Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Taraf gastesinin yahudi yazarı Üstadı haklı çıkardı (1 Kullanıcı)

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Ortada kıran kırana yapılan sahici bir savaş vardı ve merhum Necip Fazıl, Batı emperyalizmi tarafından Lozan’da pusuya düşürülerek tarihten silinmeye çalışılan bir milleti tek başına savunma durumunda kalmıştı...

Bir masal kahramanı gibi...

Yedi başlı, her başından kavurucu alevler fışkırtan dev bir ejderhaya karşı tek başına, yalınkılıç savaşmaktan korkmayan bir kahraman...

Üsdadımıza rahmet,
YOLUN YOLUMUZ, KAVGAN KAVGAMIZ..
Allahın rahmeti ve bereketiyle canı pahasına davamızı su üzerinde tutan BOLU ZINDANINDAKİ KAHRAMANA SELAM...
Üstadımız ve Kumandanımız,açtığınız çığırda Allahcc bizleri de harç eylesin inşaALLAH..
Taaki İslam hükmedene değin...
 

Horanta

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Şub 2008
Mesajlar
225
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
necip fazıl ırkçı mıydı 2

Murad Salih
14.10.2010

Savaş dedik ya...

Bu öyle edebî sanat olsun diye söylenmiş bir söz değil...

Bildiğin savaş...

Ateş, barut, top, tüfekle, kan revan içinde yapılanı...

Nasıl mı?

Bundan yüz sene önce üzerimize 7 düvelin yağmacı talancı emperyalistleri çullanmıştılar ya...

10 küsur cephede biz bunlarla göze göz dişe diş süngü süngüye yaman bir savaş vermiştik de altedememiştik onları...

Sonra onlar kendi aralarında bizi nasıl paylaşacaklarına dair uzun uzun müzakereler etmişlerdi...

De...

Çakallar gibi dörtbir yandan işgale başlamışlardı vatan topraklarımızı...

Uçsuz bucaksız vatan topraklarından bize kala kala, neredeyse Anadolu bozkırlarında bir avuç toprak ya kalacak ya kalmayacak hallarına kadar düştüydük ki...

Son anda...

Son Sultan 6. Mehmed Vahiddüddin Han ve kurmaylarının hazırladığı “millî mücadele” projesi...

Mustafa Kemal Paşa komutasında hayata geçirildi...

Emperyalistlerin piyon olarak Anadoluya sürdüğü Yunanlıların işgali İzmir’den denize dökülünceye kadar da başarıyla uygulandı...

Böylece Anadolu işgalden kurtarıldı...

Sıra Trakya’daki Yunan ve İstanbul’daki İngiliz işgaline gelmişti...

İzmir'in 9 Eylül 1922'de kurtuluşundan hemen sonra...

Fahrettin Altay komutasındaki süvari kolordusu, Çanakkale Boğazı üzerinden Trakya’ya yönelmek üzere durmaksızın harekete geçti...

Kolordu Çanakkale’ye doğru bir kaç İngiliz kontrol noktasını çatışmasız geçti...

Çanakkale önlerinde İngilizler tarafından durdurulunca...

Çanakkale'de bulunan İngiliz-Fransız işgal kuvvetlerine bir ültimatom vererek Trakya’daki Yunan işgalini defetemek için Gelibolu’ya geçit hakkı istedi...

Fransız birlikleri Fransa Başbakanı'nın emriyle derhal geri çekildiler...

Bunun üzerine bölgede bulunan. İngiltere Başbakanı Lloyd George ise ültimatomu reddederek İngiliz kuvvetlerine direnme emri verdi ve hükümetindeki bir grup bakanla birlikte bir bildiri yayınlayarak Türkiye'ye savaş ilan edileceğini duyurdu..

Ancak....

Bu savaşı istemeyen Kanada Başbakanı, savaşa İngiltere hükümetinin değil, Kanada parlamentosunun karar vereceğini belirterek, Kanada'nın siyasi bağımsızlığını tarihte ilk defa fiilen ilan etmiş oldu....

İngiliz kamuoyu ve Muhafazakâr Parti ileri gelenleri ile hükümetteki üyeleri de Türkiye ile savaşa karşı çıktılar....

Dışişleri bakanı Lord Curzon ve Çanakkale Savaşındaki yenilgisini unutmamış olan savaş bakanı Winston Churchill de başbakanın çatışmacı politikasına karşı çıkınca Muhafazakâr Parti, 12 Ekim 1922'de Carlton House deklarasyonuyla hem hükümetten çekildi, hem de bir sonraki seçimlere Liberal Parti'den ayrı olarak gireceğini beyan etti. Böylece hem Lloyd George, hem de lideri olduğu Liberal Parti İngiltere tarihinde bir daha tekrar iktidara gelmemek üzere siyaset sahnesinden kayboldular... (2)

Kısaca:

Ordulaşan “Millî Kuvvetler”in Anadolu’daki Yunan işgalini söküp atarak Trakya’daki Yunan işgalinin de defterini dürmeye yönelmeleri. Önce İşgalcilerin küçüklerini (Fransız ve İtalyan) çözerek yılanın asıl başı İngilizi yalnızlaştırmıştı...

Yunanlılardan sonra sıranın İngilizlere geleceği açıktı.

Bu yalnızlık İngiltere’nin içini de dışını da karıştırmıştı...

Bu karışıklıkta İngiltere savaşı göze alamazdı...

Kısaca hem Doğu ve Batı Trakya’daki Yunan işgali, hem de İstanbulda’ki İngiliz İşgali askerî ve siyasî açılardan kolaylıkla defedilebilir durumdaydı...

Olmadı...

Çanakkale’deki bir avuç İngiliz işgalciyi tepeleyerek rahatça Gelibolu’ya geçebilecek durumdaki Süvari Kolordusu orada durdu(ruldu)...

Bunun niye olmadığını bize bir gün cesaretle söyleyebilecek gerçek siyasî tarihçiler ortaya çıkıncaya kadar öğrenemeyeceğiz...

Onların yerine...

Sanki mağlûp tarafmışız gibi otur(tul)duğumuz Mudanya’daki ateşkes masasına...

Niçin oturmaya mecbur ve mahkûm olduğumuzu binbir dereden su getirerek bizi inandırmaya çalışan bugünkü martavalcı “tarihçi”lerin martavallarını dinlemeye devam edeceğiz...

Tarihe Çanakkale Krizi ("Chanak Affair") adıyla geçen bu tuhaf durum...

Aslında Millî Mücadele’nin İzmir’de zaferle noktaladığı ölüm kalım savaşında elde ettiği zaferin sağladığı askerî ve siyasî üstünlük avantajının elden çıkarıldığı ve inisiyatifin işgalci ingilizlere geçtiği andır...

Tarihî bir kırılma noktasıdır...

Sıfır noktasından başlayarak ince ince kurgulanan ve olağanüstü fedekârlıklarla yürütülerek yükseltilen, bir “işgalden kurtuluş projesi” doğusu ve batı’sıyle Trakya ve payitaht İstanbul’u da işgalden kurtarmaya bir iki adım kala niçin ve kim(ler) tarafından durdurulmuştur?

Bu sorunun gerçek cevabını da şimdilik bilmiyoruz...

Ancak hadiselerin akışına bakıldığında şu hususu net olarak görünüyor:

Mondros Ateşkesi’nin ağır şartlarına boyun eğmek zorunda kalan Osmanlı, İşgalcilerinin paylaşım kavgalarının doğurduğu zaman aralığında, İmparatorluk tecrübesiyle dönanmış devlet aklının ürünü olarak ortaya çıkan bu işgalden kurtuluş projesi; son bir iki adım daha atılarak Trakya ve İstanbul’un işgalden kurtuluşuyla taçlandırılabilseydi...

Ne Mudanya Antlaşması’na gerek kalacaktı, ne de Lozan Antlaşması’na...

12 Adalar, doğusuyla ve batısı ile birleşik bir Trakya, Boğazlar, Tüm Anadolu,Hatay, bugünkü Suriye Sınırının 30-40 Kilometre aşağısından geçen bir sınır çizgisiyle çoğunlukla Türk ve Kürtlerin yaşadığı topraklar... Erbil, Musul, Kerkük ve Süleymaniye dahil bugünkü Kuzey Irak ve Batum olmak üzere Vatan topraklarımız -Misak-ı Millî’de kararlaştırıldığı gibi-, kaybedilmiş diğer vatan toprakları halklarınınının hür iradeleriyle katılımına açık bir statüyü kapsayan sınırlar içinde, gerçekten bağımsız bir devletimiz olacaktı...

İsmi Osmanlı olsa da olmasa da; bir İmparatorluk nüvesini/çekirdeğini muhafaza etmiş olacaktık...

Bugün yaşadığımız iç ve dış problemlerin çoğu ortaya çıkmayacaktı...

İşte merhum üstad Necip Fazıl, doğru bir tarih muhasebesiyle başımıza gelenlerin ne olduğunu farkeden ve o güne kadar yalanlarla avutulan/uyutulan millete bunu anlatmak için, tek başına devlerle savaşmayı göze alabilen ilk mütefekkir-aksiyoncu idi...

O, bize zafer diye yutturulan “millî felâket”i yalnızca teşhis, tespit ve ilan etmekle kalmamış...

Aynı zamanda da...

Düştüğümüz bu tuzaktan nasıl kurtulabileceğimizi madde madde gösteren bir dünya görüşü/İdeolocya örgüleştirmiştir...

Bu yüzden de dün de emperyalizmin ve onun yerli uşaklarının hedefindeydi bugün de hedeftir/hedeftedir...

Lozan’dan bu yana bin bir türlü engellemelere rağmen dünyanın en büyük ordularından biri haline gelen TSK, AB-D emperyalizminin bu bölgedeki hesaplarının önünde potansiyel bir engel olarak görülüp ağır bir asimetrik psikolojik harekâtla yıpratılarak...

Eskiden olduğu gibi daha küçük, daha güçsüz ve “yurtta sulh cihanda sulh” zinciriyleyle sıkı sıkıya bağlanmış olarak...

AB-D’nin yalnızca tetikçiliğini yapmak üzere yeniden yapılandırılmaya çalışılırken...

O faaliyetlerin medyadaki tetikçiliğini kim(ler) yapıyordu?

Taraf ve ona koruma ve destek atışları yapan sair neoliberal paçavralar...

Peki...

Emperyalizmin bütün insanlığı köleleştirmek için “demokratikleştirme” adı altında dayattığı vahşî işgal hamlesinin adı ne?

Yeni Dünya Düzeni...

Var mı bunun fikirde bir alternatifi?

Var...

Bu kimin fikri?

Necip Fazıl Kısakürek’in...

Adı ne?

Büyük Doğu İdeolocyası...

BOP= Büyük Ortadoğu Projesi’nden 50 sene önce ortaya koymuş Merhum Üstad bu projeyi...

İsim benzerliğine bakar mısınız:

Büyük Doğu...

Büyük (Orta)doğu...

“Tesadüf canım” mı?

Pekiyi...


AB-D emperyalizmi’nin yürüttüğü bu alçakça projenin en sadık yayın organın ismini ve logosunu 20 yıl önce yayılanmış Büyük Doğu İdeali’ni hayata geçirme kavgası veren Taraf dergisinden aynen tırtıklanmış olması da mı “tesadüf”?

Merhum üstad Necip Fazıl’ı itibarsızlaştırma operasyonunda ilk kim bastı düğmeye?

Taraf’ta yazan “sosyalist” bir Yahudi yazar müsveddesi...

İmparatorluğun yıklmasının önündeki en büyük engel bir siyasî deha olan Abdülhamîd Han’a hâl fetvasını etekleri zil çala çala kim götürmüştü?

Emanuel Karasu... (3)

Bir Yahudi avukat...

Bu da mı “tesadüf”?

Pekiyi...

Taraf’ın derdi TSK değil miydi?

Ne derdi olur Necip Fazıl’la?

Çünkü projenin aksaksız yürümesi için bütün potansiyel tehlikelerin ortadan kaldırılması lâzım...

Dipnotlar:
2-) Bkz: Vikipedi-Özgür Ansiklopedi.
3-) Emanuel Karasu (ya da Emanuel Karaso, sonradan Emanuel Carasso); (d. 1862 Selanik) - (ö. 1934, Trieste), Yahudi asıllı Osmanlı avukat ve siyasetçi.
Jön Türkler'in tanınmış üyelerindendir. 1492 yılında İspanya'dan tehcir eden Sefarad Musevilerinin tanınmış ailelerinden birine mensuptur. Karasu, Selanik'teki Makedonya Risorta Masonik Locası'nın bir üyesi(bazılarına göre kurucusu) ve sonraki başkanı ve Osmanlı Devletinde masonik faaliyetlerin öncüsüdür.[1] Masonik localar ve bazı gizli cemiyetler, Selanik'te devrimci radikal görüşlere sahip ve aralarında Talat Paşa'nın da bulunduğu Jön Türkler'in duygudaşları arasında bir buluşma yeriydi. Karasu, Selanik'te avukatlık yaparken İttihat ve Terakki Cemiyetine üye oldu. Cemiyetin Müslüman olmayan ilk üyelerindendir.
Cemiyet, 1908 yılında II. Meşrutiyet ve sonrasında Osmanlı Devleti'nin idaresinde söz sahibi olunca Karasu da Selanik'ten Meclis-i Mebusan'a girdi.[2] Karasu, Sultan II. Abdülhamid'e Nisan 1909'da Hal'ini (tahttan indirilmesini) bildiren 3 kişiden biriydi. (Vikipedi)

(Devam edecek)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Yahudi olmayanlar EŞEKLERİYMİŞ



Korsan İsrailin önde gelen hahamlarından Avadia Yusuf, ırkçılığı ve küstahlığı had safhaya ulaştırarak yahudi olmayanların, "EŞEK" olduklarını ve sırf yahudilere hizmet etmek için yaratıldıklarını söyledi.

FHA- Yahudi olmayanları hayvanlara benzeten Şas Partisi manevi lideri ve siyonist haham Avadia Yusuf, yahudi olmayanların dünyada hiç bir konumu olmadığını ve sırf yahudilere hizmet etmeye layık olduklarını ileri sürdü.

Siyonist haham, bu haberin basına yansımasından bile zerrece çekinmeyerek " Bu bir Yahudi inancıdır ve her Yahudi bunu çok iyi bilir. Artık bu inançlarımızı kimseden gizlememize gerek yok! Dünya bizimdir ve Yahudi olmayan herkes bizim kölemiz olmak zorundadır! Lafı hiç eveleyip gevelemeden ilan ediyorum: Yahudi olmayanlar ırgat gibi üretmeli ve bizler de beyefendiler gibi oturup yemeliyiz, bu bize Tevrat'ın emri ve inancımızın gereğidir" dedi.

Yahudi hahamın, Tevrat'tan alınma bir ananç olduğunu ve her Yahudi'nin inandığı yasalar gereği "İman ettiği" bu saçma inancın nedenini açıklarken ileri sürdüğü mantık ise, dudakları uçuklatacak ve "HİTLER'E RAHMET OKUTACAK" CİNSTEN !!!

İŞTE YAHUDİ HAHAMIN DİNİ İNANCININ SAPIK MANTIĞI

Yahudi Haham Avadia, Yahudi olmayanların yaşama haklarının bile olmamasına ve Yahudiler tarafından öldürülebileceğine, onların uzun yaşamalarının nedeninin ise sırf Yahudi efendilerine daha fazla hizmet etmeleri olduğunu öne sürerek Hırıstıyan ve Müslümanlara inanılmaz bir hakaretle "YAHUDİLER İÇİN YAŞAYAN EŞŞEKLER" yakkıştırmasında bulundu ve şöyle dedi:

"Yahudi olmayanların da herkes gibi ölmesi gerekirken, tanrı onlara bayağı uzun bir ömür veriyor, bunun nedeni ne olabilir? Neden apaçok ortadadır! Eşeği ölen bir adamın durumunu düşünün, bu durumda bu adam, sırtına binmek için para ödediği eşeğini kaybetmekle, parasını kaybetmiş olmaz mı?"

İşte yahudi olmayanların uzun ömrünün sebebi de budur, onlar Yahudilerin eşeğidirler ve Yahudileri sırtlarında taşımak için yaratılmış eşeklerdir, uzun yaşamaları da , yahudiler için iyi çalışmaları içindir ve neticede Yahudiler için Allah'ın bir lütfudur!"

FHA
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Ey Düşmanım,
Sen Benim İfadem ve Hızımsın

images


Doğrudur, Necip Fazıl bazılarının mensup olduğu ırkın tarihi kimliğini ve rolünü tespit etmiştir. Bu tespitinden dolayı da saldırıları daima üzerine çekecektir.


Habererk’dan Afşin Selim, “Çiledeki İnsan Necip Fazıl” isimli bir kitabı da bulunan değerli yazar dostumuz İhsan Kurt ile Necip Fazıl’a dâir bir mülâkat gerçekleştirmiş.


İhsan Kurt. 1956 Yozgat doğumlu. Çeşitli alanlarda, değişik yayın organlarında yazılarına yer verilen yazar, şu ana kadar 27 kitap yayımlattı. İlk nesir yazısı Ortadoğu Gazetesi’nde, şiirleri ise Millet ve Hergün Gazeteleri, Çağdaş Genç Şairler ve Şiirleri Antolojisi’nde görüldü. Türk Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi’nin 6.cildinde kendisine yer verildi. Konuyla irtibatlandırılması açısından, İhsan Kurt’un, “Çiledeki İnsan Necip Fazıl” isimli bir kitabının olduğunu da hatırlatmış olalım. Yazı hayatına halen devam eden İhsan Kurt ile Necip Fazıl’a dâir bir mülâkat gerçekleştirdik. İstifadenize sunuyoruz.

Afşin SELİM / habererk.com

Necip Fazıl, 1975’de, Milletlerarası İslâm Talebe Teşekkülleri 3. Genel Konferansı’nda diyor ki: “Benim ve hamurunda parmak izlerim bulanan yepyeni ve dipdiri mukaddesatçı Türk Gençliğinin ırkçılık ve kavimcilik diye bir dâvâsı olamaz!” Necip Fazıl’ın, ırkçılığı dâvâ edinmediğini bazı konferanslarında ve eserlerinde özellikle belirtmesine rağmen, niçin ısrarla ırkçılıkla itham ediliyor sizce?

Üniversitelerde psikoloji, psikolojik danışma ve rehberlik hocalığı yaptım yıllarca. Bu uzmanlık alanımdan hareketle diyebilirim ki Necip Fazıl’ı “ırkçılıkla” suçlamanın gerisinde bazı şuuraltı birikimler ve aynı zamanda bu birikimlerden kaynaklanan kinler ve başka hesaplar yatmaktadır. Nasıl ki Necip Fazıl’ın “bir dönemini” (1934 öncesi hayatı) “büyük şair” olarak ya da “şair olmadığı” dönem olarak kabul edenler olmuşsa aynı çarpık anlayışların ya da değerlendirmelerin iki ayrı
02_Kasim_2010_11_34_47_4149896503.jpg

kolu zamanımızda da düşüncelerini sürdürmektedirler. Bunlardan birisi güya “İslamcılık(!)” adına bunu yaparken, diğeri de “izmlerin” herhangi bir versiyonu adına Necip Fazıl’a “ırkçılık” damgasını vurma kolaycılığını göstermektedirler. Bunu yaparken ne doğrudan Necip Fazıl’ı anlama ne de eserlerini hakiki anlamda okuyup irdeleme gibi bir zahmete girmeyenler kafalarındaki şablonu şaire kimlik olarak giydirmektedirler. Hoş, okusalar da pek bir şey değişmeyecektir, bir kere düşüncelerini önceden belirlemişlerdir.

Bu arada, malûm konu hakkında Büyük Doğu Yayınları’ndan bir açıklama yapıldı: “Necip Fazıl, Taraf yazarının mensub olduğu ırkın tarihi kimliğini ve rolünü, olduğu gibi tespit etmeyi zaruret bilmiştir” diye… Fakat söz konusu yazıdan sonra saldırıların arttığına şahit olduk. Özellikle “köşeci” diye tabir edilen kalemlerden, yazıya iştirak edenler oldu. Eleştiri bir yana, Necip Fazıl’a aşağılayıcı ifadeler kullanıldı?

Oldum olası magazinleşmeye, magazinleşenlere, bir fikri, hangi kulvarda olursa olsun bir tefekkür adamını magazine, güncele, hadi ifade ettiğiniz tabirle “köşeci”lerle tartışmanın yanında olmadım. Çünkü bunlar bir fikrin, bir düşüncenin, bir sanatın kendisini tartışmak yerine bunları üretenlerin kişiliklerine yönelik hakaretlerle ortalığı bulandırmaktan medet umarlar. Bir fikri, düşünceyi tartışmakta, eleştirmekte dayanakları ve güçleri olmayanlar hazımsızlıklarını doğrudan o fikrin sahibinin şahsiyetine yöneltirler. Zamanımızda da öyle olmuyor mu? Görseli ve basılısıyla bu gün de medyada dayanağı olan hangi fikir ya da fikri temeller tartışılıyor? Tartışılabiliyor mu? Yoksa “dedim”, “dedin”, “dedi” gibi dedi kodular mı avaz avaz dile getiriliyor? Yani o “köşeci” dediklerin açıkça “köşe kapmaca” oyunlarını, saldırganlıklarını “fikir” sanabiliyorlar… Doğrudur, Necip Fazıl bazılarının “mensup olduğu ırkın tarihi kimliğini ve rolünü“ tespit etmiştir. Bu tespitinden dolayı da saldırıları daima üzerine çekecektir.

Necip Fazıl’ın, geneli itibariyle, milliyetçilik anlayışının ırkçılığa yatkın olabilmesi mümkün mü, ya da elverişli bir zemin hazırlamış mı buna?

Şairin kendi ifadesiyle söyleyecek olursak, böyle düşünenler olsa olsa “kaba softa ham yobazlar”dır.O, eserlerinde nasıl bir “milliyetçilik”, nasıl bir “İslam” anlayışı olduğunu gayet açık ve anlaşılır olarak ortaya koymuştur. Fikirlerinden alıntılar yaparak bir savunmaya geçmeyi uygun görmediğim gibi, gerekli de görmüyorum. Sorunuzun muhtevasında ifade edilen şekilde düşünenler doğrudan onun eserlerine müracaat edebilirler. Ancak eserleri okumaya çalışırken kendilerini “peşin yargılardan”, “ön kabullerden” uzaklaştırmaları gerekir. Yoksa Necip Fazıl ne yazmış olursa olsun bunlar yine kendi anlayışları doğrultusunda düşünceleri cımbızla çekeceklerdir.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’ndan Osman Yüksel Serdengeçti’ye, Tanpınar’dan Nurullah Ataç’a, Mirzabeyoğlu’ndan Aziz Nesin’e, Çetin Altan’dan Ziya Osman Saba’ya, Ataol Behramoğlu’ndan, Haydar Ergülen’e varana değin, hakkı ve emeği teslim edilen Necip Fazıl, nasıl oluyor da, ırkçılık yapmakla suçlanıyor hocam?

Söyledik… Zavallılar düşünce zahmetinin gereklerini külfet saydıkları gibi “fikir üretme”, “anlamaya gayret gösterme” cehdinden de çok uzakta bulundukları için “ırkçılık”ta takılıp kalıyorlar. Bunlar biraz da “Türk’ten Türk’ü seven, ama İslam’dan asla taviz vermeme çabası içinde çile çeken bir şair nasıl çıkıyor?” hayretinin şoku içinde olanlardır. Hangi ideoloji ve düşüncede olursa olsun konuya biraz böyle bakanlar her dönem olmuştur, şimdi de olacaktır elbette.

Avni Özgürel bey’in tespitiydi zannedersem… Gazetecilerin aydın addedildiği bir ülke burası demişti. 60 civarında eseri bulunan bir yazarın, bir nevi cımbızla sökülen cümlelerini, gazete ve internet köşelerinde üstünkörü polemik konusu yapmak, gayri ahlaki bir durum olsa gerek?

Necip Fazıl’ın savunduğu ve aynı zamanda Türk Milletinin çoğunluğunun da inandığı değerlere doğrudan saldırmayı göze alamayanların sıkıntılarıdır bunlar. Aslında doğrudan dertleri Necip Fazıl ve onun gibiler değildir. Onların bir “insan” olmalarından dolayı eksikliklerinden kaynaklanan bazı tespitleri kendi amaçları doğrultusunda şekillendirdikten sonra saldırı dayanaklarını çoğaltmak istemeleri de bu köşecilerin her zaman yaptıkları bir davranış kalıbıdır. Aslında dünden bugüne pek değişen bir şey olmamıştır. Son yüzyıl içerisinde benzer teraneler, maalesef dozajını artırarak, dolayısıyla seviyelerini de giderek düşürerek ahlaki zafiyetlerini zenginleştirme çabası içerisindedirler. Açıkça fikir, sanat bunların hiç umurunda olmamış, bundan sonrada olmayacaktır. Çünkü hangi adla olursa olsun önemli olan köşelerini ya da koltuklarını korumaktır.

Düşmanına, “sen benim ifadem ve hızımsın” diyerek sesleniyor, Necip Fazıl?

Zıtlıklar her zaman kötü, hatalı olarak değerlendirilemez. Değerlendirilse dahi ondan iyi ve doğruyu çıkarma gayreti ortaya konursa mesele farklılaşacak, bazen zenginleşebilecektir. Çünkü ona, yani zıtlıklara, çelişkilere ve hatta saldırılara nereden baktığımıza göre anlam kazanırlar. Bunun için Necip Fazıl da “düşmanını” olumsuz bir unsur olarak değerlendirmek yerine onu kendisini ifade etmesine, hızının artmasına, bir anlamda gelişmesine yarayan bir faktör olarak değerlendirmektedir. Özellikle fikirde, düşüncede yeni ufuklar aralayabilmek, pörsümeyen, eskimeyene sahip olabilmek için de bazen belki düşmana değilse de “karşı” olan, “karşıt” olan fikirlere ihtiyaç doğabilir. Necip Fazıl’ın ifadesinde olduğu gibi doğabilmektedir de…

Seveni çok olmakla birlikte, sevmeyeni de çok olan bir yazar Necip Fazıl… Bir şiir mısraından, bir köşe yazısından, bir nüktesinden ziyade; tespitlerini, teşhislerini ve meseleler karşısında sunduğu tedavi yöntemlerini bir bütün olarak okumadan sevmek yahut okumadan sevmemek, trajikomik değil mi?

Birçok alanda böyle yapılmıyor mu? Aslında yılların, asırların süzgecinden geçmiş bir söz de işaret edilen durumu çok güzel ifade eder. “Okumadan âlim, yazmadan kâtip” denmesi hiç boşa olmadığı gibi, gelecek açısından, benzer çarpık değerlendirmeler için de mesaj veren bir sözdür bu. Sonra malum Bektaşi fıkrasını da hatırlatır… Maalesef bu tür insanların çoğu beynindeki zincirleri kıramadan ayak bileklerindeki zincirlerden boşanmışlardır. Cahilliğin cesaretinin yanında peşin yargılarının esareti sağlıklı düşünme durumunu dumura uğratır bu kişilerin. Bütünü görme ve idrak etme kabiliyetlerini aslında hiç kazanamadıkları için durumları Gazali’nin âmâlarından da beterdir. Türkçemizdeki “bakar kör” tabiri bu tür yaklaşımları olanları çok güzel ifade eder.

Beğenilir yahut beğenilmez, netice itibariyle, Türk düşünce hayatının şekillenmesinde katkıları olan bir mütefekkirden bahsediyoruz, değil mi?

Şüphesiz… Şairin kendi ifadesiyle söyleyecek olursak, Necip Fazıl’ın yanında diğer okunanları da “anlar gibi olmak” yerine “anlamak” çabasının gösterilmesiyle mümkündür bunlar… “Şair” diye Necip Fazıl’a sadece “hamasi” bakanların da onun mütefekkir tarafını görmeleri mümkün olmadığı gibi, bir bütün olarak anlamaları da beklenemez. “Düşünce” gibi bir gailesi olmayanlar Şairin düşünce hayatına katkıları konusunda da pek kafa yoracaklarını sanmıyorum. “Türk düşünce hayatı” yerine artık Türk güncel hayatı, Türk magazin hayatı, Türk komplo hayatı, günü kurtarma hayatı vs. başını alıp gitmiştir. “Türk düşünce hayatı” şimdilerde “Zümrüdü Anka kuşu” gibi… Ulaşmak zor olduğu gibi, ulaşmak isteyenleri de çok azaldı. Kaldı ki Necip Fazıl ve Türk düşünce hayatının şekillenmesine katkıları… Zihinlere yapılan çok çeşitli saçma sapan bombardımanlar karşısında bunu akıl etmek bile, düşünce hayatı açısından umut var olmak demektir. Çünkü Necip Fazıl ile ilgili yazılmış olan mevcut yazılar, kitaplar bir bütün olarak incelenmeye çalışıldığında, bir çoğunda “ya hep, ya hiç”, “ya övgü, ya yergi” gibi değerlendirmelerin ağırlıkta olduğu dikkat çekmektedir. Bu durum da şairinden kaynaklanan değil, değerlendirmecilerden kaynaklanan eksiklilerden dolayı Necip Fazıl’ın Türk kültür hayatına katkıları hususunda sınırlı bilgilere ulaşabilmekteyiz.

Kendisinin talebelerinden olan Mustafa Miyasoğlu aktarmıştı… Fransa’daki Sorbonne ÜniversitesiFelsefe Bölümünde ders veren Henry Bergson, ki filozoftur kendisi, Necip Fazıl’ı daha o dönemlerde cins bir beyin olarak tespit ediyor?

Katılır veya katılmayız. Ölçüleri olanların değerlendirmeleri düşünce ve anlama hassasına sahip insanları her zaman düşündürür. Aslında önemli olan “Batıdan ayetler!” getirme ihtiyacını hissetmeden ki bizde filozof var ise bunların Şair hakkında ne düşündükleridir. Maalesef birçoğu Şairi birkaç şiiri ile ya över ya da yerer. Oysa Necip Fazıl sadece “Sakarya Türküsü”, sadece “Kaldırımlar”, sadece ”Canım İstanbul” ve benzeri değildir. Bizde öncelikli olarak ya ölçüyü kaçırdığımızdan ya ölçüleri eksik belirlediğimizden ya da tamamen ölçüsüzlükten dolayı Necip Fazıl gibi benzer birçok “cins” kafaların ürettiklerini anlamakta ve anlatmakta sıkıntı çekebiliyoruz.

Yalnızca şair olarak adlandırılıp geçiştirilmesi de, kusurlu bir yaklaşım tarzı o zaman? Çünkü romanları, tiyatro oyunları, hikâyeleri, tarihî ve fikrî eserleri yazmış birisi kendisi…

Elbette… Diğer sorulara vermeye çalıştığım düşünceler içerisinde de bu sorunun cevabını bulabilirsiniz. Arık bu raddede bu sorunun tartışılması bile abes kaçar. Sadece Necip Fazıl’ı bir bütün olarak çok iyi ve dikkatli okuyan herkesin görebileceği bir hususu belirtmek isterim. O, bazı eserlerinde, şiirlerinde aynı düşüncelerini farklı şekillerde tekrar ederek bir mesaj vermek ister gibidir. Tarih, geleneklerle devam etmekte olan bazı yaşama şekilleri, çarpıklıklarımız, değer addettiklerimiz, hassasiyetlerimiz, madde ve mana kavrayışımız ve de küçük amaçlar/ büyük hedefler bir bir işaret edilmiştir.

Frekans yüksekliğinden kaynaklı mı acaba, Necip Fazıl tastamam anlaşılamıyor gibi?

Yirmi yıl önce kaleme almış olduğum kitabıma “ÇİLEDEKİ İNSAN Necip Fazıl” adını vermemde de bu hassasiyet var zaten. Hatta daha sonra çıkan, çıkarılan “itibar Kitapları”nda(!) dahi lütfen adı bile anılmayan, görmezlikten gelinen bu kitabımız da
02_Kasim_2010_11_36_47_5206567645.jpg

galiba Necip Fazıl gibi anlaşılmamıştır. Necip Fazıl gibi “cins kafaları” anlamak biraz da onun, onların “çilesini” anlamakla başlar denirse pek de büyük bir iddia olmasa gerek. Aslında “Necip Fazıl anlaşılamıyor” değil anlamak istenilmiyor da olabilir. Amiyane tabirle “birilerinin işine öyle geldiği için” bu yolun seçilmesi de saldırganlığın, aşağılamanın ayrı bir çeşididir çünkü… İkincisi özellikle kendilerini herhangi bir hizbin emrine vermiş olanlar veya o hizip gruplarının içinde olanlar ya da bir “fikri sabitleri” bulunanlar Necip Fazıl’ı anlamakta elbette sıkıntı çekeceklerdir. Şırınga edilen düşüncelerine takılan at gözlükleri onları Necip Fazıl’ı anlama ufuklarına götüremeyecektir elbette. Aslında bu diğer tefekkür sahibi olanlar için de geçerlidir. Üçüncüsü Necip Fazıl’ı sadece bir uzmanlık alanının sınırlı bilgisiyle de anlamak kolay değildir. Çünkü Necip Fazıl’ı anlamak; hepsinden azar da olsa, biraz tasavvuf, biraz psikoloji, biraz felsefe, biraz sosyoloji, biraz tarih bilmekle başlar. İşte bu “birazlar” arttıkça ümit ediyorum Necip Fazıl daha iyi anlaşılacaktır.

Necip Fazıl’ı bir şahıs olarak değil de, şahsında örgütlenen bir fikrin ıstırap numunesi olarak adlandırabilir miyiz?

Zaten Necip Fazıl’a yapılan saldırıların sebeplerinden biri de buradan kaynaklanmıyor mu?

Sanırım “İslamcı” olarak adlandırılan camianın bazı yayın organlarında da, Necip Fazıl’a yönelik bir sansür uygulanıyor?

Bilirsin ki bir “işporta gözlükçüler” bir de sağlıklı gözlük sattıkları varsayılan “optikçiler” var. Neticede her ikisi de “satıcı”dır. Yani sattıklarından her ikisi de az veya çok bir kâr sağlarlar. Bunlar mevcut durumdan bir kazanç elde edemediklerinde herhalde başka kazanç alanlarına yönelebilirler. Hatta böyle bir tercih yapanlar eski mesleklerini de kötüleme, daha ileri bir basamak olarak “yok sayma” davranışları gösterebilirler. Arif olan anlasın. Gelelim sadede… Tabii ki o söylediklerin “liboşların” kocaman kocaman fotoğraflarını vitrinlerinde sergilerken, kitaplarını basarken “Necip Fazıl da kim oluyor !..” Daha düne kadar başta din olmak üzere bütün değerlerime küfredenler ve küfredenlerin çocukları adını “…..cı” koyduklarınız, Şairin “marka Müslümanları” dediği kişiler tarafından inadına gündemde tutulmaya çalışılıyor. Maalesef
02_Kasim_2010_11_40_26_6708185077.jpg

sadece devir ve devran değişmedi, o “…..cılar” da değişime uğradı. Anlayacağın yeni bir tür geçim alanlarına kaydılar, yeni “sembol” isimler peşindeler artık. Kasalarını dolduracak isimler, pazarlayacakları isimler…

Necip Fazıl, özellikle “Türklük” vurgusu itibariyle rahatsızlık veriyor olabilir? Malûm “Türk’ün tarihi misyonu” üzerine tespitleri mevcut…

Burada bize bir görev düşüyor mu bilemem… Hani son yıllarda moda haline gelmiş bir söz var ya. Ben de işaret edilen vurgudan rahatsızlık duyanlar için bu sözü kullanacağım; Bu durum onların sorunu… Birileri rahatsız oluyor diye Necip Fazıl’ı mezarından kaldırıp, “Üstat, eserlerinden şu ‘Türk’ü ve Türk’e ait ne varsa siler misin?” mi diyeceğiz? Bu bizim için dert değil, dert edinenler düşünsün! Çünkü bunların zaten hiçbir zaman Necip Fazıl’ı anlamak gibi bir çabaları olmamış, niyetleri belli olduğu için de bundan sonra da olmayacaktır.

Günümüzde, her iki olgunun da, yâni Türklüğün ve İslâmlığın çatıştırılması ve ayrıştırılması modalaştı galiba?

Fikir imal etme peşinde olmayanlar, bu yeteneğe ulaşamayanlar, fikri zenginliklerden bihaber olanlar, seçme hakkı olarak “güdümlülüğü” tercih edenler dünden bugüne hep çatıştırma ve ayrıştırma peşinde koşmuşlardır. Çünkü bu anlayışın zihni yapısının gerisinde “şuuraltı” denilen örtüyle örttükleri her türlü fikrin yanında her konudaki tevhide bayrak açmak gizlenir. Aslında bu durum dün de vardı, bu günde var. Belki son çeyrek yüzyılda çatıştırma ve ayrıştırma eylem planında daha çok yaşanır olmaya başlamıştır.

Hocam, Necip Fazıl’a ve günümüzdeki hâl ve gidişata dâir son sözlerinizi alabilir miyiz?

Zamanımız fikrin, tefekkürün, düşüncenin ne derseniz deyin zamanları olmaktan dışlanmaya doğru itilmektedir. Magazinleşmek, magazin peşinden gitmek, hep güncelin peşinden sürüklenip, günceli tartışmak ilim, fikir ya da sanat sanılmaya başlanmıştır. İşte bu “sanılar” giderek yaşama ve yaşatılma imkânı bulduğu için her alanda olduğu gibi düşüncede de asıl olan, deruni olan, köklü olan, has olan hiçbir pazarda müşteri bulamamakta ya da çok az müşterisi çıkmaktadır. Önce bu beladan nasıl kurtulabiliriz, bunun çarelerinin aranması gerektiğini düşünüyorum.

Teşekkürler.
Asıl ben teşekkür ediyorum.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Taraf'ın Yahudi Yazarı Fena Bozulmuş!


Taraf Gazetesinin Yahudi yazarı Roni yahudilere 'İT' diyen bir afişi dükkanının camına asan Urfalı esnafı eleştirdiği yazısında adeta kendi Irkını Türkiyede aklamaya çalıştı.Y*ahudi yazar 'itler girebilir ama yahudiler giremez'afişine çok fena bozulmuş ve alınmış görünüyor...

27 Kasm 2010
kullanici.png
Anadolu Haber


Taraf'ın yahudi kökenli yazarı Roni Margulies, bugünkü köşesine Şanlıurfa'da bir esnafın dükkanına astığı afişi taşıdı.. Margulies,tüm Yahudileri suçlu ilan eden afişe adeta ateş püskürdü.Yahudi Roni Daha önce'de Üstad Necip Fazıl Kısakürek hakkında hakaretlere varan bir yazı kaleme almış ve hakkında bu yazısından dolayı dava açılmıştı.

HER YAHUDİ MOSSAD AJANIDIR
Her Yahudi MOSSAD ajanıdır ya, ben de elimden geldiğince bu görevi yerine getirmeye çalışıyorum. Pek başarılı olamıyorum doğrusu. Her Yahudi’nin MOSSAD ajanı olduğunun herkesçe biliniyor olması, gizli ajan olmayı zorlaştırıyor biraz. Kimse benim yanımda gizli kapaklı bir şey yapmıyor, yaptıklarını benim arkam dönükken yapmaya dikkat ediyor.

sanliurfada_bir_esnafin_dukkanina_astigi_afisi.jpg


URFALI ESNAF DÜKKANINA ASMIŞ
Bakmadan görmeyi, duymadan kaydetmeyi mümkün kılan cihazları Tel Aviv’den ısmarladım, bekliyorum. Ama bu arada tümüyle de boş durmuyorum elbet. Yukarıdaki afiş, pek de gizli olmamakla birlikte, ilgi alanıma girdi örneğin. Urfa’da bir esnaf yazıp dükkânına asmış.

KİNİMİZİ GÖSTERMEK İÇİN YAPTIM
Gazetecilere şöyle demiş: “Şehrimize gelecek olan İsraillilere kinimizi göstermek için yaptım. İsrail vatandaşları Filistinlilere yapılan zulümlerin dünyada kendilerine karşı büyük bir nefret oluşturduğuna şahit olmalılar.”

YAHUDİ MALI ALMAYIN
Urfalı bununla yetinmemiş. “Halkımıza sesleniyorum. Yahudi malı almayın! Onlardan aldığınız her ürün Müslüman kardeşlerimizin canının yanmasına neden oluyor. Satın aldığımız her Yahudi malı, Filistinli bir Müslüman’ın camide namaz kılarken üzerine atılan füzeye ortak olmamız demektir” diye eklemiş.

HİÇBİRİ URFALI VATANDAŞIN DÜKKANINA GİREMEYECEK
MOSSAD Başkanı Meir Dagan’a kısa bir rapor gönderdim bile, ama konuyu sizlerle paylaşmaya nereden başlayacağımı bilemiyorum vallahi. Az önce internetten baktım, İsrail’in nüfusu 7.503.800 kişiymiş. Bunların hiçbiri Urfalı vatandaşın dükkânına giremeyecek.

FİLİSTİNLE SAVAŞMAYI REDDEDEN GENÇLER DE..
Giremeyecek olanlara, Filistinlilerle savaşmayı kabul etmedikleri için askere gitmeyi reddeden ve yargılanıp hapis yatan İsrailli Yahudi gençler dâhil.

Giremeyecek olanlara, Filistinli sivil hedefleri bombalamayı reddettiklerini açık bir mektupla ilan eden, İsrail Hava Kuvvetleri’nin 33 Yahudi pilotu da dâhil.

YASER ARAFAT'LA GÖRÜŞEN URİ DE..
Giremeyecek olanlara, sokaklarda yüzüne tükürülmesini göze alarak Yaser Arafat’la görüşen, Gazze’ye yardım konvoyları örgütleyen, Barış Koalisyonu kurucusu, 1923 doğumlu Yahudi Uri Avnery de dâhil.

Giremeyecek olanlara, Filistinlilerle dayanışma göstermek için savaş günlerinde bile Gazze’de oturan Yahudi gazeteci Amira Hass da dâhil...

Daha da ilginci, giremeyecek olanlara İsrail’in 1.148.710 Arap Müslüman vatandaşı ve 375.190 Süryani vatandaşı da dâhil!

“İsrail vatandaşlarının Filistinlilere yaptığı zulüm” lafının haksızlığını bilmem belirtebildim mi.

DEDEM ALMAN VATANDAŞLARINA BİR LAF ETMEDİ
Dedem, Polonya’daki tüm ailesini, annesini, kızkardeşini, diğer akrabalarını ve altı milyon dindaşını toplama kamplarında kaybetmişti. Ömründe “Alman vatandaşları” hakkında herhangi bir laf ettiğini duymadım.

URFALI HERKESİ SUÇLU İLAN EDİYOR
Urfalı vatandaş ise tüm İsrail vatandaşlarını mahkûm ettikten sonra, el çabukluğu marifet, bir de tüm Yahudileri suçlu ilan ediyor: “Yahudi malı almayın!” İsrail malı değil, “Yahudi malı”.

Geçenlerde aldığım bir mail geliverdi aklıma:

“Gururla söylüyorum, ben bir anitsemitistim. Tarihinizden gelen uygulamalı faşistliğinizden, katliamlarınızdan dolayı bilinçli bir antisemitistim. Senin insanlık düşmanı geçmişinle bal gibi uğraşırım. Ben Gurion denen mahlûkun Deyr Yasin kentinde 1948’de öldürdüğü 250 sivili unutmadık. 1976’da King David Oteli’ndeki kanlı baskındaki 91 kişinin ölümünü unutmadık. 1984’te İbrahim Camii’nde İzak Rabin 240 Müslüman’ı katletti. İki yıl önce Lübnan’da binlerce masum insanı katlettiniz. Gazze’de binlerce bebeği bombaladınız. İnsanlık siz Yahudilerden utanır oldu.”

“Katlettiniz.” Tüm Yahudiler ve ben!

BÜTÜN URFALILAR IRKÇIDIR
Aynı mantıkla, ben de şu sonuca vardım: Tüm Urfalılar ırkçıdır.
Bu mantığa itirazı olan Urfalılardan bir ricam var. Bana yazıp küfür etmek kolay. Sıkıyorsa, itirazınızı afiş asan dükkâncıyla tartışın lütfen. Bütün bir halkı, bütün bir dini, bütün bir ırkı suçlamanın yanlışlığını anlatıverin, bi zahmet.
 
H

hado77

selamun aleykum

bu sözün gerekçesini bilmiyorum tarafgirlik nazarı ile değil hakikat nazarı ile değerlendirilirse necip fazıl'ın bir şiiri tevbeyi ilzam eder. ben kendi namıma 2 rekat tevbe namazı kılmıştım.

hesap soran yaratık
o dimdik her şey yatık

diye bir dizesi vardı.

merhumun kastını bilmiyorum ama burada bahsedilen yaratık kavramı insanı sıkıntıya sokabilir.

ALLAH tealanın isimleri varken bu lafız sanki ona teala atfedilmiş gibi durmakta. tel'inden önce 2 rekat tevbe namazı kılınması ve hakikatı istediği gibi değiştiren tealaya necip fazıl'ı sevenler olarak iltica etmeliyiz. ben kendi namıma kılmıştım ve kendisine hediye etmiştim.

ALLAH teala bizlerden razı olsun.
 

Erzurumli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
1,455
Tepki puanı
1
Puanları
0
selamun aleykum

bu sözün gerekçesini bilmiyorum tarafgirlik nazarı ile değil hakikat nazarı ile değerlendirilirse necip fazıl'ın bir şiiri tevbeyi ilzam eder. ben kendi namıma 2 rekat tevbe namazı kılmıştım.

hesap soran yaratık
o dimdik her şey yatık

diye bir dizesi vardı.

merhumun kastını bilmiyorum ama burada bahsedilen yaratık kavramı insanı sıkıntıya sokabilir.

ALLAH tealanın isimleri varken bu lafız sanki ona teala atfedilmiş gibi durmakta. tel'inden önce 2 rekat tevbe namazı kılınması ve hakikatı istediği gibi değiştiren tealaya necip fazıl'ı sevenler olarak iltica etmeliyiz. ben kendi namıma kılmıştım ve kendisine hediye etmiştim.

ALLAH teala bizlerden razı olsun.


Sen yanlış anlamışsın orada hesap soran yaratık sözü nida maksatlıdır,arkasından ise O dimdik herşey yatık diyerek cevap vermiştir,
Yani Ey bu olup bitenden hesap soran ukala kişi sen kendini ilah yerine koyuyorsun ama unutmaki ölü mezarında yattığı halde O zatı zülcelal hala hayatta ve daimdir,demektedir,burada üstadı birşey ile itham etmen doğru olmamıştır...

SAAT

Bakma saatine ikide birde!
Halin neyse saat onun saati.
Saat tutamaz ki, ölü kabirde;
Zamana eşyada gör itaati!
Bir kıvrım, bir helezon,
Her noktası baş ve son...
Dün hâtıra, yarın hayal, bugün ne?
İki renk arası bir çizgicik pay.
Ne devlet zamanı bütünleyene!
Ebed bestecisi bir çark ve bir yay.
Hesap soran yaratık;
O dimdik, her şey yatık.
Zaman bir işvebaz, kaçak hayalet;
Eşkiyenin kement atar boynuna.
Ne pişmanlık tanır, ne af, ne mühlet;
Ancak fatihinin girer koynuna.
Niyeti gizli fettan
Köle biçimli sultan...
 
H

hado77

selamun aleykum

@erzurimliye

affınıza sığınarak niye bazı hususlarda çok ısrarcı olmadığımı anlatayım.

ben avukatlık yapıyorum ve sağlam olan savunma ile hakim tarafından red edilecek savunmayı veya iddiayı anlarım. bu yüzden savunma ve iddiaya bakar ve o kişiyi aradan çıkarıp sözümü söylerim.

kendisinden etkilendiğim ve onun lisanıyla şiir yazdığım bir kimse olarak merhuma karşı bir sözüm yok.millet okuma yazmayı öğrenirken ben bu şiirleri okuyarak büyüdüm desem yeridir.

ancak burada bahsedilen yaratık tabiri gerek şiirin geliş ve gerekse gidiş yönü bakımından pek maslahata uymamış.

benim tavsiyem ne olur olmaz millet hem 2 rekat namaz kılsın isteği iken birden sen yanlış anladın demeniz de pek uygun değildir.

anlama kavrama ve sonuç üretmek en nihayetinde benim işim.

bu kadar ayan beyan bir mevzuyu tartışmak dahi istemem ancak mecbur kaldım.

ALLAH teala bizlerden razı olsun.
 

Kur'ana sevdalı

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Ara 2008
Mesajlar
2,706
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
49
Lanet olsun zalimlerede,fikirlerinede,uşaklarınada.
Kana doymayan vampir yahudi kendi yaratıklığını bi farkedebilse.
Ama geldi sonları inşaallah,uyuyan devi uyandırıyorlar.
ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM.
 

Erzurumli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
1,455
Tepki puanı
1
Puanları
0
selamun aleykum

@erzurimliye

affınıza sığınarak niye bazı hususlarda çok ısrarcı olmadığımı anlatayım.

ben avukatlık yapıyorum ve sağlam olan savunma ile hakim tarafından red edilecek savunmayı veya iddiayı anlarım. bu yüzden savunma ve iddiaya bakar ve o kişiyi aradan çıkarıp sözümü söylerim.

kendisinden etkilendiğim ve onun lisanıyla şiir yazdığım bir kimse olarak merhuma karşı bir sözüm yok.millet okuma yazmayı öğrenirken ben bu şiirleri okuyarak büyüdüm desem yeridir.

ancak burada bahsedilen yaratık tabiri gerek şiirin geliş ve gerekse gidiş yönü bakımından pek maslahata uymamış.

benim tavsiyem ne olur olmaz millet hem 2 rekat namaz kılsın isteği iken birden sen yanlış anladın demeniz de pek uygun değildir.

anlama kavrama ve sonuç üretmek en nihayetinde benim işim.

bu kadar ayan beyan bir mevzuyu tartışmak dahi istemem ancak mecbur kaldım.

ALLAH teala bizlerden razı olsun.

Sen belki bir branşda yetenekli olabilirsin,belki leb demeden leblebiyide anlarsın,hatta şiir konusunda da çok mükemmel olabilirsin,ama üstad hazretlerinin yazdığı bu şiirde baştan sona kadar fani insanın ukalalıkları ile yaratan ALLAH TEALA nın üstünlüğünü anlatan manalar var,hatta şiirin girişi bile ukalalık yapan insana atıftır,buyrun ilk mısralara bakalım;


SAAT

Bakma saatine ikide birde! (Burada zamanın geçtiğinden dert yanan bir insan modeli var,)
Halin neyse saat onun saati. (Bu saatte Kaderinde yaşaman gereken ne varsa onu yaşamaktasın)
Saat tutamaz ki, ölü kabirde; (zaman bir şeye faydalı değil ki olsaydı yatmazdı ölüler kabirlerinde )
Zamana eşyada gör itaati! (İllada zamana bakacaksan,zamana ayak uydurulmuş,yaratıcının bir düzene koyduğu varlıkların nasıl itaat ettiğine bak)
Bir kıvrım, bir helezon, (İster eğri olsun ,isterse düz ne far eder)
Her noktası baş ve son... (Hepside senin gibi ezeli toprak sonu toprak)
Dün hâtıra, yarın hayal, bugün ne? ( Dün,bugün,yarın hepsi bitmeye mahkum bir zaman)
İki renk arası bir çizgicik pay. (iki dünya arası bir küçücük yaşanacak hayat)
Ne devlet zamanı bütünleyene! (sen kendi varlığını görüp birşey sanıyorsun ama )
Ebed bestecisi bir çark ve bir yay. ( Senin evvelinde ahirinde bir ruh bir beden iken)
Hesap soran yaratık; (Ey varlığını unuttuğundan hesap soran kişi)
O dimdik, her şey yatık. (Unutmaki her kendini ilah sanan,yada rabbini yok sayan ölmüş iken,O azze ve celle her daim vardır ve var olacaktır)
Zaman bir işvebaz, kaçak hayalet;
Eşkiyenin kement atar boynuna.
Ne pişmanlık tanır, ne af, ne mühlet;
Ancak fatihinin girer koynuna.
Niyeti gizli fettan
Köle biçimli sultan...

Mevzuya bahis yere kadar anladığımı yazdım,ama yinede bir din kardeşimiz için hayrına birşey yapmak güzel olur,bizlerde dualarımızda üstadı analım,ama yinede bunu yaparken onu karalamayalım...
 

sevda gun gul

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Ara 2010
Mesajlar
61
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Necip Fazıl Kısakürek ;in eserlerini yayınlayan Büyük Doğu Yayınlarının Yayın Sorumlusu Suat Ak, yaptığı açıklamada Margulies'in Kısakürek'e yaratık demesini hakikat aynasında gördüğü kendi suret ve tıynetini ikrardan ibarettir şeklinde yorumladı. (cok güzel şamar gibi vurmuş suratlarına)
 

Erzurumli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Ağu 2007
Mesajlar
1,455
Tepki puanı
1
Puanları
0
Necip Fazıl Kısakürek ;in eserlerini yayınlayan Büyük Doğu Yayınlarının Yayın Sorumlusu Suat Ak, yaptığı açıklamada Margulies'in Kısakürek'e yaratık demesini hakikat aynasında gördüğü kendi suret ve tıynetini ikrardan ibarettir şeklinde yorumladı. (cok güzel şamar gibi vurmuş suratlarına)


Esselamu aleykum;

Demekki burada kendi nefsini ezme gayreti ile söylenmiş sözler dizini var,yani ALLAH TEALA ya (haşa) yaratık denmesi gibi bir olay yok,hado77 rumuzlu arkadaş yanlış anladığını kabul ederse iyi olur,ayrıca aydınlatıcı bilgi için size müteşekkirim,selamlar ve dualarımızla...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
th_israile_taraf.jpg


Taraf Gazetesinde İsrail Heyecanı


Büyük medyada görmeye alışkın olduğumuz İsraili sevdirme içerikli haberlere son zamanlarda Taraf gazetesinde sıkça rastlar olduk.
İsrail’i hoş, sevimli ve haklı gösterme tutumu Türkiye medyasının köklü bir eğilimi. Öyle ki Filistinli direnişçilerin katledildiği operasyonların haberleştirilmesi sırasında dahi bu tutumun izlerini gördük. Son yıllarda Türkiye ile İsrail ilişkilerinin gerilmesi ve bilhassa Mavi Marmara olayı sonrasında bu tutum epeyce geri çekilmiş bir konuma geldi. Hürriyet, Vatan gibi geleneksel İsrail muhibi medya organlarında dahi artık İsrail hakkında daha ölçülü yayınlar yapılmaya başlandı. Ne var ki, son haftalarda İsrail ile ilişkilerin düzeltilmeye çalışıldığına dair haberlerin, yorumların yeniden sıklaşmaya başlamasıyla birlikte bazı alışkanlıklar nükseder oldu.

Bu bağlamda Taraf gazetesinin yayınları dikkat çekmekte. Genelde statüko karşıtı bir çizgi izlediğinden ötürü İslami camianın da takip ettiği ve olumladığı Taraf, İsrail ile ilişkilerin “normalleşmesi” çabalarına adeta medya boyutunda aktif bir katkı sunma görüntüsü veriyor. Neredeyse iki güne bir yaptığı haberlerle, attığı başlıklarla İsrail ile ilişkilerin yeniden yoğunlaşacağına dair oluşturulan atmosferi kendi çapında besliyor. Bugün de bu “kampanya” ya iki haberle katkı sağlanmış. İlk sayfanın sol üst köşesinde “Şalom Türkiye” manşeti yer alıyor. Şimon Peres’in Türkiye ile ilişkileri tamir çağrısında bulunduğu bildiriliyor.

Taraf İsrail konusuna 2. sayfadan devam ediyor. Sayfanın ortasında “Erdoğan, Şalit’i kurtarırsa kral olur” başlığını görüyoruz. Haberin içeriğine baktığınızda, Türkiye kökenli İsrailli işadamı Eliko Halit Dönmez sıfatıyla tanıtılan bir kişiye atfen şu açıklama yer alıyor: “…Hamas’ın üzerinde etkin olabilecek tek gücün Başbakan Erdoğan olduğunu söyleyen Dönmez, Şalit’in İsrail’in ulusal ‘sembolü’, ‘ulusal davası’ haline geldiğini belirterek, ‘bence böyle bir davayı çözen İsrail’in ulusal kahramanı haline gelir. Başbakan Erdoğan Şalit’i geri getirebilirse İsrail’in kralı olur’ diye konuştu…”

İşte Erdoğan’a kral olma fırsatı! Çok ilginç bir haber, ilginç bir mantık. Ama ilginç olan İsrailli işadamının sözleri değil, gazetenin bu sözleri manşetten vermesi. Erdoğan’ın İsrail’in ulusal kahramanı olması, kral olarak algılanmasının anlamı ne?

Doğrusu Taraf’ın İsrail ile ilişkilerin tamir edilmesi, güçlendirilmesi, pürüzlerin giderilmesine yönelik haberlerinin, haber olmaktan öte bir mahiyet içerdiği çok açık. Burada açık bir taraf olma durumu kendini hissettiriyor, heyecan ve sevinç kendisini dışa vuruyor. Bu tür haberler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, Türkiye medyasının büyük bölümüne hakim olan geleneksel İsrail muhabbetinin Taraf cenahında da bir hayli etkin olduğu görülüyor.

Haksöz Haber
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt