ferahhfeza
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 18 Ağu 2007
- Mesajlar
- 10,922
- Tepki puanı
- 8
- Puanları
- 0
- Yaş
- 47
- Web Sitesi
- ferahhfeza.blogcu.com
Tatil İhtiyacı
Baharın çiçek çiçek gülümsediği; yazın tatlı rehavetini müjdelediği günleri idrak ediyoruz. Bir yandan neşeleniyor, seviniyor ama bir yandan da düşüncelere dalıyoruz. Yazın yaklaşması; biz müslümanları düşündürüyor çünkü her geçen yaz biraz daha dünyevileşmenin çevremizi, ailemizi hatta bizi sardığını hissediyoruz. Gazetelerde “alternatif tatil” sloganıyla hizmet veren tatil yörelerinin erken rezervasyon indirimlerini duyuran reklâmlara rastlıyoruz.
Bilhassa İstanbul’da yaşayanlar, lalelerle bezenmiş meydanlardan ve caddelerden geçerken, yazı ne kadar özlediklerini fark ediyorlar. Büyük şehirlerde yaşayan herkesin ihtiyacı aynı; betonlar arasından kurtulmak, temiz havada dolaşmak, tabiat içinde zaman geçirmek, hareket etmek…
Bilhassa tesettürlü hanımlar için şehirden uzaklaşmak, rahatça hareket etmek, güneş almak, sağlık için de gerekli olan fıtri bir ihtiyaç. Her ne kadar şehir içinde de yeşil alanlar ve parklar bulunuyor olsa da bu mekânlar müslümanların hassasiyetine uygun düzenlenmediği için bilhassa hanımlarımız faydalanamıyor. Bu durumda yaz aylarında tatile gitmek, özellikle hanımlar için tam bir ihtiyaç oluyor.
“İslamî Tatil” (?)
Son zamanlarda bu ihtiyacın farkına varan turizm yatırımcıları, İslamî hassasiyetlere uygun tatil merkezleri meydana getiriyorlar. Hanımlara mahsus havuzların, spor alanlarının ve sosyal mekânların bulunduğu oteller veya turistik tesisler, ciddi bir şekilde ilgi görüyor. Bu durum, bu çeşit tatil mekânlarının sayılarının hızla artmasına sebep oluyor.
Bir bakıma sevindirici bir gelişme; çünkü müslümanların hassasiyetlerinin göz önüne alınarak düzenleme yapmanın bir ihtiyaç haline geldiğini gösteriyor. Eskiden tatile gidecek kadar ekonomik imkâna sahip olanların çoğunluğu dini kurallar konusunda titizlik göstermediği için tatil yörelerinde hâkim olan hayat tarzı tamamen batılı yaşam tarzı idi. Yemeklerin içkiyle birlikte servis edildiği, çıplaklığın, çılgınca eğlencenin hâkim olduğu bir tatil anlayışı göze çarpıyordu.
Adına “Alternatif tatil”, “İslami tatil” veya “Tesettür tatil” denilen, yeni tatil anlayışında ise en azından şekli kurallar bakımından dini hassasiyetlere özen gösteriliyor. Bir yandan seviniyoruz; çünkü artık İslami hassasiyet; hayatımıza daha fazla biçim veriyor. Tatil yaparken de inançlarının gereğine dikkat eden kişilerin sayısı ve sosyo-ekonomik seviyesi; artık cazip bir müşteri kitlesi oluşturacak duruma ulaşmış bulunuyor. Ancak yine de içimize huzursuzluk veren bir nokta var: Acaba bu tatil modeli gerçekten İslamî mi?
İslamî Makyajlı Tatil
Yani havuz hanımlara mahsus olunca; onun kenarında uzanıp bronzlaşmak, gerçekten alternatif bir tatil anlayışı oluşturuyor mu? Bir kere, düşünelim; onların bronzlaşmaktaki asıl amacı nedir? Karşı cinse cazip görünmek ve biraz da tatile gidebiliyorum diye kibirlenmek değil mi? Bizim böyle bir amacımız yoksa niye onların yaptığını yapıyoruz?...
Müslümanın her işi müslümanca bir amaç için ve o amaca uygun bir şekilde olmalıdır. Bu durumda, öncelikle müslümanca tatilin lüks olmaması gerekir. Her şeyden önce tatilin asıl maksadı, sağlık için açık havada ve tabiatta zaman geçirmek ve hareket etmek değil midir? Öyleyse neden beton yığınlarına koşuyoruz?
Asansörlerle inip çıktığınız, açık büfelerde tabakları doldurarak tüketim robotuna dönüştüğünüz bir tatilin sağlığa faydasından çok zararı olacağı aşikâr değil mi? Bu tarz bir tatilin sadece haremlik selamlık olarak düzenlenmesi yeterli mi?
Ülkemize modernizm ve batılılaşma daha çok kadın kıyafeti üzerinden geldiği için müslümanların modernizme tepkisi de daha çok tesettür hükmünün ihyası üzerinden olmaktadır. Ancak bu arada şu mesele unutulmuştur; aslında İslam’ın tesettür emrinin de en mühim hikmeti “ailenin muhafazası”dır.
Bir ülkede gençlerin helalinden geçimlerini temin etmeleri ve yuva kurmaları mümkün olmazsa, onlara sadece öğüt vermek tesir eder mi?
Medyada, müslüman burjuvanın lüks ve israf içinde yaptığı tatil görüntüleri dolaşırken, yoksul halkımızın gönlü incinmez mi?
Hem, iyi düşünecek olursak; bizim kendimize mahsus bir hayat anlayışımız, kültürümüz, ince ve ruhani zevklerimiz yoksa maddeci dünya görüşüne şekil itibarıyla muhalefet etmemizin ne manası olacaktır?
Huzursuz Bir Tatil Hatırası
Bu noktada kendi başımdan geçen bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Böylece ne demek istediğimin daha iyi anlaşılacağını zannediyorum.
Budan 6-7 yıl kadar önceydi; biz de hanımlara mahsus havuzu olan bir tesise gitmeye niyetlendik. Şile yolu üzerinde, geniş bir arazi üzerine kurulmuş bir tesis burası; kalacağımız evler de Bungalov denilen kulübelerden oluşuyor. Tesisin havuzu gün boyunca hanımlara mahsus; erkekler yakındaki denize gidiyor. Çok lüks ve pahalı olmaması, buraya gelen ailelerin çoğunun mütedeyyin olması ve birbirine karşı edebe riayetkâr davranması burasının güzel özellikleriydi. Tesisin o zamanki sahibi de tatilcilere yardımcı olmaya çalışan, yakınlık gösteren sıcakkanlı bir Anadolu insanıydı.
Ancak yine de bu birkaç günlük tatil bana çok fazla huzur vermedi. Çünkü inandığım değerlerle, burada sadece hoşça vakit geçirmek niyetiyle bulunmam, birbiriyle uyumlu değildi. Ayrıca havuzda yaşadığım bazı durumlar da beni üzüyordu.
Mesela havuzda bazı genç hanımlar; “hanımlara mahsus bir havuzda neden tesettürlü deniz kıyafeti giydiğimi” sorguladılar. Ben de “hanımlar arasında olsa da batılı tarzı deniz kıyafetiyle (yani neredeyse kıyafetsiz bir şekilde) durmanın caiz olmadığını” söyledim.
Bir müslüman kadın veya erkek; ister hemcinslerinin yanında, ister tek başına olsun; en azından belle diz arasını örten bir kıyafet giymelidir. Bu yüzden, ne kadar hanımlara mahsus havuz olsa da bir müslümanın deniz kıyafeti bir batılınınki gibi olamaz.
Bunun üzerine, kalkıp havlularını üzerine peştamal gibi saran veya şort gibi bir şeyler giyen hanımlar da oldu; benim ikazımdan hoşlanmayan veya aldırış etmeyen hanımlar da.
Ahlak Her Yerde Lazım
Aslında İslami kıyafete riayet etmeyenler, bu hareketleriyle oradaki diğer hanımların hakkına da tecavüz etmiş oluyorlardı; çünkü İslami hassasiyetleri için bu tesisi tercih etmiş bir insan, gözlerini uygunsuz manzaralardan koruma hakkına sahiptir. Ancak ne yazık ki rahatsız edici manzaraları görmemek için gözlerimizi yere indirmek bize düştü.
Beni huzursuz eden yalnız bu da değildi. Bu tarz tatil yapma anlayışını batıdan aldığımız için olsa gerek, buraya geleli, sanki ahlakımız da batılılaşmıştı. Müslümanlara mahsus yardımlaşma, paylaşma, iyilik, sıcaklık, samimiyet ve muhabbet gitmiş; soğukluk ve tenperestlik gelmişti herkesin üzerine. Gelip geçerken herkes birbirinden gözlerini kaçırıyor, bir şey yiyip içerken sırtını dönüyordu.
Şahsen ben, başkalarının karşısında bir şey yeme-içmeye alışkın değilim. Yetiştirilme tarzım, sofra üzerine gelen bir misafiri buyur etmeyi gerektirir. Bu yüzden, yanımdakilere de ikram edebildiğim kuruyemiş, galeta ve meyve suyundan başka bir şeyi, ne çocuklarıma satın aldım ne de kendime. Kendi odamıza gelene kadar paylaşılamayacak türde (dondurma, tost gibi) yiyecekler yemedim, çocuklarıma da yedirmedim.
İstanbul’dayken nasıl ki çocuklarıma sokakta yiyecek almıyorsam burada da almadım. Çünkü paylaşılamayan şeyleri başkalarının karşısında tüketmek, bizim milli kültürümüze uygun değildir. Tatile gelince ahlaki kurallar değişir mi?
Tatil yörelerinde şahit olduğum başka huzursuzluk verici hareketler de olmadı değil. Birçok tesettürlü hanımın sigara tiryakisi olması, tesettürün ruhuna uygun olmayan bazı hareketleri gibi daha burada sayamayacağım başka bir takım üzücü olaylara da şahit olduğum bu tatil; benim için çok da güzel gitmiyordu. Bu ilk ve son kez yaşadığım tatil modelinden sonra, hamdolsun bir daha hiç o çeşit nefsâni tatile gitmedim. Bundan sonraki tatillerimde daima; ya aile büyükleriyle zaman geçirmeyi, ya sılai rahmi, ya tatil imkânına sahip olmayan bir arkadaşımıza veya muhterem bir hoca efendiye ikramda bulunmayı kendimize prensip edindik. İnanın bu şekilde çok daha fazla mutlu olduk.
Mesela Nasıl Bir Tatil?
Esasen bir insanın gönlünde huzur olmadıktan sonra, güzel bir manzara karşısında otursa ve lezzetli şeyler yiyip içse de mutlu olması mümkün değildir. Çünkü insan esas itibarıyla kalbiyle insandır; bedeniyle değil. Bedeni bir şeyle neşelense bile, kalbinde mahcubiyet ve huzursuzluk hissi varsa o insan asla mutlu olamaz.
Öte yandan eğer bir insan ölüm gerçeğini, ahiret hesabını unutup geçici dünya nimetlerinden hakiki bir keyif alabiliyorsa o insan gerçek manada insan değildir!
Çünkü insanı başka canlılardan üstün kılan akıl ve kalp, onda başkalarını düşünme, Rabbine karşı hesap verme, gelecek günlerde karşılaşacağı hesap için hazırlıklı olma ihtiyacı gibi hisler uyandıracaktır. Bu hislerin tatmin edildiği bir tatil modeli, bunun yanında bedenen alınan keyiflere de meşruiyet kaynağı olacaktır.
Esasen Rabbimiz helal kıldığı nimetlerle kullarına ihsanda bulunmayı sever. Elbette müslüman da kendisine yakışan bir tatil modeliyle, Mevla Teala’nın nimetlerinden istifade edecek ve şükrün lezzetine varacaktır. Ancak nimetlerden istifade ederken nefsin bencilliğine, duygusuzca zevkperestliğe dalmasına izin verilmemelidir.
İşte, iyilikle ve hizmetle birleştirilen bir tatil, insanın hem bedenini hayırlı bir işle meşgul eder, hem nefsin bencilliğini kırar, hem de ruhuna güzel hisler yaşatır.
Zaten bir Müslümanın yemek, içmek, güneşlenmek gibi bedeni zevkler yerine, dostlarla sohbet etmek, iyilik yapmak ve mutluluk vermekten huzur duyması tabidir. Üstelik bu hizmetle hayır dua almak ve Allah’ın rızasını kazanmak hissi apayrı bir zevktir.
Şu zamanda Müslümanlara düşen, kendilerine mahsus tatil anlayışını, kendilerine hizmet satmak isteyenlere de kabul ettirmektir. Eğer Müslümanlar alternatif tatil denildiğinde, gerçekten batılı bireyci-hazcı kültüre alternatif; kendi kültürümüze dayanan bir tatil tarzı talep ederse, hiç kuşkusuz buna uygun tatil yöreleri de inşa edilir.
Yani ferde veya çekirdek aileye göre düşünülmüş, eğlence amaçlı tatiller yerine daha geniş aileye uygun; sohbete, muhabbete ve ibadete elverişli tatil biçimleri de yapılandırılabilir. Hiç kuşkusuz bu çeşit tatil anlayışı bizim özümüze ve ruhumuza daha uygun olur.
Eğer Müslümanlar lüks binalara ve aşırı tüketime iltifat etmezlerse bundan sonra yapılacak tesislerin daha mütevazı, daha çevreyle dost olması ve aşırı tüketimi körüklememesi mümkün olabilir. Ruhani zevklere ve paylaşma duygusuna uygun tesisler yapılır.
Bizim Tatilimiz Müslümanca Olmalı
Şunu kesin olarak anladım ki içine biraz rahmet, biraz hizmet, iyilik katılmayan bir tatil, nefsi şımartmakla birlikte, ruha büyük bir suçluluk yüklemekten başka bir şey hissettirmiyor. Üstelik nankör nefis hiçbir zaman tatmin olmuyor, şükretmiyor.
Oysa nefsin cimriliği ve geçimsizliği bastırılır, nefsi kıran zahmetlere biraz sabredilirse, böyle iyilik ve hizmet esaslı bir tatil çok daha muhabbetli ve rahatlatıcı oluyor.
Zaten ahirete iman eden bir Müslümanın; bir müddet sonra çürüyüp toprağa karışacak bedeni için yaşamaktan tatmin olması düşünülemez!
Kendisini maymunla akraba sayan, insanın herhangi bir canlıdan farkının olmadığına inananların hayat tarzı ve zevkleri nasıl olur da bizim zevkimize yön verebilir?
HATİCA KÜBRA ERGİN
Baharın çiçek çiçek gülümsediği; yazın tatlı rehavetini müjdelediği günleri idrak ediyoruz. Bir yandan neşeleniyor, seviniyor ama bir yandan da düşüncelere dalıyoruz. Yazın yaklaşması; biz müslümanları düşündürüyor çünkü her geçen yaz biraz daha dünyevileşmenin çevremizi, ailemizi hatta bizi sardığını hissediyoruz. Gazetelerde “alternatif tatil” sloganıyla hizmet veren tatil yörelerinin erken rezervasyon indirimlerini duyuran reklâmlara rastlıyoruz.
Bilhassa İstanbul’da yaşayanlar, lalelerle bezenmiş meydanlardan ve caddelerden geçerken, yazı ne kadar özlediklerini fark ediyorlar. Büyük şehirlerde yaşayan herkesin ihtiyacı aynı; betonlar arasından kurtulmak, temiz havada dolaşmak, tabiat içinde zaman geçirmek, hareket etmek…
Bilhassa tesettürlü hanımlar için şehirden uzaklaşmak, rahatça hareket etmek, güneş almak, sağlık için de gerekli olan fıtri bir ihtiyaç. Her ne kadar şehir içinde de yeşil alanlar ve parklar bulunuyor olsa da bu mekânlar müslümanların hassasiyetine uygun düzenlenmediği için bilhassa hanımlarımız faydalanamıyor. Bu durumda yaz aylarında tatile gitmek, özellikle hanımlar için tam bir ihtiyaç oluyor.
“İslamî Tatil” (?)
Son zamanlarda bu ihtiyacın farkına varan turizm yatırımcıları, İslamî hassasiyetlere uygun tatil merkezleri meydana getiriyorlar. Hanımlara mahsus havuzların, spor alanlarının ve sosyal mekânların bulunduğu oteller veya turistik tesisler, ciddi bir şekilde ilgi görüyor. Bu durum, bu çeşit tatil mekânlarının sayılarının hızla artmasına sebep oluyor.
Bir bakıma sevindirici bir gelişme; çünkü müslümanların hassasiyetlerinin göz önüne alınarak düzenleme yapmanın bir ihtiyaç haline geldiğini gösteriyor. Eskiden tatile gidecek kadar ekonomik imkâna sahip olanların çoğunluğu dini kurallar konusunda titizlik göstermediği için tatil yörelerinde hâkim olan hayat tarzı tamamen batılı yaşam tarzı idi. Yemeklerin içkiyle birlikte servis edildiği, çıplaklığın, çılgınca eğlencenin hâkim olduğu bir tatil anlayışı göze çarpıyordu.
Adına “Alternatif tatil”, “İslami tatil” veya “Tesettür tatil” denilen, yeni tatil anlayışında ise en azından şekli kurallar bakımından dini hassasiyetlere özen gösteriliyor. Bir yandan seviniyoruz; çünkü artık İslami hassasiyet; hayatımıza daha fazla biçim veriyor. Tatil yaparken de inançlarının gereğine dikkat eden kişilerin sayısı ve sosyo-ekonomik seviyesi; artık cazip bir müşteri kitlesi oluşturacak duruma ulaşmış bulunuyor. Ancak yine de içimize huzursuzluk veren bir nokta var: Acaba bu tatil modeli gerçekten İslamî mi?
İslamî Makyajlı Tatil
Yani havuz hanımlara mahsus olunca; onun kenarında uzanıp bronzlaşmak, gerçekten alternatif bir tatil anlayışı oluşturuyor mu? Bir kere, düşünelim; onların bronzlaşmaktaki asıl amacı nedir? Karşı cinse cazip görünmek ve biraz da tatile gidebiliyorum diye kibirlenmek değil mi? Bizim böyle bir amacımız yoksa niye onların yaptığını yapıyoruz?...
Müslümanın her işi müslümanca bir amaç için ve o amaca uygun bir şekilde olmalıdır. Bu durumda, öncelikle müslümanca tatilin lüks olmaması gerekir. Her şeyden önce tatilin asıl maksadı, sağlık için açık havada ve tabiatta zaman geçirmek ve hareket etmek değil midir? Öyleyse neden beton yığınlarına koşuyoruz?
Asansörlerle inip çıktığınız, açık büfelerde tabakları doldurarak tüketim robotuna dönüştüğünüz bir tatilin sağlığa faydasından çok zararı olacağı aşikâr değil mi? Bu tarz bir tatilin sadece haremlik selamlık olarak düzenlenmesi yeterli mi?
Ülkemize modernizm ve batılılaşma daha çok kadın kıyafeti üzerinden geldiği için müslümanların modernizme tepkisi de daha çok tesettür hükmünün ihyası üzerinden olmaktadır. Ancak bu arada şu mesele unutulmuştur; aslında İslam’ın tesettür emrinin de en mühim hikmeti “ailenin muhafazası”dır.
Bir ülkede gençlerin helalinden geçimlerini temin etmeleri ve yuva kurmaları mümkün olmazsa, onlara sadece öğüt vermek tesir eder mi?
Medyada, müslüman burjuvanın lüks ve israf içinde yaptığı tatil görüntüleri dolaşırken, yoksul halkımızın gönlü incinmez mi?
Hem, iyi düşünecek olursak; bizim kendimize mahsus bir hayat anlayışımız, kültürümüz, ince ve ruhani zevklerimiz yoksa maddeci dünya görüşüne şekil itibarıyla muhalefet etmemizin ne manası olacaktır?
Huzursuz Bir Tatil Hatırası
Bu noktada kendi başımdan geçen bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum. Böylece ne demek istediğimin daha iyi anlaşılacağını zannediyorum.
Budan 6-7 yıl kadar önceydi; biz de hanımlara mahsus havuzu olan bir tesise gitmeye niyetlendik. Şile yolu üzerinde, geniş bir arazi üzerine kurulmuş bir tesis burası; kalacağımız evler de Bungalov denilen kulübelerden oluşuyor. Tesisin havuzu gün boyunca hanımlara mahsus; erkekler yakındaki denize gidiyor. Çok lüks ve pahalı olmaması, buraya gelen ailelerin çoğunun mütedeyyin olması ve birbirine karşı edebe riayetkâr davranması burasının güzel özellikleriydi. Tesisin o zamanki sahibi de tatilcilere yardımcı olmaya çalışan, yakınlık gösteren sıcakkanlı bir Anadolu insanıydı.
Ancak yine de bu birkaç günlük tatil bana çok fazla huzur vermedi. Çünkü inandığım değerlerle, burada sadece hoşça vakit geçirmek niyetiyle bulunmam, birbiriyle uyumlu değildi. Ayrıca havuzda yaşadığım bazı durumlar da beni üzüyordu.
Mesela havuzda bazı genç hanımlar; “hanımlara mahsus bir havuzda neden tesettürlü deniz kıyafeti giydiğimi” sorguladılar. Ben de “hanımlar arasında olsa da batılı tarzı deniz kıyafetiyle (yani neredeyse kıyafetsiz bir şekilde) durmanın caiz olmadığını” söyledim.
Bir müslüman kadın veya erkek; ister hemcinslerinin yanında, ister tek başına olsun; en azından belle diz arasını örten bir kıyafet giymelidir. Bu yüzden, ne kadar hanımlara mahsus havuz olsa da bir müslümanın deniz kıyafeti bir batılınınki gibi olamaz.
Bunun üzerine, kalkıp havlularını üzerine peştamal gibi saran veya şort gibi bir şeyler giyen hanımlar da oldu; benim ikazımdan hoşlanmayan veya aldırış etmeyen hanımlar da.
Ahlak Her Yerde Lazım
Aslında İslami kıyafete riayet etmeyenler, bu hareketleriyle oradaki diğer hanımların hakkına da tecavüz etmiş oluyorlardı; çünkü İslami hassasiyetleri için bu tesisi tercih etmiş bir insan, gözlerini uygunsuz manzaralardan koruma hakkına sahiptir. Ancak ne yazık ki rahatsız edici manzaraları görmemek için gözlerimizi yere indirmek bize düştü.
Beni huzursuz eden yalnız bu da değildi. Bu tarz tatil yapma anlayışını batıdan aldığımız için olsa gerek, buraya geleli, sanki ahlakımız da batılılaşmıştı. Müslümanlara mahsus yardımlaşma, paylaşma, iyilik, sıcaklık, samimiyet ve muhabbet gitmiş; soğukluk ve tenperestlik gelmişti herkesin üzerine. Gelip geçerken herkes birbirinden gözlerini kaçırıyor, bir şey yiyip içerken sırtını dönüyordu.
Şahsen ben, başkalarının karşısında bir şey yeme-içmeye alışkın değilim. Yetiştirilme tarzım, sofra üzerine gelen bir misafiri buyur etmeyi gerektirir. Bu yüzden, yanımdakilere de ikram edebildiğim kuruyemiş, galeta ve meyve suyundan başka bir şeyi, ne çocuklarıma satın aldım ne de kendime. Kendi odamıza gelene kadar paylaşılamayacak türde (dondurma, tost gibi) yiyecekler yemedim, çocuklarıma da yedirmedim.
İstanbul’dayken nasıl ki çocuklarıma sokakta yiyecek almıyorsam burada da almadım. Çünkü paylaşılamayan şeyleri başkalarının karşısında tüketmek, bizim milli kültürümüze uygun değildir. Tatile gelince ahlaki kurallar değişir mi?
Tatil yörelerinde şahit olduğum başka huzursuzluk verici hareketler de olmadı değil. Birçok tesettürlü hanımın sigara tiryakisi olması, tesettürün ruhuna uygun olmayan bazı hareketleri gibi daha burada sayamayacağım başka bir takım üzücü olaylara da şahit olduğum bu tatil; benim için çok da güzel gitmiyordu. Bu ilk ve son kez yaşadığım tatil modelinden sonra, hamdolsun bir daha hiç o çeşit nefsâni tatile gitmedim. Bundan sonraki tatillerimde daima; ya aile büyükleriyle zaman geçirmeyi, ya sılai rahmi, ya tatil imkânına sahip olmayan bir arkadaşımıza veya muhterem bir hoca efendiye ikramda bulunmayı kendimize prensip edindik. İnanın bu şekilde çok daha fazla mutlu olduk.
Mesela Nasıl Bir Tatil?
Esasen bir insanın gönlünde huzur olmadıktan sonra, güzel bir manzara karşısında otursa ve lezzetli şeyler yiyip içse de mutlu olması mümkün değildir. Çünkü insan esas itibarıyla kalbiyle insandır; bedeniyle değil. Bedeni bir şeyle neşelense bile, kalbinde mahcubiyet ve huzursuzluk hissi varsa o insan asla mutlu olamaz.
Öte yandan eğer bir insan ölüm gerçeğini, ahiret hesabını unutup geçici dünya nimetlerinden hakiki bir keyif alabiliyorsa o insan gerçek manada insan değildir!
Çünkü insanı başka canlılardan üstün kılan akıl ve kalp, onda başkalarını düşünme, Rabbine karşı hesap verme, gelecek günlerde karşılaşacağı hesap için hazırlıklı olma ihtiyacı gibi hisler uyandıracaktır. Bu hislerin tatmin edildiği bir tatil modeli, bunun yanında bedenen alınan keyiflere de meşruiyet kaynağı olacaktır.
Esasen Rabbimiz helal kıldığı nimetlerle kullarına ihsanda bulunmayı sever. Elbette müslüman da kendisine yakışan bir tatil modeliyle, Mevla Teala’nın nimetlerinden istifade edecek ve şükrün lezzetine varacaktır. Ancak nimetlerden istifade ederken nefsin bencilliğine, duygusuzca zevkperestliğe dalmasına izin verilmemelidir.
İşte, iyilikle ve hizmetle birleştirilen bir tatil, insanın hem bedenini hayırlı bir işle meşgul eder, hem nefsin bencilliğini kırar, hem de ruhuna güzel hisler yaşatır.
Zaten bir Müslümanın yemek, içmek, güneşlenmek gibi bedeni zevkler yerine, dostlarla sohbet etmek, iyilik yapmak ve mutluluk vermekten huzur duyması tabidir. Üstelik bu hizmetle hayır dua almak ve Allah’ın rızasını kazanmak hissi apayrı bir zevktir.
Şu zamanda Müslümanlara düşen, kendilerine mahsus tatil anlayışını, kendilerine hizmet satmak isteyenlere de kabul ettirmektir. Eğer Müslümanlar alternatif tatil denildiğinde, gerçekten batılı bireyci-hazcı kültüre alternatif; kendi kültürümüze dayanan bir tatil tarzı talep ederse, hiç kuşkusuz buna uygun tatil yöreleri de inşa edilir.
Yani ferde veya çekirdek aileye göre düşünülmüş, eğlence amaçlı tatiller yerine daha geniş aileye uygun; sohbete, muhabbete ve ibadete elverişli tatil biçimleri de yapılandırılabilir. Hiç kuşkusuz bu çeşit tatil anlayışı bizim özümüze ve ruhumuza daha uygun olur.
Eğer Müslümanlar lüks binalara ve aşırı tüketime iltifat etmezlerse bundan sonra yapılacak tesislerin daha mütevazı, daha çevreyle dost olması ve aşırı tüketimi körüklememesi mümkün olabilir. Ruhani zevklere ve paylaşma duygusuna uygun tesisler yapılır.
Bizim Tatilimiz Müslümanca Olmalı
Şunu kesin olarak anladım ki içine biraz rahmet, biraz hizmet, iyilik katılmayan bir tatil, nefsi şımartmakla birlikte, ruha büyük bir suçluluk yüklemekten başka bir şey hissettirmiyor. Üstelik nankör nefis hiçbir zaman tatmin olmuyor, şükretmiyor.
Oysa nefsin cimriliği ve geçimsizliği bastırılır, nefsi kıran zahmetlere biraz sabredilirse, böyle iyilik ve hizmet esaslı bir tatil çok daha muhabbetli ve rahatlatıcı oluyor.
Zaten ahirete iman eden bir Müslümanın; bir müddet sonra çürüyüp toprağa karışacak bedeni için yaşamaktan tatmin olması düşünülemez!
Kendisini maymunla akraba sayan, insanın herhangi bir canlıdan farkının olmadığına inananların hayat tarzı ve zevkleri nasıl olur da bizim zevkimize yön verebilir?
HATİCA KÜBRA ERGİN