necip fazıl ırkçı mıydı 2
Murad Salih
14.10.2010
Savaş dedik ya...
Bu öyle edebî sanat olsun diye söylenmiş bir söz değil...
Bildiğin savaş...
Ateş, barut, top, tüfekle, kan revan içinde yapılanı...
Nasıl mı?
Bundan yüz sene önce üzerimize 7 düvelin yağmacı talancı emperyalistleri çullanmıştılar ya...
10 küsur cephede biz bunlarla göze göz dişe diş süngü süngüye yaman bir savaş vermiştik de altedememiştik onları...
Sonra onlar kendi aralarında bizi nasıl paylaşacaklarına dair uzun uzun müzakereler etmişlerdi...
De...
Çakallar gibi dörtbir yandan işgale başlamışlardı vatan topraklarımızı...
Uçsuz bucaksız vatan topraklarından bize kala kala, neredeyse Anadolu bozkırlarında bir avuç toprak ya kalacak ya kalmayacak hallarına kadar düştüydük ki...
Son anda...
Son Sultan 6. Mehmed Vahiddüddin Han ve kurmaylarının hazırladığı “millî mücadele” projesi...
Mustafa Kemal Paşa komutasında hayata geçirildi...
Emperyalistlerin piyon olarak Anadoluya sürdüğü Yunanlıların işgali İzmir’den denize dökülünceye kadar da başarıyla uygulandı...
Böylece Anadolu işgalden kurtarıldı...
Sıra Trakya’daki Yunan ve İstanbul’daki İngiliz işgaline gelmişti...
İzmir'in 9 Eylül 1922'de kurtuluşundan hemen sonra...
Fahrettin Altay komutasındaki süvari kolordusu, Çanakkale Boğazı üzerinden Trakya’ya yönelmek üzere durmaksızın harekete geçti...
Kolordu Çanakkale’ye doğru bir kaç İngiliz kontrol noktasını çatışmasız geçti...
Çanakkale önlerinde İngilizler tarafından durdurulunca...
Çanakkale'de bulunan İngiliz-Fransız işgal kuvvetlerine bir ültimatom vererek Trakya’daki Yunan işgalini defetemek için Gelibolu’ya geçit hakkı istedi...
Fransız birlikleri Fransa Başbakanı'nın emriyle derhal geri çekildiler...
Bunun üzerine bölgede bulunan. İngiltere Başbakanı Lloyd George ise ültimatomu reddederek İngiliz kuvvetlerine direnme emri verdi ve hükümetindeki bir grup bakanla birlikte bir bildiri yayınlayarak Türkiye'ye savaş ilan edileceğini duyurdu..
Ancak....
Bu savaşı istemeyen Kanada Başbakanı, savaşa İngiltere hükümetinin değil, Kanada parlamentosunun karar vereceğini belirterek, Kanada'nın siyasi bağımsızlığını tarihte ilk defa fiilen ilan etmiş oldu....
İngiliz kamuoyu ve Muhafazakâr Parti ileri gelenleri ile hükümetteki üyeleri de Türkiye ile savaşa karşı çıktılar....
Dışişleri bakanı Lord Curzon ve Çanakkale Savaşındaki yenilgisini unutmamış olan savaş bakanı Winston Churchill de başbakanın çatışmacı politikasına karşı çıkınca Muhafazakâr Parti, 12 Ekim 1922'de Carlton House deklarasyonuyla hem hükümetten çekildi, hem de bir sonraki seçimlere Liberal Parti'den ayrı olarak gireceğini beyan etti. Böylece hem Lloyd George, hem de lideri olduğu Liberal Parti İngiltere tarihinde bir daha tekrar iktidara gelmemek üzere siyaset sahnesinden kayboldular... (2)
Kısaca:
Ordulaşan “Millî Kuvvetler”in Anadolu’daki Yunan işgalini söküp atarak Trakya’daki Yunan işgalinin de defterini dürmeye yönelmeleri. Önce İşgalcilerin küçüklerini (Fransız ve İtalyan) çözerek yılanın asıl başı İngilizi yalnızlaştırmıştı...
Yunanlılardan sonra sıranın İngilizlere geleceği açıktı.
Bu yalnızlık İngiltere’nin içini de dışını da karıştırmıştı...
Bu karışıklıkta İngiltere savaşı göze alamazdı...
Kısaca hem Doğu ve Batı Trakya’daki Yunan işgali, hem de İstanbulda’ki İngiliz İşgali askerî ve siyasî açılardan kolaylıkla defedilebilir durumdaydı...
Olmadı...
Çanakkale’deki bir avuç İngiliz işgalciyi tepeleyerek rahatça Gelibolu’ya geçebilecek durumdaki Süvari Kolordusu orada durdu(ruldu)...
Bunun niye olmadığını bize bir gün cesaretle söyleyebilecek gerçek siyasî tarihçiler ortaya çıkıncaya kadar öğrenemeyeceğiz...
Onların yerine...
Sanki mağlûp tarafmışız gibi otur(tul)duğumuz Mudanya’daki ateşkes masasına...
Niçin oturmaya mecbur ve mahkûm olduğumuzu binbir dereden su getirerek bizi inandırmaya çalışan bugünkü martavalcı “tarihçi”lerin martavallarını dinlemeye devam edeceğiz...
Tarihe Çanakkale Krizi ("Chanak Affair") adıyla geçen bu tuhaf durum...
Aslında Millî Mücadele’nin İzmir’de zaferle noktaladığı ölüm kalım savaşında elde ettiği zaferin sağladığı askerî ve siyasî üstünlük avantajının elden çıkarıldığı ve inisiyatifin işgalci ingilizlere geçtiği andır...
Tarihî bir kırılma noktasıdır...
Sıfır noktasından başlayarak ince ince kurgulanan ve olağanüstü fedekârlıklarla yürütülerek yükseltilen, bir “işgalden kurtuluş projesi” doğusu ve batı’sıyle Trakya ve payitaht İstanbul’u da işgalden kurtarmaya bir iki adım kala niçin ve kim(ler) tarafından durdurulmuştur?
Bu sorunun gerçek cevabını da şimdilik bilmiyoruz...
Ancak hadiselerin akışına bakıldığında şu hususu net olarak görünüyor:
Mondros Ateşkesi’nin ağır şartlarına boyun eğmek zorunda kalan Osmanlı, İşgalcilerinin paylaşım kavgalarının doğurduğu zaman aralığında, İmparatorluk tecrübesiyle dönanmış devlet aklının ürünü olarak ortaya çıkan bu işgalden kurtuluş projesi; son bir iki adım daha atılarak Trakya ve İstanbul’un işgalden kurtuluşuyla taçlandırılabilseydi...
Ne Mudanya Antlaşması’na gerek kalacaktı, ne de Lozan Antlaşması’na...
12 Adalar, doğusuyla ve batısı ile birleşik bir Trakya, Boğazlar, Tüm Anadolu,Hatay, bugünkü Suriye Sınırının 30-40 Kilometre aşağısından geçen bir sınır çizgisiyle çoğunlukla Türk ve Kürtlerin yaşadığı topraklar... Erbil, Musul, Kerkük ve Süleymaniye dahil bugünkü Kuzey Irak ve Batum olmak üzere Vatan topraklarımız -Misak-ı Millî’de kararlaştırıldığı gibi-, kaybedilmiş diğer vatan toprakları halklarınınının hür iradeleriyle katılımına açık bir statüyü kapsayan sınırlar içinde, gerçekten bağımsız bir devletimiz olacaktı...
İsmi Osmanlı olsa da olmasa da; bir İmparatorluk nüvesini/çekirdeğini muhafaza etmiş olacaktık...
Bugün yaşadığımız iç ve dış problemlerin çoğu ortaya çıkmayacaktı...
İşte merhum üstad Necip Fazıl, doğru bir tarih muhasebesiyle başımıza gelenlerin ne olduğunu farkeden ve o güne kadar yalanlarla avutulan/uyutulan millete bunu anlatmak için, tek başına devlerle savaşmayı göze alabilen ilk mütefekkir-aksiyoncu idi...
O, bize zafer diye yutturulan “millî felâket”i yalnızca teşhis, tespit ve ilan etmekle kalmamış...
Aynı zamanda da...
Düştüğümüz bu tuzaktan nasıl kurtulabileceğimizi madde madde gösteren bir dünya görüşü/İdeolocya örgüleştirmiştir...
Bu yüzden de dün de emperyalizmin ve onun yerli uşaklarının hedefindeydi bugün de hedeftir/hedeftedir...
Lozan’dan bu yana bin bir türlü engellemelere rağmen dünyanın en büyük ordularından biri haline gelen TSK, AB-D emperyalizminin bu bölgedeki hesaplarının önünde potansiyel bir engel olarak görülüp ağır bir asimetrik psikolojik harekâtla yıpratılarak...
Eskiden olduğu gibi daha küçük, daha güçsüz ve “yurtta sulh cihanda sulh” zinciriyleyle sıkı sıkıya bağlanmış olarak...
AB-D’nin yalnızca tetikçiliğini yapmak üzere yeniden yapılandırılmaya çalışılırken...
O faaliyetlerin medyadaki tetikçiliğini kim(ler) yapıyordu?
Taraf ve ona koruma ve destek atışları yapan sair neoliberal paçavralar...
Peki...
Emperyalizmin bütün insanlığı köleleştirmek için “demokratikleştirme” adı altında dayattığı vahşî işgal hamlesinin adı ne?
Yeni Dünya Düzeni...
Var mı bunun fikirde bir alternatifi?
Var...
Bu kimin fikri?
Necip Fazıl Kısakürek’in...
Adı ne?
Büyük Doğu İdeolocyası...
BOP= Büyük Ortadoğu Projesi’nden 50 sene önce ortaya koymuş Merhum Üstad bu projeyi...
İsim benzerliğine bakar mısınız:
Büyük Doğu...
Büyük (Orta)doğu...
“Tesadüf canım” mı?
Pekiyi...
AB-D emperyalizmi’nin yürüttüğü bu alçakça projenin en sadık yayın organın ismini ve logosunu 20 yıl önce yayılanmış Büyük Doğu İdeali’ni hayata geçirme kavgası veren Taraf dergisinden aynen tırtıklanmış olması da mı “tesadüf”?
Merhum üstad Necip Fazıl’ı itibarsızlaştırma operasyonunda ilk kim bastı düğmeye?
Taraf’ta yazan “sosyalist” bir Yahudi yazar müsveddesi...
İmparatorluğun yıklmasının önündeki en büyük engel bir siyasî deha olan Abdülhamîd Han’a hâl fetvasını etekleri zil çala çala kim götürmüştü?
Emanuel Karasu... (3)
Bir Yahudi avukat...
Bu da mı “tesadüf”?
Pekiyi...
Taraf’ın derdi TSK değil miydi?
Ne derdi olur Necip Fazıl’la?
Çünkü projenin aksaksız yürümesi için bütün potansiyel tehlikelerin ortadan kaldırılması lâzım...
Dipnotlar:
2-) Bkz: Vikipedi-Özgür Ansiklopedi.
3-) Emanuel Karasu (ya da Emanuel Karaso, sonradan Emanuel Carasso); (d. 1862 Selanik) - (ö. 1934, Trieste), Yahudi asıllı Osmanlı avukat ve siyasetçi.
Jön Türkler'in tanınmış üyelerindendir. 1492 yılında İspanya'dan tehcir eden Sefarad Musevilerinin tanınmış ailelerinden birine mensuptur. Karasu, Selanik'teki Makedonya Risorta Masonik Locası'nın bir üyesi(bazılarına göre kurucusu) ve sonraki başkanı ve Osmanlı Devletinde masonik faaliyetlerin öncüsüdür.[1] Masonik localar ve bazı gizli cemiyetler, Selanik'te devrimci radikal görüşlere sahip ve aralarında Talat Paşa'nın da bulunduğu Jön Türkler'in duygudaşları arasında bir buluşma yeriydi. Karasu, Selanik'te avukatlık yaparken İttihat ve Terakki Cemiyetine üye oldu. Cemiyetin Müslüman olmayan ilk üyelerindendir.
Cemiyet, 1908 yılında II. Meşrutiyet ve sonrasında Osmanlı Devleti'nin idaresinde söz sahibi olunca Karasu da Selanik'ten Meclis-i Mebusan'a girdi.[2] Karasu, Sultan II. Abdülhamid'e Nisan 1909'da Hal'ini (tahttan indirilmesini) bildiren 3 kişiden biriydi. (Vikipedi)
(Devam edecek)