasebeti36
Ayetlerin İcmali Manaları36
Âyetlerin Nüzul Sebebleri36
Âyetlerdeki Şeri Hükümler36
Birinci Hüküm: Bu Âyet, Yalnız Yahudi Ve Hristiyan Alimleri Hakkında Mı Nazil Olmuştur?. 36
İkinci Hüküm: Kur'an Okumasını Ve Dini İlimleri Öğretmek İçin Ücret Atmak Caiz Midir?. 37
Âyetlerden Alınacak Dersler37
Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler38
7. DERS TEMİZ ŞEYLERİN MUBAH, PİS ŞEYLERİN HARAM OLUŞU.. 38
Ayetlerin Lafzî Tahlili38
Ayetlerin İcmali Manaları38
Bu Âyetin, Bir Önceki Âyetle Münasebeti39
Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler39
Âyetlerdeki Şer'i Hükümler39
Birinci Hüküm: Murdar Bir Hayvanın Yalnız Eti Mi, Yoksa Herhangi Bir Uzuv Veya Parçasından Faydalanmak Mı Haramdır?39
İkinci Hüküm: Ölmüş Balık Ve Çekirgenin Hükmü Nedir?. 40
Üçüncü Hüküm: Hoyvon Kesildikten Sonra, İçinden Çıkan Ceninin Temizliği Hususunda Hüküm Nedir?. 40
Dördüncü Hüküm: Ölmüş Hayvan Eti Yemenin Dışında, O'nun Diğer Organlarından Faydalanmak Mubah Mıdır?41
Beşinci Hüküm: Hayvan Kesildikten Sonra Et Veya Damarlarda Akmo-Yıp Koloit Konin Hükmü Nedir?. 41
Altıncı Hüküm: Domuz'un Hangi Kısımları Haramdır?. 41
Âyetlerden Alınacak Dersler42
Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler42
8- DERS KISASIN İNSANLARA HAYAT VERİŞİ43
Ayetlerin Lafzı Tahlili43
Ayetlerin İcmali Manaları44
Ayetlerin Nüzul Sebebleri44
Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler44
Âyetlerdeki Şer'i Hükümler45
Birinci Hüküm: Hür, Köle İle. Müslüman Zımmi İle Kısas Yapılır İm?. 45
Latif Bir Münazara. 47
İkinci Hüküm: Baba, Oğlunu Öldürürse, Kısas Yapılır Mı?. 47
Üçüncü Hüküm: Bir Toplum, Bir Adamı Öldürürse, O Toplumun Tümü Kısas Yapılır Mı?. 48
Dördüncü Hüküm: Katil, Kısas Yapılırken Ne İle Öldürülür?. 48
Beşinci Hüküm: Kısas Hükmünü Kim İcra Eder?. 49
Âyetlerden Alınacak Dersler49
Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler49
9. DERS ORUCUN MÜSLÜMANLARA FARZ OLUŞU.. 50
Ayetlerin Lafzi Tahlili50
Ayetlerin İcmali Manaları51
Âyetlerin Nüzul Sebebleri51
Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler52
Ayetlerdeki Şer’i Hükümler54
İkinci Hüküm: Hangi Hastalık Ve Yolculuk, Oruç Yemeyi Mubah Kılar?. 54
Üçüncü Hüküm: Hangi Yolculuk, Oruç Yemeyi Mubah Kılar?. 55
Dördüncü Hüküm: Misafir Ve Hasta İçin Oruç Yeme, Ruhsat Mıdır, Yoksa Azimet Midir?. 56
Beşinci Hüküm: Yolculukta Oruç Tutmak Mı, Yoksa Açmak Mı Daha Fazilet İldir?. 56
Altıncı Hüküm: Kazaya Kalan Ramazan Orucunu, Diğer Bir Zaman Ara Vtrmeden Kaza Etmek Farz Mıdır?. 57
Yedinci Hüküm: «...Gücü Yetmeyenler Üzerine De Bir Yoksul Doyumu Fidye (Iczımdır)...» Âyetinde, «Gücü Yetmeyenlerden Maksat, Kimlerdir?. 57
Sekizinci Hüküm: Hamile Ve Emzikli Kadınların, Ramazan Orucu Tutup Tutamayacağı Hakkındaki Hüküm Nedir?57
Dokuzuncu Hüküm: Ramazan Ayının Başlangıcı Ne İle Tesbit Edilir?. 58
Onuncu Hüküm: Ramazan Ayı Hilalinin, Ülkelere Göre Doğuş Yerlerinin Farklı Oluşuna İtibar Edilir Mi?. 58
Onbirlnci Hüküm: Hata İle Ramazan Orucunu Bozan Bir Kimsenin Hükmü Nedir?. 59
Onlklnci Hüküm: Cünüblük, Oruç Tutmaya Engel Midir?. 59
Onüçüncü Hüküm: Nafile Oruç Tutan Kimse, Orucunu Bozarsa Kaza Etmesi Farz Mıdır?. 59
Ondördüncü Hüküm: L'tikâf Nedir Ve Hangi Camilerde Yapılır?. 60
Ayetlerden Alınacak Dersler61
Âyetlerdekı Teşri! Hikmetler61
10. DERS İSLAM'DA SAVAŞIN MEŞRUİYETİ62
Ayetlerin Lafzi Tahlili62
Ayetlerin İcmali Manaları62
Ayetlerin Nüzul Sebebleri62
Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler63
Ayetlerdeki Şer'i Hükümler63
Birinci Hüküm: Cihad, Müslümanlara Ne Zaman Farz Kılındı?. 63
İkinci Hüküm: Savaşı Meşru Kılan İlk Âyet Hangisidir?. 64
Üçüncü Hüküm: Mekke Hariminde Savaşmak, Mubah Mıdır?. 65
Latif Bîr Münazara. 65
Dördüncü Hüküm: "Haddi Tecavüz" Den Maksat Nedir?. 66
Ayetlerden Alınacak Dersler66
Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler66
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
11. DERS HACC VE UMRE YAPMA.. 67

Ayetlerin Lafzi Tahlili 67

Ayetlerin İcmali Manaları 68

Hacc Âyetlerinin, Daha Önceki Âyetlerle Münasebeti 68

Âyetlerin Nüzul Sebebleri 68

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 69

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler 69

Birinci Hüküm: Umre, Hacc Gibi Farz Mıdır?. 69

İkinci Hüküm: «İhsâr», Hastalık Ve Düşmanı Kapsar Mı?. 70

Üçüncü Hüküm: Umre Veya Hacc Niyetiyle İhrame Giren Kimsenin, Menâsikinl Yerinde Yapması Engellendiği Zaman, İhramdan Çıkmak İstediği Takdirde Ne Yapması Lazımdır? Kurban Kestiği Takdirde Nerede Kesecektir?. 71

Dördüncü Hüküm: Temettü Haccı Yapan Kimse, Kurban Bulamazsa Ne Yapar?. 71

Beşinci Hüküm: Temeddü Haccı İçin Kesilen Kurban, Hangi Şartlarda Vacibtir?. 72

Altıncı Hüküm: Ailesi, Mesctd-i Haramda Bulunmayanlar Kimlerdir?. 72

Yedinci Hüküm: Hacc Aylan, Hangi Aylardır?. 72

Sekizinci Hüküm: Hacc Aylarından Önce, Hacc İçin İhrama Girmek Caiz Midir?. 72

Dokuzuncu Hüküm: İhramlı İken Neleri Yapmak, Haramdır?. 73

Onuncu Hüküm: Arafatta «Vakfe» Yapmanın Hükmü Nedir? Ne Zaman Baslar?. 73

12. DERS HARAM AYLARDA, DÜŞMANLA SAVAŞMA.. 73

Ayetlerin Lafzi Tahlili 74

Âyetlerin İcmali Manaları 74

Ayetlerin Nüzul Sebebleri 74

Âyetlerin Tefsirindekı İncelikler 75

Ayetlerdeki Şer'! Hükümler 75

Birinci Hüküm: Haram Aylarda Savaşmak, Mubah Mıdır?. 75

İkinci Hüküm: Rlddet (İslâm'dan Dönme), İnsanın Amelini Yok Eder Mi?. 76

Âyetlerden Alınacak Dersler 76

13. DERS KUMAR VE İÇKİNİN HARAM EDİLİŞİ 76

Ayetlerin Lâfzi Tahlili 77

Ayetlerin İcmali Manaları 77

Âyetlerin Nüzul Sebebleri 77

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 78

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler: 79

Bîrincî Hüküm: «Sana Içkfyl Ve Kumarı Sorarlar...* Âyeti, İçkinin Haram Olduğuna Delalet «Der Mi?. 79

İkinci Hüküm: «Hamr (Şarap)» Nedir? Her Müskfr (Sarhoş Edici Şey)'e Hamr Denir Mi?. 79

Üçüncü Hüküm: Hangi Kumar Çeşitleri Haramdır?. 80

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler 80

14. DERS MÜŞRİK KADIN VE ERKEKLERLE EVLENME. 81

Ayetin Lafzı Tahlili 81

Âyetin İcmali Manası 81

Âyetin Nüzul Sebebleri 81

Âyetin Tefsirindeki İncelikler 81

Ayetteki Şer’i Hükümler 81

Birinci Hüküm : Kitap Ehli (Yahudi Ve Hristlyan) Kadınlarla Evlenmek Haram Mıdır?. 81

İkinci Hüküm: Müslüman Kadınlarla, Evlenmeleri Haram Olan Müşrikler Kimlerdir?. 83

Ayetten Alınacak Dersler 83

15. DERS AY HALİNDEKİ KADINDAN KAÇINMA.. 83

Ayetlerin Lafzi Tahlili 83

Âyetlerin İcmali Manaları 84

Âyetlerin Nüzul Sebe8leri 84

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 84

Âyetlerdeki Şer'i Hükümler 85

Birinci Hüküm: Ay Hail Olan Kadından Ne Kadar Kaçınılması Farzdır?. 85

İkinci Hüküm: Ay Halindeki Hammtyla Cinai Münasebette Bulunan Erkeğin, Nasıl Bir Kefaret Vermesi Lazımdır? 85

Üçüncü Hüküm: Kadınlarda Ay Hali, En Az Ve En Çok Kaç Gündür? , 86

Dördüncü Hüküm: Bir Kimsenin, Ay Halindeki Karısıyla Cinsi Münasebette Bulunması Ne Zaman Helaldir?. 86

Beşinci Hüküm: Adet Halindeki Kadının Neleri Yapması Haramdır?. 87

Ayetlerden Alınacak Dersler 87

16. DERS ÇOK YEMİN ETMEKTEN SAKINMA.. 87

Ayetlerin Lafzi Tahlili 87

Ayetlerin İcmali Manaları 88

Ayetlerin Nüzul Sebebleri 88

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 88

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler 89

Birinci Hüküm: «Lağv» Yemininden Maksat Nedfr? Kefareti Var Mıdır?. 89

İkinci Hüküm: İlâ Ve Şer'i Hükmü Nedir?. 89

Üçüncü Hüküm: İlâ Yeminiyle, Kadına Zarar Varme Düşünülür Mü?. 90

Dördüncü Hüküm: Ayette «Fey»den Maksat Nedir?. 90

Âyetlerden Alınacak Dersler 90

Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler 91

17. DERS İSLAM'DA TALAK.. 91

Âyetlerin Lafzi Tahlili 91

Ayetlerin İcmali Manaları 92

Ayetlerin Nüzul Sebebleri 92

Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler 93

İkinci Hüküm: Ayette, «Egrâ»Dan Murat Nedir?. 94

Üçüncü Hüküm: «Allah'ın Kendi Rahimlerinde Yarattığını Gizlemeleri Onlara Helal Olmaz» Âyetinin Anlamı Nedir? 95

Dördüncü Hüküm: «Boşanmış Kadınlar, Kendi Kendilerine Üç Hayız Vs Temizlenme Müddeti Beklerler...» Âyeti, Talak-ı Ricî {Bir Veya İki Talakla) Ve Talak-ı Bâin (Üç Talakla)le Tamamen Kocasından Ayrılan Kadınlar Hakkında Umumi Midir?. 95

Beşinci Hüküm: Talak-ı Ricî (Bir Veya İki Talak)'nin Hükmü Nedir?. 96

Altıncı Hüküm: Üç Telaki İfade Eden Bir Cümle İle Üç Talak Mı, Yoksa Bir Talak Mı Meydana Gelir?. 96

Yedinci Hüküm: Âyetteki, «Talak, İki Defadır.» Cümlesinden Maksat Nedir?. 98

Sekizinci Hüküm: Erkeğin, Ailesinden Talak Karşılığı Mal Alması Mubah Mıdır?. 98

Dokuzuncu Hüküm: Üç Talakla Kocasından Ayrılan Bir Kadının; Serî Hükmü Nedir? Kadının Kendisini Boşayan Kocasıyla, Tefcrar Evlenmesi Helal Midir?. 99

Onuncu Hüküm: Muhali» Nikahı, Sahih Midir?. 100

Âyetlerden Alınacak Dersler 101

Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler 101

18. DERS ÇOCUK EMZİRME. 102

Ayetin Lafzî Tahlili 102

Ayetin İcmali Manası 102

Ayetin Tefsirindeki İncelikler 102

Âyetteki Şer'i Hükümler 103

Birinci Hüküm: Âyette, «Anneler» Kelimesinden Maksat Nedir?. 103

İkinci Hüküm: Çocuğu Emzirmek, Anneye Farz Mıdır?. 103

Üçüncü Hüküm: Haram Olmayı Gerektiren Süt Emme Süresi, Ne Kadardır?. 104

Dördüncü Hüküm: Çocuk Emziren Kadının Nafakası, Nasıl Tesbit Edilir?. 104

Âyetten Alınacak Dersler 105

Âyetteki Teşriî Hikmetler 105

19. DERS KOCASI ÖLEN KADININ IDDET SÜRESİ 105

Ayetin Lafzı Tahlili 105

Ayetin Icmali Manası 106

Ayetin Tefsirindeki İncelikler 106

Âyetteki Şer'ı Hükümler 106

Birinci Hüküm: (Mevzumuz) Âyet, Kocası Ölen Kadının Bir Sene İddet Beklemesini Emreden Âyeti Nesheder Mi? 106

İkinci Hüküm: Kocası Ölen Hamile Kadının, İddet Süresi Ne Kadardır?. 107

Üçüncü Hüküm: İhdâd Nedir? Kocası Ölen Kadın, Ne Kadar Tahdid Yapar?. 107

Dördüncü Hüküm: Kadının İddet Beklemesi, Neden Farzdır?. 108

Âyetteki Teşrii Hikmetler 108

20. DERS İDDET SÜRESİNDE KADINA İŞARETLE DÜNÜR OLMA.. 109

VE KADININ EVLİLİKLE MİHRE HAK KAZANMASI 109

Âyetlerin Lafzi Tahlili 109

Ayetlerin İcmali Manaları 109

Ayetlerin Nüzul Sebebi 110

Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler 110

Ayetlerdeki Şer’i Hükümler 111

Birinci Hüküm: Iddet Bekleyen Kadına, Evlenmek Maksadıyla Talepte Bulunmanın Hükmü Nedir?. 111

İkinci Hüküm: İddet Bekleyen Kadınla Yapılan Nikah Sahih Midir Yoksa Fasit Midir?. 111

Üçüncü Hüküm: Evlendikten Sonra Cinsi Münasebette Bulunmadan Boşanan Bir Kadının Hükmü Nedir?. 112

Dördüncü Hüküm: Mut'a (Nakit Para Veya Mao'mn Her Boşanan Kadına Verilmesi Farz Mıdır?. 112

Beşinci Hüküm: Mut'a Nedir Ve Miktarı Ne Kadardır?. 113

Ayetlerden Alınacak Dersler 113

Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler 113
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
21. DERS FAİZİN SOSYAL ZARARLARI 114

Âyetlerin Lafzî Tahlili 114

Âyetlerin İcmali Manaları 114

Âyetlerin Nüzul Sebebi 115

Âyetlerin Tefsırindeki İncelikler 115

Faizin, Haram Oluş Merhaleleri 116

Birinci Merhale: 117

İkinci Merhale: 117

Üçüncü Merhale: 117

Âyetlerdeki Şer'ı Hükümler 117

Birinci Hüküm? İslâm'da Haram Kılınan Riba Nedir?. 117

1. Riba Nesie: 117

2. Rlba Fadl: 118

İkinci Hüküm: Faiz Miktarı Az Olursa Mubah Mıdır?. 118

Ayetlerden Alınacak Dersler 119

Ayetlerdeki Teşri’ Hikmetler 119

1. Faizin Ferdi Zararları: 119

2. Faizin Sosyal Zararları: 119

3. Faizin Ekonomik Zararları: 120
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
BAKARA SURESİ


2. DERS SİHRİN ŞERİATTAKİ YERİ VE HÜKMÜ


101 — Onlara ne zaman Allah katında - nezdierlndeki (kKabı) tasdik edici (ve doğrulayıcı) • bir peygamber geldiyse kendilerine kitap verilen (o kimselerden bir güruh sanki onlar (hakikati) bilmiyorlarmış gibi Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına atmış (ondan yüz çevirmişidir.

102 — Şeytanların; Süleyman'ın mülk (ü saltanat ve nübüvveti) aley*hine uydurup takip ettikleri şeylere (yalanlara) uydular. Halbuki Süleyman asla kafir olmadı. Fakat o şeytanlar kafirdirler ki insanlara sihri (büyücülü*ğü) ve Babil'deki iki meleğe, Harut ve Marut'a indirilen şeyleri öğretiyor*lardı. Halbuki onlar (o iki melek): «Biz ancak fitneyiz. (İmtihan tem gön-derllmişizdir) Sakın (sihir, büyü yapıpta) kafir olma» demedikçe hiçbir kim*seye (sihir) öğretmeklerdi, işte onlardan (o iki melekten) koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğrendiler. Halbuki (sihirbazlar) Allah'ın İzni ol*madıkça onunla hiçbir kimseye zarar verici değillerdir. Onlar ise kendileri*ni zarara sokacak, onlara faide vermeyecek şeyleri öğreniyorlardı. Andol-sun, onlar muhakkak biliyorlardı ki onu (sihri) satınalan (ona revaç veren) kimsenin ahiretten hiç bir nasibi yoktur. Onların kendilerini cidden ne kö*tü şey mukabilinde satmış okluklarını bilmiş olsalardı.

103 — Eğer onlar (yahudiler, Peygombere ve Kur'ana) İman edipte (sihir yapmak gibi günahlardan) sakınmış olsalardı, Allah katından (ka*zanacakları) sevab, (haklarında) elbet daha hayırlı olurdu. Eğer bunu bil*selerdi.



Ayetlerin lafzı Tahlili


(Nebeze): Lügatta nebz kelimesi atmak anlamınadır. Nite*kim Cenab-ı Hak'ın: «Nihayet onu da, ordularını da yakalayıp attık...» (Za-riyat: 40) ayeti de bu anlamı teyit eder. Atılan bir şeye «menbuz» denildiği gibi sokağa aülan gayri meşru çocuk için de bu tabir kullanılır.

(Verâe zuhûrihim): «Onlar sırtlarının arkasına atmışlardır». Bu cümle Araplar arasında bir kimsenin bir şeyi beğenmeylp ondan yüz çevirmesi anlamına kullanılan bir darb-ı meseldir. Cenab-ı Al*lah şu ayetiyle buna işaret eder: «Şuayb «ey kavmim» dedi. Size göre benim kabilem mi AKahtan daha .şereflidir ki onu (tutup) arkanıza atılmış (değersiz) birşey edendiniz?...» (Hud: 92)

(Keennehüm lâ ya'lemune): «Sanki onlar (haki*kati) bilmiyorlarmış gibi...» Ayetteki bu cümle, onları bilgisiz kişilere ben*zetmek İçindir. Zira bitmeyen kişi, kendisine faydalı birşey de olsa önem vermez. Bu açıklamadan sonra ayetin anlamı şudur: Onlar sanki Allah (cc) tnrafından mübarek elcisine indirilen bir kitap olduğunu biliyorlarmış gibi Onun^ kitabını inatlarından atarak amel etmeyi terkettiler.

(Vettebeû): «Uydular», ittiba kelimesinin fiil haline getiri*lerek cümlede çoğul olarak kullanılmasından anlaşılan, kitap ehlinden o-lon yahudilerdir. Zemahşeri. incelediğimiz kelimenin bulunduğu ayetin tef-•Iriyle ilgili olarak şöyle der: «Onlar Allah'ın kitabını atarak şeytanların okuduklarına uydular.» [1]

(Tetlû): «Okurlar». Tetlû kelimesi, doğrudan bir şeyi okuma manasına geldiği gibi rivayet, uyma ve konuşma manalarına da gelir. Bu*na göre ayetin manası şudur: «Onlar, Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına atarak şeytanların. Hz. Süleyman devrindeki sihir ve hokkabazlıklarla II-fllli rivayet ettikleri, konuştukları ve okudukları kitaplara uyarlardı.»

(Eşşeyâtinü): «Şeytanlar» Şeyâtîn kelimesi, müfessirlerin bir kısmına göre cinlerden olanları, diğer bir kısmına göre ise şeytan gibi olan insanlardan meydana gelenleri ifade ederse de tercih ettikleri, insan ve cinlerden olanlardır. Tercih edilen bu görüşü Allah (cc)'ın şu buyruğu da doğrulamaktadır.: «Biz (sana yaptığımız gibi) her peygam-berede insan ve cin şeytanlarını böylece düşman yaptık. Onlcrdan kimi ki*mine, aldatmak için, yaldızlı bir tekim söz (ler ve vesveseler) telkin eder » (Enam: 112) [2]

(Alâ mülki Süleymâne): «Süleyrr.tn'ın mülkü zamanından Süleyman ibranice bir kelimedir. Âlûsi bu kelime için: «Süley*man kelimesi. Arap dilinde olmayan bir kelimedir. Mâhân ve Şaman keli*meleri gibi» der.

(Essihre): «Sihir, büyü» Bu kelimeyle ilgili olarak El-Ezheri: «Sihrin aslı bir şeyin gerçek hüviyetinin değil de onun evrilip çev*rilip başka türlü gösterilmesidir» der. [3]

Kurtubi ise: “Aslında sihir hile ile bir şeyi örtmektir. Zira sihirbaz, hile ile bir takım şeyler yaparak, sihir yapılan kimseye, bazı şeyleri olduğundan başka türlü gösterir. Serabın uzaktan su görünmesi gibi, sihir de gerçek dışıdır.” demektedir.

Alusi’ye göre sihir, bir ilimdir. Bu bilgi ile harika şeyler yapılabilir.[4]

Cessas da “Abdullah b. Ömer (r.a.) şöyle diyor: “Rasulullah’ın (s.a.v.) huzuruna bir gün iki kişi geldi. Bunlardan birisi, öyle bir konuşma yaptı ki, cemaat hayrete düştü. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.) “Öyle konuşma vardır ki adeta sihirdir, insanı büyüler.” buyurdu. Devamla “Halife Ömer b. Abdulaziz (r.a.)’ın huzurunda bir kimse öyle bir konuşma yaptı ki, oradakiler sanki büyülenmiş gibi oldular. Bunun üzerine halife şöyle dedi: “Bu tip konuşmalar sihir gibi olmasına rağmen helaldir.”[5] diyor.

(Fitnetün): “Fitne” kelimesi, tecrübe ve imtihan etme manalarını taşır. Arapların şu ifadesinde de bu anlaşılır. “Altını, ateşte tecrübe ederek curufunu ayırdım.”

El-Ezheri, fitnenin hangi manaya gelirse gelsin imtihan ve tecrübe manalarını taşıyacağını Allah’ın şu buyruklarıyla isbat eder. “Mallarınız da, evlatlarınız da sizin için ancak bir imtihan (mevzuu)dır…” (Teğabun: 15) “Andolsun, biz onlardan evvelkileri de imtihan etmişizdir.” (Ankebut: 3)[6]

Cessas ise fitneyi izah ederken: “Bir şeyin hayır veya şer olduğunun açıklanmasına fitne denir. Zira bir şeyin hayır veya şer olduğunun açıklanmasına fitne denir. Zira bir şeyin hali, durumu açıklanırsa o şey hakkında malumat (bilgi) edinilmiş olur.” der.[7]

(Felâ tekfür): “Kâfir olma” Sihri öğrenip kullanmakla “kâfir olma” anlamındadır. “Felâ tekfür”ün tefsiriyle ilgili olarak Zemahşeri: “Sihrin gerçek olduğuna inanaraköğrenen kâfir olur” diyor.

(Bi iznillâhi): “Allah’ın iradesiyle” Ayetteki bu ifade, sihirde geçici bir zararın olduğuna işaret eder. Ancak Cenab-ı Hak dilerse, sihirbaz ile sihir yapılanın arasına sihrin tesir etmemesi için bir perde koyabilir. Dilerse koymayabilir. Ancak sihir Allah’ın takdir buyurduğu ölçüde tesir edebilir. Selefin[8] görüşü bu yoldadır.

(Lemenişterâhü): “Onların sattıkları” Alusi: “Onlar şeytanların okuduklarını, Allah’ın (c.c.) kitabıyla değiştirmişlerdir.”[9] diyor.

(Halagin): “Nasib” Lugatta nasib anlamında kullanılan bu kelimeyi Cenab-ı Hak ta Kur’an’da aynen kullanmıştır: “…Artık o insanlardan kimi ‘Ey Rabbimiz, bize (nasibimizi) dünyada ver’ der ki onun ahiretten nasibi yoktur.” (Bakara: 200)

Zeccac’a göre bu kelime çoğu kez hayır’da kullanılır. Bazen de şer için kullanıldığı vakidir.[10]

(Şerev): “Satmak.” Ayette satma anlamında kullanılmıştır. Satın alma manasına da kullanılır. İki zıt manada kullanılan kelimelerdendir.

(Lemesubetun): “Sevab.” Cenab-ı Allah onlara iman ve takvalarından ötürü sevap verecektir. [11]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Ayetlerin İcmali Manaları


Yahudi alimleri ve danışmanları, Allah’ın kulu ve elçisi Hz. Musa’ya (a.s.) inzal edilen Tevrat’a sırtlarını çevirdikleri gibi, torunları da Hz. Muhammed’eindirilen ve Tevrat’ta olanları tasdik eden Kur’an’a sırtlarını çevirdiler.

Onlara, dedelerinden azgınlık, inatçılık ve kibirlilik irsiyet yoluyla geçmiştir. Bunda hayret edilecek bir şey yoktur. Yahudiler bilmiyorlarmış gibi Allah (cc)'ın elcisine indirmiş olduğu kitaba sırtlarını çevirerek, şeytan*ların Hz. Süleyman (s.a.v.) zamanından kalma sihirle ilgili kitap ve rivayet*lerine uydular. Halbuki Hz. Süleyman (sav) ne sihirbazdı, ne de sihri öğ*renmekle kafir olmuştu. Şeytanlar insanlara vesvese vererek, kendilerinin gaybı bildiklerini zannettiriyorlar. Ve sihri onlara öğretiyorlardı. Böylece sihir halk arasında iyice yaygınlaştı. Cenab-ı Hak, sihrin böyle yaygın*laştığı bir zamanda Babil'p iki melek (Harut ve Marut) gönderdi. Yahudi büyüklerinin bazıları bunlara uydular. Bu iki melek halka sihri, sihir yap*mak için değil, sihri bozmak ve mucize ile sihir arasındaki farkı açıklamak için öğretmeye başladılar.

Cenab-ı Hak, kullarını istediği gibi imtihan edebilir. Nitekim «Tâlût»un kavmini akarsu ile imtihan ettiği gibi.

Hz. Süleyman (sav) devrinde sihir o kadar yaygınlaştı ki sihirbazlar, halka görmediği ve bilmediği bazı şeyleri gösterdiler. Bundan dolayı halk. gönderilen peygamberlerin mucizelerinden şüpheye düştü, işte o zaman Allah (cc), Babil'e sihir yapma yollarını öğreten, iki melek gönderdi. Bu iki melek, halkın şüphesini ortadan kaldırdılar, ve halka sihir yapmayı öğ*rettiler. Yalnız, sihir öğrenenlere bunları kötü yolda kullanmamalarını tav*siye eder ve şu telkinatta bulunurlardı: «Sihir yapmakla kafir olmayın. Bu Cenab-ı Allah'ın bir imtihanıdır. Allah (cc)'tan sakının. O'nu halka zarar verecek şeylerde kullanmayın». Her kim sihrin zararlarından korun*mak için öğrenir ve halkı da zararlarından korursa, kurtuluş yolunda ve iman üzerinde sabit kalır. Eğer bir kimse de sihrin sahih olduğuna ina*narak öğrenir ve onunla halka zarar verirse, doğru yoldan sapar ve kafir olur. Sihri iki türlü kullanmak böylelikle mümkündür, iyi niyetle kullanan*lar, onun zararlarından hem kendilerini hem de halkı korumuş olurlar. Kötü maksatla kullananlar, karı-koca arasını acar, halkın arasına kin ve düşmanlık tohumlarını atarlar. Bunlar, böylelikle hem dünyalarını, hem ae ahiretlerini yıkmış olurlar. Her kim bu tür kötü işlere tevessül ederse ahi-retten nasibi olmayacağını bilir. Bunlarda anlayış ve idrak bulunsa, ebe*dî hayatlarını dünyadaki küçük menfaatler karşısında satmazlardı. Eğer sihir öğrenenler, Allah (cc)'o iman edip O'nun azabından korksalardı. on*lara daha büyük mükafatlar verilirdi. [12]



Ayetlerin Nüzul Sebebleri


Bununla ilgili olarak İbn-i Cevzî: «Ayetin nüzul sebebiyle alakalı iki rivayet vardır:

Birincisi: Yahudiler. Resulullah (SAV)'dan ne sorarlarsa cevabını a-lırlardı. Bir gün «sihri» sordular ve tartışmak istediler. Bu esnada bu âyet nazil oldu. Bu rivayeti Ebul Âliye (ra) demiştir.

ikincisi: Hz. Süleyman (sav)'in ismi Kur'anda geçince Medine yahu-Hllorl; «Muhommed (sav), Hz. Davud (sav)'un oğlu Süleyman (sav)'ı pey*gamber zannediyor. Allah (cc)'a andolsun ki o sihirbazdı. Başka birşey değildi» dediler, işte bunların sözlerini tekziben bu âyet nazil oldu. Bu rivayeti İbn-i İshak demiştir» [13] demektedir. [14]



Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler


Birinci incelik: Bu ayetler, yahudilerin ne kadar kötü. bozguncu ve iararlı olduklarını göstermektedir. Sihri yalnız yahudiler bilirdi. Sihrin ta*rihi, yahudilerin yeryüzüne yayılmasıyla başlar. Onlar, Allah (cc)'ın kita*bını sırtlarının arkasına atarak sihir yoluyla halkın inançlarını yok etmeğe ve akıllarını bozmaya çalışmışlardır. Her fitnenin ve şerrin arkasında ya*hudiler vardır. Kur'anı Kerim, yahudilerin o kötü hallerini, engüzel bir şe*kilde tasvir eder: «...Onlar ne zaman harb için bir ateş tutuşturdularsa Allah, onu söndürdü. (Kendilerini daima yenilgiye uğrattı). Yeryüzünde h«p (fesatçılığa koşarlar onlar. Allah im fesatçı olanlan sevmez». (Mâide: 64)

İkinci incelik: Ebu Hayyan: «Kim Allah'a, meleklerine, peygamberleri-n«, Cebrail'e Mikail'e düşman olursa şüphesiz Allah ta o gfci kafirlerin düşmanıdır.» (Bakara. 98) «Andolsun biz sana apaçık âyetler indirdik. On*ları fasıklardan başkası inkar etmez» (Bakara: 99) gibi ayetler ile yahudile-rn ahiretlerini bozmaları, Allah'ın kitabına sırt çevirmeleri, şeytanlara uy*maları, hic menfaati olmayan her yönüyle zararlı olan bilgileri öğrenmeleri hususlarını ihtiva eden âyetler, nasıl Allah (cc)'ın vaid (kötü İşler yapan*ları korkutmasını kapsıyorsa bu ayetlerin hemen arkasından Allah (cc)'ın •n güzel vaadini iman edip takva üzere yaşayanlara müjdeleyen ayeti gel*miştir. Tüm bu âyetlerin vaid'i, vaadi talep etmeyi, korkutmayı ve müj*deyi bir araya toplaması, bir gaybdan sonra başka bir gaybdan haber ver*mesi ve kafirlerin bozuk inançlarından doğan kötü hal ve hareketlerini sıralaması insanların aklına hayret veren harika bir ahengi göstermek*ledir. Yine bu ayetler hiçbir kitap okumayan, hiçbir hocadan ders almayan, bilgi toplamak için hiçbir yere gitmeyen hiçbir danışman ile arkadaşlık, yapmayan ve ümmi olan Resulullah (SAV)'a her zaman vahiy geldiğini ve her konuştuğunun vahiy gereği olduğunu gösterir: «Kendi (rey'ü) hevasıntfan konuşmaz, O. O, kendisine (Allah'tan) lika edllegelen bir vahiyden başkası değildir.» (Necm: 3-4) Resulullah (SAV)'a engüzel tahiyye (sena ve dua)yı sunmakla şeref duyarım» [15] demektedir.

Üçüncü incelik: «Kitap ehli olan kimselerden bir güruh, Allah kita*bını sırtlcrmın arkasına erimiş (ondan yüz çevirmişidir» Ayette «atma» an*lamına gelen «nebz» tabiri yahudilerin haddi fazlasî ile aştıklarını ve çir*kin bir vaziyette bulunduklarını gösterir. Çünkü onlar, Kitabullah'a tama*men yüz çevirip emirlerini yaşamaz olmuşlardır. Hatta yahudiler, sihrin ve hokkabazlığın çeşitli türlerini gösteren batıl şeyleri tutarak onlarla a-mel ediyorlardı. Dolayısıyla Kitabullah'ı beğenmiyor ve Onunla alay eden bir tutum içersinde oluyorlardı.

Seyyid Kutub bu âyetin tefsiriyle ilgili olarak «Kendilerine kitab ve*rilenler. Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına üzerine atanlardır» âyetinin manası, gayet tabii ki inkâr edip amel etmekten uzaklaşmaktır. Âyetin üslûbu, manayı zihin sahasından hayat sahasına intikal ettiriyor. Ve on*ların hareketini gözle görülür bir şekilde canlandırıyor. Yahudilerin, Allah'*ın kitabını arkalarına atmalarını, nankörlük ve inkarla dolu. ahmaklık ve katılığın belirdiği sui edeb ve hamlığın birleştiği çirkin bir tablo halinde beyan ediyor, öyle ki bu çirkin tabloyu tefekkür etmeye dahi zaman bırak*mıyor. "El ile hareket ederek sırt üstü atma».yı «nebz» kelimesi ifade edi*yor.» [16] demektedir.

Dördüncü incelîk: Ayette sihrin, şeytanla beraber anılmasından, si» hirde, cinlerin kötülerinden yardım istendiği anlaşılıyor. Şeytanlar, halka} gaybı bildiklerini ihsas ettiriyorlar. Halktan bir kısmı da onların İddiaları' nı onaylayarak sıkıntılı günlerinde onlara sığınıyor ve yardım bekliyorlar. Cenabı Allah (cc)da bu görüşü: «Filhakika şu da var: insanlardan bazı k'mseler, cinlerden bazı kişilere sığınırlar. Demek bu suretle onların ar*gınlıklarını (şımarıklıklcrını) artırmışlcr.» (Cin: 6) âyetiyle teyit ediyor. Bun*dan dolayı sihirde, habis ruhlar (cinler)'den faydalanma meşhurdur.

İbn-i Cerir ve Hâkim, İbn-I Abbas (r.a.)'tan şu hadis-i şerifi nakle*derler: «Şeytanlar göklere çıkıp oradaki alemde konuşulanları dinlerler*di. Orada bir söz duyduklarında, ona bin tane yalan ilave ile halkın kalb-lerine atarak, onları iğfal ederlerdi. Daha sonra bu sözleri ile yalanlarını derleyerek kitab halinde tedvin etmişlerdi. Cenab-ı Allah (cc), bunların yaptıkları bu çirkin İşleri Hz. Davut (sav)'ın oğlu Hz. Süleyman (sav)'a bilıllrdl. Hz. Süleyman (sav), onların derledikleri kitabı alarak kürsüsünün altına koydu. Hz. Süleyman (sav)'m vefatından sonra kitabını tekrar ele unçiren şeytan, halkın içerisinde konuşarak «Size Hz. Süleyman (sav)'ın hiç kimsede benzeri bulunmayan ve muhafaza edilen hazinesini çıkara*yım mı?» diye sordu. Halk: «Evet. bize çıkar» dediler. Halk, şeytanın hazine diye çıkardıkları şeyin sihirle ilgili bir kitab olduğunu gördü.» [17] Ve halk onu, çoğaltarak her tarafa yayılmasına yardımcı oldu.

Allah (cc) da, Hz. Süleyman (SAV)'ın sihirle ilgili görüş ve hareketle*rini dersimizin başındaki ayetlerle bize bildirmektedir.

Beşinci incelik: Ayetin «Halbuki Süleyman asla sihir yapmadı» yerine •Halbuki Süleyman asla kâfir olmadı» şeklinde gelişi, sihrin çok kötü v« çirkin olduğunu göstermektedir. Buradaki küfürden maksat da sihirdir.

Haccı emreden ayette, Haec yapmaya gücü yetipde yapmayanlar hak*kında (terk etti) yerine «Kim küfrederse şüphesizki Allah âlemlerden gani (müstafini)dir» cümlesinde (Küfrederse) tabiri kullanılmıştır. Halbuki küfür tabiri, gücü yetipte Haccı terk etmenin çok çirkin bir şey olduğunu gös-lermek için kullanılmıştır.

Âyette sihir keiimesi yerine küfür [18] kelimesinin kullanılması, halkı nlhlrden nefret ettirmek, sihrin büyük günahlardan olduğunu göstermek ve küfre yaklaşmaya vesile olacağını açıklamak içindir.

Nitekim: «Biz ancak fitneyiz (imtihan için gönderilmişedir) Sakın (si*hir, büyü yapıpta) kâfir olma» ayetinde de sihrin küfre götüren sebepler den olduğu gösterilmiştir.

Altıncı İncelik: «Bir gün Resulullah (SAV)'ın huzuruna iki kişi geldi. Onlardan birisi öyle bir konuşma yaptı ki oradakiler bu hitabet karşısın*da adeta büyülenmiş gibi oldular ve hayrete düştüler. Resulullah (SAV) yanındaki sahabelere: «Gerçekten bazı konuşmalar sihirdir» buyurdu. Bu luıdis-l şerif sihrin insanları hayrete düşürdüğü gibi güzel konuşmanın da hayrete düşüreceğini gösterir. Çoğu kez basit bir mevzuuda dahi ly| bir hitap, halkın dikkatini çeker.

Resulullah (sav) güzel konuşmayı, kötü olan sihre niçin benzetmiştir? Hasulullah (sav)'ın bu benzetişi hakiki olmayıp mecazidir. Çünkü Hatip, halkın kalbini güzel konuşmasıyla kendine doğru çeker. Sihirbazın, sihriy*le cahil ve bilgisiz kişilerin kalbini kendine doğru çektiği gibi. Bundan ötürü Resuluilah (sav), iyi bir konuşmayı sihre benzetmiştir.

Yedinci incelik: Sihri, inanarak yapmak küfür, inanmayarak yapmak haram olduğuna göre, Babil'e gönderilen melekler (Harut ve Marut) onu halka niçjn öğretmişlerdir? Bu soruya şöyle cevap verilebilir. Onlar sihri insanlar yapsınlar diye değil, zararlarından korunsunlar diye öğretmiş*lerdir. Zira serden kaçınmak için şerri öğrenmek ve öğretmek, İyi bir şey*dir. [19] Nitekim şair. şiirinde bunu şöyle dile getiriyor: «Şerri şer için de*ğil, serden korunmak için öğrendim. Zira şerri bilmeyen kişinin şerre düş*mesi her zaman mümkündür.»

Hz. Ömer (ra)'e; «filan kişi şerri bilmiyor» denilince O «O'nun şerre düşmesi daha iyidir» diyor.

Âlûsî ise «O meleklerin sihri öğretmeleri, halkı imtihan etmek ve si*hirle mucize arasındaki farkı göstermek içindir» der. [20]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Ayetlerdeki Şer'ı Hükümler


Birinci Hüküm: Sihrin Gerçekten Tesiri Var Mıdır?


Alimler, sihrin varlığı hakkında ihtilafa düşmüşlerdir. Sihir, gerçekten varolan bir şey mi, yoksa el çabukluğu ile yapılan bir hokkabazlık mı? Ehl-i sünnet vel cemaat alimlerinin cumhuru (çoğu) sihrin var olduğu ve tesirinin de bulunduğu görüşündedirler.

Ehl-i sünnetten diğer bazı alimler ile Mu'tezile alimleri ise. sihrin ger*çekte olmadığı, ancak aldatma, saptırma ve el çabukluğu ile yapılan bir hareket olduğu görüşündedirler. [21]



Sihir Türleri


Birincisi: Hayal göstermek ve aldatmak yoluyla sihir yapma

Bunu bazı hokkabazlar, el çabukluğu ile yaparlar. Mesela: insanların gözü önünde bir serçeyi keser, daha sonra aynı serçeymiş gibi diğerini havaya uçururlar. Halbuki kesilen serçe, uçan değil, onun yanında bulu*nan diğer serçedir. Zira sihirbaz el çabukluğu ile kesileni saklamış, kesilmeyeni uçurmuştur. Firavun'un, Hz. Musa (sav) ile yapmış olduğu müca*delede, kendi sihirbazlarının göstermiş oldukları sihirlerde bu türdendi, öyle ki onlar (sihirbazlar), ellerindeki deri ve köselelerden içi boş bir şe*kilde yapılmış baston ve urganların içine civa doldururlardı. Ve sinir yapılan yerin altını dehliz şeklinde yaparak içine ateş koyarlardı. Buranın üzerine atılan urgan ve bastonlar içindeki civanın genleşmesiyle canlanı*yorlardı. Civa ısı dolayısıyla genleşince, içinde bulunduğu baston ve ur*ganları ileriye veya geriye hareket ettiriyordu. Bunu gören halk bunların yılan clduğunu zannediyordu.

İkincisi: Tesadüfler yoluylo, falcılık ve gaybı bilme iddiasıyla sihir yap*ma

Bu tür sihri de gaybı bildiğini iddia edenler ve falcılar yaparlar. Zira onlar, halkın sırlarını bilmek için bazı kişileri görevlendirirler. Halktan bi*rici bunların yanına geldiği zaman, yandaşlarından aldıkları bilgilerle, gelen şahsın bazı gizli taraflarını kendisine konuşurlar. Bu konuştuklarını cinler vasıtasıyla elde ettiklerini iddia ederler. Cinleri de okumayla celbettlklerl-ni ve bu yolda çalıştırdıklarını söylerler. Hatta gaibten haberleri de onlar vasıtasıyla aldıklarını savunurlar. Halkı kendi yaptıklarına böylece inan*dırırlar. Bunların yaptıkları ve söyledikleri, cinlerin haber verdikleri dnğll, daha önce yandaşlarının halkın ahvalini kontrol ile topladıkları bilgilerin neticesidir.

Üçüncüsü: Koğuculuk ve ifsat yoluyla sihir yapma

Cessas; «Bu tip sihir, halk arasında çok yaygındır. Bir gün kadının birisi, diğer bir kan-kocanın arasını açmayı düşünmüş. Evli kadına ge*lerek «kocanızın başka bir kadınla ilişkisi var, seninle iyi geçinmemesi, onunla evlenecek olmasındandır. Sana öyle bir büyü yapacağım ki, ko*canız sizden başka hiçbir kadınla ilişki kurmadığı gibi başka kadınların yüzlerine bile bakmayacaktır. Yalnız senden isteğim, kocanız uyuduğu za*man, çenesi altındaki tüylerden üç tanesini ustra ile kesip bana getirmen-dir» demiş. Kadını aldattıktan sonra, bu defa kocasına giderek «Seni çok seviyor ve aile hayatından endişe ediyorum. Çünkü başka bir erkekle ev*lenmek kaydıyla anlaşan eşiniz, siz uyurken ustra ile boğazınızı kesecek*tir. Onun için, bu gece çok uyanık olmalısınız» demiş. O adam da yata*ğına girdikten sonra uyuyor gibi davranmış. Bir ara gözlerini açıp bak*tığında, eşinin başucunda ustra ile beklediğini görmüş. Hemen «Allah (cc), o kadından razı olsun, eğer beni ikaz etmeseydi, gerçekten sen beni kesecekmtşsln» diyerek hanımının etinden aldığı ustra ile onu kesmiş. Hanımının öldürülme haberi akrabalarına ulaşınca onlar da gelip kocasını öldürmüşler. Bu olay. koğuculuğun da, sihrin bir türü olduğunu gösterir.» der.[22]

Dördüncüsü: Hile yoluyla, sihir yapma

Bu sihir çeşidi, insanların akli dengesini bozacak veya düşünce ve zekasına tesir edecek bazı gıda maddelerinin yedirilmesi ile yapılır. Tıp kitaplarında, merkebin beyni bazı ilaçlarla birlikte bir kimseye verildiği za*man onun akli dengesinin bozulacağı ve düşünce kabiliyetinin azalacağı yazılıdır. Bunu yiyen insanın yaptığı işlerde bir intizam yoktur. O insan sihir yapılmış gibi bir hal alır. Bu ve buna benzer olaylar, sihirbazlığın ger*çekte aldatma, koğuculuk, tesadüf ve hile yoluyla yapılan şeylerden başka bir şey olmadığını gösterir. Bunların, gerçekte hiçbir şey yapamadıkları crtadadır.

Ebu Bekr el-Cessas bu hususta; «Daha önce de açıkladığımız gibi si*hirbazlar tarafından yapılanlar, gerçekle ilişkisi olmayan bir takım hile ve benzeri şeylerdir. Eğer sihirbazların, iddia ettikleri gibi insanlara menfaat ve zarar verme, havada uçma, gaybı bilme, uzak yerlerden haber verme, çalınan ve nerede saklandığı bilinmeyen bir mal hakkında bilgi verme ve bunun gibi hususlarda güçleri olsaydı, bunların yer altındaki hazineleri çıkarmaları ve halktan hiçbir şey beklememeleri lazım gelirdi. Halbuki sihirbazlar, mali bakımdan en kötü durumdadırlar. Halkı kandırarak para kazanmak zorundadırlar. Bu da gösteriyor ki, onların hiç biri iddialarını yapacak güçte değildir» demektedir. [23]

Mu'tezlle'nln delilleri

Mu'tezile'nin, sihrin gerçek dışı olduğuna dair iddialarının delillerini kısaca zikredeceğiz.

A. «(Musa): «Siz atın» dedi. Vakta ki attılar, halkın gözlerini büyüledl-ler, onlara korku saldılar, büyük bir sihir (meydana) getirmiş oldular»

(A'raf: 16)

B. «(Musa) dedi: «Hayır, siz atın». Bir de ne görsün: Onların ipleri ve değnekleri, sihirleri yüzünden, kendisine hakikat koşuyormuş hayalini ver*di. (Tâhâ: 66)

C. «Elindekini bırakıver. Bu onların yaptıklarını yutar. Çünkü onların •anat diye ortaya attıkları ancak bir büyücü tuzağıdır. Büyücü ise nert-d« olsa felah bulmaz.» (Tâhâ: 69)

Birinci âyet; sihrin gözle görülen birşey olduğunu, ikinci ayet; sihrin gerçek değil, hayal olduğunu, üçüncü ayet ise; sihirbazın hak üzere ola*mayacağını dolayısıyla sihirbaz için kurtuluşun mümkün olmayacağını gös*terir.

D. Mu'tezile özetle şöyle demektedir: «Eğer sihirbaz, suyun üzerinde yurüse, havada uçsa veya toprağı anında altına çevirse. Peygamberlerin mucizelerine inanmak batıl birşey olurdu. Ve onlara lüzum kalmazdı. Hak İle batıl'da birbirine karışırdı. Peygamber ile sihirbazı birbirinden ayırmak mümkün olmazdı. Dolayısıyla her kişinin gösterdikleri hakikatler aynı feyler olurdu.»

Cumhur'un delilleri

Alimlerin cumhur'unun, sihrin gerçek olduğuna ve tesirinlnde bulun*duğuna dair delillerini kısaca zikredeceğiz.

A. «Musa): «Siz atın» dedi. Vakta ki attılar, halkın gözlerini büyült-diter, onlara korku soldıla.r, büyük bir sihir (meydana) getirmiş oldular.»

(A'raf: 116)

B. «...işte onlardan (o iki melekten) koca ile karısının arasını ayıra*cak şeyler öğrendiler...» (Bakara: 102)

C. «...Halbuki (sihirbazlar) Allah'ın izni olmadıkça onunla hiçbir kim-•eye zarar verici değillerdir...» (Bakara: 102)

D. «Düğümlere üfüren (nefes)lerin şerrinden» (Felâk: 4)

Birinci ayet; sihrin gerçek olduğunun isbatı için delildir. Zira «büyük bir sihir (meydana) getirmiş oldular.» cümlesi bunu gösterir. İkinci ayot; »Ihrln gerçekten var olduğunu gösterir. Ki onunla karı-koca arası açılıyor Ve aralarına düşmanlık gibi hoş olmayan şeyler sokuluyor. Üçüncü ayol; sihrin zararlı olduğunu isbat eder. Yalnız bu zarar vermenin de Allah (oo)'= in dileğiyle clacağına işaret vardır. Dördüncü ayet; sihrin tesirinin büyük olduğunu, hatta bizimde sihirbazların üflemesiyle düğümlediklerl sihirlerin şerrinden Allah (cc)'a sığınmamızı emrediyor.

Alimlerin cumhuru; «Resulullah (sav) efendimize bir yahudi tarafın*dan sihir yapıldı. Yapılan sihrin etkisinde kalan ve şikayetçi olan Resulullah (sav) efendimize. Cebrail (sav) gelerek. «Sana yahudilerden bir kimse sihir yapmıştır ve onuda filan yerdeki kuyunun içinde bir taşın altına saklamıştır,» dedi. Resulullah (sav) efendimiz de o kuyuya adam gönde*rerek o Sihri çıkarttırdı. Yapılan düğümleri teker teker (Muavtezeteyn) Fe-lök ve Nâs surelerini okuyarak çözdü. Böylelikle daha önce şikayetçi oldu*ğu rahatsızlıklar ortadan kalkmış oldu» Hadis-i şerifini sihrin var olduğuna ve tesirinin de bulunduğuna delil olarak getirirler. Böylelikle iddalartnı is-batlamış olurlar.

Ehl-i sünnet vel cemaat ile mu'tezilenin delillerini karşılaştırdığımızda en kuvvetli delilin cumhur'unki olduğunu görürüz. Zira sihir gerçekten var*dır ve insanlara tesir eder. Karı-koca arasına kızgınlık sokma ve aralarını açma -Kur"an bundan bahseder- sihrin tesirlerindendir. Sihrin tesiri ol*masaydı Kur'an-ı Kerim bize, düğümleri üfleyerek sihir yapanların şerrin*den Allah (cc)'a sığınmamızı emretmezdi. Sihrin tesirinin, şeytani ruhların yardımıyla olduğu bir gerçektir. Sihrin zarar ve tesirinin, insanlara ulaş*masının Allah (cc)'ın dilemesi olmadıkça mümkün olmayacağını kabul edi*yoruz.

Mu'tezile'nin «sihir gerçekten var ise. o zaman sihir ile mucize bir*birine karışır, hangisinin sihir, hangisinin mucize olduğu bilinmez» delil*lerine karşı biz şöyle deriz: «Mucize ile sihir arasındaki fark açıktır. Zira peygamberlerin mucizelerinin ic ve dış yüzleri birdir. Hangi gözle bakılırsa onların doğruluğuna kişinin inancı artar. Sihirde ise, iç ve dış. görünüş ile hakikat birbirinden ayrıdır. Bu da biraz düşünme ile bilinebilir. Mucize ile sihir arasındaki bu açık fark ile iç ve dış yapısı arasındaki değişikliği Kur'an negüzel ifade eder: «...Onlara korku saldılar, büyük bir sihir (mey*dana) getirmiş oldular.» (Araf: 116) Ayetteki «onlara korku saldılar» cüm*lesi, sihir ile mucize arasında büyük bir fark olduğunu gösterir. Çünkü peygamberlerin ümmetlerine gösterdikleri mucizelerden inanmayanlar da*hi korkmazdı. Ve kalbleri de onlara mütemayil olurdr /ine ayetteki «bü*yük bir sihir (meydana) getirmiş oldular» cümlesi de sihrin hakikat olma*yıp hayali bir gösteriş olduğunu isbat edor.»

Allâme Kurtubi; «Hic kimse sihirbazlarda görülen hasta yapma, karı-koca arasını açma, insanların aklına tesir etme, uzuvlarından birini çalışa*maz duruma sokma gibi harikulade şeylerin, insanların gücünün üstünde olmadığını söyleyemez. Alimler, sihirde sihirbazın anahtar deliğinden geç*mesini, ince bir çubuğun üzerinde yürümesini, havada uçmasını, suyun üzerinde yürümesini ve kepeğe binmesini mümkün görürler. Bununla be*raber, bunları doğrudan sihir meydana getirmiş değildir. Tüm bu halleri herşeyde olduğu gibi yaratan. Allah (cc)'dır. Sihir sadece bunun sebebi yani vasıtasıdır. Mesela: Hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçlar, iyi ol*manın sebebidir. Gerçekte şifayı yaratan Allah (cc)'tır» Sözlerine devam*la; «Tüm müslümanlar, sihir yoluyla bazı harika işlerin yapılabileceğini bilir. Ancak onların yaptıkları Peygamberlere has mucize nev'lnden ola*maz. Gökten kurbağa ve çekirgenin indirilmesi, eldeki bastonun aniden yı*lan oldurulması, ölülerin diriltilmesi, dilsiz insanlar ile bir aylık çocukların konuşturulması gibi harikulade haller yalnız Peygamberlere mahsustur. Sihirbazlar, bu tür harikaları yapmak isteseler bile Allah (cc), onların va*sıtasıyla bunları yaratmaz» [24] der.

Ebu Hayyan ise: «Alimler, sihrin hakikati hakkında birkaç görüşe ay*rılmışlardır. Onlara göre;

1. Sihir gerçekte, cisimleri tabii hallerinin dışında gösterme ve mu*cize ile keramete benzeyen uçma, uzun mesafeleri kısa zamanda kat etme gibi halleri icat etmedir.

2. Sihir, aldatma, süsleme ve hokkabazlık gibi aslı olmayan şeyleri yapmadır. Bu ise, Mu'tezile'nin görüşüdür.

3. Sihir, insanlara yapılan hilenin başka türlü gösterilmesidir. Firavun sihirbazlarının, içleri bir tür kimyevi madde ile doldurulan, altlarından giz*ilce yakılan ateşle ısıtılan deriden yapılmış bostan ve urganları hareket eden ve yürüyen birer varlık göstermeleri gibi.

4. Sihir, cinlerin yardımıyla yapılan harikulade işlerdir.

5. Bazı cisimler toplanıp yakıldıktan sonra, onların külleri üzerini» bir lOkım isimler ve dualar okunur. Okunmuş kül daha sonra sihir İslerinde kullanılır. Bu yolla da sihir yapılır.

6. Sihrin aslı, bir takım hayali şekil ve rakamlardan meydana gelen Ve tılsım adı verilen birşey vasıtasıyla, yapılması güç olan halleri, yıldu lordan veya cinlerden istifade ile yapmadır.

7. Sihir, küfürle karışık birtakım kelimelerin birleşimine hokkabazlık ve efsun adı verilen, hangi dille yazıldığı pek bilmeyen duaların eklenme*siyle yapılan şeylere denir.» Sihir ile ilgili sözlerine devamla «Bugün ki*taplarda gördüğümüz sihir türleri, yalan ve iftiradan ibaret olup hiçbiri doğru değildir. Efsunlayıcıların çizdiği dairelerin aslı yoktur. Tüm bu ya*lanlara rağmen cahil halk. onları dinler ve tasdik eder» [25] demektedir. [26]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
İkinci Hüküm: Sihri Öğrenmek Ve Öğretmek, Mübah Mıdır?


Bazı alimlere gere, sihri öğrenmek mubahtır. Eğer mubah olmasaydı, yeryüzüne gönderilen melekler (Harut ve Marut) onu öğretmezlerdi. Bu gö*rüşü ehl-i sünnet alimlerinden Fahreddin er-Razi (ra) benimsemiştir.

Cumhura göre ise. sihri öğrenmek ve öğretmek haramdır. Zira Kur"-an-ı : Kerim, sihri kötülemiş ve cnun küfür olduğunu açıklamıştır. Kur'an'ın bu ac»ktoiTH!isma rağmen nasıl helal olabilir?

İnsanları manen helak eden yedi günahtan birisinin sihir olduğunu söyleyen iResulüllah (sav) efendimiz; «Sizi manen helak eden yedi günah*tan kaç asruz,» buyurdu. Ssrtıafceter «Onlar nelerdir ya Rasulûllah?» diye sordular. Resulutlah (sev), «Allah ;(<cc)'a şir-k koşmak, sihir yapmak, haksız yere adam cldürırvek, faiz alıp »ermek, yetim malı yemek, savaş alanından kaçmak ve iffetli rmi'min kadınm arkasından zina isnadında bulunmaktır.» [27] buyurdu.

Âlûsi. sihri öğrenme ve öğretmeyle ilgili ©tarak şöyle der: «Bazı alim-4er, sihir öğrenmenin mubah olduğunu söylemişlerdir. Bu görüşe katılışt*ın İmam Fahreddin er-Razi şöyle izah eder: «Muhakkik alimter, sihri bil*menin çirkin ve mahzurlu olmadığında ittifak etmişlerdir. Çünfcü iiim, ger*çekte şereflidir. Allah Jcc). ilim hakkında şöyle buyurmaktadır: «...De ki: «Silenlerle bilmeyenler bir olur mu?...» (Zümer: 9) Eğer sihir blinmeseydi, mucize ile sihir arasındaki fark belli olmazdı. Böyle bir ilmin öğrenilmesi nasıl çirkin ve haram olabilir?»

Bazı alirrler de «müftülerin sihri öğrenmeleri vacibtir» görüşünü nak*letmektedirler. Buna göre, müftünün kısasla ilgili fetvalarını verirken, öl*dürülmenin neyle yapıldığını bilerek vermesi gerekir. Çünkü öldürülme se*bebini tesbit etme. vacibtîr. Öldürülme sebebi sihir olduğu takdirde, müf*tünün, katil sihirbazın kısasını sihirle yapması (öldürmesi) gerekir. Bu da müftünün sihri bilmesini icabettirir» demektedirler.

Şer'i bir sebep müstesna Cumhur'un. sihrin haram olduğuna dair gö*rüşü haktır. Fahreddin er-Râzî (ra)'nin görüşüne bazı noktalardan itiraz yapılabilir.

1. Haddizatında sihir kötü olmamakla beraber doğurduğu çirkin şey*ler sebebiyle iyi değildir. Sihri öğrenme ve öğretmenin haram oluşu da sebep olduğu kötülük ve çirkinliklerden dolayıdır. Bazı şeylerin aslında haram olmadığı halde, ona vesile olduğu için haram olması gibi.

2. «Mucize Be sitaJr arasındaki ayırım, yaılnız sihri bilmekle fafkedile-btlir» görüşünü reddediyoruz. Zira olimterrn çoğunun veya hepsinin, sihir İlmini bümedikieri halde, mucize ile sihir arasındaki farkı bildikleri bir ger*çektir. Eğer sihir öğrenmek vacib olsaydı ilk islâm altmîerfnln onu daha iyü bilmeleri gerekirdi.

3. Bazı alimlerin naklettikleri «müftülerin sihir öğrenmeleri vacibtir.» görüşü sahih değildir. Zira müftünün, kısas yapılması veya yopılmamasıy-la İlgili fetvası, sihir ilmi öğrenmesini gerektirmez. Fetvanın sureti AIIAme Ibn-i Hacer el-Heytemi'nin «Tuhfetü'l Minhac* isimli eserinde zikratt.ğl gibi verilir. Oda şudur; «Sihri bilen fakat gerçekten tevbe etmiş iki adil şahidin; «Sihir, adam öldürür» şehâdeti üzerine, sihirle adam öldüren si*hirbazın, kısasen öldürülmesine fetva verilir. Şehadet etmezlerse öldürül* mez.» [28] Bu fetva sureti, müftünün sihri bilmesinin gerekli olmadığını göstermektedir. Yalnız bilir kişilerin şehâdetlerine göre müftünün, hons-ket etmesi gerekir.

Ebu Hayyan ise bu konuda şöyle demektedir: «Sihirde Allah'ı değil, cin. yıldız ve şeytanları büyültmek ve Cenab-ı Hak'kın yaptığı şeyleri on*lara isnat etmek icma-ı ümmetçe küfürdür. Bu tür sihrin öğrenilmesi v« yapılması haramdır. Adam öldürme, karı-koca arasını açma, birbirlerini Islama göre seven kişileri birbirine düşman etme gibi sihir kısımlarını da öğrenmek ve yapmak kesinlikle haramdır. Bu sayılan işlerin sihirden ol*duğu bilinmeyip yalnız ondan olabileceğine ihtimal veriliyorsa yine onu öğrenmek ve yapmak haramdır. Sihrin hayal ettirme ve hokkabazlık tür*lerini, öğrenmek de doğru değildir.» [29]



Üçüncü Hüküm: Sihirbaz, Öldürülür Mü?


Ebu Bekir el-Cessas: «Selef, sihirbazın öldürülmesinin farz olduğun-da ittifak etmişlerdir. Seleften bazı alimler de. sihirbazın kâfir olduğuna, Resulullah (sav)'ın şu hadis-i şerifini delil göstermektedirler: «Her kim falcıya, gaipten haber verene ve sihirbaza giderek onlardan birşey sorar, ve onların söylediklerine inanarak tasdik ederse, kafir olur» [30] demek*tedir.

Değişik memleketlerdeki fıkıh alimleri, sihir hakkındaki hükümlerle alakalı, olarak görüş ayrılığı içerisindedirler.

İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra); «Sihirbazın yaptığı sihir, kesin olarak bilinirse, tevbeye davet edilmeden öldürülür. O'nun «sihri terkederek tev-be ettim* sözü de makbul değildir. Sihirbaz, sihir yaptığını açıklarsa onu öldürmek helâldir. Müslüman bir köle veya hür bir zimmi «Biz sihir yapı*yoruz» diye itirafta bulunursa, onların da öldürülmesi helâldir» diyor.

ibn-i Süccâ ise: «Erkek veya kadın sihirbazlarla İlgili şer'i hükümler, mürted kadın ve erkek hakkındaki hükümler gibidir. Bu hüküm de şöy*ledir: önce sihirbazlığı tesbit edilen kimse, mürted gibi aralıklı olarak üç defa tevbeye davet edilir. Sihirbaz, eğer tevbe etmez veya tevbesinde sa*bit kalmazsa o zaman öldürülür.» imamı Azam'dan naklen sözlerine de*vamla «sihirbaz, halk içersindeki bozgunculuğunu ayrıca sihri İle birleş*tirerek hareket ederse yine öldürülür. Zira bozgunculukla adam öldüre*nin, kısasen öldürülmesi genel bir hükümdür» der.

İmam Malik (ra)'den «Sihir yapan müslüman ise, tevbeye davet edil*meden öldürülür. Zira onun açıklamaları, gizli mürted olduğundan tevbe ettiğine delil olamaz. Yalnız ehl-i kitab (hristiyan ve yahudiler) sihirbaz*ları, müslümanlora zarar vermedikleri sürece öldürülmez.» demektedir.

İmam Şafii (ra)'ye göre; sihirbazın küfrüne mücerred olarak hüküm verilemez. Ancak sihirbaz, sihri ile adam öldürüp «benim sihrim adam öl*dürür» veya «ben, onu öldürmek için.yaptım» derse kısasen öldürülür. «Bazen öldürür, bazen de öldürmez» derse kısas yapılmaz, sadece diyet alınır.

İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise; bir kimse, sihir yaparak adam öldürsün veya öldürmesin küfrüne hüküm verilir. Tevbe ettiği takdirde, tövbesinin kabul edilip edilmeyeceği konusunda iki rivayet vardır. Ehl-i kitaptan olan sihirbazlar, müslümanlara zarar vermedikleri müddetçe öl*dürülmez.

özet olarak imam-ı Azam'a göre; sihirbazın küfrüne hüküm verile*rek, tevbe etmesine dahi lüzum görülmeden öldürülmesi mubahtır.

imam Şafiî (ra)'ye göre, sihrinden dolayı sihirbazın küfrüne hüküm verilmez. Yalnız sihriyle herhangi bir müslümanı öldürmeye kastederse, öldürülür.

İmam Malik (ra)'e göre de, müslüman bir sihirbaz, yaptığı sihirden dolayı öldürülür. Ehl-i kitap olanlor öldürülmez. Müslüman sihirbaz, sihir ytıptığı takdirde kafir olduğuna hükmedilir.

Netice olarak herkesin kendi tezini isbat edecek delilleri vardır. [31]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Ayetlerden Alınacak Dersler


1. Tevrat, Allah (cc)'ın Hz. Musa (sav)'ya inzal buyurdukları bir kitap* lir, Kur'an da. onun muhtevasını kabul ve tasdik etmektedir.

2. Yahudiler, Tevrat'ın hükümlerini uygulamadıkları gibi-sırtlarının Ol kasına atarak ondan yüz çevirmişlerdir. Onların torunları da Kur'an'a yül çevirmektedirler.

3. Hz. Süleyman, hem peygamber hem de hükümdardı. Yahudilerin ıİndikleri gibi ne sihirbazdır, ne de sihri sanat edinmiştir.

4. Şeytanlar, sihri halka güzel göstermişler ve onlara gaybı bilenlerin Kendileri olduklarını hissettirmişlerdir.

5. Sihir, gerçekte vardır ve tesiri de görülür. Hatta onunla karı kOCO Brom bile açılabilir

6. Allah (cc). kullarını istediği şeyle imtihan edebilir.

7. Kim, Kur'an yolunu terkederek sihir yolunu tutarsa, ahirette Allah |CC)'ın rahmetinden hiçbir şey bekleyemez.

8. Ahirette karşılığı alınacak olan sevab ve mükafatın kaynağı Allnh (cc)'a iman ve ihlasla yapılan İbadetlerdir. [32]



Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler


islâm, bütün kanunlarıyla mü'minin kalbindeki imanın devamlı ve ebf* ol olarak sağlam kalmasının ve kalbinin her yerde Allah (cc)'la beraber olmasının üzerinde durur.

öyle ki kulun. Allah (cc)'a itimad etmesi, O'nun her şeyi yarntlıflını »oylemesi, dünyada karşılaştığı tüm zorluklarda yalnız Allah (cc)'tan yar*dım İstemesi, duasında O'nun gayrına yönelmemesi. Cenab-ı Hak'tan baş*ka hiçbir şeyin kendi üzerinde etkisinin olmayacağını idrak etmesi ve Allah |cc)'ın tabiatta yarattığı kanunların yürümesinin O'nun bilgisi, gücü ve İradesiyle oiduğunu bilmesi, kalbinin her zaman Allah (cc)'la beraber ol*duğunu gösterir.

Yıldızlar ve gezegenler, Allah (cc)'ın yarattığı diğer varlıklar gibi O'-nun emrine ramdırlar. Ezelde Cenab-ı Hak'ın çizmiş olduğu yoldan gider*ler. Onların hareketleri, Allah (cc)'ın yeryüzünde yaratıp rızkını ve ömrünü takdir ettiği İnsanın üzerinde hiçbir etki yapamaz. Hiçbir insanın ömrü ve rızkı, herhangi bir yıldızın doğuşu ve batışı ile artmaz ve eksilmez. Kainat*ta her işin yönetimi Allah (cc)'ın kudretiyledir. Bir şahıs «Ben yıldızlar ve cinler ile bağlantı kurduğum için gaybı biliyorum. Bu bilgimle Cenab-ı Allah'ın yarattığı tabiat kanunlarını ve onun tarafından çizilen, yıldızların akış yollarını değiştirmek gücündeyim» iddiasında bulunursa. Kur'an'a mu*halefet etmiş, dolayısıyla İslâm'dan çıkmış olur. Şüphesiz. Allah (cc)'ın gayrine tazim ederek, onlardan yardım beklemek ve yıldızlar ile cinlerin Allah (cc)'ın yarattığı diğer varlıklar üzerinde etki yaptığını iddia etmek küfürdür. Müslüman, Allah (cc)'ın bildirdiği şekilde, sihirbazın karı-koca arasını açmaya ve zararlı işleri yapmaya gücünün yettiğini yalnız onun bu işleri yapma güsünü Allah (cc)'tan aldığını bilmelidir.

Sihir; kafir olma ve Islâmdan çıkmaya vesile olduğundan, Allah'ın el*cileri olan Peygamberlerden herhangi birisinin, inanmayanlar tarafından sihirbazlıkla vasıflandırılması veya «sihirle hüküm veriyor» tarzında ithom edilmesi, dolayısıyla getirdiği narika ve mucizeleri sihir vasıtasıyla göster*mesi mümkün değildir. Bunun için Cenab-ı Allah, Kur'an-ı Kerim'de bildir*diği şekilde Hz. Süleyman (sav)'ı sihirbazlıktan ve sihirle hüküm vermek*ten tenzih etmiştir. Kur'anın buyruğu, yahudilerin O mübarek peygambere sihir isnat etmelerinin yalan olduğunu gösterir. Bu yalan ve iftiralar, on*ların doğru yoldan saptıklarına, cahilliklerine, Allah (cc)'ı hakkıyla tanıma*dıklarına ve bütün peygamberler hakkında «vacip» sıfatları bilmediklerine işarettir.

Allah (cc)'ın O şerefli elcileri, şeytan ve cinlerden yardım istemekten uzaktırlar. Ancak cinler. Hz. Süleyman (SAV)'ın emrine sihir yoluyla değil, Allah (cc)'ın buyruğuyla girmişlerdir.

Bu dersimiz. Cenab-ı Hak'ka hiç kimsenin ortak olamayacağının, O'-nun, büyük peygamberleri doğru yoldan uzaklaşmaktan tenzih ettiğinin ve her müslümanın bilmesi vacib olan meselelerinin bir izahıdır. [33]



3- DERS KUR'ANI KERİMDE NESH


106 — Biz neshettiğimiz (hükmünü diğer bir ayetle değiştirdiğimi/) vtya unutturduğumuz (geri bıraktırdığımız) bir ayetin (yerine) ya ondan c'cha hayırlısını yahut onun benzerini getiririz. Allah'ın herştye kemallyl» kadir olduğunu bitmedin mi? (Elbette bildin)

107.— Göklerin ve yerin mülk (ü tasarrufu) hakikaten Allah'ın oldu-gunu ve sizin için Allah'tan başka ne bir yâr, ne de hakiki bir yardımcı bulunmadığını bilmedin mi?

108 — Yoksa biz de (ey müslümanlar) evvelce Musa'ya sorulduğu gM peygamberinizi sorguya mı çekmek istiyorsunuz? Kim iman (ını) küfür İle cjlslrse dümdüz yolu sapıtmış olur. •



Âyetlerin Lafzi Tahlili


(Nensah): Lügatta nesh, birkaç anlama gelir. Bunlar*dan biri, izale etmek, gidermek manasınadır. Kur'an'ın şu ayetinde de bu anlamda kullanılmıştır: «Biz, senden evvel hiçbir Resul, hiç bir Nebi gön*dermedik ki o (bir şey) arzu ettiği zcman şeytan onun dileği hakkında ille (bir fitne meydana) atmış olmasın. Nihayet Allah, Şeytan'ın ilkâ edeceği (o fitneyi) giderir, iptal eder...» (Hacc: 52)

Nesh'in diğer bir anlamı da nakletme, aktarmadır. Bir kitaptan diğer bir kitaba bir meseleyi aktarma gibi. Nitekim Kur'anda da bu anlama gel*miştir: «...Şüphe yokki neler yapıyor idiyseniz biz (hepsini jneleklere) yaz*dırıyorduk» (Câsiye 29)

Yine nesh, değiştirme anlamına da gelir. Mesela, «Kadı hükmü nes-hetti (değiştirdi)» cümlesinde olduğu gibi Nesh'in değiştirme anlamına gel*diğine şu âyet işaret eder: «Biz âyeti digsr bir ayetin yerine (bunu neshe-derek) getirdiğimiz vakit...» (Nahl: 101)

Şeriatta nesh, âyetten çıkarılan bir hükmün, yeni gelen diğer bir hü*kümle değiştirilmesidir. Fıkıh ve Usul-ü Fıkıh alimleri nesh'i birkaç şekilde tarif etmişlerdir Biz. bu tariflerden en kısa ve veciz olan ibn-i Hâcib'in; «Nesh. şer'î bir delilin, daha sonra gelen şer'i bir delille kaldırılmasına denir» tarifini alıyoruz. • J «Jkı «Nünsihâ): Unutma, yani hafızadan silinme manasınadır.

Terketme anlamına geldiğini söyleyenler de vardır. Kur'an da bu anlama geldiğine işaret eder: «...Onlor Allah'ı unuttular (Ona itaati bıraktılar), O da onları unuttu (onları azabına terketti)...» (Tevbe: 67)

«(Allah da şöyle) buyurmuştur: «öyledir. Sana âyetlerimiz geldi de sen onları unuttun, işte bugün de sen öylece unutuluyorsun.» (Tâhâ: 126)

Nisyân'ın, terketme anlamına geldiği, Ibn-i Abbas (ra)tan rivayet edil*miştir: «Biz o âyeti terkettik. O'nun yerine başka bir âyet veya delil getir*medik.»

«Nünsihâ» Kurralardan birinin okuduğu gibi sonu hemze ile «nense-uhâ» da okunmuştur. «Nenseühâ»da tehir, erteleme anlamına gelir. Nite*kim Kur'anda bu anlamda geldiği görülür; «(Haram ayları) geciktirmek ancak küfürde bir artış (sebebi)dir...» (Tevbe: 37). Buna göre. âyetteki bu etimle (nenseühâ) «Biz O âyeti erteledik» anlamına gelir.

Alûsi; «Âyetteki «nenseühâ» cümlesi, «biz o âyeti levh-i mahfuz'da er-Icledik. Yani indirmedik veya zihinlerden uzaklaştırdık» anlamındadır. Ki bu da «nünsihâ» gibi unutma manasına gelir. Âyetteki bu cümlenin gerek •nunslhâ» gerekse «nenseühâ» olarak okunması, unutma ve terketme anla-mine:geldiği için birdir» [34] diyor.

(Blhayrin minhâ): Ondan daha iyisi yani kolayı anlamındadır. Buna göre âyetteki bu cümle «değiştirdiğimiz bir âyetin yerl*im) ondan daha iyisini (getiriz)» anlamındadır.

(Veliyyln velâ naşirin): Veli dost (yâr) ve nasır,

ynrdımcı manasınadır. Buna göre âyetteki bu cümle «sizi, Allah'ın azabın*dım koruyacak Ondan başka ne bir yâr, ne de bir yardımcı vardır» ma-ıııınına gelir.

(Yetebeddelil küfre): Bir şeyi alıp diğerini yerine koyma anlamındadır. Küfrü alıp imanın yerine koyma gibi. Allah (cc)'ın şu nyetl bu anlamı te'yid eder: «Onlar doğru yolu bırakıp sapıklığı, mağfirete t»*d*l azabı satın almış kimselerdir. Onlar ateşe karşı ne de sabırlıdırlar!,» (Bakara: 175)

(Sevâessebil): Sevâe kelimesi, herşeyin ortası anlamın ıluritr «Derken o (bizzat) bakıp bunu o çılgın ateşin to ortasında gördü.» (Hııffat: 55) âyeti de bu manaya işaret eder.

«Sebil» kelimesi ise. hernekadar yol anlamındaysa da, âyette doğru yol manasına kullanılmıştır. Âyetteki son iki cümlenin icmali anlamı şöyle*dir: «Kim. küfrü imana tercih edip Allah'ı inkar ederse. Hak'ka muhalelet »Mlgl gibi doğru yoldan döner ve korkunç bir zulmete düçâr olur.» [35]



Bu Ayetin, Daha Önceki Ayetlerle Bağlantısı


Cenab-ı Allah (cc). vahiy hakikatini kabul etmeyenleri açıkladıktan lonra neshin sırrını yerenlerin sözlerini redderek. kulları için maslahat neyi gerektiriyorsa onu emreder. Eğer maslahat, daha sonra hükmün de*ğişmesini gerektiriyorsa, onu kaldırır ve ondan daha hayırlısını gönderir. Zira Cenab-ı Hak, kullarının maslahatlarını daha İyi ve hangi hükümlerin onlar için en iyi menfaati vereceğini bilendir. Nesh'ediş zamana, kişilere ve şartlara göre değişir. İnsanlara düşen, her yönüyle Allah (cc)'ın emir*lerine teslim olmaktır. Çünkü Allah (cc) herşeyin en iyisini bilendir. [36]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Ayetlerin İcmali Manaları


Allah (cc) icmâlen buyurur: Biz hükmünü, diğer bir âyetle değiştirdi*ğimiz bir âyetin yerine şimdi veya gelecekte daha hayırlısını getiririz. Hükmün değiştirilmesi, size daha vok sevab kazandırmak içindir. Gerçek*ten Allah'ın (cc) ey iyi bilen, hükmeden ve kudret sahibi olduğunu bilmi*yor musunuz? Cenab-ı Hak, herşeyin en hayırlısını ve en güzelini emre*der. O, İslâm dinini, sizi zalimlerin azab halkalarına benzeyen esaret zin*cirlerinden ve ağır tekliflerinden kurtarmak iciri göndermiştir. Allah (cc)'ın, maslahatı bilmediği veya aciz kaldığı için, hükümleri değiştirdiği zanne*dilmesin. Çünkü O, yalnız kullarının menfaati için hükümleri nesheder. Al*lah (cc). kullarının yaşayış ve tavırları üzerinde dilediği gibi tasarruf hak*kına sahiptir.

Dilediği şekilde hükümleri değiştirme yetkisi ancak O'ndadır. Allah (cc)'tan başka, tehlikelere karşı sizi koruyacak bir yâr ve yardım edecek bir yardımcı olmadığını biliniz. Ondan başkasına inanıp güvenmeyiniz. Yardımcı ancak O'dıır.

Ey müslümanlar, size gelen elciye (Hz. Muhammed (sav), Hz. Musa (sav)'ya kavminin daha önce sorduğu: «...Allah'ı açıktan bize göster» (Nisa: 153). «... Dediler ki: «Ya Musa, onlarm nasıl Tanrıları varsa sen de bize öyle bir Tanrı yap!» (A'râf: 138) sorular gibi -onlar saptılar ve sap*tırdılar- böbürlenerek sormak mı istiyorsunuz? Bu soruş, yüz çevirmek için midir? Eğer öyleyse, yahudiler gibi sapar ve saptırırsınız. [37] Kim, küfrü imanla, sapıklığı hidâyetle değiştirirse, doğru yoldan ayrılmış ve kendisini helak çukurlarına atmıştır. O'nun bu hareketi, Allah (cc)'ın elem verici aza*bına nefsini orzediştir. [38]



Ayetlerin Nüzul Sebebleri


A. Yahudilerin; «Hz. Muhammed (sav)ın tutumuna hayret ediyoruz, /Ira yapılması gerekli bir şeyi emrediyor, akabinde onu yasaklayarak zıd-dinin yapılmasını istiyor. Bugün söylediğinden, ertesi gün dönüyor. Kur'an tlftdlfll kitap, Allah (cc) kelâmı olmayıp O'nun sözleridir. Çünkü O'nun Kur'an dediği kitapta, hükümler birbirini tekzip ediyor» demeleri üzerine bu âyet nazil oldu. [39]

B. İmam fahreddin er-Râzî, ibn-i Abbas (ra)'dan rivayetle: «Abdullah bin Ümmiyyetü'l Mahzûmi ile beraber Resulullah (SAV)'a gelen Kuresy'll Itlr topluluk «bize, yeraltı sularından akıtıncaya, üzüm ve hurma aflaclarıy İn dolu bahçelerin ve konforlu bir evin oluncaya veya Allah (cc)'tan t Mu lınmmed. benim elcimdir» yazısını getirinceye kadar sana inanmayız» de*diler. Bunun üzerine: «Siz, daha evvel Musa'ya sorulduğu gibi sormak m İstiyorsunuz?» âyeti nazil oldu.» [40] der.

C. Muhaddislerden Mücahid de: «Kureyşliler Resulullah (SAV)'tan Hâfâ tepesini altın yapmasını istediler. Resulullah (SAV) onlara, «Sâfâ İt lıaslni altın yaptığım zaman, inanmazsanız, israil oğullarına Allah (cc) ta Kılından gönderilen sofranın [41] sonucu gibi ceza görürsünüz» dedi. On Itır Resulüliah'ın kendilerine söyledikleri sözleri kabul etmeyerek geri dön ıluter Bunun üzerine bu âyet nazil oldu» [42] demektedir. [43]



Âyetlerin Tefsırindeki İncelikler


Birinci incelik: Allah (cc), Kur'an-ı Kerim'de nesh'jn hikmetini, «tn hayırlı hükmü getirme» şeklinde zikretmektedir. Gelen yeni hüküm, İki yenden daha hayırlıdır. Birisi, insanlar için daha kolay yapılabilen bir hük*mün gelmesi, diğeri ise din ve dünya işlerinde hükmün. İnsanlara daha uygun olmasıdır.

Kurtubî bununla ilgili olarak: «İkinci yön birincisine nisbetle daha iyidir. Zira Allah (cc), insanların tabiatları İçin en hafif geleni, en uygun elanı emreder. Cenab-ı Hak, bazen hafif olan hüküm yerine ağır olanı da buyurur. Mesela: Aşure orucunun neshedilerek Razaman orucu tutulma*sının emredllmesi gibi. Çünkü Ramazan orucu, kullar İçin gerek mükafat, gerek seyab bakımından daha hayırlıdır. «Daha hayırlıdır» demekten mak*sat, kullar için «daha uygundur» demektir» diyor.

İkinci incelik: Bazı alimler, âyetteki «nünsihâ» kelimesinin hatırla*manın zıddı olan unutma anlamı ifade ettiğini kabul etmemektedirler. Çünkü unutma veyo unutturma ifadeleri Resulüllah (sav) hakkında söy*lenemez. Nitekim, Aliah (cc), O'na şu hitapta bulunmaktadır: «(Hablblm) seni okutacağız da (asla) unutmayacaksın)» (A'lâ: 6). Bu âyetin ifadesi, müfessirlerin daha önceki tefsirlerine karşı gibi görünür.

Bazı alimlerin, Resulüllah (SAV) için. unutmayı kabul etmemelerine İbn-i Âtiyye'nln dediği gibi cevap verilebilir: «Allah (cc). Resulü (sav)'nün unutmasını isteyebilir. O takdirde O'nun unutması, akla ve şeriata uygun dur. Unutma, beşeri bir hastalıktır. Resulüllah (sav), bir emri tebliğ ettik*ten sonra sahabilerden bir kısmı onu ezberleyinceye kadar unutmazdı. Çünkü unutma hastalığından korunmuştu, masumdu. Birgün namazda bir âyeti unutarak atlayan Resulüllah (SAV), namaz bittikten sonra cemaata dönerek: «Ubey bin Ka'b yok muydu?» diye sorunca, cemaatın içinde olan Ka'b. «Burdayım ya Resulallah» dedi. Resulüllah (SAV), «Öyleyse okudu*ğum âyetlerin arasından birini unuttuğumu niçin hatırlatmadın?» dedi. Ubey bin Ka'b cevaben, «Ya resulallah (sav), ben, o âyetin nesholundu-ğunu zannettim» dedi. Peygamber (sav) efendimiz de «hayır, kaldırılmadı, o âyeti okumayı unutmuşum» buyurdu.» [44]

Üçüncü İncelik: «...Bir âyetin (yerine) ya ondan daha hayırlısını ya*hut onun benzerini getiririz...» âyetinde, «ondan daha hayırlısını getiririz» demekten maksat, yeni gelen âyetin okunuş ve nazım (diziliş) olarak daha hayırlı değil, sadece ihtiva ettiği hükmün daha kolay ve hafif olmasıdır. Yeni gelen âyetin daha önceki âyete, hükmün dtşında tercih edilmesi müm*kün değildir. Çünkü Allah (cc) kelamının hepsi mucizedir.

Ayetteki «hayır» kelimesini Kurtubl şöyle izah eder; «Hayır» kelime*sinden maksat daha hayırlı olmasıdır. Bu âyetin icmâlen anlamı şudur; «Ey insanlar sizin için en menfaattisinl ve hafif olanını getirdik. Yeni ge*len âyetin hükmü daha hafifse gelecekte sizin için daha menfaatti ola*cağından detayıdır. Nesheden ayetin hükmü ağır olursa, gelecekte sizin için daha sevabıı ve mükafattı olacağından ötürüdür. Ramazan orucunun. Aşure crucunu neshetmesi gibi. Nitekim Ramazan orucu. Aşure orucun*dan daha hayırlıdır.»

Âyetteki «hayır» kelimesinin, daha hayırlı değil de yalnız hayır anla*mına geldiğine Kur'an da işaret eder: «Kimi iyi (bir halet) le gelirse ona bu sayede bir hayır vardır...» (Nemi: 89). Hayır kelimesiyle, bir âyetin di*ğerine tercihi yalnız «menfaat ve sevab bakımındandır.» [45]

Ebu Bekir el-Cessas da: «Ondan daha hayırlısını...» ibaresi, yeni ge*len âyetin, büküm bakımından daha kolay olduğunu ifade eder. ibn-i Ab-bas (ro) ve Katade (ra) de bunu te'yid ederler. Hiç bir alim, nesheden âyetin, neshedilen ayetten okuma yönünden daha hayırlı olduğunu söy*lememiştir. Zira. «Kur'an'ın bazı âyetleri, okuma bakımından diğer bazı âyetlerden hayırlıdır» demek caiz değildir. Hepsi mucizedir ve Allah (cc) kelâmıdır.» [46] demektedir.

Dördüncü incelik: «Allah'ın herşeye kemâliyle kadir olduğunu bllmedin mi?» âyetinde hitap, ilk bakışta Resulüllah (sav)'a İse de, O'nun şah*sında ümmete yapılmıştır. Nitekim daha sonra gelen âyette hitap direkt ümmetedir: «...Sizin için Allahtan başka ne bir yâr, ne de hakiki bir yar*dımcı bulunmadığını bllmedln mi?»

ilk âyette hitabın doğrudan Resulüllah (sav)'a yapılması, O'nun üm*metin tek önderi, imamı olmasından dolayıdır. Kur'an'ın başka bir âyeti buna yine işaret eder: «*Ey peygamber, kadınları boşayacağınız vakit İd-deUerine doğru boşayın...» (Talâk: 1)

Beşinci incelik: «...Sizin için Allah'tan başka ne bir yor, ne d» hakiki bir yardımcı bulunmadığını bitmedin mi?» Ayette işaret ettiği gibi hiçbir kim*se hiç bir hususta «yar ve yardımcı» olamaz. Şairlerden Ümmiyye İbn-i Ebl Selt'in şiiri buna açıkça teyid eder: «Ey nefis, senin için Allah (cc)'tan başka koruyucu yoktur. Yaratılmış tüm varlıkların baki kalmaları da müm*kün değildir.»

«Fütuhât-ı İlâhiyye» kitabının yazarı; «Âyette «yâr» ve «yardımcı» ke*limeleri arasında büyük bir fark vardır. Yâr. çoğu kez yardımcı olmaktan acizdir; yapamaz. Yardımcı ise, bazen yardım yapacağına yabancı olabi*lir. Onun için Allah (cc), âyette hem yâr, hem de yardımcı ifadelerini, bu*yurmaktadır» [47] demektedir.

Altıncı incelik: «...Dümdüz yolu sapıtmış olur.» Ayetinde, dümdüz ke*limesinin karşılığı «essevâü» lafzının Arap dilindeki anlamı, herşeyin orta*sı demektir. Orta kelimesinden maksat, mutedil olmadır. Sapıtmış kelime*sinin Arapça karşılığı olan «delle» tabirinden anlaşılan iman etmeyenlerin önlerinde doğru ve açık bir yol varken, onların yanlış ve batıl bir yola sap*malarının çok çirkin, kötü ve bozuk olduğunun görülmesldir. Bu, düzgün yolda yürüyen bir adamın, yolunu değiştirip bozuk ve kötü bir yola yönel*mesine benzer. Ki yöneldiği bu yol, onu varmak istediği yere ulaştırmaz. [48]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Âyetlerdeki Şer’i Hükümler

Birinci Hüküm: Nesh'in, Semavi Dinlerde Olması Caiz Midir?


Fahreddin er-Râzî, neshle ilgili olarak: «Biz ehl-i sünnet vel cemaata göre nesh, naklen doğru olduğu gibi, aklen de doğrudur. Yalnız yahudi-lerden nesh'in aklen doğru olduğunu kabul edenlerin yanında reddedenler de vardır. Neshi aklen kabul edenler, bu defa naklen kabul etmemektedir*ler.

Müslümanlardan bazı kişilerin de neshi inkar ettiği rivayet edilir. [49] Cumhur (alimlerin çoğu) neshin doğru olduğunu şöyle isbat ederler: «Hz. Muhammed'in (sav) peygamberliği bütün delillerle isbatlanmıştır. O'nun peygamberliği, getirmiş olduğu şeriat'ın daha önceki şeriatları neshetmesl ile de geçerlilik kazanır, öyleyse neshin doğruluğu da isbatlanmış olur. Nesh, geçmiş şeriatların tümünde olduğu gibi yahudllerin şeriatlarında da vardı. Mesela: Tevrat'ta, Hz. Adem (sov)'e oğullarını kızlarıyla evlen*dirilmesinin emredilişi yazılı iken daha sonra bu emrin bütün semavi ki-. topların ittifakıyla yasak edilişi, yani kaldırılması gibi. Tevrak'taki bu ifade, Yahudi şeriatında da nesh'in olduğunu gösterir.» [50] der.

Cessâs, tefsirinde; «Fakihlerin dışındaki müteahhir alimlerden biri; «Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)'ln şeriatında nesh yoktur. Onun seriotındaki neshe ait ifadeler geçmiş peygamberlerin şeriatlarının neshi hakkındadır. Mesela: Cumertesi gününün kaldırılıp Cuma gününün kon*ması ile daha önce Mescidi Aksa'ya doğru yönelinerek namaz kılınırken Kabe'ye yönelinerek namaz kılınmasını emreden hükmün gelmesi gibi. Bi*zim peygamberimiz, peygamberlerin sonu ve O'nun şeriatı da kıyamete kadar bakidir» der. Halbuki bu iddianın sahibi (Ebu Müslim el-lsfahani) bu görüşü ile Ehl-i Sünnet vel Cemaattan çıkmaktadır. Zira Ehl-i Sünnet Vel Cemaattan hiç kimse, böyle bir iddiada bulunmamıştır. Saha-be-i kiramdan zamanımıza kadar bütün alimler, peygamberimizin şeriatın*da neshin olduğuna ve akla da uygun geldiğine hükmetmişlerdir. Başlan*gıcından günümüze kadar gelen nakillerden şüphe etmek, ilmen mümkün clmad'ğı gibi, nesh hakkında gelen âyet ve hadislerin te'vil edilmesi de gayr-i kabildir. Bu iddia sahibi, neshedilen ve nesheden âyetlerin hük*münde, bir çok yanlışlıklar yaparak ümmetin icmâından çıkmıştır. Bu ada*mın nakli tümlerdeki bilgisinin azlığı ve bu konuda ümmet arasında asır*dan asra nakledilenlerden haberdar olmaması, O'nun böyle yanlış bir İd*diada bulunmasına sebep oluyor zannediyorum» [51] demektedir.

Ebu Müslim el-lsfahani'nln delilleri

A. Ebu Müslim; «Cenab-ı Allah (cc) Kitabını vasfederken «Ki n« onun*dun, ne ardından O'na hiçbir bâtıl (yanaşıp) gelemez» (Füssılet: 42) bu*yurmaktadır. Eğer Kur'anda nesh olsa, yeni gelen âyet, eski âyetin batıl olduğunu beyanla hükmünü kaldırması gerekirdi» der.

B. ikinci delil olarak; «Siz neshettiğiıniz bir âyetin yerine...» âyetinden murat, Tevrat ve İncil gibi diğer semavi kitapların neshidir. Kur'an’daki herhangi bir âyetin neshi anlamına gelmez. Veya neshten makoat, Icvh-i mahfuzdan semavi kitaplara nakildir. Çünkü nesh kelimesi, bir ya-ıının birkaç suretini çıkarmaya da denir.» demektedir.

C. Üçüncü delil olarak da: «ikinci delildeki âyet, neshin olduğunu göstermez. Belki nesh olursa büyük bir hükümden daha hayırlı bir hükme geçiş olur. Buna da nesh denir. Bu ise Kur'an-ı Kerimin herhangi bir hükmünün tamamen kaldırılması demek değildir. Binaenaleyh bu âyet, diğerlerinin anladığı gibi bir neshin varlığına delalet etmez.» diyor.

Ebu Müslim'in birhici deliline cevap: Onun delil olarak getirdiği: «Ki ne önünden, ne ardından ona hiçbir bâtıl (yanaşıp) geleme?....» âyetinden maksat; insanlar tarafından diğer semavi kitaplarda yapılan tahrifat veya değişikliğin Kur'onda yapılmayacağını göstermektedir. Kur'an öyle muci*zeli bir kitaptır ki, Onda birbirine aykırı hükümler bulunmadığı gibi, birbi*rini tekzip eden emirler de bulunmaz.

«Onlar hala Kur'anı gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer O Allah'tan başkası tarafından olsaydı elbet içinde birbirini tutmayan birçok (şeyler) bulurlardı» (Nisa: 82) âyeti de, Ebu Müslim'in yukarıdaki âyeti yanlış anla*dığını gösterir.

ikinci ve üçüncü delillerine cevap: ikinci ve üçüncü delilleri ise, hiçbir hüccete .dayanmadan yapılan cok zayıf tevillerdir. Çünkü bilfiil bir çok şer'! hükümler neshedilmişlerdir. İleride geniş olarak açıklanacağından büroda İki misal vermekle yetineceğiz. Biri Kıble'nin, diğeri de kocası ölen kadının iddet müddetinin neshedilmesi gibi.

Neshin isbatı hususunda Cumhur'un delilleri

Cumhur, neshin varlığını bir çok delille isbatlamaktadır. Bu delilleri kısaca aktarıyoruz.

Birincisi: «Biz neshettiğlmiz (hükmünü diğer bir âyetle değiştirdiği*miz) veya unutturduğumuz (geri bıraktırdığımız) bir âyetin (yerine) ya on*dan daha hayırlısını yahut onun benzerini getiririz...» âyeti, nesh'in varlı*ğını açıkça gösterir.

İkincisi: Alimler, «Biz bir âyeti diğer bir âyetin yerine (bunu neshe-derek) getirdiğimiz vakit -ki Allah neyi indireceğini çok iyi bilendir- dediler ki: «Sen ancak bir iftiracısın.» Hayır onların pek çoğu bilmezler» (Nahl: 101) âyeti; Allah (cc) tarafından hükümlerin ve âyetlerin değiştirilebileceği*ni cok açık olarak bize gösterir. Ayetteki «Biz bir âyeti diğer bir âyetin yerine getirdiğimiz vakit» cümlesi, bir hükmün kaldırılıp, yerine diğer bir hükmün getirilmesini ifade eder. Kaldırılan âyet, ister hükmüyle ister laf*zıyla kaldırılsın, bu neshin ta kendisidir.» derler.

Üçüncüsü: «insanlardan (yahudi ve müşriklerden) birtakım beyinsiz*ler: «(Müslümanların namazda kıble edinip) üzerinde durdukları (devam et*tikleri eski) kıblesinden çeviren (sebep) nedir?» diyecekler. De ki (Habi-bim) «Doğu da Allah'ın batı da, O, kimi dilerse doğru yola iletir.» (Bakara: 142)

«Biz yüzünü (vahye intizar ve iştiyakından) çok kere göğe doğru evi*rip çevirdiğini muhakkak görüyoruz. Şimdi seni herhalde hoşnut olacağın bir kıbleye döndürüyoruz. (Namazda) yüzünü artık Mescld-i Haram tarafına (Kabe semtine) çevir...» (Bakara: 144) âyetleri, müslümanların daha önce. namaz kılarken Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kıldıklarını gös*terir. Bilahare o hüküm neshedilerek Mescid-i Haram tarafına yönelmek emredilmiştir.

Dördüncüsü: Cenabı Allah (cc) kocası ölen kadının tam bir sene Id-det (birsene kimseyle evlenmemeyi, gösterişli elbise giymemeyi, yabancı erkeklerle perde arkasından da olsa konuşmamayı, kendisini daha güzel gösterecek zînet eşyası takmamayı ve zaruri ihtiyacı olmadıkça sokağa Çıkmamayı) beklemesini emreden «Sizden zevceler (ini geride) bırakıp öle*cek olanlar eşlerinin (kendi evlerinden) çtkarılmayarak yttma kadar faide-lenmesini (bakılmasını) vasiyet (etsinler)...» (Bakara: 240) âyetinin hük*münü, dört ay ongun iddet beklemeyi emreden: «İçinizden ölenlerin (ge*nde) bıraktıkları zevceler kendi kendilerine dört ay on gün beklerler...» (Bakara: 234) âyetiyle neshetti.

Beşincisi: Allah (cc), savaşta bir müslümanın sabır ve sebat göste*rerek on kişi karşısında durmasını emreden: «...Eğer içinizden sabır «e sebata malik yirmi (kişi) bulunur onlor Ikiyüze galebe ederler...» (Enfol 65) ayetinin hükmünü, ikiye karşı bir kişiyle durmayı emreden: «Şimdi Al-leh sizden (yükü) hafifletti. Bildi ki size muhakkak bir zaaf vardır. O holde e(er içinizden (azimli) sabırlı yüz (kişi) olursa ikiyüzü yenerler, Allah'ın izniyle...» (Enfâl: 66) âyetiyle neshetti.

Bunlar ve bunlara benzer âyetler. Kur'an-ı Kerim'de çoktur. Vo nns hin olacağına işarettir. Herhangi bir hususta neshin kabul edllmemnsine gerek yoktur. Alimler, kesinlikle neshin varlığında ittifak (icmâ) etmlşlar dir. Hz. Ali (ra) bir kimseye «neshedilen ve nesheden âyetleri blllyormıı sunuz?» diye sordu. O kişi, «hayır bilmiyorum» deyince Hz. Ali (ra) covo ben: «Öyleyse sen helak olmuşsun ve halkıda helak ediyorsun» diyerek neshin önemini göstermiştir.

Allâme Kurtubi; «Neshi delilleriyle birlikte bilmeye, her ilim adamı mecburdur. Neshi, yalnız beyinsiz cahiller reddeder. Kur'andaki hüküm âyetlerinden herhangi bir hükmün alınması, helal ve haramın bilinmesi on cak neshi bilmekle mümkündür. Ne yazık ki, son zamanlarda İslâm'a gir*diklerini iddia edenler, onu inkâr etmektedirler. Bunlar islâm alimlerinin icmâı (ittifakı) ile neshin, islâm şeriatında olduğu bilgisinden mahrum*durlar.» [52]

Sözlerine devamla: «Akıllı alimler arasında peygamberlerin şeriatla*rının tümünün, halkın din ve dünya işleriyle ilgili maslahatlarını ihtiva ettiği konusunda ittifak vardır. Tüm maslahatları kapsama, her işin sonunun ne*ye varacağını bilen bir zatın işidir. O zat da maslahata göre emirlerini değiştirebilir. Mesela: Bir hastalık üzerinde durup bütün teşhisler sonunda hangi ilacın öncelikle verilmesine karar veren tabib gibi. Bu konuda Allah (cc), irade ve arzusunun tecelli ettiği şekilde, dilediği zamanda, takdir ettiği hükmü göndermiştir. Zira Cenab-ı Hak. ezelde kullarının ne yapa*caklarını ve hangi yollarda yürüyeceklerini kemaliyle bilmektedir. Nesh ise, Allah (cc)'ın Kitabının kendi tarafından değiştirilmesidir. Bu değiştirme, ilim ve iradesinin değiştirilmesi anlamına gelmez. Çünkü onları değiştir*mek veya böyle bir şeyi düşünmek O'nun hakkında mümkün değildir.» [53] der. [54]
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt