Erkan
Yönetici
- Katılım
- 26 Kas 2005
- Mesajlar
- 757
- Tepki puanı
- 135
- Puanları
- 93
- Yaş
- 38
- Konum
- İstanbul
- Web Sitesi
- www.islamiyet.gen.tr
Sünnet Nedir?
Kur'ân ve vahy hakkında yapılan bu kısa açıklamadan sonra, Sünnet nedir, onu belirtmeye çalışalım. Sünnet, kelime olarak yol demektir. Bu tâbir iyi yol için de kullanılır, kötü yol için de. Nitekim, bizzat Hz. Peygamber (aleyhissatâtu vesselâm), kelimeyi bu mânada kullanmıştır. "Kim iyi bir yol açarsa... Kim de kötü bir yol açarsa..." hadîsinde böyledir.
Konumuz açısından sünnet, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yoludur. Bu yol, onunla ilgili olarak bize intikal eden rivayetlerle ortaya çıkar. Bu rivayetler ya sözlerini, ya fiillerini, ya da ahvalini, etvarını ve şemâilini bildirir. Bunların hepsi sünnettir. Muhaddis, fakih veya usulcü oluşuna göre âlimlerin sünnet anlayışları az çok farklılıklar arzederse de burada o teferruata girmeyeceğiz. Ancak şu kadarını belirtmekte fayda var: Bâzı muhaddisler, "hadîs"le "sünnet" kelimelerini farklı kullanmışlardır: Bunlara göre, hadîs Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sözüdür; sünnet ise fiilleridir. Ancak büyük çoğunluk hadîs ve sünnet kelimelerini müterâdif (eş anlamlı) olarak kullanır. Sünnet deyince, söz, fiil, takrir (yanında yapıldığı veya söylendiği halde sükût ederek zımnen kabul ettiği) hepsini kasteder. Biz de burada, sünnet kelimesini bu geniş mânasıyla kullanacağız. Sünnet ve hadîs yerine "haber", "eser", "rivâyet" gibi başka kelimelerin de kullanıldığını bilmekte fayda var.[1]
Sünnete-Müracaat Kur'ân'ın Emridir:
Kur'ân-ı Kerîm açısından, sünnet, İslâm Dinî'nin vazgeçilmesi, ihmal edilmesi mümkün olmayan fevkalâde ehemmiyetli bir kaynağıdır. Pek çok âyette Cenâb-ı Hakk sünnet'in ehemmiyetini dile getirerek, mü'minlerin sünnet'e başvurmasını, Kur'ân'la birlikte sünnet'i de göz önüne almasını emreder. Bu âyetlerden bâzılarını kaydediyoruz:
* Şu âyette sünnette gelen emirlere itaatten başka, ihtilafların hallinde sünnete de başvurulması emredilmektedir: "Ey imân edenler! Allah'a itaat edin Peygambere ve sizden buyruk sâhibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde ihtilafa düşer anlaşamazsanız -Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız- o meselenin hallini Allah'a ve Peygamber'e bırakın. Bu hayırlı ve netîce itibariyle en iyi yoldur" (Nisa: 4/59)
* Şu âyette, Sünnet'in bulacağı çözüme gönül hoşluğuyla uyulması "imanın şartı" ilan edilmektedir:
"Biz her peygamberi ancak Allah'ın izniyle itaat olunması için gönderdik... Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin edip, sonra da senin verdiğin hükmü, içlerinde bir sıkıntı duymadan (yani tam bir memnuniyetle) olduğu gibi kabul etmedikçe inanmış olmazlar" (Nisa: 4/64-65).
* Şu âyet, Sünnet'e uymayı, Kur'ân'a uyma ayarında ilan etmektedir:
"Peygamber'e itaat eden Allah'a itaat etmiş olur" (Nisâ: 4/80).
* Şu âyet, Sünnet'in açıklık kazandırdığı bir meseleye başka bir açıklık getirmeyi şiddetle yasaklar: "Allah ve Peygamberi bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık, işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygambere baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur" (Ahzâb, 36).
* Şu âyet, Sünnet'e muhâlefet edenlerin mâruz kalacağı fitneyi haber verir:
"O'nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar" (Nur: 24/63).
* Şu âyet, mü'minin en büyük ideali olan "Allah'ın sevgisine mazhar olma"yı Sünnet'e uyma şartına bağlar:
"(Ey Resulüm, mü'minlere şöyle) söyle: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun, ta ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin" (Âl-i İmrân: 3/31).
* Şu âyet, her hususta en güzel örneğin Sünnet'te mevcut olduğunu belirtir:
"Ey imân edenler, andolsun ki, sizin için Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resûlullah'ta en güzel örnek vardır" (Ahzâb: 33/21).
Biz yukarıda meâlen kaydettiğimiz âyetlerde geçen "peygamber" lafızlarını "sünnet" olarak ifâde ettik. Zira âlimler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın vefatından sonra "bu çeşit âyetlerde geçen "Allah'a başvurmak"ı Kur'ân'a başvurmak, "Resul'e başvurmak"ı da Sünnet'e başvurmak olarak anlamışlardır. Kıyâmete kadar gelecek bütün insanlara hitabeden Kur'ân'ın bu emirlerini, kelimelerini lügat mânalarıyla anlamak mümkün değildir, zira, meselelerimizin çözümünde âyet-i kerîme dışında Allah'a müracaat yolu bizlere kapalıdır.[1]
Sünnet De Vahye Dayanır:
Kur'ân-ı Kerîm, Sünnet'e başvurmayı emretmekle kalmaz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bütün sözlerinin hak olduğunu, hatalara karşı korunduğunu da belirtir: Necm Sûresi'nde: "O, hevasından konuşmaz, onun konuşması kendisine yapılan bir vahiy iledir" (Necm: 53/3-4) buyrulmaktadır, Bâzı âlimlerimiz, burada Kur'ân kastedildiğini ifâde etmişse de, âyet ve hadîslerden elde edilen başka delillere de dayanan büyük ekseriyet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bütün sözlerinde hataya karşı korunduğu yâni ismet sâhibi olduğu görüşünde birleşmiştir.
Sünnetin de ilâhî kaynaktan geldiğine, Cenâb-ı Hakk'ın irşâd ve irâdesi altında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a öğretildiğine dâir Kur'ân'î bir diğer delil şu âyettir: "Nitekim biz size, âyetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size Kitab'ı ve Hikmet'i öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek, aranızdan bir peygamber gönderdik" (Bakara: 2/151). Başta İmam Şâfiî olmak üzere birçok âlimlerimiz âyette geçen hikmet'ten muradın Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünneti olduğunu belirtmiştir.
Sünnet'in Kur'ân âyetiyle te'yîd edilen semâvî yönü sebebiyle onun, İslâm Dinî için zaruretini belirtmek maksadıyla bâzı âlimlerimiz şöyle demiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünnetini, tıpkı Kur'ân-ı Kerîm'i (ezberleyip) koruduğumuz gibi (ezberleyip) korumamız gerekmektedir. Zira yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Resulüm size her ne getirdi ise onu alın, her ne yasakladı ise onu terkedin" (Haşr: 59/7);"
Sünnet'in dinden bir parça olduğu hususunda daha önce kaydettiğimiz Kur'ân'î delilleri hatırlatan bir başka usul âlimi tahkikini şöyle tamamlar: Kur'ân'da yer verilen deliller şu gerçeği ortaya koyar: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın getirdiği her şey, emir buyurduğu veya yasakladığı her mesele hüküm itibariyle, Kur'ân'da gelenlere mülhaktır. Bunları da Kur'ân'da gelenlere (değer yönüyle ayırım yapmadan) ilâve etmek şarttır".
Öncelikle kendi mezhebimiz olan Hanefî mezhebinin görüşlerini aksettiren Serahsî'nin açıklamasını da burada kaydetmemizde fayda var. Usûl'ünde: "...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir" (Mâide: 5/44) âyetini açıklarken, Serahsî: "Burada "indirilen"den maksat Kitabullah ve Resûlün Sünneti'dir" der, buna şâhid olarak yukarıda kaydettiğimiz âyetlerden bir kısmını zikreder.
Bu meseleyi bir hadîs-i şerifle noktalayalım: "Hevası benim getirdiklerime tâbi olmadıkça sizden hiç kimse inanmış olmaz".[1]
55 - Mikdâm İbnu Ma'dîkerib (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Haberiniz olsun, rahat koltuğunda otururken kendisine benim bir hadisim ulaştığı zaman kişinin: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı vardır. Onda nelere helâl denmişse onları helâl biliriz. Nelere de haram denmişse onları haram addederiz" diyeceği zaman yakındır. Bilin ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın haram kıldıkları da tıpkı Allah'ın haram ettikleri gibidir"
Ebu Dâvud, Sünne, 6, (4604); Tirmizî, İlm 60, (2666); İbnu Mace, Mukaddime 2, (12).
Kur'ân ve vahy hakkında yapılan bu kısa açıklamadan sonra, Sünnet nedir, onu belirtmeye çalışalım. Sünnet, kelime olarak yol demektir. Bu tâbir iyi yol için de kullanılır, kötü yol için de. Nitekim, bizzat Hz. Peygamber (aleyhissatâtu vesselâm), kelimeyi bu mânada kullanmıştır. "Kim iyi bir yol açarsa... Kim de kötü bir yol açarsa..." hadîsinde böyledir.
Konumuz açısından sünnet, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yoludur. Bu yol, onunla ilgili olarak bize intikal eden rivayetlerle ortaya çıkar. Bu rivayetler ya sözlerini, ya fiillerini, ya da ahvalini, etvarını ve şemâilini bildirir. Bunların hepsi sünnettir. Muhaddis, fakih veya usulcü oluşuna göre âlimlerin sünnet anlayışları az çok farklılıklar arzederse de burada o teferruata girmeyeceğiz. Ancak şu kadarını belirtmekte fayda var: Bâzı muhaddisler, "hadîs"le "sünnet" kelimelerini farklı kullanmışlardır: Bunlara göre, hadîs Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sözüdür; sünnet ise fiilleridir. Ancak büyük çoğunluk hadîs ve sünnet kelimelerini müterâdif (eş anlamlı) olarak kullanır. Sünnet deyince, söz, fiil, takrir (yanında yapıldığı veya söylendiği halde sükût ederek zımnen kabul ettiği) hepsini kasteder. Biz de burada, sünnet kelimesini bu geniş mânasıyla kullanacağız. Sünnet ve hadîs yerine "haber", "eser", "rivâyet" gibi başka kelimelerin de kullanıldığını bilmekte fayda var.[1]
Sünnete-Müracaat Kur'ân'ın Emridir:
Kur'ân-ı Kerîm açısından, sünnet, İslâm Dinî'nin vazgeçilmesi, ihmal edilmesi mümkün olmayan fevkalâde ehemmiyetli bir kaynağıdır. Pek çok âyette Cenâb-ı Hakk sünnet'in ehemmiyetini dile getirerek, mü'minlerin sünnet'e başvurmasını, Kur'ân'la birlikte sünnet'i de göz önüne almasını emreder. Bu âyetlerden bâzılarını kaydediyoruz:
* Şu âyette sünnette gelen emirlere itaatten başka, ihtilafların hallinde sünnete de başvurulması emredilmektedir: "Ey imân edenler! Allah'a itaat edin Peygambere ve sizden buyruk sâhibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde ihtilafa düşer anlaşamazsanız -Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız- o meselenin hallini Allah'a ve Peygamber'e bırakın. Bu hayırlı ve netîce itibariyle en iyi yoldur" (Nisa: 4/59)
* Şu âyette, Sünnet'in bulacağı çözüme gönül hoşluğuyla uyulması "imanın şartı" ilan edilmektedir:
"Biz her peygamberi ancak Allah'ın izniyle itaat olunması için gönderdik... Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin edip, sonra da senin verdiğin hükmü, içlerinde bir sıkıntı duymadan (yani tam bir memnuniyetle) olduğu gibi kabul etmedikçe inanmış olmazlar" (Nisa: 4/64-65).
* Şu âyet, Sünnet'e uymayı, Kur'ân'a uyma ayarında ilan etmektedir:
"Peygamber'e itaat eden Allah'a itaat etmiş olur" (Nisâ: 4/80).
* Şu âyet, Sünnet'in açıklık kazandırdığı bir meseleye başka bir açıklık getirmeyi şiddetle yasaklar: "Allah ve Peygamberi bir şeye hükmettiği zaman, inanan erkek ve kadına artık, işlerinde başka yolu seçmek yaraşmaz. Allah'a ve Peygambere baş kaldıran şüphesiz apaçık bir şekilde sapmış olur" (Ahzâb, 36).
* Şu âyet, Sünnet'e muhâlefet edenlerin mâruz kalacağı fitneyi haber verir:
"O'nun buyruğuna aykırı hareket edenler, başlarına bir belanın gelmesinden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar" (Nur: 24/63).
* Şu âyet, mü'minin en büyük ideali olan "Allah'ın sevgisine mazhar olma"yı Sünnet'e uyma şartına bağlar:
"(Ey Resulüm, mü'minlere şöyle) söyle: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun, ta ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin" (Âl-i İmrân: 3/31).
* Şu âyet, her hususta en güzel örneğin Sünnet'te mevcut olduğunu belirtir:
"Ey imân edenler, andolsun ki, sizin için Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok anan kimseler için Resûlullah'ta en güzel örnek vardır" (Ahzâb: 33/21).
Biz yukarıda meâlen kaydettiğimiz âyetlerde geçen "peygamber" lafızlarını "sünnet" olarak ifâde ettik. Zira âlimler, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın vefatından sonra "bu çeşit âyetlerde geçen "Allah'a başvurmak"ı Kur'ân'a başvurmak, "Resul'e başvurmak"ı da Sünnet'e başvurmak olarak anlamışlardır. Kıyâmete kadar gelecek bütün insanlara hitabeden Kur'ân'ın bu emirlerini, kelimelerini lügat mânalarıyla anlamak mümkün değildir, zira, meselelerimizin çözümünde âyet-i kerîme dışında Allah'a müracaat yolu bizlere kapalıdır.[1]
Sünnet De Vahye Dayanır:
Kur'ân-ı Kerîm, Sünnet'e başvurmayı emretmekle kalmaz Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bütün sözlerinin hak olduğunu, hatalara karşı korunduğunu da belirtir: Necm Sûresi'nde: "O, hevasından konuşmaz, onun konuşması kendisine yapılan bir vahiy iledir" (Necm: 53/3-4) buyrulmaktadır, Bâzı âlimlerimiz, burada Kur'ân kastedildiğini ifâde etmişse de, âyet ve hadîslerden elde edilen başka delillere de dayanan büyük ekseriyet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bütün sözlerinde hataya karşı korunduğu yâni ismet sâhibi olduğu görüşünde birleşmiştir.
Sünnetin de ilâhî kaynaktan geldiğine, Cenâb-ı Hakk'ın irşâd ve irâdesi altında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a öğretildiğine dâir Kur'ân'î bir diğer delil şu âyettir: "Nitekim biz size, âyetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size Kitab'ı ve Hikmet'i öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek, aranızdan bir peygamber gönderdik" (Bakara: 2/151). Başta İmam Şâfiî olmak üzere birçok âlimlerimiz âyette geçen hikmet'ten muradın Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünneti olduğunu belirtmiştir.
Sünnet'in Kur'ân âyetiyle te'yîd edilen semâvî yönü sebebiyle onun, İslâm Dinî için zaruretini belirtmek maksadıyla bâzı âlimlerimiz şöyle demiştir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın sünnetini, tıpkı Kur'ân-ı Kerîm'i (ezberleyip) koruduğumuz gibi (ezberleyip) korumamız gerekmektedir. Zira yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
"Resulüm size her ne getirdi ise onu alın, her ne yasakladı ise onu terkedin" (Haşr: 59/7);"
Sünnet'in dinden bir parça olduğu hususunda daha önce kaydettiğimiz Kur'ân'î delilleri hatırlatan bir başka usul âlimi tahkikini şöyle tamamlar: Kur'ân'da yer verilen deliller şu gerçeği ortaya koyar: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın getirdiği her şey, emir buyurduğu veya yasakladığı her mesele hüküm itibariyle, Kur'ân'da gelenlere mülhaktır. Bunları da Kur'ân'da gelenlere (değer yönüyle ayırım yapmadan) ilâve etmek şarttır".
Öncelikle kendi mezhebimiz olan Hanefî mezhebinin görüşlerini aksettiren Serahsî'nin açıklamasını da burada kaydetmemizde fayda var. Usûl'ünde: "...Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir" (Mâide: 5/44) âyetini açıklarken, Serahsî: "Burada "indirilen"den maksat Kitabullah ve Resûlün Sünneti'dir" der, buna şâhid olarak yukarıda kaydettiğimiz âyetlerden bir kısmını zikreder.
Bu meseleyi bir hadîs-i şerifle noktalayalım: "Hevası benim getirdiklerime tâbi olmadıkça sizden hiç kimse inanmış olmaz".[1]
55 - Mikdâm İbnu Ma'dîkerib (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Haberiniz olsun, rahat koltuğunda otururken kendisine benim bir hadisim ulaştığı zaman kişinin: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın kitabı vardır. Onda nelere helâl denmişse onları helâl biliriz. Nelere de haram denmişse onları haram addederiz" diyeceği zaman yakındır. Bilin ki, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın haram kıldıkları da tıpkı Allah'ın haram ettikleri gibidir"
Ebu Dâvud, Sünne, 6, (4604); Tirmizî, İlm 60, (2666); İbnu Mace, Mukaddime 2, (12).