HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
SÜNNET VAHİYDİR
Evet, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in sözleri, amelleri ve susması olan Sünnet vahiydir.
Bu hususta Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
والنجم إذا هوى(1)ما ضل صاحبكم وما غوى(2)وما ينطق عن الهوى(3)إن هو إلا وحي يوحى(4)علمه شديد القوى(5)ذو مرة فاستوى “Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı; o, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (Cebrail) öğretti.” (Necm 1-6)
Bu ayette "vahy" kelimesi geneldir. Sadece Kur'an'la tahsis edilmedi, daha doğrusu dinle ilgili konuştuğu vahy olur. Rasûl'ün konuştuğu ise sadece Kur'an değil, Hadis-i Şerif' de vardır. Onun için; "arkadaşınız Muhammed sapmadı" dedi. Bu bir pekiştirmedir, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem 'in hiç sapmadığını gösterir.
Bundan dolayı başka ayette Allahu Teala şöyle buyurdu:
قل إنما أتبع ما يوحى إلي من ربي “De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım.” (A'raf 203)
O halde Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in ameli de vahydir. Çünkü Resul vahy'den başka bir şeye uymaz.
Başka ayeti kerimede Allahu Teala şöyle buyurdu:
قل إنما أنذركم بالوحي "De ki; sizi ancak vahy ile uyarırım." (Enbiya 45)
Rasûl'ün uyarması vahy ile olur. Bütün uyarıları vahydendir, kendisinden değildir. Uyarıları ise sadece ayetlerle sınırlı değildir. Hadisler de buna dahildir.
Böylece, Rasûl'ün dinle ilgili sözü ve ameli vahy olur. Nitekim Rasûl'ün, vahye muhalif olana karşı susması düşünülemez. Bu halde susması da vahyden olur. Allahû Teâlâ Rasûl'ün bütün getirdiklerine uymamızı ve bütün nehyettiklerinden de vazgeçmemizi istedi.
Allahu Teala şöyle buyurdu:
وما آتاكم الرسول فخذوه وما نهاكم عنه فانتهوا "Rasûl size ne getirdiyse onu alın, size ne nehyettiyse ondan da sakının." (Haşr 7)
Buradaki ifade geneldir. Sadece Kur'an'la tahsis edilmedi/özelleştirilmedi. Böyle olunca Sünneti de kapsıyor. Çünkü, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Kur'an'la beraber Sünneti getirdi. Onun için Allah’ın Rasûlüne itaat Allah’a itaat olur.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
من يطع الرسول فقد أطاع الله "Kim Rasûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur." (Nisa:80)
Rasûl'e itaat Allah'a itaat sayılırsa, Rasûl'ün sözü ve ameli Allah'tan bir vahy demektir. Aksi takdirde Rasûl kendi heva ve hevesinden konuşursa veya hevesine ve aklına göre amel ederse, ona itaat Allah'a itaat olarak sayılmayacaktır.
Bunu şu ayet pekiştirmektedir:
قل إن كنتم تحبون الله فاتبعوني يحببكم الله “(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Ali İmran 31)
Ayette geçen; فاتبعوني “Bana uyunuz”; burada Rasûl'ün dinle ilgili derken, teşri sayılacak hususu kastediyoruz ki bunlar haram, helal, mübah, farz, vacip, mendup (sünnet), mekruh gibi hükümleri içermektedir. Ayrıca dinin aslı olan akideyle ilgili açıklamalardır. Fakat şahsi, âdeti, vakıayı anlaması veya olayı kavraması vahiy değildir. Vakıa ve olaylar hakkında Şer’i fikir vermek vahiydendir. Bu fikirler yukarıda gösterdiğimiz Şer’i hükümlerle ilgili olur.
Böylece ayette geçen ifade Rasul’ün sözü olsun, ameli olsun bütün emirlerine uyma anlamına gelir. Burada yalnız Kur'an'ı kastetmiyor, Rasûl'ün Sünnetine uymayı da kastediyor.
Allah'ı sevmek, O'nun sevgisini kazanmak, O'nun affını kazanmak ancak Rasûl'e uymakla gerçekleşir. Bunun manası; Rasûl, Allah'ın vahy ettiğine göre konuşur ve amel eder. Rasûl, buna bir sözle veya bir amelle muhalefet ederse, Allahû Teâlâ, mutlak şekilde ona uyun demeyecektir. Öyleyse, Rasûl'ün sünneti vahyden başka bir şey değildir. Bu ayetlerden bundan başka bir şey anlaşılmaz.
RASÛL MÜÇTEHİD DEĞİLDİR
Yukarıda bahsedilen ayetler ve diğer ayetler de, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Müctehid olduğuna dair iddiayı çürütüyor ve o iddiayı ortadan kaldırıyor. Çünkü, müçtehidin sözü vahy olmadığı gibi içtihadında da isabet edemeyebilir. Müctehid içtihadında isabet edebileceği gibi yanlış içtihatta yapabilir. Bu ise masumiyet sıfatıyla çelişir, hem ayetlere hem akla ters gelir. Zira masumiyet yukarıda gösterdiğimiz ayetle isbatlandığı gibi akılla da isbatlanır. Ek olarak, müçtehidin görüşüne uyulabilir, görüşü terk edilebilir veya bir müçtehidin görüşü yerine başka bir müçtehidin görüşü benimsenebilir. Bu konu da, delilin kuvvetliliğine, sağlam ve derin şekilde anlaşılmasına göre hareket edilir.
Böylece içtihad; Şer’î naslardan mükellefin Allah’ın hükmünü çıkartması/istinbat etmesidir.
İçtihadın manası; insanın daha fazlasını yapmaktan aciz kaldığını hissedeceği bir seviyede, Şer’î hükümlerden zannı istenen bir şeyde bütün gücü kullanmaktır. Meşakkati ve külfeti gerektiren bir işi gerçekleştirebilmek için bütün gücü sarfetmektir. Müçtehidin Şer’î delillerden çıkarttığı hüküm kesin olmaz, zanni olur. Müctehid, bir şeyin haram veya helâl olup olmadığını anlamaya çalışır. Bir şeyi helâl kılamaz veya haram da kılamaz. Böylece, kendisi teşri edici/kanun koyucu değildir. Oysa Rasûllullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bir şeyi haram kıldığı gibi helâl de kılınmaktadır. Yani; teşri edicidir. Çünkü, Kur'an onu öyle niteledi.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
قاتلوا الذين لا يؤمنون بالله ولا باليوم الآخر ولا يحرمون ما حرم الله ورسوله ولا يدينون دين الحق من الذين أوتوا الكتاب حتى يعطوا الجزية عن يد وهم صاغرون “Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe 29)
Bu ayet Rasûl'ün sözleri, amelleri ve bir şeye karşı susması/takriri olan Sünnetin bir teşri kaynağı olduğunu kesin şekilde gösteriyor. Teşri ancak vahydir. Böylece, bu ayet Sünnetin Allahû Teâlâ'dan bir vahyle geldiğini gösterir. Bundan başka bir şey anlaşılmaz. Çünkü, teşri kaynak, sadece Kur'an olsaydı; "Allah'ın ve Rasûlü'nün haram kıldığını..." denilmeyecekti. Sadece; "Allah'ın haram kıldığını..." denilecekti. Bu delâlet ediyor ki; Rasûl'ün haram kıldığını haram olarak kabul etmeyenlerle savaşmak gerekir. Zira Allahû Teâlâ, Rasûl'ün hükmünü yani verdiği emir veya söylediği şeyi kabul etmeyen kişinin mü'min olmayacağını bildirdi.
Allahu Teala şöyle buyurdu:
فلا وربك لا يؤمنون حتى يحكموك فيما شجر بينهم ثم لا يجدوا في أنفسهم حرجا مما قضيت ويسلموا تسليما “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)
İşte, Rasûl müctehid, düşünür veya dahi olsaydı; O’na muhakeme olunmak ve onun verdiği hükme herhangi bir şüphe ve sıkıntıyı nefiste meydana getirmeden tam teslimiyetin gösterilmesi istenmeyecekti. Çünkü, Müslüman müçtehidin içtihadına uyarken tam teslimiyet göstermez. Sadece, galib-i zanna uyar. Diğer müçtehidlerin içtihadlarının yanlış olduğunu kabul ederken doğru olabileceği ihtimalini de düşünür. Onun için, başka müçtehidin içtihadına da uyabilir. Fakat, Rasûl'ün hükmünden vazgeçip diğer müçtehidin içtihadına uymak caiz değildir. Bu nedenle; bir kişi Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hükmünü reddedip Ömer'in yanına giderek Ömer'in içtihadıyla muhakeme olunmak isteyince Ömer onun kafasını vurdu. Bunun akabinde yukarıdaki ayet nazil oldu. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Ömer'in bu yaptığını onayladı. Çünkü bu şahıs Allah'ın vahyi olan Sünneti reddetti. Kur'an, Rasûl'ün hükmünü reddedenleri zalim olup mü'min olmadıklarını bildirdi.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
وإذا دعوا إلى الله ورسوله ليحكم بينهم إذا فريق منهم معرضون “Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Peygamber'e çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler.” (Nur 48)
Ve devamında şöyle buyurdu:
وإن يكن لهم الحق يأتوا إليه مذعنين(49)أفي قلوبهم مرض أم ارتابوا أم يخافون أن يحيف الله عليهم ورسوله بل أولئك هم الظالمون “Ama, eğer (Allah ve Resûlünün hükmettiği) hak kendi lehlerine ise, ona boyun eğip gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var; yoksa şüphe içinde midirler, yahut Allah ve Resûlünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir!” (Nur 49-50)
Allah'ın hükmüyle beraber Rasûl'ün hükmünü kabul etmeyenler -yani Kur'an'la beraber Sünneti kabul etmeyenler- ya kalplerinde hastalık olan, ya imanlarında şüphe bulunan, yahut Allah ve Rasûlü'nün kendilerine zulmedeceklerinden korkan kişilerdir. Bu üç sınıf mü'min değildir. Zira, Allah ve Rasûlü'nün hükümlerini kabul edenler yani Kur'an ve Sünnetle muhakeme olanların mü'min olabilecekleri bildirildi.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
إنما كان قول المؤمنين إذا دعوا إلى الله ورسوله ليحكم بينهم أن يقولوا سمعنا وأطعنا وأولئك هم المفلحون “Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak "İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.” (Nur 51)
Böylece Allahû Teâlâ, kendisine itaati daima Rasûlü'ne itaatle beraber göstermektedir. Allahû Teâlâ birçok ayette;
-Rasûl'e itaat ve ona uymaktan bahsetmesi,
-Rasûl'e itaat ve muhakeme olunmayı, kendisine itaat ve muhakeme olunmaya bağlaması,
-Bunu te'kit/takviye ederek pekiştirmesi Rasûl'den meydana gelecek her hususun vahy'den başka bir şey olmadığının ispatıdır.
Müçtehid olsaydı veya yalnız itaati vacib olan idareci olsaydı, böylece kendi hükmüyle beraber onun hükmüne uymayı gerektirmeyecekti. Ayrıca, Rasûl'e itaat veya çekişme meydana geldiğinde Rasûl'e bu konu götürülmeyecekti, sadece Allah'a götürülecekti. Oysa, herhangi bir mesele zuhrettiğinde onu Allah ve Rasulüne götürüyoruz. İdarecilerle ihtilaf ettiğimiz ve çekiştiğimiz zaman Allah ve Rasûlü'ne götürdüğümüz gibi.
Allahû Teâlâ bu konuda şöyle buyurdu:
ياأيها الذين آمنوا أطيعوا الله وأطيعوا الرسول وأولي الأمر منكم فإن تنازعتم في شيء فردوه إلى الله والرسول إن كنتم تؤمنون بالله واليوم الآخر ذلك خير وأحسن تأويلا “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ulülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisa 59)
Allah Subhanehu Ve Teala, Allah'a Rasûl'e ve bizden olan idarecilere itaati emrederken; "çekişme olunca idarecilere götürün" demedi. "Allah'a ve Rasûlü'ne götürün" dedi. Bunun manası; idareciler teşri edici değil, sadece işleri yürütenlerdir. Ayrıca Allah'ın ve Rasûlü'nün hükümlerine göre işlerini yürütürler. Çünkü, çekişmeler olunca meseleyi Allah'a ve Rasûlü'ne götürürüz. Yani meselenin çözümü Kur'an ve Sünnet'te aranır. Bu götürme işi, Allah'a ve Kıyamet Günü'ne inanmaya dayandırıldı. Yani çekişme konusunu Allah'a ve Rasûlü'ne götürmek imandandır.
Ayrıca Allahû Teâlâ, Rasûl'e uymanın hidayete ermek olduğunu şu ayeti kerimede bildirdi:
قل أطيعوا الله وأطيعوا الرسول فإن تولوا فإنما عليه ما حمل وعليكم ما حملتم وإن تطيعوه تهتدوا وما على الرسول إلا البلاغ المبين “De ki: Allah'a itaat edin; Peygamber'e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber'in sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber'e düşen, sadece açık-seçik duyurmaktır.” (Nur 54)
İşte, وإن تطيعوه تهتدوا (Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz.) buyurdu. Öyleyse, ona itaat edilmezse delalete (sapıklığa) düşülmüş olur.
Rasullullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bu ayeti tasdik ederek şöyle buyurdu: "Size öyle iki şey bıraktım ki, bunlara bağlanırsanız hiç sapmazsınız, bunlar ise; Allah'ın Kitabı ve benim Sünnetimdir."
Bu deliller, Allah ve Rasûlü herhangi bir hususta bir hüküm verirlerse, mü'minler buna muhalefet etmeyecekleri gibi başka seçeneklerinin bulunmadığını göstermektedir. Eğer Rasûl'ün hükmü bir içtihad olsaydı mü'minler sadece Rasule uymakla sınırlandırılmayarak başka müçtehidlerin içtihadına uymaları serbest bırakılacaktı. Yani başka seçenekler de olacaktı. Çünkü, müçtehidin içtihadı bir seçenektir. Resul üzerinde müçtehidlik söz konusu olsaydı, Allahû Teâlâ Rasûl'e itaat ve uyma konusunda neden bu denli zorunlu kılacaktı? Ayrıca bunu pekiştirerek neden kendisine itaatle bağlantılı kılma gereği duyacaktı? Halbuki, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem müçtehid olsaydı ona isyan delalet/sapıklık sayılmayacaktı. Ayrıca belli bir müçtehidin görüşüne uymamanın sapıklık olduğuna dair ne bir delil ne de herhangi bir iddia mevcut değildir.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
وما كان لمؤمن ولا مؤمنة إذا قضى الله ورسوله أمرا أن يكون لهم الخيرة من أمرهم ومن يعص الله ورسوله فقد ضل ضلالا مبينا “Allah ve Resûlü bir konu hakkında hüküm verince, inanmış bir erkek ve kadının kendiliklerinden seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab 36)
Cahş'ın kızı Zeynep, Harise oğlu Zeyd'le evlenmeye dair Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in emrini reddetti. Kardeşi olan Cahş'ın oğlu Abdullah da bu evliliğin yapılmasını reddetti. Fakat bu ayet nazil olunca, hemen Zeynep ve Abdullah isteyerek Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in emrine uydular. Çünkü, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in emrinin Allahu Teala’dan bir vahy olduğunu anladılar. Ayrıca bu emir kati/kesindi. Zira bu emir; Zeyd'i kendilerine sevdirmek veya seçtirmek için değildi. Başka bir ayette, Allah Subhanehu Ve Teala Rasûl'ün emrinden yüz çevirenlerin münâfık olduklarını bildirdi.
Şöyle buyurdu:
وإذا قيل لهم تعالوا إلى ما أنزل الله وإلى الرسول رأيت المنافقين يصدون عنك صدودا “Onlara: Allah'ın indirdiğine (Kitab'a) ve Resûl'e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” (Nisa 61)
Allah'ın indirdiği Kur'an'dır. Allah Subhanehu Ve Teala sadece Kur’ana çağırmakla yetinmedi. Onunla beraber Rasûl'e itaate da çağırdı. Rasûl'ü temsil eden ise Sünnet'tir. Sadece Kur'an'a uymanın gerekli olduğu anlaşılmasın diye Sünnet'e uymanın da gerekli olduğunu bildirdi. Uymayan veya Kur'an ve Sünnet'ten yüz çevirenlerin ise münafık olduklarını beyan etti.
Böylece, İslâm'ın iki kaynağının var olduğu belirtti. Kur'an, Cebrail Aleyhisselam yoluyla doğrudan Rasûl'e indirildi. Sünnet ise, bazen Cebrail Aleyhisselam yoluyla vahy ediliyordu, bazen Rasûl rüya görüyordu, bazen de Allah, Rasûlü'ne yapması gereken hususlarla ilgili ilham ediyordu.
Kur'an; hem söz olarak, hem mana olarak Allah'tandır.
Hadis-i Şerif; mana Allah'tan, fakat söz Rasûlullah'tandır.
Onun getirdiklerinin vahy olmasından dolayı insanları indirdiği Kur'an'la beraber Rasûl'e uymayı da gerekli kıldı. Rasûl'ün emrine muhalefet etmekten de sakındırdı. Ona muhalefet edenleri elemli bir azabla tehdit etti.
Şöyle buyurdu:
فليحذر الذين يخالفون عن أمره أن تصيبهم فتنة أو يصيبهم عذاب أليم “… Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nur 63)
Böylece Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in müçtehid olmadığı ortaya çıkar. Müçtehid olduğu iddiası, ispattan uzak ve yanlış bir iddiadır.
Sünnetin vahiy olduğuna dair başka bir delil de kıblenin değiştirilmesi konusudur.
Müslümanlar bir müddet Kudüs’e yönelerek namaz kıldılar. Oysa bununla ilgili Kur’anı Kerimde hiçbir ayet geçmedi. Ancak bunu nesheden ayet mevcuttur.
Ayeti Kerimede şöyle geçmektedir:
سيقول السفهاء من الناس ما ولاهم عن قبلتهم التي كانوا عليها قل لله المشرق والمغرب يهدي من يشاء إلى صراط مستقيم “İnsanlardan bir kısım beyinsizler: Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir? diyecekler. De ki: Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara 142)
Müslümanlar 17 ay Kudüs’e yönelerek namaz kılmaları ayetle değil Hadisle bildirildi. Bunun manası; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem’in Sünneti bir vahiydir. Zira Kur’an hem önceki Kıpleye doğru namaz kılmakla ilgili emri tastik ediyor, hem de onu neshediyor. Nitekim ayet ayeti neshettiği gibi sünneti de nesheder.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem gelecekle ilgili birçok hususta ümmeti müjdelemişti. Şam’ın, Mısır’ın, Irak’ın, Konstantiniye’nin (İstanbul’un), Roma’nın fethedileceğine dair müjde verdiği gibi Raşidi Hilafetten sonra ısırıcı meliklerin, ondan sonra dikdatörlük döneminin ve daha sonra Nübüvvet minhacı üzerine olan Raşidi Hilafetin olacağını bildirmişti. Bunların (Raşidi Hilafet ve Roma’nın fethi hariç) hepsi gerçekleşti. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem bir kahin değildi. Öyle ise bunları nereden öğrendi de haber verdi? Elbette ki ona bütün bunlar Allahu Teala tarafından bildirilmiştir. Böylece Sünnetin Allah’tan olduğu ortaya çıkar.
İslam’ın uygulana birliği için Sünnet çok önemlidir. Sünnet olamadan İslam uygulanamaz.
Evet, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in sözleri, amelleri ve susması olan Sünnet vahiydir.
Bu hususta Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
والنجم إذا هوى(1)ما ضل صاحبكم وما غوى(2)وما ينطق عن الهوى(3)إن هو إلا وحي يوحى(4)علمه شديد القوى(5)ذو مرة فاستوى “Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve bâtıla inanmadı; o, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir. Çünkü onu güçlü kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (Cebrail) öğretti.” (Necm 1-6)
Bu ayette "vahy" kelimesi geneldir. Sadece Kur'an'la tahsis edilmedi, daha doğrusu dinle ilgili konuştuğu vahy olur. Rasûl'ün konuştuğu ise sadece Kur'an değil, Hadis-i Şerif' de vardır. Onun için; "arkadaşınız Muhammed sapmadı" dedi. Bu bir pekiştirmedir, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem 'in hiç sapmadığını gösterir.
Bundan dolayı başka ayette Allahu Teala şöyle buyurdu:
قل إنما أتبع ما يوحى إلي من ربي “De ki: Ben ancak Rabbimden bana vahyolunana uyarım.” (A'raf 203)
O halde Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in ameli de vahydir. Çünkü Resul vahy'den başka bir şeye uymaz.
Başka ayeti kerimede Allahu Teala şöyle buyurdu:
قل إنما أنذركم بالوحي "De ki; sizi ancak vahy ile uyarırım." (Enbiya 45)
Rasûl'ün uyarması vahy ile olur. Bütün uyarıları vahydendir, kendisinden değildir. Uyarıları ise sadece ayetlerle sınırlı değildir. Hadisler de buna dahildir.
Böylece, Rasûl'ün dinle ilgili sözü ve ameli vahy olur. Nitekim Rasûl'ün, vahye muhalif olana karşı susması düşünülemez. Bu halde susması da vahyden olur. Allahû Teâlâ Rasûl'ün bütün getirdiklerine uymamızı ve bütün nehyettiklerinden de vazgeçmemizi istedi.
Allahu Teala şöyle buyurdu:
وما آتاكم الرسول فخذوه وما نهاكم عنه فانتهوا "Rasûl size ne getirdiyse onu alın, size ne nehyettiyse ondan da sakının." (Haşr 7)
Buradaki ifade geneldir. Sadece Kur'an'la tahsis edilmedi/özelleştirilmedi. Böyle olunca Sünneti de kapsıyor. Çünkü, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Kur'an'la beraber Sünneti getirdi. Onun için Allah’ın Rasûlüne itaat Allah’a itaat olur.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
من يطع الرسول فقد أطاع الله "Kim Rasûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur." (Nisa:80)
Rasûl'e itaat Allah'a itaat sayılırsa, Rasûl'ün sözü ve ameli Allah'tan bir vahy demektir. Aksi takdirde Rasûl kendi heva ve hevesinden konuşursa veya hevesine ve aklına göre amel ederse, ona itaat Allah'a itaat olarak sayılmayacaktır.
Bunu şu ayet pekiştirmektedir:
قل إن كنتم تحبون الله فاتبعوني يحببكم الله “(Resûlüm!) De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Ali İmran 31)
Ayette geçen; فاتبعوني “Bana uyunuz”; burada Rasûl'ün dinle ilgili derken, teşri sayılacak hususu kastediyoruz ki bunlar haram, helal, mübah, farz, vacip, mendup (sünnet), mekruh gibi hükümleri içermektedir. Ayrıca dinin aslı olan akideyle ilgili açıklamalardır. Fakat şahsi, âdeti, vakıayı anlaması veya olayı kavraması vahiy değildir. Vakıa ve olaylar hakkında Şer’i fikir vermek vahiydendir. Bu fikirler yukarıda gösterdiğimiz Şer’i hükümlerle ilgili olur.
Böylece ayette geçen ifade Rasul’ün sözü olsun, ameli olsun bütün emirlerine uyma anlamına gelir. Burada yalnız Kur'an'ı kastetmiyor, Rasûl'ün Sünnetine uymayı da kastediyor.
Allah'ı sevmek, O'nun sevgisini kazanmak, O'nun affını kazanmak ancak Rasûl'e uymakla gerçekleşir. Bunun manası; Rasûl, Allah'ın vahy ettiğine göre konuşur ve amel eder. Rasûl, buna bir sözle veya bir amelle muhalefet ederse, Allahû Teâlâ, mutlak şekilde ona uyun demeyecektir. Öyleyse, Rasûl'ün sünneti vahyden başka bir şey değildir. Bu ayetlerden bundan başka bir şey anlaşılmaz.
RASÛL MÜÇTEHİD DEĞİLDİR
Yukarıda bahsedilen ayetler ve diğer ayetler de, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in Müctehid olduğuna dair iddiayı çürütüyor ve o iddiayı ortadan kaldırıyor. Çünkü, müçtehidin sözü vahy olmadığı gibi içtihadında da isabet edemeyebilir. Müctehid içtihadında isabet edebileceği gibi yanlış içtihatta yapabilir. Bu ise masumiyet sıfatıyla çelişir, hem ayetlere hem akla ters gelir. Zira masumiyet yukarıda gösterdiğimiz ayetle isbatlandığı gibi akılla da isbatlanır. Ek olarak, müçtehidin görüşüne uyulabilir, görüşü terk edilebilir veya bir müçtehidin görüşü yerine başka bir müçtehidin görüşü benimsenebilir. Bu konu da, delilin kuvvetliliğine, sağlam ve derin şekilde anlaşılmasına göre hareket edilir.
Böylece içtihad; Şer’î naslardan mükellefin Allah’ın hükmünü çıkartması/istinbat etmesidir.
İçtihadın manası; insanın daha fazlasını yapmaktan aciz kaldığını hissedeceği bir seviyede, Şer’î hükümlerden zannı istenen bir şeyde bütün gücü kullanmaktır. Meşakkati ve külfeti gerektiren bir işi gerçekleştirebilmek için bütün gücü sarfetmektir. Müçtehidin Şer’î delillerden çıkarttığı hüküm kesin olmaz, zanni olur. Müctehid, bir şeyin haram veya helâl olup olmadığını anlamaya çalışır. Bir şeyi helâl kılamaz veya haram da kılamaz. Böylece, kendisi teşri edici/kanun koyucu değildir. Oysa Rasûllullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bir şeyi haram kıldığı gibi helâl de kılınmaktadır. Yani; teşri edicidir. Çünkü, Kur'an onu öyle niteledi.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
قاتلوا الذين لا يؤمنون بالله ولا باليوم الآخر ولا يحرمون ما حرم الله ورسوله ولا يدينون دين الحق من الذين أوتوا الكتاب حتى يعطوا الجزية عن يد وهم صاغرون “Kendilerine Kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” (Tevbe 29)
Bu ayet Rasûl'ün sözleri, amelleri ve bir şeye karşı susması/takriri olan Sünnetin bir teşri kaynağı olduğunu kesin şekilde gösteriyor. Teşri ancak vahydir. Böylece, bu ayet Sünnetin Allahû Teâlâ'dan bir vahyle geldiğini gösterir. Bundan başka bir şey anlaşılmaz. Çünkü, teşri kaynak, sadece Kur'an olsaydı; "Allah'ın ve Rasûlü'nün haram kıldığını..." denilmeyecekti. Sadece; "Allah'ın haram kıldığını..." denilecekti. Bu delâlet ediyor ki; Rasûl'ün haram kıldığını haram olarak kabul etmeyenlerle savaşmak gerekir. Zira Allahû Teâlâ, Rasûl'ün hükmünü yani verdiği emir veya söylediği şeyi kabul etmeyen kişinin mü'min olmayacağını bildirdi.
Allahu Teala şöyle buyurdu:
فلا وربك لا يؤمنون حتى يحكموك فيما شجر بينهم ثم لا يجدوا في أنفسهم حرجا مما قضيت ويسلموا تسليما “Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)
İşte, Rasûl müctehid, düşünür veya dahi olsaydı; O’na muhakeme olunmak ve onun verdiği hükme herhangi bir şüphe ve sıkıntıyı nefiste meydana getirmeden tam teslimiyetin gösterilmesi istenmeyecekti. Çünkü, Müslüman müçtehidin içtihadına uyarken tam teslimiyet göstermez. Sadece, galib-i zanna uyar. Diğer müçtehidlerin içtihadlarının yanlış olduğunu kabul ederken doğru olabileceği ihtimalini de düşünür. Onun için, başka müçtehidin içtihadına da uyabilir. Fakat, Rasûl'ün hükmünden vazgeçip diğer müçtehidin içtihadına uymak caiz değildir. Bu nedenle; bir kişi Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem'in hükmünü reddedip Ömer'in yanına giderek Ömer'in içtihadıyla muhakeme olunmak isteyince Ömer onun kafasını vurdu. Bunun akabinde yukarıdaki ayet nazil oldu. Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Ömer'in bu yaptığını onayladı. Çünkü bu şahıs Allah'ın vahyi olan Sünneti reddetti. Kur'an, Rasûl'ün hükmünü reddedenleri zalim olup mü'min olmadıklarını bildirdi.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
وإذا دعوا إلى الله ورسوله ليحكم بينهم إذا فريق منهم معرضون “Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Peygamber'e çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler.” (Nur 48)
Ve devamında şöyle buyurdu:
وإن يكن لهم الحق يأتوا إليه مذعنين(49)أفي قلوبهم مرض أم ارتابوا أم يخافون أن يحيف الله عليهم ورسوله بل أولئك هم الظالمون “Ama, eğer (Allah ve Resûlünün hükmettiği) hak kendi lehlerine ise, ona boyun eğip gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var; yoksa şüphe içinde midirler, yahut Allah ve Resûlünün kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler kendileridir!” (Nur 49-50)
Allah'ın hükmüyle beraber Rasûl'ün hükmünü kabul etmeyenler -yani Kur'an'la beraber Sünneti kabul etmeyenler- ya kalplerinde hastalık olan, ya imanlarında şüphe bulunan, yahut Allah ve Rasûlü'nün kendilerine zulmedeceklerinden korkan kişilerdir. Bu üç sınıf mü'min değildir. Zira, Allah ve Rasûlü'nün hükümlerini kabul edenler yani Kur'an ve Sünnetle muhakeme olanların mü'min olabilecekleri bildirildi.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
إنما كان قول المؤمنين إذا دعوا إلى الله ورسوله ليحكم بينهم أن يقولوا سمعنا وأطعنا وأولئك هم المفلحون “Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak "İşittik ve itaat ettik" demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.” (Nur 51)
Böylece Allahû Teâlâ, kendisine itaati daima Rasûlü'ne itaatle beraber göstermektedir. Allahû Teâlâ birçok ayette;
-Rasûl'e itaat ve ona uymaktan bahsetmesi,
-Rasûl'e itaat ve muhakeme olunmayı, kendisine itaat ve muhakeme olunmaya bağlaması,
-Bunu te'kit/takviye ederek pekiştirmesi Rasûl'den meydana gelecek her hususun vahy'den başka bir şey olmadığının ispatıdır.
Müçtehid olsaydı veya yalnız itaati vacib olan idareci olsaydı, böylece kendi hükmüyle beraber onun hükmüne uymayı gerektirmeyecekti. Ayrıca, Rasûl'e itaat veya çekişme meydana geldiğinde Rasûl'e bu konu götürülmeyecekti, sadece Allah'a götürülecekti. Oysa, herhangi bir mesele zuhrettiğinde onu Allah ve Rasulüne götürüyoruz. İdarecilerle ihtilaf ettiğimiz ve çekiştiğimiz zaman Allah ve Rasûlü'ne götürdüğümüz gibi.
Allahû Teâlâ bu konuda şöyle buyurdu:
ياأيها الذين آمنوا أطيعوا الله وأطيعوا الرسول وأولي الأمر منكم فإن تنازعتم في شيء فردوه إلى الله والرسول إن كنتم تؤمنون بالله واليوم الآخر ذلك خير وأحسن تأويلا “Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ulülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” (Nisa 59)
Allah Subhanehu Ve Teala, Allah'a Rasûl'e ve bizden olan idarecilere itaati emrederken; "çekişme olunca idarecilere götürün" demedi. "Allah'a ve Rasûlü'ne götürün" dedi. Bunun manası; idareciler teşri edici değil, sadece işleri yürütenlerdir. Ayrıca Allah'ın ve Rasûlü'nün hükümlerine göre işlerini yürütürler. Çünkü, çekişmeler olunca meseleyi Allah'a ve Rasûlü'ne götürürüz. Yani meselenin çözümü Kur'an ve Sünnet'te aranır. Bu götürme işi, Allah'a ve Kıyamet Günü'ne inanmaya dayandırıldı. Yani çekişme konusunu Allah'a ve Rasûlü'ne götürmek imandandır.
Ayrıca Allahû Teâlâ, Rasûl'e uymanın hidayete ermek olduğunu şu ayeti kerimede bildirdi:
قل أطيعوا الله وأطيعوا الرسول فإن تولوا فإنما عليه ما حمل وعليكم ما حملتم وإن تطيعوه تهتدوا وما على الرسول إلا البلاغ المبين “De ki: Allah'a itaat edin; Peygamber'e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber'in sorumluluğu kendisine yüklenen (tebliğ görevini yapmak), sizin sorumluluğunuz da size yüklenen (görevleri yerine getirmeniz)dir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Peygamber'e düşen, sadece açık-seçik duyurmaktır.” (Nur 54)
İşte, وإن تطيعوه تهتدوا (Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz.) buyurdu. Öyleyse, ona itaat edilmezse delalete (sapıklığa) düşülmüş olur.
Rasullullah Sallallahu Aleyhi Vesellem bu ayeti tasdik ederek şöyle buyurdu: "Size öyle iki şey bıraktım ki, bunlara bağlanırsanız hiç sapmazsınız, bunlar ise; Allah'ın Kitabı ve benim Sünnetimdir."
Bu deliller, Allah ve Rasûlü herhangi bir hususta bir hüküm verirlerse, mü'minler buna muhalefet etmeyecekleri gibi başka seçeneklerinin bulunmadığını göstermektedir. Eğer Rasûl'ün hükmü bir içtihad olsaydı mü'minler sadece Rasule uymakla sınırlandırılmayarak başka müçtehidlerin içtihadına uymaları serbest bırakılacaktı. Yani başka seçenekler de olacaktı. Çünkü, müçtehidin içtihadı bir seçenektir. Resul üzerinde müçtehidlik söz konusu olsaydı, Allahû Teâlâ Rasûl'e itaat ve uyma konusunda neden bu denli zorunlu kılacaktı? Ayrıca bunu pekiştirerek neden kendisine itaatle bağlantılı kılma gereği duyacaktı? Halbuki, Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem müçtehid olsaydı ona isyan delalet/sapıklık sayılmayacaktı. Ayrıca belli bir müçtehidin görüşüne uymamanın sapıklık olduğuna dair ne bir delil ne de herhangi bir iddia mevcut değildir.
Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
وما كان لمؤمن ولا مؤمنة إذا قضى الله ورسوله أمرا أن يكون لهم الخيرة من أمرهم ومن يعص الله ورسوله فقد ضل ضلالا مبينا “Allah ve Resûlü bir konu hakkında hüküm verince, inanmış bir erkek ve kadının kendiliklerinden seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab 36)
Cahş'ın kızı Zeynep, Harise oğlu Zeyd'le evlenmeye dair Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in emrini reddetti. Kardeşi olan Cahş'ın oğlu Abdullah da bu evliliğin yapılmasını reddetti. Fakat bu ayet nazil olunca, hemen Zeynep ve Abdullah isteyerek Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in emrine uydular. Çünkü, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in emrinin Allahu Teala’dan bir vahy olduğunu anladılar. Ayrıca bu emir kati/kesindi. Zira bu emir; Zeyd'i kendilerine sevdirmek veya seçtirmek için değildi. Başka bir ayette, Allah Subhanehu Ve Teala Rasûl'ün emrinden yüz çevirenlerin münâfık olduklarını bildirdi.
Şöyle buyurdu:
وإذا قيل لهم تعالوا إلى ما أنزل الله وإلى الرسول رأيت المنافقين يصدون عنك صدودا “Onlara: Allah'ın indirdiğine (Kitab'a) ve Resûl'e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” (Nisa 61)
Allah'ın indirdiği Kur'an'dır. Allah Subhanehu Ve Teala sadece Kur’ana çağırmakla yetinmedi. Onunla beraber Rasûl'e itaate da çağırdı. Rasûl'ü temsil eden ise Sünnet'tir. Sadece Kur'an'a uymanın gerekli olduğu anlaşılmasın diye Sünnet'e uymanın da gerekli olduğunu bildirdi. Uymayan veya Kur'an ve Sünnet'ten yüz çevirenlerin ise münafık olduklarını beyan etti.
Böylece, İslâm'ın iki kaynağının var olduğu belirtti. Kur'an, Cebrail Aleyhisselam yoluyla doğrudan Rasûl'e indirildi. Sünnet ise, bazen Cebrail Aleyhisselam yoluyla vahy ediliyordu, bazen Rasûl rüya görüyordu, bazen de Allah, Rasûlü'ne yapması gereken hususlarla ilgili ilham ediyordu.
Kur'an; hem söz olarak, hem mana olarak Allah'tandır.
Hadis-i Şerif; mana Allah'tan, fakat söz Rasûlullah'tandır.
Onun getirdiklerinin vahy olmasından dolayı insanları indirdiği Kur'an'la beraber Rasûl'e uymayı da gerekli kıldı. Rasûl'ün emrine muhalefet etmekten de sakındırdı. Ona muhalefet edenleri elemli bir azabla tehdit etti.
Şöyle buyurdu:
فليحذر الذين يخالفون عن أمره أن تصيبهم فتنة أو يصيبهم عذاب أليم “… Bu sebeple, onun emrine aykırı davrananlar, başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nur 63)
Böylece Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in müçtehid olmadığı ortaya çıkar. Müçtehid olduğu iddiası, ispattan uzak ve yanlış bir iddiadır.
Sünnetin vahiy olduğuna dair başka bir delil de kıblenin değiştirilmesi konusudur.
Müslümanlar bir müddet Kudüs’e yönelerek namaz kıldılar. Oysa bununla ilgili Kur’anı Kerimde hiçbir ayet geçmedi. Ancak bunu nesheden ayet mevcuttur.
Ayeti Kerimede şöyle geçmektedir:
سيقول السفهاء من الناس ما ولاهم عن قبلتهم التي كانوا عليها قل لله المشرق والمغرب يهدي من يشاء إلى صراط مستقيم “İnsanlardan bir kısım beyinsizler: Yönelmekte oldukları kıblelerinden onları çeviren nedir? diyecekler. De ki: Doğu da batı da Allah'ındır. O dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara 142)
Müslümanlar 17 ay Kudüs’e yönelerek namaz kılmaları ayetle değil Hadisle bildirildi. Bunun manası; Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem’in Sünneti bir vahiydir. Zira Kur’an hem önceki Kıpleye doğru namaz kılmakla ilgili emri tastik ediyor, hem de onu neshediyor. Nitekim ayet ayeti neshettiği gibi sünneti de nesheder.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem gelecekle ilgili birçok hususta ümmeti müjdelemişti. Şam’ın, Mısır’ın, Irak’ın, Konstantiniye’nin (İstanbul’un), Roma’nın fethedileceğine dair müjde verdiği gibi Raşidi Hilafetten sonra ısırıcı meliklerin, ondan sonra dikdatörlük döneminin ve daha sonra Nübüvvet minhacı üzerine olan Raşidi Hilafetin olacağını bildirmişti. Bunların (Raşidi Hilafet ve Roma’nın fethi hariç) hepsi gerçekleşti. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Selem bir kahin değildi. Öyle ise bunları nereden öğrendi de haber verdi? Elbette ki ona bütün bunlar Allahu Teala tarafından bildirilmiştir. Böylece Sünnetin Allah’tan olduğu ortaya çıkar.
İslam’ın uygulana birliği için Sünnet çok önemlidir. Sünnet olamadan İslam uygulanamaz.