Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tasavvuf bidat mi (2 Kullanıcı)

tevhit06

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Haz 2008
Mesajlar
31
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Tasavvuf bidat mi
Bazı kavramların sonradan çıkması kabul edilirse o zaman tasavvufa bidat demek gerekir ki bu ortalığı dağıtacak bir şeydir, sonradan çıkmış olduğu mümkün değil.Şöyle bir misal verelim biz kuranı kerimin kelamı kadim olduğuna inanıyormuyuz, evet peki Peygamber efendimize nazil olmadan önce kuranı kerim varmıydı ilmi ilahide evet. Onun için kelamı kadim diyoruz, ayetler deste deste nazil oldu. Peki Hz. Peygamber zamanında Musaf varmıydı , yoktu, Musaf bidat midir hadi buyurun bakalım, Madem Hz. Peygamber zamanında yoktu , bütün Mushafları kaldıralım.Yani kitaplandırılmış sahifeledirilmiş kitapları kaldıralım. Neden ,bidat. Böyle bir mantık olabilirmi.

-Mekke toplumunu tanımıyoruz, bunu kabul edelim bir vakti cahiliye sözünden; hareket ederek, Mekke toplumunun cahil, hiçbir şey bilmeyen ilkel insanlar, olduğu zannındayız.Böyle bir şey yok.biz cahili bu günkü manasında cahil ve ilkel olarak anlıyoruz . Halbuki Yunus Emre söylüyor cahil nedir ‘’ilim ilim bilmektir ilim kendini bilmektir sen kendini bilmezsen ha bir kuru emektir.’’
Ne kadar ilim sahibi olursanız olun, Allahı bilmiyorsanız cahilsiniz. Vakti cahiliyet demek; Allahı bilmemek dönemi demektir.Mekke toplumu; Sosyal olarak, içtimai olarak, ekonomik olarak. Cahil bir toplum değildir.Öyle bir yüksek devlet idaresi vardır ki; Mekke toplumunda o devlet idaresi yüksek bir medeniyetin sembolü dür . ve ilk vahiy geldiği zaman, Mekke toplumunda okuma yazma bilen sayısı 17 dir. Çünkü okuma yazma bilmek ilim öğrenmek için bir araçtır. Her okuma yazama bilen alim mi , değil.Düşünün ki okuma yazma bilmeyen, herhangi bir kabile muharebesi sırasında karşılıklı geçip bir saat bir buçuk saat şiir okuyabiliyorlar, o anda doğaçlanarak.Bu neyle olur çok yüksek bir kültürle,çok yüksek bir kelime haznesine sahip olmakla ve yüksek bir ritim duygusuna çünkü bunu kafiyeli vezinli olarak okuyor. Bunlar medeniyet ölçüsü değimlidir. Buna rağmen cahiliye toplumudur neden Allahı bilmiyor, mesele budur. Onun için çok yüksek bir topluma tebliğ edilmek üzere Efendimize, nazil olmuştur kuranı kerim. Efendimizin tebliğ edeceği toplum ilkel ve cahil bir toplum değildir.
-Hz. Peygamber zamanında olmayan her şey bidat midir Musaf bidat midir onun cevabını versinler ondan sonra tasavvufu konuşalım.
-Tavvufi hayatın bir başlangıcı vardır, kişide. Kişide dünyevi hayatında bir başlangıcı vardır.Bizim dünyevi hayatımız ne zaman başlar, Doğum dediğimiz hadisede bile başlamaz, ne zaman göbeğimiz kesilir, Annemizden. Göbeğimiz kesildiği anda Dünyanın nefesini alırız, ilk yaptığımız şey ağlamaktır. Dünyaya ağlayarak gelinir, İnşallah gülerek gideriz, Tasavvuf kısaca bu ilimdir. Ağlayarak gelinen dünyadan gülerek gitme sanatına tasavvuf denir.
-Hz. Peygamber döneminde olmayan her şey bidat değildir. Sonradan uydurulmuş ibadete, itikada, ibadetin mükellefiyet tarafına, bu çok önemli, ibadetin mükellefiyet tarafına bir şey bir nokta koymak,veya bir nokta çıkarmak,bidattir. Açık şöyleyim şahsi kanaatim küfürdür, kendini Allah yerine koymaktır. Mükellefiyet tarafına ekleme ve çıkarmada bulunmak asla, olamaz. Ne itikada ne amele, ancak muhabbetin tezahürü olan, nefafile istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz. Yani ben günde elli rekat daha Namaz kılacağım,kıl. buna kimse mani olamaz. Ramazanın dışında oruç tutabilirsin ama bayramın birinci günü tutamazsın. O günde tutacağım dersen olmaz. Sana bana tabi değiliz.Allah ve Resulüne tabiyiz. Yediğin yemeğe kimse karışmadığı gibi nefafile de kimse karışmaz.

- Mezhepler peygamber zamanında yoktu, canım sahibi şeriat varken içtihada hacet varmı. Evvela mezhebin ne olduğunu anlayalım,yanlışımız nerde, müslüman toplumu olarak, Mezhebimizi din edinmişiz, Din başka bir şeydir mezhep başka bir şeydir.Bunu anlamak lazımdır.

-Biz dünya hayatına göbeğimiz kesildiği anda başlarız.Tasavvuf hayatına doğuş ise; bir mürşitten inave almakla başlar. Yani bir mürşit size , cenabı Hakkın esmalarından. Nasıl bir mürit, mürşidin önünde cenabı Hakkın esmalarını talim etmek suretiyle Tasavvuf hayatına başlar ise; Hz. Adem a.s. ilk esmayı alan zat değil midir, öyleyse ilk şeyh Hz. Allah , ilk derviş Adem a.s. dır.Aksini iddia eden buyursun.
-Bakın cemiyetimizde şöyle bir yanlışlık daha var biz islamiyeti Muhammed Mustafa a.s. la başladı sanıyoruz. Hayır efendim öyle değildir açsınlar kuran okusunlar.İslam Adem a.s. la başladı Allah bir din birdir. Bir tane Allahın bin tane dini olmaz. Hz. Adem neyi söylediyse Hz.Muhammed Mustafa a.s. aynı şeyi söylemiştir, aradaki ismini bildiğimiz bilmediğimiz, hakim rivayete göre yüz yirmi dört bin adet olan peygamberanı kiram hazaratı aynı şeyi söylemiştir.
-Tasavvuf hayatı bir mürşitden esma almakla başlıyorsa ilk esma veren Hz Allah ilk esmayı alan Hz. Adem a.s. dır teknik tabirle, müesseseleşmiş tabiriyle söylersek ilk şeyh Hz. Allah, İlk derviş Adem a.s. dır.
-Gelelim Efendimizin zamanı sadetine, Ashabı soffeyi kim tanıyor, yetmiş milyon Türk Müslüman içinde, Asabı soffeyi tanıyı versinler, okusunlar, nedir kimlerdir.Ve hemen yanında ehli biati tanısınlar, biat nedir ehli biat kimlerdir ashabı kiram içinde.Akabe biatı nedir. Ağacın altında Allah sizden razı oldu diye, ayet gelecek kadar, Allah tarafından yüceltilen bu zevatı kiram kimlerdir,ve bu kurum bu müessese nedir.İşte Tasavvuf budur.Kim demiş Hz. Peygamber zamanında yoktu diye.
-Kuranı kerime hürmet, hükmünü yerine getirmektir.
-Hz. Abdulkadirin tarikatı diyorsun o tarikatı Muhammediyedir, Hz.Mevlananın tarikati diyorsun o da tarikati Muhammediyedir.Hz. Şahı Nakşıbent’in vesayir piranı kiram efendilerimiz hazaratının teessüs ettirdikleri değil, İçtihat buyurdukları, yollardır. Evvela içtihadın ne olduğunu bileceğiz. Tasavvufu anlamak için. Bakın fıkıhda bir kaide vardır, içtihat usulü fıkıhda değil; Füruhu fıkıhta yapılır. Yani detaylarda furuhatta yapılır. Asıllarda içhihata mesa yoktur, Boşluk bırakılmamıştır.Mesala Namaz kılarken kıyam etmek farzdır.Farz değildir diyen hiçbir imam yok, kıyamda mühim olan şey ayakta durmak değil, Tazim etmektir.Ululamaktır. İşte burada içtihatlar başlıyor, ben ayakta sakin durursam, bu ululamaktır en iyi ululamak bence budur diyor bir zatı şerif, bir zat diyor ki hayır öyle manzara seyreder gibi elini sallayarak değilde, elini kavuşturarak durmak daha tazimkardır ki Hz. Ömerde bu fikirdedir, Hz. Ömer şöyle diyor, seni biri uzaktan görürken, ayakta dururken görürse, Ellerinin bağlı olduğunu gördümü Namaz kılıyor bu adam der.Düm düz dururken bir yere bakıyor zannedebilir. Bu fikirde Hz. Ömer, İmamı azam Efendimizde bu fikirde.İmam malik kollarını bırakırsan daha tazimkar olur diyor. Şimdi burada bakın birleşilen nokta tazimdir.teferruat ise bağlama yeri göbeğinin altından tuttun altından tututun bileğini tuttun tüm bütün bunlar içtihada tabi şeylerdir, ancak Tevhit cenabı hakkın çok önem verdiği bir unsur olduğu için; Herkes her istediğini yapmasın, o kadarda serbest değil diye bir birliklik, birliktelik paylaşımı çoğaltmak, bakımından bir sistem konulmuş elini bileğinden tutacaksın, Göbeğinin altına bağlıyacaksın, Hanımlar göğüslerine bağlıyacaklar, bunu put edinmemek lazımdır. Asabı kiramın sayısı hakim rivayete göre yüz yirmidörtbin kişi aynen peygamber sayısı gibi, bunların içinde Ashabı soffe kaç kişi asahabı biat kaç kişi. İşte tasavvuf adı konmayıp müeseseleşmesede; Hz. Ademden bu yana vardır, Hz. Peygamber efendimiz zamanındada ashabı soffe ve ehli biat le müesseseleşmiştir.
Bunları içerisinde aynı zamanda aşereyi mübeşşereden olan, Sad bin Ebi Vakkas efendimizin çok önemli bir sözü vardır; habibi Kibriya efendimiz diyor, Sad bin ebi Vakkas hazretleri, biz ashabı soffe olarak, hepimize ayrı ayrı ve ayrı ayrı adetde esmalar verdi.
-Ruhlar alemindeyken rabbimize sen bizim rabbimizsin dedik ama hatırlamıyoruz, çünkü şuur yok, Biat ise şuur ile, el ele el hakka kaidesi gereğince Allaha ayrı bir söz vermektir.

Kaynak: Ö.Tuğrul İNANÇER Hoca Efendinin sohbetinden, Ramazan Kalaycı(tevhit06) tarafından derlenmiştir.
 

şafakvakti

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2009
Mesajlar
121
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
40
tasavvuf eşittir islamiyet yalnız islamda ruhbanlık yoktur
 

tevhit06

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Haz 2008
Mesajlar
31
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
ruhbanlık evet islamiyette yok tasavvufta hele hiç yok.
 

tevhit06

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Haz 2008
Mesajlar
31
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Sayın mehmetşahin biraz vaktin varsa oku derim

Türkçe ibadet, Türkçe ezan, vird, nefis, ehli biat.

(Radyo sohbetinden alarak yazıya çevirdim uzun bir yazı ama vaktiniz varsa okumanızı öneririm.)
Sadettin Acar: Türkçe ibadeti gündeme getirilmek isteniyor. Duaların Türkçe yapılabileceğini İnsanların,dua ile isteklerini Türkçe de yapabileceklerini gündeme getirilmek isteniyor.

Ö.T.İnançer: Dua etmek başka, ibadet etmek başkadır, niye karıştırıyorlar ki bir birine. Allah her dili bilir istemek başka şey ibadet etmek başka şeydir. Bu zihniyet bir kere cehalettir. Her zaman söylemeye çalıştığımız gibi; İslamiyet Hak dindir. Batıl dinlerle mukayese edilmez. Evvela bu mukayeseyi kaldıracağız.

Din kurumu; Sosyolojide başka bir şeydir, Teolojide başka bir şeydir. Yani içtimai hayatta, bir vardır ama teolojide; yani ilahiyat ilminde, İlah kavramı, Tanrı kavramı başka bir kavramdır, Tanrı, bakın değişik kelimelerle, değişik fonksiyonlar ifade ediliyor. Allah mabudtur yani ibadet edilendir. Allah ilahtır, yani Tanrıdır. Tanrı ibadet edilecek şeyle sınırlı değildir. O zaman Mabud kelimesine luzum kalmazdı, Mabud; Abd kökünden gelen abid ibadet eden, Mabut ibadet edilendir. İlah ise, Tanrıdır. Bunun yaratıcılığı vardır Rezzaklığı vardır, örtücülüğü vardır,affediciliği vardır, cezalandırıcılığı vardır. Demekki ibadet istemekle ve dua ile sınırlı bir şey değildir. Yani biz kendimize bakarsak, Namaz, Oruç, Hac, Zekat gibi ibadetler; Allah’tan bir şey istemekle alakalı değildir. Kulun yapmakla mükellef olduğu borcudur, ödemekle mükellef olduğu borcudur. İstemekle alakası yoktur.
Dua istemektir. Bir birine karıştırılıyor bunlar.batıl dinlerde; dinler yaşama dini olmaktan çıkmıştır. Zaten batıl olduğu için din değildir de, sosyolojik olgu olarak dindir, ama yaşanmaz. İşte biz o yanlışlığı yapar hale düşürüldük, indirgendik. Artık biz yaşama dinimizi,terk ettik. Bunu gayet açıklıkla söylemek lazım, bu tespiti doğru yapmak lazım. İbadet dini yani, tapınma dini haline, indirgedik dinimizi, bu sizin sorduğunuz sual; tapınma dininden de, dua dinine indirgeme faaliyetidir.
İslam Hak din olarak; yaşama dinidir. Tapınma dini değildir. Dua etme dini değildir. Bu gün batı Hıristiyanlığına, özellikle Katolik Avrupa ya baktığımızda; bir kere ibadet denen, kulluk görevini yerine getirmek için, mutlaka arada aracı olması lazımdır. Mesela kilise nezdin de, evli olmak için, bir papazın nikah kıyması lazımdır. Maalesef bizim Müslüman geçinenlerimiz bile; böyle bir müessesenin karşılığı olarak, imam nikahını farz zannediyorlar.
Hayır, imam yoktur ki nikahı olsun. İmam diye bir sınıf yoktur, ne yazık ki, bazı görevli imamlarımızın ve müezzinlerimizin vazifelerini terk ettikleri nazarı itibara alınarak, Diyanet işleri teşkilatımız, namazda; müezzin mahvelinin, müezzin tarafından, mihrabın imam tarafından, terk edilmesine rıza göstermiyor ve bir takım müfettişlerle bunları kontrol ediyor. Halbuki bundan elli altmış sene önce, böyle değildi, mesela siz bir camide imamsınız, sizin hocanız geldi, siz mihrabı ona terk edersiniz. Buna müsaade edilmez hale geldi.
Nikahı, imamda kıysa,kaptanda kıysa, konsolosda kıysa, belediye memuru da kıysa, nikahın bir tek şartı vardır; rıza beyanı ve bu rıza beyanın olduğuna şahitler, bitti, Efendim belediyenin nikah memuru nikah kıydıktan sonra, ayrıca imam nikahı lazım değil. Bir ağzı dualı zat, bir ihtiyar amca, bir güzel dua etse, iki genç tarafından oluşturulan ailenin saadeti için, bereketi için, hayırlı evlat için dua etse ne olur, aliyul ala olur. Çok güzel olur, kimsenin itirazı yok ama, ne yazık ki bazı insanlar bunu olmazsa olmaz zannediyorlar, ama Hırıstiyanlıkta veya Yahudilikte hahamın veya papazın kıymadığı nikah geçerli değildir. Kilise ve havra indinde. Bakın görüyor musunuz, ne kadar önemli bir fark var aralarında. Protestan dünyasına gelelim. Ne olmuş, özellikle papanın ve papazların, insanları dine kabul etme ve reddetmeleri, aforoz sistemi. Bu ne demek, ben seni bu dinden attım demek, sen kimsin, sende insansın. Kimde böyle bir yetki olabilir, ben seni attım diyor aforoz ediyor.
Aynı şey maalesef bizim Anadolu Alevilerinde de var, yolsuz bırakmak demek düşkün ilan etmek demek, aforozdur. Kimin ne haddine bir dini inanışta batılını hakkı konuşmuyorum. Bir inanç sisteminde insan hürriyetinin olduğu yerde, başka insanların benim vicdanım üzerinde tasarruf atı olamaz. Beni bir yere kabul ve ret hiçbir insanın yetkisinde değildir. İşte hakiki İslam budur. Protestan dünyası arz ettiğim gibi papaların ve papazların bu kabul ret yetkileri, efendim cennette arsa satma yetkileri, kendilerini tanrı yerine koyma, yetkilerine itiraz ederek, onları protesto ederek reddederek bir hal ortaya çıkmış bunlarda Protestan. Ama Onlarda da ibadet etmek için illa bir adama ihtiyaç var,işte ibadet kendi dilleriyle yapılıyor diyerek bize onları misal veriyorlar. Ayrıca bu yanlıştır böyle bir şey olmaz, bütün Avrupa Latince incili okur yani mezara ölüyü koyarken, çocuğu vaktiz ederken, nikah kıyarken, sair ibadetleri yaparken, ingilizide fransızıda italyanıda ispanyoluda,almanıda portekizide yani ayrı lisan konuşan insanlar, hepsi Latince okurlar. Bunu kimse bilmiyor ki. Efendim vaaz ederken efendim bizimde vaiz efendilerimiz, hatip efendilerimiz Türkçe konuşuyorlar, Türkçe vaaz ediyorlar, ne fark var. Ama ibadet sırasında, yani dua değil, yükümlü olduğumuz ibadet sırasında; Allah kelamı olduğuna inandığımız, kuranı mecidi, Resurullah efendimizin ağzından çıkan kelimelerle, mana elbette Allahın vahyettiğidir, ama biz kuranı kerimin lafzını Allahtan değil Cebrail a.s. değil Efendimizden duyduk. Çünkü Allah; bunun altını çizerek söylüyorum, Allah insana, insandan tecelli eder. Resurullah efendimize, Cebrail a.s. geldiği zaman nispet olarak, yüz defa geldiyse 99 unda insan suretinde gelmiştir. Bu bize bir şey anlatmıyor mu, Allahın ayetleri kuranı kerimin sayfası arasındaki, lafzi ayetlerle sınırlı mıdır. Başka ayeti yokmu Allahın, çok hepimiz birer ayetiz. Yani aksi ispat edilemeyecek doğrulukta olan şeyleriz. Ayet bu demektir. Kuranı kerimin cümleleri aksi edilemeyecek doğrulukta olduğu için lafzi ayetlerdir. Hangi ayetin şimdiye kadar aksi ispat edilebilmiştir ki, var mı böyle bir şey yok. Şimdi bakın buraya gelince, konu konuyu açıyor.
Bu maracal Bahreyn yani iki ayrı suyun, bir birine karışmaması. Bu 1400 senelik bir ayet, sureyi rahmanda bunu kaptan kusto denizdeki bir su olarak, bir birine karışmayan sular diye yerini tespit etti ve buldu, /A bu ayet doğruymuş,/ bundan ibaret değil ki mesela bir başka şey, bizim denge unsurumuz, denge aletimiz kulağımızdır. Kulak sadece ses duymaya yaramaz. Dengemizi de kulak sağlar. İç kulakta bir cm. küp civarında bir su var, bu suyun, yarısı başka türlüdür yarısı başka türlüdür. Ve bir birine karışmaz. Yarısı potasyum yüklüdür, yarısı sodyum yüklüdür. Ve asla karışmaz, karıştığı zaman denge gider. İç kulağımızın içinde.
Çünkü kainatta ne varsa insanda vardır. İnsanda ne varsa kainatta vardır. Onun için şeyh Galip efendimiz öyle buyurur. Hoşça bak zatına züpteyi alemsin sen, bütün alem ve kainat Hz. İnsanda derilmiş bükülmüş özet ve züpte halinde ortaya konmuştur. Bu bedenden ibaret olan insan değildir. Bedeni de böyledir ama; bedeninden gayrı, ruhuyla ve bedeniyle beraber Hz. İnsanda bu iş böyledir.
Dua etmek; yani rabbi Teala dan bir şeyler istemek, dünyanın her lisanıyla geçerlidir. Şu anda Müslümanlar; çoğunluktan itibaren sıralarsak eğer, Urduca en kalabalık Müslümanlar sonra Türkçe ve Arapça yan yana beraber ikisi de yüzde yirmi civarındadır, ondan sonra Farsça ondan sonra Endenozya Tayland Malezya lisanını da Urduca ya dahil edersek çünkü ora kökenli olduğu için oraya dahil ederek konuşuluyor, Afrika savafili dilleri, Boşnakca Arnavutça çünkü Müslümanlar bu dillerle Allah a dua ediyorlar. Ama Resurullah efendimize yakınlığı temin etmek, onunla rabıtayı iyice ortaya koymak için, onun kullandığı kelimelerle ve kuranı kerimdeki bazı dua cümleleriyle, dua etmek Arapça dua etmek demek değildir. Şunu bilmiyorlar, bu iddiada bulunanlar, Allahü Teala kitabı keriminde; ben Arapça Kuran indirdim demiyor; Kuranı Arapça indirdim diyor. Bu farkı anlamayanlar bizim bu dediğimizi anlamazlar. Çok önemli fark bu
Dua sırasında mesela; Allahümme Rabbena firliğ veli valideye velil muminine yevme yegulumul hisap ayetini okumak ey rabbimiz Atina bize ita et yani bize ver, dünyada ahirette de hasanat iyilik güzellik ver.
Cehalet; nisbi bir kavramdır, terbiye cahilleri olabilir, ilim cahilleri olabilir, nice mektep bitirmiş cahiller tanıdık, nice mektep bitirmemiş alimler tanıdık. Mekteple sınırlı değildir ilim tahsili, amelle alakalıdır. Edimle fiille davranış biçimiyle alakalıdır. Yani taş taşıyan bir eşekle, kitap taşıyan eşek arasında fark yoktur. Ancak bilgiyi başkalarına öğünme kaynağı olarak kullananlar; kitap taşıyan eşekten farksızdırlar. Bildiği kadar azcık bir şey bilse bile, o bilgisini insanların faydasına, ve kendi doğru davranış biçimlerine rehber edenler, onlar Hazreti İnsandır. Bilgi bir alettir, gaye değildir.bunların doğru ortaya konması lazım.
Ezanın Türkçeleşmesi meselesinde konuşulmuş. Geçen gün birisi söyleyi verdi, hiç namaz kılmamış ha biz namaz kıldırma memurları değiliz, ama onlar bize karışmasınlar, biz onlara karışmıyoruz. Öyle zannettirmeye çalışıyorlar dikkat buyurun bak.

Emri bil maruf nehiy anil münker; zorlama olmadan, doğruları tebliğ etme vazifesidir ve bununda şartı; birincisi söylediğini evvela kendisi yapmasıdır. Adamın ağzı leş gibi rakı kokuyor, çocuğuna nasihat ediyor, oğlum içki içme diyor. Bu nehiy anil münker değildir. Kendi hiç namaz kılmıyor, ezan okundu, çocuğuna git namaz kıl diyor. Buda emri bil maruf değildir. Yani kendi yapacak, yani Allahın yap dediğini yapacak,yapma dediğini yapmayacak. Sonra bunun yapılmasını ve yapılmamasını nasihat edecek.lisanı hal ile anlatacak. Emri bil maruf budur. Kimseyi zorlamak yoktur. zorlayanlar var, cahiller, niye mektepleri kapattınız medreseleri kapattınız, cahil bırakmasaydınız. Cahil bıraktınız, sonra şikayet ediyorsunuz. Şekobenlerin, Türkiye’nin bu günkü halinden şikayet etmeye hakları yoktur, çünkü bu cehaletin sebebi onlardır. Buna mukabil kendini yetiştiren, pek ala büyük alimlerde var elhamdülillah.
Şimdi Türkçe ezan meselesi konuşulunca hiç namaz kılmamış, kıldığına şahit olmadığımız bir zat; Türkçe ezan okunsun demiş, dayanamamışlar demişler ki Türkçe okunsa kılacak mısın be demişler. Anlatabiliyor muyum bu kadar basit.

( devamı ikinci mesajda )
 

tevhit06

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Haz 2008
Mesajlar
31
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Sadettin Acar: Efendim evradlar,eskarlar, zikirler, bunların önemi bunların duadan farkı, bunlar nedir bizim neyimize karşılık gelir.
Ö.T.İnançer: Bunlar cemiyetin malı değildir, cemiyetin bir kısmının malıdır. Yani hususidir, evrad hususidir umumi değil.
Sadettin Acar : Önce bir tanımlıyalımmı efendim.
Ö.T.İnançer : Vird kelimesi; dilde devamlı tekrarlanan söz manasına gelir. Vird kelimesinin çoğulu evrad dır. Evrad tasavvuf ehli tarafından; icra olunan bir okuma kitabıdır. Yani ehli tarik ın işidir. Ehli şeriatın işi değildir. Ehli tarik ehli şeriattan ayrıdır. Şeri mükellefiyetler yerine getirildiğinde; insanların nefis mertebeleri, en çok kendi kendine dördüncü mertebeye kadar çıkar. Mutmainneden daha ileriye tek başına gidilmez. Oraya geldiğinin farkında olanlarda azdır zaten. Oraya gelenlerden bir kısmı, eksikliklerini hissedip; bir başka zatın terbiyesine girme ihtiyacını duyarlar. İşte kullarımın arasına gir demek o demektir. Kime hitap ediyor ayet, Kurandan ayrı değildir, Allahın genel ayetleriyle; Efendimizin genel hadisleriyle söz dinleyerek, bunlar öğrenilerek ve tatbik edilerek, mutmaine mertebesine yani tatmin olmuş nefis mertebesine gelinir. Sonra; daha yukarı gitmek için, yani radiyeye, merdiyeye Allahtan razı olmayı öğrenmeye, ve Allahın da ondan razı olmasını nefis mertebesine ki ondan sonraki nefis safiyyedir, bunlar umumi konuşulacak lakırtı değildir ama ayette adı geçiyor. Bak ne diyor; ya eyyuyeten nefsin mutmaine irciği, bu irciği yi öl emri zannediyorlar, bana dön; ne demek bana dön; yani biz Rabbimize, mezar damı döneceğiz, ne münasebet. Nefsin emirlerinden kurtulup, Rabbin emirlerine tabi olmak demek. İrciği, irciğ demiyor dön demiyor, bana dön diyor, ayrıca ila Rabbiki radiyeten merdiyye. Yani raziye ve merziyye mertebelerini söylüyor Allah. Bunun için ne yapacağız, dahil ol, bana kul olmuşların arasına gir, ki cennete giresin demiyor bak dikkat edin, cenneti diyor cennet demiyor, benim cennetime gir. Niye diğer Kuranı kerimdeki ayetlerde; cennet diyor da, bu ayette cenneti (cennetim) diyor. İşte nefsi Mutmainneden yukarı gidenler, zat cennetine girerlerde onun için.
İşte evrad okumak; O bir zatın peşine takılanların işidir. Bana kul olmuşların arasına karışmayı kendi kendine yapamaz. Elimizdeki bir ampulün aydınlanması için; onun fişini, pirize takmamız lazımdır. Nefsi mutmainneye la teşbih, kablosuyla, fişiyle, ampulüyle, bir abajur gibidir. Yani aydınlanmak için bir takım malzemeler elde ediyorsunuz. Bunu yapmak için gayretler sarf ediyorsunuz. Allah ve Resulünün emirlerine, yasaklarına riayet ediyorsunuz ve elinizde çok güzel bir hazır lamba var onun fişini pirize takmadığınız zaman; O lamba sizi aydınlatmaz. İşte o fişi pirize takmak; biat müessesesidir. Çünkü, el ele, el Hakkadır. Kişiler fanidir, müessese bakidir. Resurullah efendimizin; hayatını çok güzel tetkik edersek,bütün bunların cevabını anlarız. Efendimizin umumi söyledikleri var, zata mahsus söyledikleri var, bu zata mahsus söylediklerinin içinde; günlük hayatını çok sade geçiren, bir deve çobanından, Abdullah ibni Abbas gibi, her şeyin ibini dibini soran, inceleyen tetkik eden büyük alimlerde var, efendimizin Abdullah ibni Abbasın temsil ettiği, alimlere söylediği sözle, o deve çobanı diye temsir ettirdiğimiz, yani sade yaşayan insanlara söylediği söz aynı değil. Birde özel olarak söylediği sözler var, Efendimiz herkesten biat aldımı, hayır. Mutlaka ve mutlaka ashabı soffe kurumu ile, ashabı biat kurumunu tanımamız lazımdır.
Mesela Huneynde, Mekke’nin fethinden sonraki taif muharebesinde; Müslümanlar biraz kuvvetlerine güvendiler, zaten ordunun üçte biri müşriklerden oluşuyor. Yani bir ittifak yapıldı müşterek düşmana karşı, yani bunu da bilmiyorlar. Resurullah’ın ordusu baş kumandan Resurullah aleyisselam. Yabancıyla ittifak yapılmaz diyorlar, ne münasebet , müşterek düşmana karşı, sana düşmanlık yapmayacak bir gayri müslimle iş birliği yapılır fiili pergamberi ortada. Sen ben kim oluyoruz yani. Kendi kendimize din icat etmeyeceğiz, biz Muhammed Mustafa’nın tebliğ ettiği ve kendi zatında tatbik ettiği dinin mensuplarıyız. Aklımızın fikrimizin ilmimizin dininde değiliz. Muhammed Mustafa’nın dinindeyiz, Bun bir öğrenelim. O peygamberi zişanın baş kumandanı olduğu o orduda, onbin kişi gayri Müslim. Bu gayri Müslimlerde put perest üstelik. Yirmi bin kişisi Müslüman. Ama müşterek bir düşmana karşılar, birde kendilerine biraz fazla güvenmişler. Bu güvenme üzerine; bu düşman yüklenince emirsiz, bir taktik gereği olmaksızın, kaçmak kelimesi değilde ricat olunca , Efendimizin söylediği söz çok önemlidir. Hz. Abbas sağ o zaman amcası, zaten aralarında ay farkı var, yaş farkı bile yok. Onun için bir zat sormuşta ya Abbas Resurullah mı büyük, sen mi büyüksün diye, Hz. Abbasın cevabı; işte Müslüman cevabıdır. Resurullah benden büyük ama ben ondan evvel doğmuşum. İşte bu Müslüman nezaketidir. Ve ona rağmen Hz. Abbas yanına geldiği zaman; efendimiz ayağa kalkıyor. Ya Resulallah niye böyle yapıyorsunuz deyince; amca baba yarısıdır diyor. O benim amcam velev ki birkaç ay büyük olsa. Hz Hazma Efendimizin hem bacanağı dır hem süt kardeşidir hem amcasıdır felan, ona da öyle yapıyor. Efendimizin nezaketi.
Şimdi Amca yeğen bir birimizi miras yüzünden mahkemeye veriyoruz. Öyle Müslümanlık olurmu. Dünya malı için, amca yahu baba yarısı, yeğen o da evlat yarısı demektir, değilmi. Birbirimizi mahkemeye veriyoruz miras yüzünden. Hangi Müslümanlıktan bahsediyoruz. İşte efendimiz amcasına, Hz. Abbasa diyor ki amca ehli biate seslen nereye gidiyorsunuz diye, çünkü Hz Abbas sesi çok gür bir zattır. Öyle bir özelliği var. Muharebe meydanındaki gürültüyü bastıracak bir gür ses. Ey Müslümanlar; ey ashabım, nereye gidiyorsunuz değil; Ey ehli biat nereye gidiyorsunuz. Hz Abbas bu şekilde efendimizden aldığı talimatla seslenince; bir avuç ehli biat biliyor musunuz bir avuç. Rakamıda bellide otuz küsür kişi. Ehli biattan kalanlar, koca bir orduda. O otuz kişi geriye bir dönüyor; biz ne söz vermiştik Resulullah’a biat etmiştik. Bir geriye dönüyor, dönüş o dönüş, harp Müslümanların lehine bitiyor. Bu müessese bilinmeden, ashabı soffe bilinmeden, Dervişlik Tasavvuf, Tarikat bilinemez.
Şimdi efendim; zikretmek Allahın genel emridir, amenna. Kuranı kerimde zikirle alakalı, o kadar çok ayeti kerime var ki, bunlar umumidir elbette yapacaksın. Ama bu fişi pirize takmak değildir, seyri suluk; yani meslekte ilerlemek, Türkçe ye çevirmeye çalışırsak.meslekte ilerlemek; bir meslek erbabının önünde olur. O piriz şeyhtir. Mürşittir. Çünkü o pirizde değil ki elektrik. O pirize gelen kablolarda, o kablolar nerden geliyor, diyelim ki trafo merkezinden geliyor, la teşbih o trafo merkezi kimdir, Pirdir Hz. Abdulkadir dir, Hz. Mevlana dır, Hz. Şahı Nakşibent tir, Hz. Ömeril halvetidir, Hz Ahmeder Rufaidir. VS. Piranı izam efendilerimizdir. Peki onların elektriği nerden geliyor, onlarında kabloları vasıtasıyla; Resurullah Efendimizden geliyor. Ve secere diye secere ağaç demektir. Mürşitlerin, şeyh efendiler hazaratının, pirlerin sinsile nameleri vardır. Sinsile namelerde; mutlaka en yukarda Allahü zül celalin ismi şerifi yazılır. Mutlaka Cebrail a.s. ın ismi yazılır, Efendimizin ismi şerifi yazılır, ondan sonra ala sinsiletihim nerden geliyorsa genellikle Hz. Ali yoluyla gelir, birkaç tanede Hz. Ebu Bekir yoluyla da gelen vardır, Hz. Ömer, Hz. Osman Hz. Abdurrahman zevatı kiramdan gelenlerde varmış fakat tarih içerisinde diğerlerine karışmış. Genellikle ilk yedi sabittir. Hasani Basri,Habibi acemi, Davudu Tai Sırrı Sakati Marufi Kerhi Cüneydi Bağdati r.a. Bunların hepsine selam olsun.Yani bu bir köktür veya ağacın gövdesidir. Bu gövdeden sonra kollar ayrılmıştır.
Büyük Piranı kiramı, büyük dallar olarak görelim. Onlardan sonra piri saniler vardır. Yani aynı içtihat içerisinde, özel içtihatlar yapanlar, bunlar piri sanidir.( ikinci pir) cemiyetin ihtiyacına göre; zaman içerisinde, yeni içtihatlar oluşur.
Anadoluda Kadirilik yaygın bir tarikattır, hepsi Eşrefzade rumiye bağlıdır. Bunu kim biliyor. Eşrefzade Abdullah Rumi diyince herkes şair zannediyor, kadiri piri sani olduğunu kim biliyor, Anadolu ve Rumeli Kadiriliğinin babası olduğunu kim biliyor. Bana sorarsan kimse bilmiyor. Özel kişiler hariç, ben genelden bahsediyorum. Çünkü bir yasağın getirdiği kötüleme var. yasak siyasidir kanundur saygı duyulur. Saygı duyulmasada uyulur. Fakat kanunen yasak olması demek, siyaseten yasak olması demek, ilmi açıdan da irdelenemez, konuşulamaz, yasaktır dolayısıyla kötüdür denemez ki. Böyle algılanıyor, Tasavvuf edebiyatı diye mekteplerde ders okutuluyor, Tasavvufun edebiyatı cici, Tasavvufun musikisi cici, ama Tasavvufun kendisi kaka, böyle bir zihniyet olabilirmi yahu. İşte evrad eskar okumak ehli Tarikin işidir. Özeldir. Zata mahsustur. Nasıl doktorla hastası arasındaki münasebet, hiç kimseye açıklanmaz ve özelse, ama biz gözümüz rahatsız olunca göz doktoruna gidiyoruz değilmi. Göz doktoru hepimize aynı ilacımı veriyor. Çünkü hepimizin göz hastalığı başka. Ama göz doktoru bunlara bakıyor. İşte mürşitlerde böyledir. Herkese kendi ihtisası dahilinde, ayrı ayrı tedaviler uygular ve bu muallimle mürşit arasında çok önemli bir fark vardır. Muallim; yani öğretmen, öğretir talim ettirir. Ama olduramaz, Mürşit oldurur işte budur yani irşat etmek kişiyi reşit kılmak demektir. Kelime haznemiz o kadar fukaralaştı ki, bir biriyle bağlantı kurup neyin ne manaya geldiğini bilmiyoruz. Reşit kılmak demek olgunlaştırmak demektir. Her bilgi sahibi olgunmudur sorarım size, olgunluk başka bir şeydir,bilgi sahibi olmak başka bir şeydir. Muallim öğretir, Mürşit oldurur. Zaten marifet bilmek değildir, olmaktır. Bilmek marifet değildir , olmak marifettir.
Ö.T.İnançer Hoca Efendinin Radyo sohbetinden; Ramazan KALAYCI ( tevhit06) tarafından alınarak,yazılmıştır.
 

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Tasavvuf Allaha kestirmeden ulaştıran ilim..TASAVVUF KAAL DEĞİL HAL İLMİ...TASAVVUF KALP İLMİ..TASAVVUF ALLAHCC E SIRLAR YOLUNDAN ULAŞMANIN İLMİ..
 

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
furkan25kapakbe4.jpg
 

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
ŞERİAT VE TASAVVUF*

Salih MİRZABEYOĞLU


reduce

(Zahir ilimlerinin özü, tefsir, hadîs, fıkıhtır. Bunların özü de tasavvuf... Tasavvufun özü ise vücut bahsidir. Derler ki, bütün tecelli mertebelerinde vücut birdir ve o vücut kendi ilmî suretleriyle zâhire çıkmıştır. Bu bahis gayet nazik ve dakiktir. Buna akıl ve hayâl ile girişmek küfürdür. Zira bu âlemde köpek ve domuz gibi hayvanlarla türlü necaset ve sefil şeyler vardır. Vücudu bunlara kadar şümullendirmek, kabahat ve şenaatlerin en büyüğü olur. Onları ayırmak ve müstesna tutmak ise ölçüyü bozar. O halde?.. Hacegân tâifesinin bağlılarına düşen vazife, bütün bu akıl keşmekeşlerini bir tarafa bırakmak, bâtın tasfiye ve tezkiyesine çalışmaktır. Bâtın nuranîleşip ruh aynası safa kazanınca hakikat ona tecelli eder. O zaman vücut hakikatinin ne olduğu anlaşılır ve bu hakikat kelâm kalıplarına dökülemez.)
 

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Şerîat: Doğru yol. Hak din yolu. Büyük ve geniş cadde. Nur, aydınlık, ışık... "Şir'a, Şeria, Meşrea", lûgatta, "bir ırmak veya su menbaından su içmek veya almak için girilen yol" demektir... "Istılah-kavram" anlamıyla Şerîat'ın, merkezden muhite doğru bütün mukadder oluşlarıyla "dinin heyeti mecmuası" demek olduğu açık... Bu bahsin, "dört temel kaynak: Kur'ân, hadîs, icma-ı ümmet, kıyas" şeklindeki mukadder oluşlarının tafsili, ayrı bir eser mevzuu.
 

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Ağacı kesip ondan meyve ümid eden ne kadar akılsızdır... Ağaca iyi bakılırsa, meyvesi de o kadar çok olur... Meyve maksat olmakla beraber, ağaç olmadan meydana gelmez... Anlaşılacağı üzere; ağaç "Şeriat" ve meyvesi "tasavvuf"... İslâm, "felâh-kurtuluş" dini; ve "felâh", "dindeki gizliliklerin açık edilmesi" demek
 

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Şer'i, istidlâlî (muhakeme ve delil getirmeye dayanan) ve nazarî ilimlerden maksat, dindeki gizliliklerin açık edilmesi... İcmâl yollu (toplu) olan marifeti tafsile getirmek ve nazariyattan zaruriyata çıkarmak... Bâtın marifetinden maksat da o; ve o marifetin içinde, tecridi teşhis için olan ilimlere mukabil, teşhisi tecrid için olan ve sanat izâfe edilen tefekkür... Şiir idrakını temsil eden bir "doğrulayıcılık usulü" olarak tefekkür, yöneldiği alâka alanına nisbetle, hususî bir keşif ve zaruriyata çıkarma yoludur.
 

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
(Şeriat'a yapışanlar, marifet sahibidirler... Yapışmaları ne kadar çok olursa, marifetleri de o kadar çok olur; gevşeklik gösterenlerin ise, marifetten nasibleri yoktur... Eğer, faraza, bu bozuk düşünceleri ile beraber kendilerinde birşeyler hasıl oluyorsa, "istidrac-sahte keramet"tirler; Brehmenler de bunda ortaktırlar... Şeriat'ın reddettiği, beğenmediği bütün hakikatler, zındıklık ve sapıklıktır.
 

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
O hâlde, Allah'ın zâtına, sıfatlarına ve fiillerine âit marifet ve ilimlerden bir takım sırlar ve incelikler anlayan evliyaların seçilmişlerinin, bu ince bilgilerine Şeriat'ın zâhiri bir şey diyemez ve bu hususta susar. Bu büyükler hareket ederken de, dururlarken de, Allah'ın izin ve yasağını bulurlar. Razı olan ve olmayanı bilirler. Çok olur ki, bazı vakitlerde bazı nâfile ibadetleri rızasız bulurlar ve onu terk etmeleri bildirilir. Bazen uykuda, uyanıklardan iyi bilirler. Şeriat'ın hükümleri, devre ve umumî hâle göredir. İlhâma âit hükümler ise, her ân bulunmaktadır ve hususidir. Bu büyüklerin her hareketi izne bağlı olunca, ister istemez başkalarına göre nâfile olanlar onlara farz olur. Meselâ, bir iş, bir insana göre Şeriat'ın hükmü ve emri üzere nâfile olur ve aynı iş bir başka şahsa ilhâm hükmü ile farz olur. Böylece diğerleri bazen nâfileleri yerine getirirler, bazen de mübah olan işleri yaparlar. Bu büyükler ise, her işi Allah'ın emri ve izni ile yaparlar. Böylece daima farz işlemiş olurlar. Bu büyüklerin derecelerinin büyüklüğünü buradan anlamalıdır. Zâhir âlimleri dinî meselelerde gaybî haberleri, yalnız peygamberlerin haberlerine mahsus bilir. Bu haberlere başkalarını ortak eylemiyorlar. Bu anlayış, VÂRİS olmayı bozuyor. Aynı zamanda dine âit olan doğru marifetleri, sahih ilimleri de kabul etmemektedir. Evet, Şeriat'ın hükümleri dört vesikaya bağlıdır ve ilhâm buna dahil değildir; ama Şeriat'ın hükümleri dışında dine âit işler çoktur. Burada beşinci asıl İLHÂM'dır. Hattâ denilebilir ki, üçüncü asıl, yani üçüncü vesika "ilhâm"dır. Kitap ve sünnetten sonra kıyamete kadar bu asıl devam edecektir. O hâlde diğerlerinin bu büyüklere göre nisbetleri ne olur?.. Çoğu zaman, diğerleri bazı vakitlerde ibadet ederler ve bu ibadetler Allah'ın rızasına uygun olmaz. Bu büyükler ise, bazı hâllerde ibadeti terkederler ve bu hareketleri rızaya uygun olur. O hâlde Allah indinde bunların bu terki, onların yapmasından iyi oluyor. Halbuki avam bunların aksini düşünürler; onu ibadet edici, bunu ise işsiz ve ibadet etmeyici bilirler ve sayarlar... Sözkonusu ifâdeden kasdın ne olduğu üzerinde, herhangi bir yanlış anlamaya ve sapıklığa fırsat vermemek için ayrıca duracağız.)
 

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Madem ki, din, kitap ve sünnet ile kâmil olup son şeklini aldı, bu tam olgunluk ve kemâlden sonra "ilhâm"a ne lüzum vardır ve ne noksanlık kaldı ki, "ilhâm" ile tamamlansın?..

İlhâm, dindeki gizli olgunlukların bir aynasıdır. Dinde bulunan bir başka kemalât ve olgunluk değildir. Nasıl ki İÇTİHAD hükümlerin zâhir olması ise, İLHÂM da esrarın ve ince bilgilerin zâhir olmasıdır ki, bunu birçokları anlayamaz.

Evet, İÇTİHAD ile İLHÂM arasındaki fark açık ve bellidir; o GÖRÜŞ'e dayanır, bu ise GÖRÜŞLERİ YARATAN'a dayanır. O hâlde ilhâmda, içtihatta bulunmayan bir asalet vardır. İlhâm, Peygamberlerin "mehaz-asıl alınan kaynak" olan ilhâmlarına benzemektedir. Her ne kadar ilhâm zannî ve Peygamberlerin ilmi katî ise de...
 

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Bir mümin var ki, gözünde ve bakışında bir nur taşır; o nur imanıyla buluşursa, imânla alâkalı görünmeyen şeyleri de görür... İkinci bir mümin var ki, gözünde o nur yoktur, yalnız imân nuru vardır; kendine onunla bakar ve başkalarını da onunla görür.
 

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Ruhtan sorarlarsa de ki; ruh, Rabbimin emrindedir" ölçüsü... Ruhların toplamı tek bir emirdir; ruh birdir... Sözkonusu "Küllî Ruh"un tecellisi hâlinde kalb hakikatini meydana getirmek üzere nefsle birleşen ve "benlik-senlik" durumunda ruhlar... Her ruhun, Küllî Ruh'ta, "zat sırrı neyse o" makamı veya yeri, derece ve basamağı vardır... Ruh safiyet kazanıp aslına döndüğü, Küllî olduğu zaman, Kâinat'ın gizlilikleriyle bütün âlemde bulunan mânâlar, kendine nakşolunmuş olarak bulunur; ve kendi ruhanî sıfatına göre, gaibden alacağını alır... "Müminin ferasetinden korkunuz, çünkü o Allah'ın nuru ile nazar eder!" ölçüsü... Allah'ın nuru ile nazar ettiğine göre, hiçbir şey ondan gizli değildir... Ama mümin var, mümin var... Herşey derecen kadar!..
 

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Zaman ve hâllerin değişmesi sebebiyle, içinde bulunulan zaman ve hâlin vereceği emri, kendinden evvel ve sonraki zaman ve hâl veremez. Bundan dolayı asırların geçmesiyle Peygamberlerin âyet ve bürhanları, türlü türlü değişikliklere uğramıştır. Bu sebep, Peygamberlere nisbetle ulemâsının da, devrin geçer şeyleriyle uğraşmasını zorunlu kılmıştır.

Allah'ın Sevgilisi'nden sonra, Peygamberlik yok, sadece o nura verâset vardır... Allah Resûlü'nün vârisleri, bizzat Allah'ın bildirdiği üzere, tıpkı kendinden önceki Peygamberin şeriatıyla hükmeden İsrail Peygamberleri gibidirler. Allah bunları da, Sevgilisi'nin ve Cebrail Aleyhisselâmın yardım ve desteğine kavuşturur. Netice olarak, Ruh-i Muhammedî ile veli arasında bir irtibat ve münasebet sözkonusudur... Ve meselâ, nakil edilen hadîslerin şüpheli ve eksik olanlarının hakikatini, bu yoldan tahkik eder.
 

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
Veli, bir hadîsten tereddüdü varsa, bu hadîsi yazanla manen ve ruhen buluşur, tartışır ve daha doğru bir neticeye varmak için Allah Sevgilisi'nin ruhundan bunu sorar ve öğrenir... Kezâ, hadîsi rivayet eden kişiden de, işin aslını aynı yoldan sorup öğrenebilir... Sahih-i Müslim, kitabında şöyle anlatır:

-"Veli veya mükâşif bazı kimseler, doğru zannedilen bir hadîsin, doğru olup olmadığını veya doğruluk derecesini muhakkak bilir. Ruhanî bir mazhariyetle, bu hadîsin doğruluğu, kendisine, bunu nakil eden şahsın sureti ve ismiyle birlikte bildirilir ve gösterilir. İşte bu gibiler, evliyanın enbiyasıdır. Bunların ayrı ayrı şeriatleri yoktur ve Şeriat'ın tervicinden ibaret hükümlerinde de, bunun Allah ve Resûlü'nün olduğunu bildirir, bu Şeriat'ın sahibini şahit gösterirler."
 

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
İnsanların idrak edemedikleri hususu, veliler bir YAKAZA (Uyku ile uyanıklık arası bir hâl) ânında Peygamberlerle buluşup, idrak edebilirler. İşte bu paye ve makam, bu yolda yürüyen evliyalar için tesbit edilmiştir. Allah'tan başka hiçbir kimseden yardım görmeyen, hiçbir hocadan faydalanmadan kendi kabiliyet ve himmetleriyle çalışıp, doğruluk ve bilhassa ilim elde eden ve kendilerini insanlık meziyetleri ile süslemiş olanlar, bu makama sahip olmuşlardır.

Bu ilimlerden biri de, (bitki ve yeşillik) ilmidir... Rûya: Yerden biten bitki... Nebat: Bitki... Hudaret: Yeşillik, bitki... Hudârâ: Allah için, Allah aşkına... Hudâre: Deniz... Kamûs: Deniz. Lûgat... Allah bu ilmi, bu Şeriatta kendisine Resûlü'nün diliyle ibadet edilmesi için getirmiştir. Bunların aracıları "fakih-idrak sahipleri", yazı ve çizgi âlimleridir. Bu ilimler Ledünnî ilimlerdir... Ledünnî; dinî olmayan... Bu ümmetin Peygamberlerinden çıkan ilimler olmadığı gibi, Peygamberlerin vârisleri olan evliyaların da ilmi değildir; ne şer'i, ne tasavvufî... Bu ilim "indî"dir, insan şahsiyetiyle alâkası vardır... İndî: Şahsî, zâtî, mevzua mahsus.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt