Bütün nebîlerin şeriatının aynı olduğunu söylüyor Allahû Tealâ. Öyleyse son Nebî Hazretleri Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz ve ona tâbî olan sahâbe, Hazreti Ibrâhîm'in hanif dînini; yani tasavvufu yaşadılar
Nereye götürür Islâm dîni, hanif dîni ve tasavvuf? Insanları nereden alır? Nereye götürür? Allah'a ulaşma dileğiyle bir macera başlar. Güzelliklerin en güzeli başlar. Bunun başlaması için Allahû Tealâ tarafından seçilmiş olmak gerekir. Bütün sahâbe seçilmişti.
Ne diyor Allahû Tealâ şura Suresinin 13. âyet-i kerimesinde?
42/ŞURA-13: şerea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted'ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu).
"Dîni ikame edin ve fırkalara ayrılmayın." diye dîn olarak Nuh'a vasiyet ettiğimizi,sanavahyettiğimizi, Ibrâhîm'e, Musa'ya ve Isa'ya vasiyet ettiğimizi, sizin için de (Allah) şeriat kıldı. Müşriklere, kendilerini davet ettiğin şey (Allah'a davet ve tek Allah'a inanmak) ağır geldi. Allah, kimi dilerse onu Kendisine seçer ve Kendisine yöneleni, O'na (Kendisine) ulaştırır.
Allah kullarından dilediğini Kendisine seçer, seçtiklerinden kim Allah'a yönelirse onu, Kendisine ulaştırır." diyor. Öyleyse bütün sahâbe, Allahû Tealâ tarafından seçilmiş miydi? Evet. Hepsi seçilmişti. Peki bütün sahâbe Allah'a yöneldiler mi? Hepsi Allah'a ulaşmayı diledi, hepsi Allah'a yöneldi.
Allah'a yönelmek nasıl bir ifade? ALLAH'A ULAşMAYI DILEMEK. Kim Allah'a ulaşmayı dilerse, o Allah'a yönelmiştir. Allahû Tealâ onu mutlaka mürşidine ulaştıracaktır, mutlaka ruhunu Kendi Zat'ına ulaştıracaktır. Işte bütün sahâbeye bakıyoruz. Hepsi aynı dizaynda. Ruhlarını hepsi Allah'a ulaştırmışlar
Zümer 18'de gördük ki; hepsi ruhlarını Allah'a ulaştırmışlardı. Öyleyse Rad Suresinin 20, 21, 22. âyetleri ne söylüyor bakalım
13/RAD-20: Ellezîne yûfûne bi ahdillâhi ve lâ yenkudûnel misâk(misâka).
Onlar, Allah'ın ahdini (ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini Allah'a teslim ederek) ifa ederler (yerine getirirler). Ve misaklerini (Allah'a, bu 4 emaneti teslim etme konusundaki, kesin sözlerini) bozmazlar.
13/RAD-21: Vellezîne yasylûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb (hisâbi).
Ve onlar, Allah'ın (ölümden evvel), Allah'a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O'na (Allah'a) ulaştırırlar. Ve Rab'lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar
13/RAD-22: Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(dâri).
Onlar, sabırla Rab'lerinin vechini (Zat'ını, Zat'a ulaşmayı, Allah'ın Zat'ını görmeyi) isteyenler ve namazı ikame edenler, onları rızıklandırdığımız şeylerden gizli ve açıkça infâk edenler. Ve seyyiati, hasenat ile (iyilikle) savan kimselerdir. Işte onlar için, bu dünyanın (güzel bir) akıbeti (sonucu) vardır.
Bütün sahâbe, Allah'a ruhlarını ulaştırmışlar. Hepsi önce, Allah'a ulaşmayı dilemiş. Işte tasavvufun, işte hanif dîninin, Islâm dîninin birinci noktası: ALLAH'A ULAşMAYI DILEMEK. Bu bir işaret. Bu, olmazsa olmaz şartıdır. Olmazsa olmaz! Kim Allah'a ulaşmayı dilemezse, o kişinin kurtuluşu mümkün değildir.
Bütün sahâbe hidayete ermişler; hidayete erenlerin hepsi de Allah'a ulaşmayı dileyenlerdir, Rad Suresinin 20, 21 ve 22. âyetleri gereğince. Öyleyse bütün sahâbe Allah'a ulaşmayı dilediler. Tasavvufun temel kaidesi, cennetin anahtarı, Allah'a ulaşmayı dilemek
Bütün sahâbe Allah'a ulaşmayı dilemişler, tasavvufun 7 safhasından birincisini hepsi yaşamış. Ikincisini yaşamışlar mı? Yani 10 tane ihsan alarak mürşidlerine ulaşmışlar, ona tâbî olmuşlar mı? Hem de kâinatın en büyük mürşidine; Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olmuşlar. Hepsi mi? Istisnasız hepsi, hepsi tâbî olmuşlar.
Öyleyse neyle karşı karşıyayız? şunu görüyoruz ki; bütün sahâbe kâinatın en büyük mürşidine tâbî oldular: Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V)'e, Peygamber Efendimiz'e. Öyleyse böyle bir durumda, onlar kendilerine düşen görevi gerçekleştirdiler. Tâbî oldular ve Sıratı Mustakîm'in üzerinde oldular.
En'am Suresinin 153. âyet-i kerimesinde:
6/EN'AM-153: Ve enne hâzâ sırâtî mustekîmen fettebiûh(fettebiûhu), ve lâ tettebiûs subule fe teferreka bikum an sebîlih(sebîlihi), zâlikum vassâkum bihî leallekum tettekûn(tettekûne).
Ve muhakkak ki; bu, benim mustakîm olan yolumdur. Öyleyse ona tâbî olun. Ve (başka) yollara tâbî olmayın ki; o taktirde sizi, onun yolundan ayırır. Işte böyle size onunla vasiyet etti(emretti). Böylece siz takva sahibi olursunuz.
Bu âyet-i kerimenin tabiî sonucu olarak bütün sahâbe, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî oldular. Bu tâbiiyet standartlarında onlar için söz konusu olan, işte daha öteye geçmekti. Tâbî oldukları zaman muhtevaya baktığımızda; daha öteye geçmenin, ruhu Allah'a ulaştırmak olduğunu görüyoruz.
Ne oluyor? Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî oluyorlar. Allah kalplerinin mührünü açıyor, kalplerinin içindeki küfür kelimesini alıp, yerine îmân kelimesini yazıyor. Devrin Imamı'nın; Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in ruhunu, başlarının üzerine getirip yerleştiriyor. Bütün günahlarını sevaba çeviriyor sahâbenin. Ruhlarını Allah'a doğru yola çıkarıyor. Nefsleri tezkiye olmaya başlıyor. Fizik vücutları da şeytana kul olmaktan kurtulmaya ve Allah'a kul olmaya başlıyor.
Öyleyse Allah'a kul olmak... Birinci yeminimiz ruhumuzla alâkalı. Ruhumuzu ölmeden evvel Allah'a ulaştıracağımıza dair misak vermişiz Allahû Tealâ'ya. 12 defa üzerimize farz. Peki sonra? Yeminimiz var; nefsimizi tezkiye ve tasfiye edeceğiz. Nefsimizde hiçbir afet bırakmayana kadar bir savaş vereceğiz nefsimizin afetleriyle. Resûl yoluyla daimî zikre ulaşmak mecburiyetindeyiz. Daimî zikir üzerimize farz kılınmı?.
Nisa 103'te Allahû Tealâ diyor ki:
4/NISA-103: Fe izâ kadaytumus salâte fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum, fe izatma'nentum fe ekîmus salât(salâte), innes salâte kânet alel mu'minîne kitâben mevkûtâ(mevkûten).
Namazı bitirdiğinizde; ayaktayken, otururken ve yan üzeriyken (yan üstü yatarken) Allah'ı hep zikredin! Güvenliğe kavuştuğunuzda namazı erkânıyla kılın. Çünkü; namaz, mü'minlerin üzerine, vakitleri belirlenmiş bir farz olmuştur.
Bütün sahâbe, daimî zikrin sahipleriydi. Işte Zümer 18'de Allahû Tealâ hepsinin ulûl'elbab olduğunu, daimî zikrin sahibi olduklarını söylüyor ki; ulûl'elbab olmak demek, ihlâs sahibi olmak demektir.
Tüm sahâbe nefslerini de Allah'a teslim etmişlerdi. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbî olduktan sonra, Allah'a doğru yola çıktılar. Seyr-i sülûk başladı sahâbe için. Hepsinin ruhlarını Allah'a ulaştırdıklarını görüyoruz. Hepsinin önce nefslerini tezkiye ettiklerini görüyoruz ve ruhlarını Allahû Tealâ'ya ulaştırınca, Sıratı Mustakîm üzerinde ruhun yaptığı yolculuk sona erdi.
Nefs gene rehine olarak kaldı; ama fizik vücudu Allah'a teslim etmek için gayretle çalışmaya başladı sahâbe. Ve bütün sahâbenin fizik vücutlarını da Allah'a teslim ettiklerini görüyoruz, Al-i Imran Suresinin 20. âyet-i kerimesine göre. Öyleyse sahâbe en güzel standartlardaydı. Adım adım hanif dîninin hedef gösterdiği noktalara doğru hareket halindeler. Ruhlarını Allah'a ulaştırıp teslim etmişler mi? Etmişler. Neden sonra? Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e tâbiiyetten sonra.
Fetih Suresinin 10. âyet-i kerimesi. Allahû Tealâ diyor ki:
48/FETIH-10: Innellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihi), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu'tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki; onlar,sanabiat ettikleri zaman Allah'a biat etmiş oldular. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardı. Kim (derecesini nâkısa) düşürürse, muhakkak ki o, nefsi sebebiyle (Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için) derecesini nâkısa düşürmüştür. Kim de Allah'a olan ahdlerini (yeminini, misakini ve ahdini) yerine getirirse, ona büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
Aslında herşey öylesine güzel ki; bu muhteşem güzellikleri yaşamak varken bir inat uğruna, insanların Allah'ın bütün hakikatlerini reddetmeleri, gerçekten ibretle seyredilecek olan bir tablo ve içimizi hüzün kaplıyor. Bu insanlar kurtulamazlar. Kur'ân'a göre kurtulmaları mümkün değil. Onları kurtarmak üzere yaptığımız bunca gayretin neticesiz kaldığını görmenin hüznünü yaşıyoruz. Kur'ân ne söylemişse, şu anda sahâbeyi tanımayanlar onları iddia ediyorlar; ama bütün sahâbenin bu hedeflerin hepsine, 12'den vurarak ulaştığını söylüyor Kur'ân-ı Kerim.
Herşey en güzel standartlarda vücut bulmuş. Sahâbe bir sulh ve sukûn ortamına ulaşmı?. Hem cennet, hem dünya saadetinin sahibi olmuş. Tasavvuftan murad olunan şeyle Islâm'dan murad olunan şey, hanif dîninden murad olunan şey aynı; sadece Allah'a teslim olmak. Neyiniz varsa teslim edeceksiniz. Ruhunuzu, fizik vücudunuzu, nefsinizi ve iradenizi.
Bütün sahâbe bunların hepsini gerçekleştirmişler. Bihakkın takvanın sahibi olmuşlar. Öyleyse her şeyin en güzel olduğu bir dizayn söz konusu ve böyle bir dizaynda sahâbeyi görüyoruz. Irşad makamının sahibi oldukları, ayrı ayrı birçok açıdan kesin şekilde belli.
Kur'ân'da hangi irşad tarifi varsa, mürşidin hangi açıdan tarifi varsa, hepsine sahâbe uyum gösteriyor. Hepsi daimî zikrin sahipleri. Hepsi hikmet sahibi. Hepsi iradelerini de Allah'a teslim etmişler. Hepsi Ilm'el yakînin, Ayn'el yakînin ve Hakk'ul yakînin sahipleri. Bu noktaya ulaşmadan evvel hepsi irşada ulaşmışlar. Ulaşmışlar mı? Işte Hucurat Suresinin 7. âyet-i kerimesi.
Hucurat 7. Allahû Tealâ buyuruyor:
49/HUCURAT-7: Va'lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri leanittum, ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel ısyân(ısyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne).
Bilin ki, içinizde Allah'ın resûlü var. şâyet emirlerin çoğunda size uysaydı lânetlenirdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi, kalplerinizde onu (îmânı) müzeyyen kıldı (fazılları îmân kelimesinin etrafında toplaıarak kalbinizi tamamen nurla doldurdu). Size; küfrü, fıskı ve isyanı kerih gösterdi. Işte onlar, irşada ulaşanlardır.
Onlar sahâbeydi. Her şeylerini Allah için ortaya koydular. Zengin mi oldular? Hayır. Mutlu mu oldular? Çok. Gerçek dünya saadetini onlar yaşadılar. Hayatlarının her gününü, başka arkadaşlarına yardımla geçirdiler. Hepsi başkası için yaşadı. Hepsi için başkasının hayatı, kendi hayatından daha azizdi, daha kıymetliydi.
Işte son nefeslerindeki tabloya beraberce bakalım. Hazreti Ömer elindeki su kabıyla, matarayla dolaşıyor. Savaştan sonra şehit olmak üzere olan sahâbeden acaba kime bir damlacık su verebilirim diye, bir yudum su verebilirim diye. Tam o sırada bir sahâbe sesleniyor: "Ya Ömer su!" diyor. Hazreti Ömer hemen ona doğru koşuyor, suyu uzatıyor. Tam o sırada ikinci bir sahâbe: "Ya Ömer su!" diye sesleniyor. O matarayı götürdüğü, teslim etmek üzere olduğu sahâbe diyor ki: "Ya Ömer, onun benden daha çok ihtiyacı var, suyu ona ver." Hazreti Ömer koşarak ikinciye gidiyor, tam uzatıyor matarayı. Bir üçüncü sahâbe su istiyor. Ikinci sahâbe de aynı şeyi söylüyor. "Ya Ömer, onun benden daha çok ihtiyacı var, suyu ona ver."
Hazreti Ömer, talebi kabul ediyor. Koşarak gidiyor üçüncüye; ama üçüncü şehit olmuş, suyu veremiyor. Bunun üzerine ikinciye koşuyor, ona da yetişemiyor. Birinciye koşuyor, ona da yetişemiyor. Bir insanın son nefesinde, kâinattaki her şeyden daha kıymetli olan şey; bir yudum sudur. şehit olmak üzere olan 3 sahâbenin üçü de suya hasret gidiyorlar; ama başkalarının mutluluğu için. Başkalarını kendilerinden azîz bildikleri için. Kendilerini ikinci plana almayı başardıkları için.
Onlar sahâbeydi. Destanlar yazdılar, savaşlar kazandılar, kovuldukları, kaçmak mecburiyetinde oldukları Mekke'yi dönüp fethettiler. Onlar sahâbeydi. Hepsi Allah'ın irşad makamının sahibi olmayı başardılar. Işte böylesine bir hayat yaşadılar. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in etrafında etten, kemikten, çelikten bir kale gibiydiler. Tasavvufu yaşadılar Hazreti Ibrâhîm'in hanif dînini. Yani Islâm'y yaşadılar. Üçü de aynı hüviyettedir. Tasavvuf, Hazreti Ibrâhîm'in hanif dîni ve Islâm... Bu üç faktörün hiçbir noktasında birbirinden bir fark göremezsiniz. Hepsi Hazreti Ibrâhîm'in hanif dînidir, hepsi Islâm'dır, hepsi tasavvuftur