Şeriat gibi Tasavvufun (tarikatın) temelinde de Peygamberimiz (SAV) ve Kur’an-ı Kerim vardır. Peygamber (SAV) Efendimiz’in yaşadığı Zühdi Manevi hayat, dünyaya meyletmeme, dünyadan el etek çekme hali, O’nun (SAV) Ashabı (RA) tarafından da yerine getirilmiştir.
Tasavvuf, Peygamber (SAV) Efendimiz devrinde mevcut olup, Ashab-ı Kiram (RA), Tabiin (RA), Tebeü Tabiin (RA) ile daha sonra gelenlerin bu esasları muhafazası tasavvufun (tarikatın) zamanımıza kadar devamını sağlamıştır.[1]
Tasavvufun öncüsü olan Peygamber (SAV) Efendimiz, bu ibadetin nasıl yapılacağını, Zikrullahın nasıl elde edileceğini yakınları olan İmam-ı Ali (KV) Hz.leri’ne ve Ebubekir (RA) Hz.leri’ne tarif ettiğini görüyoruz. Onlar da kendilerinden sonra gelenlere devren Silsile ile bir miras gibi bırakmışlar, böylece tasavvuf nuru aynı bir elektrik akımı gibi Günümüze kadar ulaşmıştır.
Silsile, bir tarikatı insanlara öğreten Mürşid-i Kamil (şeyh) önce tarikat Pirine, oradan da Hz. Peygamber (SAV) Efendimize ulaştıran şahıslar (mürşidler, şeyhler) zinciri demektir. Böylece, bir tarikat şeyhine elini vererek (biatla) tarikata giren kişi, Şeyhe biat etmekle, o şeyhin Silsile ile bağlı olduğu Tarikat Pirine ve o Pirin de yine Silsile ile bağlı olduğu Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz’e biat etmiş olur.
Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz ile başlayan Tasavvuf (tarukat) nuru, Şeyh vasıtasıyla, şeyhin elini tutan müride geçer. Bundan sonra müride düşen vazife şeriatın ve Tarikatın emirlerini hiç aksatmadan yapmaktır. Asırlar boyu İslam’ın ölmez ve yıkılmaz iki emaneti Kur’anı Kerim ve Sünnet-i Seniyye ışığı altında devrimize ulaşan Tarikat, en yüce ve rütbelere, makamlara yükselen kimseler tarafından benimsenmiş ve onun sayesinde hem dünyevi, hem uhrevi necatlara ve rızaya, Cemalüllaha (CC), Şefaat-i Resülullah’a (SAV) ermişlerdir. Tarikat-ı Aliyye-i Muhammediyye’yi kabullenip onu bağırlarına basanların arasında Osmanlı padişahlarının da olduğunu görüyoruz.
Aziz yolcu! Çünkü şeriat tarikatın kapısıdır. Tarikat hakikatin bahçesidir, yani tarikat gayet sağlam bir hisar (kale) içinde bir bahçedir. Şeriat o bahçenin kapısıdır. Hakikat o bahçede bulunan türlü gül gülistan ve türlü meyve ağaçlarıdır. Ne o bahçenin sonu vardır ne o ağaçların sonu vardır. Onun hisarı (kalesi) o kadar sağlamdır ki bir kimse kuş olsa oraya girmesi imkansızdır. Ancak kapısından girebilir kapısı da (şeriattır) yani bir insanın tarikata girmesi için namazını, orucunu, gerektiği zaman zekatını, haccını ve Yüce Allah (CC) Hz.leri’nin emirlerini yerine getirmesi ile mümkündür. Bu sebeple şükür ibadetini yerine getiren mümine Mürşid-i Kamil aramak lazımdır. Çünkü Mürşid-i Kamiller bu bahçenin bahçıvanlarıdırlar. Mürşid-i Kamil’e gerçek teslim olanlara şeytan musallat olamaz. Teslimiyeti kuvvetli olanın şeytan semtine uğramaz.
Ey aşık-ı sadık! Yüce Allah (CC) Hz.leri’ni ve O’nun (CC) Resul-ü Azamini (SAV) en iyi bilen ve yolunda daim olan Mürşid-i Kamil’in kapısında bu dünyada iken körlükten kurtulup Yüce Allah (CC) Hz.lerinden rızasına mazhar olmaya çalış. Nitekim Yüce Allah (CC) Hz.leri buyurur: “Kim de bu dünyada (hakkı görüp kabul etmeyecek şekilde) kör olursa, artık o ahirette de kördür ve yol bakımından da daha sapıktır.”[2]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Tasavvuf Ve Tarikatlar. S.28
[2] El-İsra S. A.72
Tasavvuf, Peygamber (SAV) Efendimiz devrinde mevcut olup, Ashab-ı Kiram (RA), Tabiin (RA), Tebeü Tabiin (RA) ile daha sonra gelenlerin bu esasları muhafazası tasavvufun (tarikatın) zamanımıza kadar devamını sağlamıştır.[1]
Tasavvufun öncüsü olan Peygamber (SAV) Efendimiz, bu ibadetin nasıl yapılacağını, Zikrullahın nasıl elde edileceğini yakınları olan İmam-ı Ali (KV) Hz.leri’ne ve Ebubekir (RA) Hz.leri’ne tarif ettiğini görüyoruz. Onlar da kendilerinden sonra gelenlere devren Silsile ile bir miras gibi bırakmışlar, böylece tasavvuf nuru aynı bir elektrik akımı gibi Günümüze kadar ulaşmıştır.
Silsile, bir tarikatı insanlara öğreten Mürşid-i Kamil (şeyh) önce tarikat Pirine, oradan da Hz. Peygamber (SAV) Efendimize ulaştıran şahıslar (mürşidler, şeyhler) zinciri demektir. Böylece, bir tarikat şeyhine elini vererek (biatla) tarikata giren kişi, Şeyhe biat etmekle, o şeyhin Silsile ile bağlı olduğu Tarikat Pirine ve o Pirin de yine Silsile ile bağlı olduğu Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz’e biat etmiş olur.
Hz. Peygamber (SAV) Efendimiz ile başlayan Tasavvuf (tarukat) nuru, Şeyh vasıtasıyla, şeyhin elini tutan müride geçer. Bundan sonra müride düşen vazife şeriatın ve Tarikatın emirlerini hiç aksatmadan yapmaktır. Asırlar boyu İslam’ın ölmez ve yıkılmaz iki emaneti Kur’anı Kerim ve Sünnet-i Seniyye ışığı altında devrimize ulaşan Tarikat, en yüce ve rütbelere, makamlara yükselen kimseler tarafından benimsenmiş ve onun sayesinde hem dünyevi, hem uhrevi necatlara ve rızaya, Cemalüllaha (CC), Şefaat-i Resülullah’a (SAV) ermişlerdir. Tarikat-ı Aliyye-i Muhammediyye’yi kabullenip onu bağırlarına basanların arasında Osmanlı padişahlarının da olduğunu görüyoruz.
Aziz yolcu! Çünkü şeriat tarikatın kapısıdır. Tarikat hakikatin bahçesidir, yani tarikat gayet sağlam bir hisar (kale) içinde bir bahçedir. Şeriat o bahçenin kapısıdır. Hakikat o bahçede bulunan türlü gül gülistan ve türlü meyve ağaçlarıdır. Ne o bahçenin sonu vardır ne o ağaçların sonu vardır. Onun hisarı (kalesi) o kadar sağlamdır ki bir kimse kuş olsa oraya girmesi imkansızdır. Ancak kapısından girebilir kapısı da (şeriattır) yani bir insanın tarikata girmesi için namazını, orucunu, gerektiği zaman zekatını, haccını ve Yüce Allah (CC) Hz.leri’nin emirlerini yerine getirmesi ile mümkündür. Bu sebeple şükür ibadetini yerine getiren mümine Mürşid-i Kamil aramak lazımdır. Çünkü Mürşid-i Kamiller bu bahçenin bahçıvanlarıdırlar. Mürşid-i Kamil’e gerçek teslim olanlara şeytan musallat olamaz. Teslimiyeti kuvvetli olanın şeytan semtine uğramaz.
Ey aşık-ı sadık! Yüce Allah (CC) Hz.leri’ni ve O’nun (CC) Resul-ü Azamini (SAV) en iyi bilen ve yolunda daim olan Mürşid-i Kamil’in kapısında bu dünyada iken körlükten kurtulup Yüce Allah (CC) Hz.lerinden rızasına mazhar olmaya çalış. Nitekim Yüce Allah (CC) Hz.leri buyurur: “Kim de bu dünyada (hakkı görüp kabul etmeyecek şekilde) kör olursa, artık o ahirette de kördür ve yol bakımından da daha sapıktır.”[2]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Tasavvuf Ve Tarikatlar. S.28
[2] El-İsra S. A.72