Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Sinami ORHAN İbrahim Karagül, yabancı basını tarayan, gelişmeleri iyi takib eden, günü gününe okuyucularını bilgilendiren, ABD eski elçisi Edelman tarafından defalarca Başbakana “aramıza nifak sokmaya çalışıyor” denilerek şikâyet edilen ve en önemlisi Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da yakını olarak bilinen “Yeni Şafak” yazarı… Bu memleketin sakinleri, “Savaronada fuhuş” haberinin bir perdeleme olduğunu, orada “Baronlar toplantısı” yapıldığını, “Kaynakların paylaşımı üzerinden iktidar hesabları yapan okyanus ötesi zenginler kulübünün temsilcileri ülkelerin kaderleri üzerinde senaryolar” çizilmeye çalışıldığını teferruatlı olarak ondan öğrendi: “-RUSYA'dan, KAZAKİSTAN'dan, KIRGIZİSTAN'dan siyasileri, işadamlarını bir araya getiren beş günlük toplantı, Rus, Kazak ve elbette Türk istihbarat ve güvenlik birimleri tarafından basılıyor. Normalde el üstünde tutulan insanlar rezil ediliyor, operasyon fuhuş baskını olarak duyuruluyor, Kazak Dışişleri Bakanı ve siyasiler gizlice ülkelerine gönderiliyor, katılımcılardan bazıları gözaltına alınıyor, bazıları sınır dışı ediliyor.” Bu baskının ardından, baskın yapılan limanın görevlisini motorsikletinde tek bir çizik olmamasına rağmen “motorsiklet kazası” ile boynu kırılarak öldüğünü, Türkî cumhuriyetler denilen mekânlarda suikast ve kaybolma hâdiselerinin meydana geldiğini, baskınla yakalanan çoğu Yahudi ve üstelik siyonist “işadamları”nın Antalya’da cezaevinde olduklarını ve “elebaşı, Kazakistan ve İsrail vatandaşı olan, Avrasya Yahudi Kongresi'ni kuran, Dünya Yahudi Kongresi üyesi olan, bilinen sermayesi 3 milyar doları aşan Alexander Mashkevitç”i ilk ziyaret edenin Mehmet Ağar olduğunu not edip geçelim. Karagül, son günlerde yazılarına “Davudoğlu açıklaması” olarak ele alıyor da diyebiliriz. Ahmet Davudoğlu’nun neyi niçin neden yaptığını gelişen hadiseler ile birlikte anlatmaya çalışıyor. Gayet güzel… Özellikle “Mavi Marmara” hadisesinden sonra artan bir şekilde “Kendisini asrın stratejisti”, “kurtarıcı”, “Mehdi gibi”, “şehvetle hareket eden” diye Gülen Cemiyeti tarafından vasıflandırılan ve böylece de hedefe konulduğu ortaya çıkan Davudoğlu’nun yapıp ettiklerini “bizim seviyemize” anlatacak birisinin olması güzel bir hâdisedir. Karagül geçenlerde yazdığı bir yazı ile “kör göze parmak” yaptı açıkcası; “Stratejik Derinlik Arapça’da; Kıyamete Kadar Birlikteyiz” başlıklı yazısında, “Davutoğlu'nun; dışarıda "Türk dış politikasına yön veren kitab" olarak bilinen "Stratejik Derinlik" kitabının, 17 baskısı yapılan Yunanca çevirisinden sonra Arabça çevirisi de yayınlandı. El Cezire Stratejik Araştırmalar Merkezi tarafından yayınlanan kitabın ilk baskısı hemen tükenmiş. Arapça konuşan geniş coğrafya düşünüldüğünde kitabın ne kadar baskı yapacağını tahmin etmek güç değil.” diyor. “Stratejik Derinlik” kitabının TÜRKİYEDEKİ HER GELİŞMEYLE YAKINDAN İLGİLENEN ARABLAR (birileri de “durumdan vazife çıkarır“ inşaallah!) arasında fazlaca okunacağına kuşkusu olmadığını yazan Karagül, kitabın tanıtım kokteylinde Davudoğlu’nun söylediklerini de nakletmiş: “-Tarih ve coğrafyanın yeniden yorumlanması, tarihin normalleştirilmesi gerektiğini söyleyen Davutoğlu; "Kitabımda Stratejik Derinlik olarak adlandırdığım yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız olduğunu söyledim. Stratejik derinlik, sınırlarımızla sınırlı kalmamamız, çevre bölgelerle yeniden bütünleşmemiz gerektiği anlamına geliyor. Sünni, Şii, Türk, Kürt, Arab, İranlı, Müslüman, Hristiyan bütün unsurların yan yana yaşadığı bir coğrafyada herkes aynı kaderi paylaşıyor. Bölgede karşılaşılan tüm krizlere rağmen güçlü bir tarih bilinci ve güçlü bir özgüvene sahib olunduğunun bilinmesi gerekiyor. Sorunlar yine bölgede yaşayanlar tarafından çözülebilir. Yeni bir stratejik düşünme şekli geliştirmeye ihtiyaç var. Kitabım bunun için bir çağrıdır" dedi. Gelecek 10-20 yıl içinde bölgemiz ekonomik, siyasî ve kültürel anlamda en çekici bölge olacak. Önümüzde altın bir çağ var" diyen Davutoğlu'nun; "Türkiye ile Arab dünyası arasında fark görmüyorum. Birlikte yaşamayı sürdüreceğiz. Uluslar arası şartlar, Arablarla Türkleri ayıramaz. Birlikte yaşadık ve kıyamete kadar birlikte yaşayacağız" cümlesi ve "Hepimiz Bağdatlıyız, Şamlıyız, Kahireliyiz, Halepliyiz, İstanbulluyuz" sözleri yoğun alkış aldı. Türkiye için "Güçlü ordu, çok zayıf ekonomi ve zayıf soft pover" tanımlaması varken şimdi "Güçlü soft power, güçlü ekonomik ve güçlü ordu" dönemine geçildiğine işaret eden Davutoğlu'nun; "Demir Perde, Berlin'de değil, Türkiye-Suriye sınırındaydı. Artık sınırlarımızda demir perde olmayacak. Türkiye hiçbir zaman cephe ülkesi, kanat ülkesi olmayacak" sözleri dikkat çekiciydi.” Bu kadar alıntı yapmamızın sebebi, Davudoğlu’nun,-gerçekten de önemli olan- “Türkiye hiçbir zaman cephe ülkesi, kanat ülkesi olmayacak” sözünü nakletmek için; bu söz aslında şu meşhur “eksen kayması” meselelerinin de “temelini” ve hatta Pensilvanyalı Gülen’in ve adamlarının onu neden hedefe oturttuklarının da sebebini göstermektedir zannındayız: Hafifden bir OTORİTEYE İSYAN KOKUSU mu aldılar acaba?! Komplocu mantıkla gidersek, “AKP batı uygarlığından kopuyor, ABD-İsrail-İngiltere-Fransaya verdiği sözlerden geri dönüyor” diyenlerin “haklı” olduğunu da ortaya koyan bir ifade. Buradaki “cephe (ülkesi)” ifadesinin, daha önceden Varşova Paktı ortadayken Rusya’ya karşı kullanılan bir belirleme, paktın dağılmasından sonra -varlığına esas olarak gerek kalmayan ama hâlâ ortada olan- NATO’nun “yeni düşman konsepti” içerisinde “İslâm’a karşı” bir “cephe(ülkesi)” olarak kullanıldığına dikkat etmek gerekir. Ortada bir “Batı medeniyeti ve yaşam tarzı” bir de “düşmanları” olduğunu dikkate alırsak, Davudoğlu’nun kastettiğini çok daha net olarak anlayabiliriz. Karagül, bu noktada Davudoğlu’nun sözlerini naklederek şöyle diyor: “- Bugün Batı paradigması ve altında yatan aydınlanma felsefesinin söyleyebileceği her şeyi söylediği bir noktaya ulaşmış durumdayız" diyen Davutoğlu; Avrupa Birliği'nin (Türkiye'nin üyeliği ile kadim medeniyetlerle etkileşime geçerek, kendi medeniyetinin ön kabullerini sorgulayacağını, bunun da çok doğurgan bir entelektüel atmosfere imkân sağlayacağını söylüyor. Batı medeniyetinin mutlak üstünlüğü sağladığı yönündeki tezlerin bir illüzyon olduğunu belirterek, "Aynı illüzyonu, Osmanlılar sistemlerini 'devlet-i ebed müddet' olarak belirlediğinde biz de yaşadık" diyor ve ekliyor: "Osmanlılar, mükemmel devlete ulaştıklarını, bundan sonra sonsuza kadar hüküm süreceklerini düşündüler. Bu tabiî ki, dinamizmin sonu demekti. Bu, tıpkı Fukuyama'nın iddia ettiği şey: 'İdeolojilerin meydan okuması sona erdi. İnsanoğlu mükemmel sistem olan liberalizme erişti..." Davutoğlu; "Türkiye, ihtiyaç duyulan entelektüel sıçramaya en eşsiz katkıyı sağlayacak potansiyele sahib. Gelecek on yıllarda, Türkiye'den büyük bir felsefi üretim beklemeliyiz" derken, kriz içindeki Batı'ya yol gösteriyor ve AB'nin Türkiye ile Batı'nın kadim medeniyetlerle ilişkiye geçebileceğini, kendini yenileyebileceğini, çöküşü bu şekilde durdurabileceğini söylüyor. Bir medeniyetin kendini çevresel unsurlara kapattığında çökeceğini, bunun Avrupa için de geçerli olduğunu ifade eden Davutoğlu; "Ya Müslümanlar, Hindular ve diğer kadim medeniyetlerin katkılarıyla daha yüksek bir medeniyete çevrilecek veya çökmeye başlayacak. Bu, tarihin sonu demek değil ama Avrupa egemenliğinin sonu olacak" diyor. Davutoğlu bu sözlerle; hem küresel bunalımdan çıkış yolu, hem AB için bir gelecek perspektifi hem de Türkiye-AB ilişkileri için yeni bir ortaklık temeli öneriyor.” Gayet güzel. Süklüm püklüm, sığınmacı bir uslub değil, bir “taraf” olmanın verdiği uslubla söylenmiş sözler. Karagül burada bahsedilen mesele ile alâkalı olarak başka birisinin de müşterek sözler sarfettiğini söylüyor: “-Benzer yaklaşımı ve tesbitleri Alain Touraine'in Kürşad Oğuz'la yaptığı ve Habertürk'te yayınlanan (1 Kasım 2010) söyleşisinde de görüyoruz. O da, Batı'nın bir çıkmaza girdiğini, tükendiğini, söyleyecek sözü kalmadığını, artık Avrupa diye bir yer kalmadığını söylüyor ve Türkiye ile Batı arasında bir ortaklıktan söz ediyor. "Bush-El Kaide dünyası"na karşı bu ortaklığı öneren Touraine; "Ben Türkiye ile özel ve özellikli bir ilişkiyi savunuyorsam bu her şeyden önce Avrupa'yı düşündüğüm içindir. Çünkü ben Avrupa'nın varolmasını istiyorum. Avrupa aynı zamanda eğer Türkiye'yle birlikte bir şeyler yapabileceğini düşünürse varolabilir. Yoksa 20-30 yıl sonra Avrupalılar Avrupa'yı hiç umursamayacaklar..." diyor ve ekliyor: "Benim esas ilgilendiğim, pek o kadar Türkiye'nin Avrupa'ya girmesi değil, çünkü Avrupa ve Avrupalı dedikleri şey zaten artık neredeyse kalmadı.." Ona göre; "Batı-Doğu diye bir yapılanmaya değil, KARAR ALMA MERKEZLERİNİN ÇOĞULCULUĞUNA İHTİYACINIZ VAR.(bu ve diğer vurgular bize ait/SO) Avrupa'nın ABD karşısında; Hindistan'ın, Kore'nin, Türkiye'nin de Çin karşısında özerk olması gerekir. Şimdilik dünya çapında yaşanan problem; Avrupa'nın giderek güç kaybetmesi, zayıflaması...” Ve noktayı şu şekilde koyuyor Karagül: “-Her iki bakışı birlikte okuyalım: İşte o zaman dünyanın nasıl bir kriz içinde olduğunu, süreç böyle giderse krizin neden çözülemeyeceğini, ekonomik krizin bize anlatılan gibi olmadığını ve hiçbir çözüm üretilemediğini, Batı'nın sahip olduğu ekonomik ve siyasi iktidarı paylaşmaktan başka seçeneği kalmadığını, paylaşmayı reddetmeye devam ederse kendi çöküşünü hazırlayacağını, gücüne elinden kayıp gideceğini, bugünkü durgunluğun gerilemeye döneceğini anlayacağız. İşte o zaman; TÜRKİYE'NİN NE YAPMAYA ÇALIŞTIĞINI KAVRAYACAĞIZ...” Batı çöküyor-çöktü, ortada Avrupa diye bir “şey” kalmayacak, eğer elindeki iktisadî, siyasî gücü paylaşmazsa; Türkiye’nin Davudoğlu komutasında “yapmaya çalıştığı” da; ya “paylaş ki hayat bul” demek veya “ölüyorsun, elindekilerini alacağım vermekten başka seçeneğin yok” mudur “kavramaya çalışacağız” ileri günlerdeki gelişmelerle. Fakat… Bütün bunlar Karagül’ün dediği gibi güzel günlerin işareti olsa bile ortada daha büyük bir sorun var! O sorun da, Davudoğlu’nun bahsettiği, “Osmanlılar, mükemmel devlete ulaştıklarını, bundan sonra sonsuza kadar hüküm süreceklerini düşündüler. Bu tabiî ki, dinamizmin sonu demekti.” cümlesindeki DİNAMİZM ile alâkalı… Sorun burada. Bu DİNAMİZMİ neyle sağlayacaksınız? Davudoğlu’nun “dinamizmi kaybetmek” olarak telaffuz ettiğini Necib Fazıl, “AŞK VE VECDİN KAYBEDİLMESİ” olarak, iki satırda değil bir TARİH MUHASEBESİ YAPARAK ortaya koymuştu ve bunun tabiî akışı içinde de bir DÜNYA GÖRÜŞÜ, BÜYÜK DOĞU İDEOLOCYASINI inşa etmişti. Kimse darılmasın ama, bahsedilen “Stratejik Derinlik”de bir “derinlik” yani tefekkür anlamında, yani yukarıda bahsettiğimiz anlamda bir “derinlik” YOK! Kitabın yarısı “jeopolitik nazariyeler” ile dolu, diğer yarısı “kronoloji” ile kala kala elde olanda da birşeyler kayıtlandırılmış, o kadar. “Arab dünyası”nın “Türkiye-Türke” olan ilgisi elbette önemlidir ama TAMAMEN BATI BİLİMİ DİSİPLİNİ ALTINDA VE ONUN KAVRAMLARI ile üstelik yazılmış bu kitab, eğer bugün ancak tercüme ediliyorsa burada yazarının “TC Dışişleri Bakanı” olması dışında bir ehemmiyet aramamak lâzım. Ki, yukarıda bahsettiğimiz hususu Davudoğlu da bir “eksiklik” olarak görmüş ki, “tarihi derinlik… felsefi derinlik” isimli kitabları da yazmak istediğini ama fırsat bulamadığını söylüyor. Bu bile kitabın kıymetinin miktarını anlamamıza yeterlidir. Onca işi ve elbette hasedçiler ve fesadçıların gaygulesi arasında diğer kitablarını kaleme alabilecek mi, yoksa vereceği mülâkat ve yazacağı küçük makaleler ile –tıpkı Amerika’da olduğu gibi- “Davudoğlu doktrini”ni bu şekilde mi “inşa” edecek ona kalmış ama “eksiklik” hakkında neler planladığını, “gelecek on yıllarda, Türkiye'den büyük bir felsefi üretim beklemeliyiz” sözü ile ortaya koyuyor. Bazı “enstitüler”in bazı “strateji kurumları”nın tirti bol entellektüellerinin “beyin fırtınaları”na şahid olacağız, demektir. Bu entelletüeller ki ekserisi “Müslüman” dırlar, “felsefi derinlik” ile meşgul olup tam bir “takım oyunu” tarzı içinde “üretim” gerçekleştireceklerdir. Devamını daha sonra nasibse yazmak kaydederiz ama, oturup bir TARİH MUHASEBESİ yapmadığınız müddetçe ADIM ATAMAZSINIZ (ki bu da şu iyi bu kötü, bu işe yarar vb. kelimelerin üstünde olacak, neye göre iyi veya kötü dediğinizi APAÇIK ortaya koyacaksınız), attığınızı ZANNEDERSİNİZ sadece, diyelim. Bu aynı “ekmek” yapmak gibidir: Ekmek ortada yokken BİR KİŞİ bunun nasıl olacağını ORTAYA KOYMUŞTUR, tarifini vermiştir ve ardından bu “değişik unlarla” muhtelif şekillerde imal edilmiştir ama hep aynı ekmektir, “pasta”yı ekmek niyetine yapmamışlardır; “takım oyunu” denilen ve Batılı kafanın artık “ustası” olduğu husus, bu İLK EKMEK’den sonraki safhalarda gerçekleşir: Birisi buğdayı-yulafı-arpayı-kepeği yetiştirir, diğeri bunları işler, öteki nakleder, bir başkası su bulur, yanındaki su’yun sertliğini kontrol eder, bir diğeri suyu alır nakleder, bütün bunlar bir “fırına” gelir, hamurkâr un ve su ile mayasını UYGUN NİSBETLE koyup hamur yapar, yamağı hamurları karır, ocakçı da (odunlar halledildiyse elbette) fırında bunları pişirir, yamak yine harekete geçip bunları tezgaha götürür, FIRINCI da (bütün bunları SAĞLAYAN yani) alır müşteriye satar; aslında görüleceği üzere, TAKIM OYUNUN da bile BİR KİŞİNİN DEDİKLERİ etrafında “kolektif” bir oyun vardır, o bir kişi’nin dedikleri ile ne kadar UYUMLU isen o kadar takım içindesindir! Hem Karagül’ün hem de Davudoğlu’nun vermek zorunda oldukları cevab da budur: FIRINCI KİM? EKMEĞİNİZİN TARİFİ NE?
Sinami ORHAN Türkiye’nin harici siyasetinde “ne oluyor; ne yapılmak isteniyor?” sorularının cevablarını yazılarıyla anlatan İbrahim Karagül, gerçekten de iyi bir kalem; aynı zaman da iyi bir araştırmacı, okunası bir gazeteci, bundan dünkü yazımızda bahsettik. Geçen gün yazdığı bir yazıda –aslında kokusunu alabildiğimiz “mantık”ından ötürü başka türlü de eleştirilebilecek ama “somut” bir hâl almadığından dokunmadan geçeceğimiz bir yazıdır o yazısı-, bir “terör örgütü” üzerinden dünya hakimiyeti kavgasındaki aktörler ile “aktör” olduğunu zanneden “figüranlar” üzerinde duruyor ve “DEVLETLERARASI İLİŞKİLERDE İLELEBED DOSTLUK VE DÜŞMANLIK” olmaz ilkesinin “acımasızca” uygulanmış bir örneğinden bahsediyor. "-Dar anlamda "terör örgütleri"nin ya da bölgesel, etnik veya başka bir saikle silâhlı mücadele yürüten sistem dışı yapıların hedefleriyle daha üst, daha karmaşık hesablar birbirine karıştığında ortaya dramatik bir görüntü çıkıyor. Çoğu zaman bu örgütler, kendi özel gündemleriyle bu büyük hesablar arasında sıkışıp kalıyor. İşte o zaman "ihale" devreye giriyor, amaç belirsizleşiyor, o silâhlı yapı bir uluslararası "kart"a dönüşüyor. Örgütler çoğu zaman bunu ince bir strateji, çıkar örtüşmesi olduğunu sanıyor, bir başarı öyküsü olarak pazarlıyor. İhaleyi verenler hesapları başka kartlar üzerinden yürütmeye başladığında acı gerçek bütün çıplaklığı ile ortaya çıkıyor. Böyle bir öyküden söz etmek istiyorum bugün. Dünya genelinde adını bildiğimiz ya da bilmediğimiz silâhlı grubların önemli bir bölümünü aynı kategoride değerlendirebileceğimiz bir öyküden..” Devamında “İran ve Pakistan'ın bir bölümüne yayılan "Belucistan'ın bağımsızlığı" için mücadele eden ama aslında "Büyük Belucistan Projesi" için "elverişli bir kart" olmanın ötesine geçemeyen CUNDULLAH örgütü” ve onun lideri Abdulmelik Rigi’nin Dubai’de yakalanıp İran’a teslim edilmesi ve ardından idam edilmesini konu edinen yazıda, yakalama hadisesinden hemen önce Rigi’nin kardeşinin, “örgütün İran topraklarındaki saldırılarını ABD'nin talimatıyla yaptığını açıkladı(ğını)” ve "Cundullah'ı ABD kurup destekledi. Talimatlarımızı ondan alıyorduk. Kime saldırıp kime saldırmayacağımızı ABD'liler söylüyordu. Para ve teçhizat onlar tarafından veriliyordu” dediğini ekliyor. Bu açıklamadan ardından “Cundullah”ın ABD tarafından “terör örgütü” listesine alındığından bahsedip, biraz da genelleştirerek, “ABD ve İngiltere, jeopolitik hesabları, enerji planları için projelendirdiği Büyük Belucistan için örgütler kuruluyor, harekete geçiriliyordu. Bu örgütler İslâmcı'ydı ve kimlikleri yüzünden İslâm dünyasında sempati bile topluyordu. Ne yazık ki hepsi birer taşerondu. Ne yazık ki, bu gerçeği anlatmak çok zordu.” diyor Karagül. Rigi’nin yakalanmasını A. Öcalan’ın Kenyada “paketlenmesine” benzeten Karagül, ABD’nin kurduğu-desteklediği-hedeflendirdiği örgütün liderini İran’a teslim etmesi bağlamında, “bu neyin bedeliydi, bilmiyoruz” diyor ve şu şekilde de bitiriyor yazısını: “-İşte böyle yaparlar onlar. Kullanır kullanır sonra PAÇAVRA GİBİ BİR KENARA atarlar... Yine aynısını yaptılar...” Bu son kısım burada dursun . Artık ABD ve hempaları ile bir nevi “ABD’nin sesi” olan Pensilvanyalı Gülen tarafından hedef tahtasına oturtulduğunda kuşku olmayan Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu “Stratejik Derinlik” isimli kitabının Arapçaya tercüme edilmesi nedeniyle verilen tanıtım kokteylinde yaptığı konuşmada şöyle demiş, İbrahim Karagül’den naklediyoruz: “-Kitabımda Stratejik Derinlik olarak adlandırdığım yeni bir yaklaşıma ihtiyacımız olduğunu söyledim. Stratejik derinlik, sınırlarımızla sınırlı kalmamamız, çevre bölgelerle yeniden bütünleşmemiz gerektiği anlamına geliyor. Sünni, Şii, Türk, Kürt, Arab, İranlı, Müslüman, Hristiyan bütün unsurların yan yana yaşadığı bir coğrafyada herkes aynı kaderi paylaşıyor. Bölgede karşılaşılan tüm krizlere rağmen güçlü bir tarih bilinci ve güçlü bir özgüvene sahib olunduğunun bilinmesi gerekiyor. Sorunlar yine bölgede yaşayanlar tarafından çözülebilir. Yeni bir stratejik düşünme şekli geliştirmeye ihtiyaç var. Kitabım bunun için bir çağrıdır.”
Önceki yazımızda bahsettiğimiz gibi, “taraf olmanın” verdiği bir uslub; bölgenin sorunlarını bölge ülkelerinin kendi içlerinde halletmesini –kim ne derse desin, uslubdan çıkan anlam budur- EMREDEN bir tutum ki, bunda da garibsenecek bir durum sözkonusu değil, bölge içinde gün gün değişik “aktörler” ortaya çıkıp “serdümen” rolünü oynamaya kalksalar da durumlarının “zaman ile kayıtlı”, yani ancak “anlık” olabileceğini, BUYURGAN olabilecek tek bir bölge devleti olduğunu, bunun isminin Türkiye olduğunu hatırlatıveren bir uslub.
Hatırlatıveren deyince hatırlıyoruz hemen:
‘80’li, 90’lı yıllarda, İbda ağırlığını hissettirmeye başlayınca, “İslâm Türkiye’de bozuldu-yıkıldı; bu da Türkiye’de ayağa kalkarsa heryerde ayağa kalkacağına dair ilahi bir ihtardır” minvalindeki sözler üzerine hemen birileri bunun “ırkçılık” olduğundan, hatta “İran İslâm Devrimi” de memleketimize “kök salma girişiminde” bulunduğundan o günlerde, biraz da istihzalı olarak “ilâhî ihtar”ın “tutmadığından, İslâm’ın İran’dan dünyayı titretmeye başladığından, Sosyalizmin “Moskova”sı varsa İslâm’ın-İslâmcıların da “Tahran”ı var demeye, bunu görmeyenlerin “ırkçılığı din maskesine bürüyenler, bir şairin peşinden gidenler” olduğunu söylemişlerdi.
Pusulanız yoksa, iki slogan bir “babalanma”ya “tav” olursunuz ve tıpkı “Komünist Rusya”nın “asırlık Çar” siyaseti: Slav milliyetçiliği”ni kendi uslubunda devam ettirmesi gibi, “iki yüzlü” Pers siyasetini-Pers milliyetçiliğini “İslâm maskeli” olarak devam ettirmekden başka bir şey yapmadığı besbelli olan “İran İslâm Cumhuriyeti”nin peşinden sürtüp durursunuz!
Neyse ki, o “sürtüp duranların” fi tarihinde yazdıkları kitabları –yazar(lar)ının kimbilir kaçıncı “fikri tekamül!!!” hâlinde artık başka sularda yelken açtığını bilmeyen gençlerin, samimi olduğuna, “İslâmî heyecanla” olduğuna şübhemiz olmayan “İran taraftarlığı” dışında artık kimsecikler yok o “sürtük politikayı” devam ettirici olarak… (O günlerden kalan tek şey, “hür düşünce” geleneği; memleketimizde Ehl-i Sünnet anlayışına karşı Şiiliği yaymak, tutundurmak için “taassub” ehli olmamak, diğer mezheblerin “düşüncelerini” de saygıya değer bulmak olarak sokulan bu “hür düşünce mektebi/ekolü”, bugün “İslâmî demokrasi” veya “Sosyalist İslâm” gibi “gariblikler” içinde ama yine “sürtük politika” hâlinde bazı dernek ve vakıfların içinde devam ediyor; fakat “İrancılık” bitmiştir.)
O günlerin geçtiğine, hatta, kendilerine yanıbaşımızdaki İran’dan bahsettik, tıpkı onun gibi Pasifik’deki ada devletlerinden bile “model çalma” durumunun da (buna belki “akademisyen rahatlığı” veya “dışarıdan gazel okumak” da denilebilir) geçip gittiğine şahitlik eden bir uslub; gayet güzel…
Bütün bunların üzerine, geçen günkü yazımızdan bir iktibas yapalım:
“-(A. Davudoğlu) Onca işi ve elbette hasedçiler ve fesadçıların gaygulesi arasında (“tarihî derinlik” ve “felsefî derinlik” isimli) diğer kitablarını kaleme alabilecek mi, yoksa vereceği mülâkat ve yazacağı küçük makaleler ile –tıpkı Amerika’da olduğu gibi- “Davudoğlu doktrini”ni bu şekilde mi “inşa” edecek ona kalmış ama “eksiklik” hakkında neler planladığını, “gelecek on yıllarda, Türkiye'den büyük bir felsefi üretim beklemeliyiz” sözü ile ortaya koyuyor. Bazı “enstitüler”in bazı “strateji kurumları”nın tirti bol entellektüellerinin “beyin fırtınaları”na şahid olacağız, demektir. Bu entelletüeller ki ekserisi “Müslüman” dırlar, “felsefi derinlik” ile meşgul olup tam bir “takım oyunu” tarzı içinde “üretim” gerçekleştireceklerdir.
Devamını daha sonra nasibse yazmak kaydederiz ama, oturup bir TARİH MUHASEBESİ yapmadığınız müddetçe ADIM ATAMAZSINIZ (ki bu da şu iyi bu kötü, bu işe yarar vb. kelimelerin üstünde olacak, neye göre iyi veya kötü dediğinizi APAÇIK ortaya koyacaksınız), attığınızı ZANNEDERSİNİZ sadece, diyelim. ”
“Adım at(ama)ma” meselesinin pratik hâlini görebilmek için Karagül’den, Türkiye ve bölgemiz için olduğu gibi ısrarcıları için de çok önemli olan, “FÜZE KALKANI” meselesiyle alâkalı, gerçekten de altına imza atılacak yazısından bir –uzun- iktibas yapalım:
“-Bir zamanlar ABD füzeleri İran-Suriye sınırına yerleştirilmişti. Tehdit buralardan geliyordu. Türk-İsrail ekseni ile yine bu sınırlarda İsrail'in izleme, gözetleme merkezleri kurulmuştu. 28 Şubat sonrası gelişen bu askerî ittifak, Türkiye topraklarını ABD'den sonra İsrail için de cepheye dönüştürdü. O günden sonra İsrail savaş uçakları sadece Konya Ovası'nda değil, İran-Suriye sınırında da uçtu. İsrail, son Anadolu Kartalı tatbikatından dışlanana kadar bu böyle devam etti. Türkiye-İran sınırı hem ABD için, hem İsrail için hem de Avrupa için tam anlamıyla cephe olarak belinlenmişti.
Şartlar değişti. TÜRKİYE, İRAN'LA SINIRINI DOĞU-BATI SINIRI OLMASINA, BATI'NIN CEPHE HATTI OLMASINA ARTIK RIZA GÖSTERMİYOR. Güneyindeki Irak, Suriye, Lübnan gibi ülkelerle birlikte İran'la da ekonomik ilişkilerini hızla güçlendiren Türkiye, bölgenin yeni BİR ÇATIŞMA ALANI OLMASINA KARŞI ÇIKIYOR. Artık İsrail savaş uçakları ne Anadolu semalarında ne de İran sınırında. Tam tersi Türkiye, Çin'den Kızıldeniz'e kadar ekonomik, siyasî, askerî ortaklıkları önceliyor.
Tam da bu dönemde, ABD'den gelen "füze kalkanı için kararınızı verin" açıklaması iyi niyetli bir açıklama değil. Türkiye'yi hazır olmadığı bir kararı vermeye, dar bir alana sıkıştırmaya, yeni ortaklıklar inşa ettiği ülkelerle karşı karşıya getirmeye, belki de bu ilişkiler ağını sabote etmeye dönük KÖTÜ NİYETLİ BİR ÇIKIŞ.
Açıklamada, 19-20 KASIM'DA YAPILACAK NATO ZİRVESİNE KADAR KARAR VERİLMESİNİ İSTEMEK, daha da önemlisi Türkiye'yi yeni tehditlere karşı coğrafi olarak EN YAKIN "CEPHE" OLARAK GÖRMEK ŞİDDETLE İTİRAZ EDİLMESİ GEREKEN ifadeler. Türkiye elli yıl Sovyetlere karşı Batı'nın cephe ülkesi oldu. (…) BU SEFER BATI'NIN VE NATO'NUN YENİ TEHDİT İLAN ETTİĞİ İSLÂM'A KARŞI.
AMA ARTIK "CEPHE ÜLKE" TANIMI TÜRKİYE İÇİN HEM ÇOK TEHLİKELİ HEM DE DAR BİR ALANA SIKIŞMAK ANLAMINA GELİYOR. Avrupa'nın, ABD'nin ve İsrail'in tehdit algılamalarına, çıkarlarına göre stratejik değer tanımını bu ülke kaldıramaz. 21. yüzyıla güçlü bir çıkışla girmeye çalışan Türkiye'nin elini kolunu koparıp, ESKİDEN OLDUĞU GİBİ TEK YANLI BAĞIMLILIK İLİŞKİSİNE SOKMAK KABUL EDİLEBİLİR BİR ŞEY DEĞİL. Buna hayır deme iradesini ittifak ilişkisi ile bertaraf etmeye çalışmak ise, insafsızca bir tavırdır.
Burada söz konusu olan füze kalkanı ile ilgili yıllardır devam eden tartışmanın karar aşamasına gelip gelmediği değil. DOSTLARI, MÜTTEFİKLERİ BU ÇIKIŞLA TÜRKİYE'YE FECİ BİR TUZAK KURUYOR. ON YILDIR İNŞA ETTİĞİ HER ŞEYİ, KOMŞULUK İLİŞKİLERİNİ YOK ETMEK ÜZERE KURGULANMIŞ BİR TUZAK BU. Türkiye'nin; İran, Suriye, Rusya ve diğer ülkelerle karşı karşıya gelmesi ve BAŞINA BUYRUK HAREKETİNİN ÖNÜNE GEÇİLMESİ arzulanıyor. TÜRKİYE BUNA RAZI GELEMEZ, GELMEMELİ.
(….)
Hele de Basra Körfezi'nden hatta Pakistan'dan Kızıldeniz'e, Orta Afrika'ya kadar yeni bir güç oluşumunun arayışları sürerken, bu arayış Batı'nın 21. yüzyıl küresel güç haritasını reddederken ABD füzelerini İran sınırına yığmak, Türkiye'ye atılan en büyük kazık olacaktır.
Dünyanın ağrılık merkezi değişirken Türkiye; Amerika'nın cephe ülkesi olmaktansa, Avrupa Birliği'nin kenar ülkesi olmaktansa kendi coğrafyasının ve Avrasya'nın merkez ülkesi olmaya çalışırken bu tuzağa düşeceksek, BUGÜNE KADAR İNŞA EDİLEN HER ŞEYİN BİR BALON OLDUĞU ORTAYA ÇIKMAZ MI?
İRAN SINIRINDA DA, SURİYE SINIRINDA DA FÜZE İSTEMİYORUZ. Asyalı güçlerle Türkiye'yi karşı karşıya getirecek bu çıkışı kabullenmiyoruz. (…) Onların düşmanlarını düşman, dostlarını dost kabul etme, onlar için ölme, onların refahı için Türkiye'yi hırpalama dönemi çoktan geçti. Üstelik bu çıkış, kötü niyetli… İTİBARI SIFIRLAMAYA DÖNÜKKEN….Topraklarımızda, komşularımıza yönelen füzeler, savunma hatları istemiyoruz....”
İbrahim Karagül bu yazısını 15 Ekim 2010’da yazmış; dediğimiz gibi altına imza atılacak bir yazı, dünkü “Stratejik Derinlik” kitabını değerlendirmemizden hemen ardından, Karagül’ün de bahsettiği gibi, aslında 19-20 Kasım’da yapılacak NATO Zirvesine kadar mühlet verilen “Füze Kalkanı” meselesine dair erken kabul edilebilecek bir karar bugün, 6 Kasım’da açıklandı.
Buna göre, Türkiye, füze savunma sistemine, “TÜM SINIRLARINI KAPSAMASI VE CEPHE ÜLKESİ OLMAMA ŞARTIYLA 'evet' dedi.”
NATO'nun gelecek 10 yılına yön verecek olan Stratejik Konsept'in son taslağı 4 Kasım'da tüm müttefik ülkelere ulaşmış, taslakta Türkiye'nin istediği gibi İRAN, SURİYE GİBİ ÜLKELER TEHDİT TANIMLAMASI İÇERİSİNE ALINMAMIŞ olduğu da açıklanmış.
Taslak geldikten sonra Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül başkanlığında, Başbakan Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Org. Işık Koşaner, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül’ün katıldığı bir toplantı düzenleniyor ve yukarıdaki şartlar içerisinde “evet” kararı çıkıyor.
İbrahim Karagül’ün yazısından bahsettiği, “ara formül”, burada bahsedilen, İran ve Suriye’nin tehdit olarak değerlendirilmemesi midir, bilemeyiz ama, “füze kalkanı”nın bu topraklar üzerine kurulmasının, onun dediği gibi, “BUGÜNE KADAR İNŞA EDİLEN HER ŞEYİN BİR BALON OLDUĞU ORTAYA ÇIKMAZ MI” sorusunu –gerçekten ve hasbi olarak yazıyoruz- can sıkıcı bir şekilde önümüze koymaktadır!
Apaçıktır ki, yazımızın başında yine Karagül’den iktibasla bahsettiğimiz gibi, “dün Cundullahı kurup, bugün paketleyip teslim edenlerin” literatüründe “söz-namus” diye bir kavram yoktur; tıpkı burdaki “fötr şapkalı” gibi onlar için geçer akçe, “dün dündür, bugün bugündür”; o halde bugün “evet” dediğimiz taslak içerisinde İran ve Suriye’nin tehdit olarak “değerlendirilememesine” güven olmayacağı, bunun sadece Türkiye’yi “ikna” için (ve şübhesiz “bile bile lades!”) yazıldığından kimsenin şübhesi olmasın!
O hâlde?
Geldik mi tesbitimize; “ne dediysek o” kibri içinde değiliz, “fırıncı-ekmek” örneğimizi, meselenin, Türkiye’nin, İslâm dünyasının TEMEL EKSİKLİĞİ giderilmedikçe HİÇBİR ADIM ATILAMAYACAĞINDAN bahsediyoruz, sadece!
Davudoğlu’nun yaptıklarına, çabalarına, başka hiçbir şey olmasa bile şu Mavi Marmara-Gazze Filosu’na verdikleri destekle TAŞLARI NASIL YERİNDEN OYNATTIĞINA, “farklı şeyler” yapma azminde olduğuna inanıyoruz; ama bu, “bilmek” ile “yapmak/yapabilmek” arasındaki fark gibidir: Bütün bunlardan önce İMAN yani “bilmek” tabiriyle çevrelenenin NE OLDUĞUNA DAİR TAFSİLİ İMANI ortaya koyar.
Bunun ismi de DÜNYA GÖRÜŞÜ olur terminolojide; eğerki bu yoksa elinizde, birtakım basit “taşlar” ile “işi götüreceğinize” inanırsanız, yani o taşlara inanırsanız, önce “gambit”e düşersiniz, sonra da “şah-mat” olursunuz!
Açıktır ki “füze kalkanı” meselesinde “gambit”, “İran ve Suriye’nin tehdit olmadığının” bize bildirilmesidir; veya bunu “gambit” yerine Karagül’ün ifadesiyle, “Türkiye'ye atılan en büyük kazık” ifadesiyle de değerlendirebilirsiniz sonuç yine değişmez.
Yine, ABD, sadece “terör örgütlerini kullanır kullanır sonra paçavra gibi bir kenara atar” demek doğru olmasa gerek; bunu Panama örneğinde olduğu gibi DEVLETLER içinde RAHATLIKLA yapar, sonra da atar…
O hâlde...
Yukarıda, alınan evet kararı için “bile bile lades” dedik, inanıyoruz ki, inanmak istiyoruz ki öyledir, “gambit” bile bile yenmiştir, o halde çıkış nasıl olacak?
“Füze kalkanı” ister sınırlarımızın tamamında, ister HAKKARİ’de, isterse Çemizgezek’de, Hacıhüsrev’de kurulacak olsun, kuruluş nedeni malum değil mi, o halde bunu “stratejik derinlik” ile nasıl açıklayabilir ve “mat” olmaktan nasıl kurtulabiliriz?
Tek çare yine bizim bahsettiğimizdir kanaatindeyiz, kavramlarla söylersek, MORAL GÜCÜ sağlamadan hiçbir şey yapamaz, taşlarınızın çoğu tahtada olsa da, hatta VEZİR’iniz bile ayakta olsa, DÜNYA GÖRÜŞÜ ihtiyacını gidermeden, HALKI bununla yoğurmadan, YIKILMIŞ olan MORAL GÜCÜNÜ ayağa kaldırmadan, yeni bir ENERJİ-HEYECAN DALGASI oluşturmadan ADIM ATAMAZSINIZ!
Ama, “ne yazık ki, bu gerçeği anlatmak çok zor!”
Notlar:
1. İbrahim Karagül’ün yazıları için (vurgular bize aittir.SO):
a. “İşte böyle satarlar adamı!” 05 Kasım 2010 Cuma. Yeni Şafak.
İslami kuruluşlar Galatasaray Lisesi önünde bir araya gelerek NATO Füze Kalkanı’nın Türkiye'ye kurulmaması çağrısı içeren bir protesto eylemi düzenlediler.
Eylemde 19-20 Kasım tarihleri arasında Lizbon'da yapılacak NATO zirvesinde netleşmesi beklenen proje karşısında Türkiye hükümeti ve duyarlı çevrelere çağrı yapılarak projenin reddedilmesini talep ettiler. Özgür-Der, İHH, Mazlumder, Anadolu Platformu, Akabe, Araştırma Kültür Vakfı ve Hikmet Vakfı'nın düzenlediği eylemde ilk olarak söz alan Mazlumder Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal; Türkiye'nin, Batı'nın güvenliğine korucu yapılmak istendiğini açıkladı.
Ünsal, NATO Füze Kalkanı dayatmasının Türkiye'nin güvenliği ile gerekçelendirilmesinin safsata olduğunu, asıl tehdidin bölgedeki nükleer silahları elinde bulunduran Siyonist İsrail olduğunu kaydederek şunları söyledi:
"Türkiye'nin koruculuğa razı olmasını istemiyoruz. 'Türkiye, Füze Kalkanı projesi ile kendisine ve Batı'ya yöneltilecek muhtemel saldırılara engel olacak.' deniyor. Soruyoruz: Dünyada nükleer güç sahibi ülkeler kimler? Bölgedeki nükleer silah sahibi tek ülke İsrail değil mi? Türkiye hükümeti, Polonya ve Çek Cumhuriyeti gibi bu evrensel koruculuk projesini reddetmelidir."
Füze Kalkanı'nın Hedefi İran, Suriye ve Bölgenin Müslüman Halklarıdır
Konuşmasında NATO Füze Kalkanı'nın hedefleri üzerinde duran Özgür-Der Yönetim Kurulu üyesi Hülya Şekerci, İran, Suriye ve bölgenin Müslüman halklarının asıl hedef olduğuna dikkat çekerek şunları kaydetti:
"NATO, İran'a, Suriye'ye ve bu bölgenin Müslüman halklarına karşı bir füze kalkanı kurmak istiyor. Müslüman bir ülke olan Türkiye'ye kurulacak füze kalkanıyla bu topraklar kirletilecektir. Bunun barış amaçlı bir proje olduğu büyük bir yalandır."
Türkiye Avrupa'ya Değil, Tehdit Altındaki İslam Topraklarına Kalkan Olsun!
Türkiye'deki hâkim düzenin kurulduğu günden bu yana Batı'ya dost ve Müslüman komşularına ise düşman bir politika izlediğine dikkat çeken Şekerci, AK Parti hükümetinin bu politikada yapmaya çalıştığı değişikliklerin küresel istikbarın rahatsızlık duyduğunu ve füze kalkanı projesine ortak etme çabalarının da adeta bunu önleme amacını güttüğünü söyledi. Bu meyanda Şekerci şu tespitlerde bulundu:
"TC kurulduğundan bu güne komşularıyla düşmanca bir münasebet kurdu. Son zamanlarda ise hükümetin başlattığı "komşularla sıfır sorun" politikası başta ABD ve İsrail olmak üzere küresel kapitalizmi rahatsız etmeye başladı. Şimdi Türkiye köşeye sıkıştırılmak isteniyor. Biz Türkiye'nin Avrupa'ya değil, tehdit altındaki İslam topraklarına; İran'a, Suriye'ye, Filistin'e kalkan olmasını istiyoruz."
Yeni İncirliklere Hayır Denilmeli
Son olarak eylemde söz alan İHH Başkanı Bülent Yıldırım ise İsrail'in bölgedeki varlığına ve güvenliğine dikkat çekerek şu görüşleri serdetti:
"Mavi Marmara ile dünyanın dengesi değişti. İsrail'in korkuya dayalı imparatorluğunun çekiciliği kalmadı, o kadar da güçlü olmadığı görüldü. NATO ülkemizde üs kuracakmış..! Amerika'nın girdiği yerden çıktığı nerede görülmüş?! Afganistan ve Irak'ta yaşananlar ortadayken böyle bir proje nasıl kabul edilebilir? Bir İncirlik'ten kurtulmaya çalışırken yeni İncirlikler kabul edemeyiz. Amerikan askerleri bu topraklara asla girmemelidir."
Türkiye NATO'nun Saldırı Rampası Olmasın!
"NATO'nun Füze Kalkanı İslam Ümmetine Açılmış Bir Savaştır!", "NATO'ya ve Füze Kalkanına Hayır!" ve "Türkiye İşgal Üssü Olamaz!" yazılı pankartların açıldığı eylemde "NATO'nun Hedefi: İran'a Saldırı, İsrail'e Kalkan!", "Emperyalist NATO'ya da Katil Füzelerine de Hayır!", "Türkiye NATO'nun Saldırı Rampası Olmasın!" yazılı dövizler taşındı.
"NATO'ya Kalkan Olmayacağız!", "Emperyalizmin Üssü Olmayacağız!", "İran'a Düşman İsrail'e Kalkan Olmayacağız!", "İslam Düşmanı NATO Kalkanı!", "İşbirlikçi İktidar İstemiyoruz!", "ABD'ye, NATO'ya, İsrail'e Geçit Yok!", "Katil NATO Ortadoğu'dan Defol!", "Emperyalizm Yenilecek İslami Direniş Kazanacak!" gibi sloganların atıldığı eylem Murat Özer'in okuduğu basın açıklamasının ardından sona erdi.
Füze kalkanı, radar ve füze bataryaları olmak üzere iki ana bölümünden oluşan orta ve uzun menzilli balistik ve nükleer başlıklı füze saldırılarına karşı 4.000-5.000 km. çaplı bir sahada havadan savunma sağlayan modern teknolojik bir füze savunma sistemidir. ABD tarafından geliştirilen SM-3 füze savunma sistemi; X-Band radar izleme kapasitesi ile 5.000 km. uzaklıktaki tenis topu büyüklüğündeki bir hedefi tespit ederek füze bataryalarına koordinatlarını bildirebilme yeteneğindedir. Bush döneminde Avrupa’nın güvenliği için Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne konuşlandırılmak istenen ve ABD’nin Orta Asya politikaları içinde kullanılması düşünülen füze kalkanına Rusya çok büyük tepki gösterdi. Bush füze kalkanını başaramadı. Barış politikalarıyla iktidara gelen Obama da bu projeyi askıya aldı ve yerini değiştirmek için Romanya, Bulgaristan, Türkiye ile yoğun ve detaylı görüşmeler yapıldı. Hem Rusya’yı hem de Türkiye’yi ikna etmek için NATO kılıfı giydirilen proje, İran ve Kuzey Kore’nin balistik füze saldırılarından NATO ülkelerini korumak için zirve öncesi gündeme getirildi.19-20 Kasım 2010 tarihinde Lizbon’da yapılacak olan NATO zirvesinde karara bağlanması istenen ‘NATO Füze Savunma Sistemi’nin Türkiye’de Doğu, Güneydoğu, Karadeniz ve Akdeniz bölgelerine konuşlandırılması tasarlanmaktadır.
Hedef sadece İran değil İslâm Coğrafyası
ABD’nin öncülük ettiği ‘NATO Füze Kalkanı’ projesi söylenen açık gerekçelerinin ötesinde Türkiye, İsrail, İran ve bölge ülkeleri için çok özel stratejik amaçlar taşımaktadır. Hedef sadece İran değil tüm İslâm dünyasıdır. Türkiye’nin Ortadoğu açılımları, komşularla sıfır sorun, Suriye, İran, Irak’la yapılan stratejik işbirliği anlaşmaları, hem bu ülkelerle hem de bölge ülkeleriyle yapılan ticari, ekonomik, siyasi anlaşmalar ve entegrasyon çabaları, ve bunları kapsayan tarihi ,stratejik girişimleri son yıllarda ortaya konan Yeni Türkiye Vizyonu, alışılmadık bir biçimde Batı’dan bağımsız politikalar olarak görülmektedir.Bu politikalara neresinden bakarsak bakalım AB-D'nin hoşlanmadığı ve bu Türkiye'yi yavaş yavaş kaybettiği gerçeği ile karşılaşıyoruz. ABD, ve bazı Avrupa siyasi merkezleri ile onlarla ortak çalışan içimizdeki işbirlikçiler Türkiye’nin ekseninin kaydığını, batıdan koptuğunu iddia etmeye başladılar. ABD askerlerinin Türkiye üzerinden Irak’a giriş tezkeresinin Türkiye parlamentosunda reddedilmesi ile başlayan gerilim yakın zamanlarda somut bazı olaylarla devam etti. İran nükleer programına karşı BM yaptırımlarına ‘hayır’ demek, Mavi Marmara krizi ile İsrail’e yönelik çatışma, Suriye ve Hamas’la yakın ilişkiler, İsrail’in askeri tatbikatlardan dışlanması,ve özellikle Milli Güvenlik Belgesinde İsrail'in bir DIŞ TEHTİD olarak belirtilmesi ,Türkiye üzerinde bazı kuşkular ve kaygılar yarattı, hatta Türkiye’nin Doğu'ya giderek yanaştığını Batı emperyalizmi ile çatıştığını ileri sürenler oldu. İşte tam da bu pozisyonda, ABD’deki ara seçimler öncesinde, 2011 baharında Türkiye’de yapılacak genel seçimler arefesinde füze kalkanı konuşlandırılması için ‘evet’ mi ‘hayır’ mı bir karar vermesi için Türkiye 'ye Nato ve ABD nezdinde tehtid ve şantajlarla karar vermesi istendi.
Amaç İsrail’in Güvenliğini Sağlamak, Türkiye’yi Test Etmek
NATO Füze Kalkanı Projesi’nin, Türkiye’nin kontrol altına alınamayan ,yeni bağımsız stratejik hamlelerini durdurmak ve ABD tarafından NATO üzerinden Türkiye’nin bölgesel ve küresel rollerini engellemek için psikolojik bir baskı operasyonu olarak kullanılmak istenildiği anlaşılıyor. İsrail için misilleme yaparcasına aylardır büyükelçisini bile Türkiye’ye göndermeyen ABD, Türkiye üzerinde bir sıkıştırma stratejisi uygulamaktadır. Bu durumu,Füze kalkanına ya evet ya da hayır. Ya bizdensin ya değilsin dayatması. Türkiye’yi bıçak sırtında bırakmak ve bir yol ayırımına zorlamak ya da ABD'nin yeni dünya düzeni dediği emperyalist ve küresel terör ağında piyon olarak kullanmak olarak açıklayabiriz.Özellikle Ortadoğu'da ve İslam Dünyasının tamamında giderek yaygınlaşan Lider Ülke Türkiye söylemi,giderek artan bölgesel ve küresel bir büyüme ve tarihin arka planında saklanmış olan ve istesede istemesede yine Tarihin zorladığı büyük bir potansiyelin sahibi olanTürkiye Füze Kalkanı Projesine dolaylı veya dolaysızda olsa EVET diyerek yeniden ABD’nin NATO’nun dümen suyuna girmiştir.Bu git-gel politikaları sürdükçe de bahsettiğimiz ve beklediğimiz bir Türkiye'nin önüne füze kalkanı ve benzeri projelerle her daim set çekilecektir.
Füzenide Al Defol!
Kendilerine yönelen terör (!)saldırıları bahanesiyle milyonlarca insanı katledenler, Afganistan’ı, Irak’ı cehenneme çevirenlerin,İsrail’in bir NATO ülkesinin sivil de olsa gemisine hukuksuzca ve hunharca saldırısını kınayamıyorsa neyin müttefikiyiz, hangi ittifakın içindeyiz bu ittifak ki,İslam Dünyasına karşı resmen ve halkların karşı olduğu bir Füze Kalkanı olarak adlandırılan projeyi şimdi Türkiye sayesinde uygulayacak ve bize ait olan tarihi ve stratejik topraklara yine Türkiye sayesinde hakim olacaktır. Çekiç güç, İncirlik üssü, Pirinçlik üssü ve Türkiye’nin her köşesindeki NATO-ABD atom bombaları yıllardır kime kalkan oldu, kimi kimden korudu? Türkiye’nin barışına, güvenliğine, iç istikrarına ne kazandırdı ki füze kalkanı Türkiye’ye stratejik değer yüklesin, savunmamıza katkı sağlasın. Türkiye’nin neresine kuracaksınız, tetiği kimde olacak, kimleri hedef alacak, kimleri tehdit edecek, kimi caydıracak bunlara Türkiye’yi ve halkını bu saatten sonra ikna etmeniz hiç kolay değildir. Füze kalkanının tüm NATO ülkelerini kapsaması, tüm Türkiye topraklarını içine alması, komşularımızın isimleri yazılarak açık hedef olmamaları da ‘evet’ demek için Türkiye’yi ikna etmemeliydi.Ak Parti iktidarı kendi içerisinde bulunduğu bu çelişkiler yumağını hiç bir suret ile Anadolu İnsanına anlatamayacaktır.Füze Kalkanı projesinin bir İncirlik kadar önem arzettiğini ve yeni bir İşgal sürecine EVET denilerek girildiğini maalesef belirmek gerekiyor.Anadolu topraklarını mesken tutmuş emperyalist Askeri üs ve yeni kurulacak olan Füze Savunma Sistemini bu topraklarda istemiyoruz.
Sonuç olarak bu ‘NATO Füze Kalkanı’ Türkiye’ye kesinlikle kurulamaz.Tabi bizler bu dileklerimizi sıralarken 'cephe ülkesi olmak'şartı ile bu projeye EVET diyenler,Türkiye'nin başına nasıl bir vizyon ve çuval geçirdiklerini farkedemiyorlar. Ne dünya eski dünya, ne Türkiye eski Türkiye. Küresel güç dengeleri değişirken, Türkiye’de değişiyor. Yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Tarih adeta yeniden yazılıyor. Büyüyen ekonomik kapasitesiyle, etkinliği artan bölgesel gücüyle, çevresine, bölgesine ve dünyaya açılan yeni bir Türkiye var.Bu bağlamda dik duruş sergileyen kazanacaktır.Emperyalizmin projelerini artık insanımıza hiç kimse yutturamaz.Türkiye istesede istemesede mevcut potansiyeli ile hem bölgesinde hem de küresel bir çapta etkinliğini arttıracak,Ne AB-D ne de diğer emperyal güç merkezlerinin projeleri buna engel olamayacaktır.İşbirlikçi ve kukla pozisyonu ile nam salmış içimizde ki hainleri bile şaşırtarak bu düzen yeniden tesis edilmektedir.Türkiye şimdi ABD isimli çöken emperyalist bir devlet baskısıyla bağımlı politikalar yerine kendi çıkarları için ABD, NATO, AB politikalarından bağımsız duruşlar sergilemelidir.Bunun bedellerine razı, bunun risklerini alabilen, bunun stratejilerini ve siyasetini kurabilen bir Türkiye kazanacaktır.İşbirliğine girmiş bir Türkiye ilelebet kaybedecektir.Ezilen,sömürülen bir dünya liderliği Füze Kalkanı projesine takılmış görünüyor.Türkiye iliklerine kadar bağlı olduğu bir medeniyetten koparılmak istenmektir.Ve Füzelerin namlusunda ki hedef Büyük Doğu coğrafyası ve o coğrafyanın mirasçısı Türkiyedir.
Milli Görüş Lideri Erbakan, SP Genel Merkezi'ndeki bayramlaşmada AK Parti'yi bir çok konuda eleştirdi.
19 Kasm 2010
Anadolu Haber
Saadet Partisi Genel Başkanı Prof.Dr.Necmettin Erbakan, siyonizmin medyaya hakim olduğunu savunarak 'AKP aleyhine yazdırmıyorlar, yazanı barındırmıyorlar. 30 gazete, 30 televizyon, bunların hepsi AKP'ye oy versinler diye, büyük İsrail kurulsun diye çalışıyor' dedi.
Prof.Dr.Erbakan, parti genel merkezindeki bayramlaşmada, partililere hitap etti.
Konuşmasında dünyanın mutluluğu için adil düzenin şart olduğunu belirten Erbakan, bu düzenin siyonizm tarafından engellendiğini ileri sürdü. BM'de İsrail aleyhine bir çok karar çıkmasına rağmen bir şey yapılmadığını ancak konu İslam alemi olunca müdahalede bulunulduğunu belirten Erbakan, böyle bir düzenin olamayacağını söyledi.
'Devlet her şeyden vergi alıp bunun yarısını kapitalizme faiz olarak veriyor. Yeşil kağıt (Dolar) basmışlar, petrol şeyhine bunu verip petrolünü alıyorlar, sonra sarı kağıt basıp (tahvil) yeşili alıyor. Nerede para varsa Yahudi, havuzu ve pompayı koymuş insanlığı sömürüyor' diyen Erbakan, 'Adil düzeni biz kuracağız, Saadet Partisi kuracak' ifadesini kullandı.
Erbakan, siyonizmin insanları aldatmak için öncelikle medyaya hakim olduğunu iddia erek, 'Gazeteleri satın aldılar, AKP aleyhine yazdırmıyorlar, yazanı barındırmıyorlar. 30 gazete, 30 televizyon, bunların hepsi AKP'ye oy versinler diye, büyük İsrail kurulsun diye çalışıyor. Siyonizm 'Ben efendi olacağım, sen köle' diyor. AKP'deki bizim çocuklar ne yaptıklarının farkında değil' diye konuştu.
Bir aldatmaca yaşandığını ileri süren Erbakan, 'Avrupa Birliği'ne almıyorlar, Avrupa Konseyi'nin dönem başkanlığını veriyorlar, G-20'ye alıyorlar, okşayıp yutma taktiği güdüyorlar. Bu adam 'AB'ye gireceğim' diyor, İslam aleminden Hristiyan alemine girmek istiyor. Bizden alıp Siyonizme vermek istiyor, Türkiye İsrail'e vilayet yapılmak isteniyor. Cumhuriyet tarihi boyunca hükümetler 80 milyar dolar borç yaptı, AKP 8 yılda 580 milyar dolara getirdi. Saadet başka AKP başka, altın başka paslı teneke başka' dedi.
Necmettin Erbakan, Türkiye'ye kurulması düşünülen füze sistemi hakkında hükümetin kendilerinden korktuğu için bugün 'evet' demediğini ancak sonunda 'evet' diyeceğini savundu. Erbakan, 'Biz Müslüman ülkeler kendi (füze) kalkanımızı kurmalıyız. Gavurun kalkanından hayır gelmez' ifadesini kullandı.
Erbakan, bir soru üzerine şu ana kadar HAS Parti'den kendilerine bayram kutlaması yapılmadığını kaydetti. aa
Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 28 NATO üyesi füze kalkanı konusunda anlaşmaya vardı.
20 Kasm 2010
Anadolu Haber
SRATEJİK DERİNLİK ALAŞAĞI EDİLDİ!
Davutoğlu ile gündeme oturan 'Stratejik Derinlik' kavramı Füze Kalkanının onaylanması ile resmen sekteye uğradı.Türkiye'nin Stratejik Derinliğine adeta hançer saplayan Nato Füze Savunma Projesi ile Türkiye'nin İslam dünyasına uzanan kolları resmen budandı.Türkiye'nin stratejik üstünlüğü bir kez daha emperyalist terör ağı olarak nitelenen ve başta Afganistan olmak üzere dünyanın bir çok bölgesinde katliamlara imza atmış ABD'nin taşeron örgütü NATO'nun kullanımına açıldı.
Nato'nun katliam füzeleri Türkiye'ye yerleştirilecek... ABD'nin milli projesi olarak ortaya çıkan ve daha sonra müzakereleri Nato genel sekreteriinin yürüttüğü projenin hangi amaç ve maksata hizmet edeceği apaçık ortadadır.Kuruluşundan itibaren özellikle İslam Ülkelerinde yürütülen operasyonlarda milyonlarla ifade edilen Müslümanın katledilmesinden sorumlu bir NATO projesi içinde yer alan Türkiye İncirlik ve Çekiç güç üslerinden sonra bir kez daha topraklarını emperyalizme kullanıma sunmuştur.
"Halklarımızı ve topraklarımızı balistik füze saldırılarından koruma kapasitesi geliştirmek, kolektif savunmamızın temel unsurudur" denilen belgede, bunun, İttifak'ın güvenliğinin bölünmezliği ilkesine katkı yapacağı vurgulandı.
NATO'nun 5'inci maddesi olan kollektif savunmayı güçlendiren ifadelere yer verilen belgede, "NATO üyeleri saldırılara karşı daima birbirine yardım edecek" denilerek, bu taahhüdün "güçlü ve bağlayıcı" olduğu vurgulandı.
NATO'nun Avrupa'yı tehdit eden saldırılara karşı savunma gücünü arttıracak Füze Kalkanı denilen proje artık uygulama aşamasına getirilmiştir. Avrupa Birliği üyesi dahi yapılmayan bir Türkiye'nin ABD ve Avrupa ülkelerini kollayıcı ve özellikle Batı medeniyetinin kendi topraklarını İslam Dünyasına karşı koruma amaçlı projesinde yer almıştır.
BAŞ AKTÖR GÜL ! Füze savunma sisteminde Almanya ve Fransa arasındaki anlaşmazlık da çözüme kavuştu.. ABD Başkanı Obama'nın özel ilgi gösterdiği Abdullah Gül, Portekiz basınına göre zirvenin baş aktörü oldu..
TÜRKİYE'NİN POLİTİKASININ ADI ABD'Yİ ÖFKELENDİRMEMEK!
Publico gazetesi, 28 NATO üyesi ülke arasında, ABD Başkanı Barack Obama, NATO Genel Sekreteri Anders Fong Rasmussen, Almanya Başbakanı Angela Merkel, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, İngiltere Başbakanı David Cameron ile Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ü ''başaktör'' olarak öne çıkardı. Yapılan yorumda, ''Abdullah Gül, NATO içinde çok özel olan bir ülkeyi temsil ediyor. Doğu ve Batı arasında bulunan ve AB-NATO ilişkilerini tehlikeye atmak istemeyen Türkiye, her geçen güç bölgesinde çok daha önemli bir rol üstleniyor ve böylece adaylığını daha ciddiye alması için AB'ye baskı yapıyor. Yürüttüğü dengeli, hassas politikanın tek bir limiti var: ABD'yi öfkelendirmemek'' denildi.
PROTESTOLAR DEVAM EDİYOR...
NATO zirvesi için liderleri ağırlamaya hazırlanan Portekiz gergin. Başkent Lizbon'da gösteriler Devam ediyor.. Onlarca eylemci, başkentin merkezinde yerlere yatarak NATO saldırılarında sivillerin ölmesini protesto etti.
Eylemciler sokaklarda ölü taklidi yaparak NATO'yu protesto etti. Sloganlar attı:
"Benim için savaşla, militarizmle ilgili her kuruluşa destek verilmemeli. NATO da bunlardan biri. Ben NATO'ya karşıyım, çünkü savaşın nedeni..."
"Ben NATO'yu tehdit olarak görüyorum.Çünkü onların yaptıklarından hoşlanmıyorum. Soğuk savaş bitti ama NATO'nun halen neden varolduğunu anlamış değilim."
Belgede, Rusya, füze savunma sisteminde NATO’yla iş birliğine davet edildi.
Metini AA'ya değerlendiren diplomatik kaynaklar, "İstediğimiz unsurların tamamı içeride var" açıklamasında bulundu.
Alınan bilgilerde, NATO'nun Avrupa'da füze savunma sistemi kurmasıyla ilgili "hiçbir ülkenin hedef gösterilmemesi", "tüm müttefikleri kapsaması", "mali denge getirilmesi" ve "güvenliğin bölünmezliği", önemli başlıklar olarak gösterildi. ayrıntılar gelecek !
Türkiye'ye kurulmak istenen Füze Kalkanı projesine İHH Başkanı Bülent Yıldırım tepki gösterdi
İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım, ABD'nin füze kalkanı projesiyle Müslümanları vuracağını öne sürerek, ''NATO patentli bu teklifle Türkiye'nin önüne getirilmek istenen gerçek anlamıyla koruculuktur'' ifadesini kullandı.
KENDİ SUÇUNA TÜRKİYE'Yİ ORTAK EDİYORLAR
Yıldırım, yaptığı yazılı açıklamada, ABD'nin çeşitli Müslüman ülkelerde, milyonlarca Müslümanı katlettiğini belirterek, şimdi de Lizbon'da başlayan NATO Zirvesi'nde görüşülecek ''Füze Kalkanı Projesi'' ile kendi suçuna Türkiye'yi de ortak etmek istediğini iddia etti.
Afganistan'da bayram boyunca NATO saldırıları sonucu 50 kişinin öldüğünü bildiren Yıldırım, şöyle devam etti:
''Filistin'de bayram boyunca süren ABD destekli İsrail saldırılarında 3 kişi hayatını kaybetti. ABD işgalinde olan Irak'ta, 50 bini aşkın Müslüman zindanda bayram yaptı. Keşmir'de, ABD'nin destek verdiği Hindistan işgalcileri bayram boyunca onlarca Müslümanı gözaltına aldı. Şimdi bu kadar Müslümanı öldüren bir ülkeyle siz masaya oturup ortak savunma anlaşması yapacaksınız ve Amerika gelip sizin ülkenizde sırf İsrail'i koruma adına İran'a karşı, Suriye, Ürdün ve Filistin'e karşı 'Füze Savunma Sistemi' kuracak. Yani Müslümanlar Türkiye'nin eliyle vurulacak. Buna Türkiye olarak 'hayır' dememiz lazım. Türkiye, ABD ve İsrail çıkarları için İslam dünyası ile karşı karşıya gelmemelidir.''
"HÜKÜMETE SESLENİYORUM"
Yıldırım, ''Füze Kalkanı Projesi''nin kabul edilmesi yönünde hükümete baskı yapıldığını da belirterek, şunları kaydetti:
''Hükümete sesleniyorum; baskılara boyun eğmeyin, halk olarak yanınızdayız. NATO patentli bu teklifle Türkiye'nin önüne getirilmek istenen gerçek anlamıyla koruculuktur. İncirlik üssünden kalkan uçaklar Müslümanları vurdu. Şimdi de 'Füze Kalkanı Projesi' ile yine Müslümanlar vurulacak. Bu proje bir NATO müttefikini korumak yerine, İsrail'i koruma amacı taşıyor. Hani NATO, kendi üyelerine karşı yapılan bir saldırıya müdahale ederdi. Türkiye'de bir NATO üyesiydi. İsrail'in Mavi Marmara gemisinde Türkiye vatandaşlarına yaptığı bu saldırıya neden bir tepki vermedi? Neden bu saldırıyı bertaraf edecek hiçbir girişimde bulunmadı? Polonya ve Çek Cumhuriyeti bu projeye karşı çıktı. Biz de karşı çıkmalıyız. Türkiye uzunca bir süredir ithal tehdit algısıyla şekillenmiş olan NATO'nun füze kalkanı projesini onaylaması yönünde baskı altında tutulmaktadır. Bu durumda ya komşularla sıfır sorun politikasını sürdürecek ya da bütün İslam dünyasını karşısına alacak, NATO'nun bir piyonu olacaktır. Biz Türkiye'nin komşularını tercih etmesini temenni ediyoruz.''
NATO'nun gelecek 15 yılının hedeflerinin belirlendiği zirve Portekiz'in başkenti Lizbon'da devam ediyor. NATO'nun Türkiye'ye dayattığı Füze Savunma Sistemi ise kabul edildi. Soğuk Savaş döneminde bir cephe ülkesi olarak Avrupa'yı korumak üzere Sovyetler Birliği'ne karşı kullanılan Türkiye, yaklaşık 20 yıl sonra tekrar Batı'yı korumak adına bir cephe ülkesi haline geldi.
21 Kasm 2010
Anadolu Haber
NATO, Lizbon'da dün gerçekleşen tarihî zirvede yeni yol haritası olan 'stratejik belge'yi ve bu çerçevede Türkiye'yi yakından ilgilendiren füze savunma sistemi oluşturulmasını kabul etti. İttifak hiçbir ülkeyi açıkça düşman ilan etmese de uzmanlar NATO'nun Türkiye için belirlediği yeni tehdidin İran, Rusya ve Ortadoğu'daki diğer Müslüman devletler olduğunda hemfikir.
Türkiye kimi koruyacak?
Türkiye, yeni konseptin bir parçası olarak gündeme gelen füze savunma kalkanı konusunda İran'ın tehdit olarak zikredilmesine şiddetle karşı çıkarak, İttifak'ın kimseyi düşman ilan etmemesi gerektiğini vurgulamıştı. Ancak, NATO'nun İran'ı ciddi bir tehdit olarak görmediğini ilan etmesine karşın bu çapta bir askeri yatırımı İran'a en yakın topraklara, yani Türkiye'ye yapması, aslında İran'ın NATO'nun yeni düşmanı olduğunu gösteriyor. Aynı belgenin 19. paragrafında füze kalkanına ilişkin şu ifadeler yer aldı: "İttifak'ın bölünmez güvenliğine katkı yapan kolektif savunmamızın asli unsuru olarak topraklarımızı ve nüfusumuzu balistik füze saldırılarına karşı savunma kabiliyeti geliştireceğiz." Yine aynı belgenin 4. maddesinde yer alan "Modern güvenlik ortamı, NATO'nun toprakları ve nüfusuna karşı geniş ve dönüşen tehditler içermekte." ifadesi de dikkat çekti.
Fransa, tüm İslam dünyasını düşman ilan etti
Kaynaklar, metne yansıyan "külfet ve risk paylaşımı" prensibinin adil olarak uygulanmasının da Türkiye'nin tezleriyle örtüştüğüne dikkat çekti. Zirvede kalkanın hedefi konusunda asıl direnci Amerika yerine Fransa gösterdi. Paris, önce İran ve Suriye'nin tehdit olarak metne yazılmasını istedi.
Aradığı desteği bulamayınca bu defa tehdidin adresi olarak Ortadoğu bölgesinin zikredilmesini talep etti. Ancak bunda da yalnız kaldı.
Gerçek tehdit kim?
NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen basın toplantısında İran'ı tehdit olarak göstermekten kaçındı. Rasmussen, stratejik konsept taslağında İran'ın 'tehdit' diye nitelendirilmesine rağmen zirvede kabul edilen metinde buna yer verilmemesini nasıl değerlendirdiğinin sorulması üzerine, dünyada 30'dan fazla ülkenin ya balistik füze teknolojisine sahip olduğunu veya bunu elde etmek için çalıştığını belirterek, bunlardan herhangi birinin tehdit olabileceğini ifade etti. Rasmussen, İsrail-Filistin sorununda NATO'nun rol üstlenebilmesi için "barış anlaşması, tarafların yardım talebi ve BM yetkisi'' olması gerektiğini söyledi.
Gizli düşman kim?
NATO tarihinin en önemli zirvelerinden biri Portekiz'in başkenti Lizbon'da başladı. Türkiye'yi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün temsil ettiği zirvede İttifak'ın gelecek on yıldaki yol haritasını belirleyen yedinci stratejik belge kabul edildi. NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen'in basın toplantısında elinde sallayarak anlattığı 38 maddeden oluşan 11 sayfalık belgede, "NATO, hiçbir ülkeyi düşman olarak görmemektedir" ifadesi yer alırken adı geçmeyen gizli düşmanın kim olduğu merak ediliyor.
Stratejik konsept arzu ettiğimiz gibi
Portekİz'in başkenti Lizbon'da yapılan NATO Zirvesi'ne katılan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, açıklamalarda bulundu.
Zirvenin ikinci gününde basın mensuplarına açıklama yapan Gül, "Lizbon'daki NATO zirvesinin ilk oturumu dün yapıldı. Dünkü oturumlar önemliydi çünkü dördüncü kez stratejik konsept yeniden belirlendi. Bununla ilgili çalışmalar çok eskiden başlamıştı. Türkiye NATO'nun en önemli sahiplerinden birisidir. 1952'den beri üyesidir. Dolayısıyla faaliyetlerinde hem siyasi hem diğer konularda söz sahibi olmuştur. Bu çerçeve içerisinde sorumluluğumuz çok önceden gelmektedir. Stratejik konsept ilgili şüphelerimizin nasıl yapılması gerektiğiyle ilgili çalışma yaptık. Bu çalışma süresi içerisinde Dışişleri bakanımız, savunma bakanımız, başbakanımız herkes büyük bir gayret gösterdi. Netice dün akşam kabul edilen stratejik konsept arzu ettiğimiz çerçeve içerisinde çıktı. Bundan büyük memnuniyet duyuyoruz. Burada yine iki önemli konu vardı. Bunlardan birisi balistik füzelere karşı bir savunma sisteminin kurulması. Önemli olan, NATO- AB ilişkileridir. Birçok problemli noktalarda AB ve NATO beraber çalıyor. Türkiye NATO'nun eski üyesi. Dolayısıyla bu ilişkilerde zaman zaman problemler oluyordu. NATO'nun üyesi olmayan ama AB'nin üyesi olanlar da var. Bu konularda bizim bir önemli bir duruşumuz söz konusuydu. Bu sıkıcı süreçte de toplantılar devam ediyor. Biraz sonra Afganistan'la ilgili bir toplantı olacak. Türkiye bu misyonda savaşan bir ülke olarak değil, daha farklı bir şekilde askerlerimiz orada görev yapmaktadır. Daha çok eğitim, güvenlik tedbirlerini alma şeklinde görev yapmaktadır. Afganistan'da sadece askeri değil, orada sağlık, eğitim, güvenlik ve birçok alanda ülkenin aslında büyük yatırımları var" şeklinde konuştu.
Dün, Avustralya Başbakanı Julia Gillard ile ikili görüşme gerçekleştiren Gül, Afganistan'da yaptığı katkılar ve ilk kadın başbakan olmasından dolayı Gillard'ı 2 kere tebrik eden ederek, Çanakkale'ye atıfta bulundu. Savaştan dostluk doğduğunu ifade eden Gül, "Mesafeler uzun olsa bile dostluk yakın" ifadelerini kullanmıştı. Gül, ayrıca Çanakkale'nin 100'üncü yıldönümü yaklaşırken Avustralya ile görkemli bir anma töreni için hazırlık planları yaptıklarını belirtti. Görüşme Avustralya'nın talebiyle gerçekleşirken, Gillard'ın Türkiye'ye İran konusundaki tutumları hakkında görüş sorduğu belirtildi. Zirvenin ikinci gününde Cumhurbaşkanı Gül'ün ayrıca, Hollanda, Gürcistan ve Rusya liderleriyle ikili görüşmeler gerçekleştirmesi bekleniyor.
NATO yeni tehditler buldu
Çetİn pazarlıkların geçmesi beklenen tarihi zirvede uzlaşma erken sağlandı. Bu nedenle Genel Sekreter Rasmussen, stratejik konsept belgesi elinde olduğu halde beklenenden erken bir şekilde basının karşısına çıktı.
Bunun sıradan bir belge olmadığını, İttifak'ın eylem planı olduğunun altını çizen Genel Sekreter, "NATO için tarihi bir an. NATO, benzeri olmayan barış güvenlik ve ortak değerler toplumudur. Ama dünya değişiyor. Yeni tehdit ve meydan okumalarla karşı karşıyayız. Bu stratejik belge, barış ve güvenliği savunmada NATO'nun etkin olarak kalmasını garanti altına alacak." dedi. NATO'nun 5'inci maddesi olan kolektif savunmayı güçlendiren ifadelere yer verilen belgede, "NATO üyeleri saldırılara karşı daima birbirine yardım edecek.'' denilerek, bu taahhüdün "güçlü ve bağlayıcı'' olduğu vurgulandı. Nükleer caydırıcılık politikasının sürdürüleceğine işaret edildi. Onaylanan yeni stratejik konseptle birlikte NATO, balistik füzeler ve siber saldırı gibi 21'inci yüzyılın tehditlerine göre yeni yeteneklerin geliştirilme iradesini gösterdi. Belgede siber saldırıların daha sık ve daha organize yaşanmaya başlandığı ve hükümetlere, iş dünyasına ve kritik altyapılara daha ağır maliyet verdiği tespiti yapılarak, bunların belli bir aşamadan sonra NATO üyelerinin refah, güvenlik ve istikrarını tehdit edebileceği uyarısında bulunuldu.
Sarkozy: 'Açıklamadık ama NATO'nun hedefi İRAN'
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, NATO'nun kamuya açıklanan belgelerinde hiçbir ismin yer almadığını, bununla birlikte bugünün füze tehdidinin İran'dan geldiğini söyledi.
NATO zirvesinin yapıldığı Portekiz'in başkenti Lizbon'da bulunan Sarkozy, zirvenin ikinci günündeki açıklamasında, ''NATO'nun kamuya açıklanan belgelerinde hiçbir isim yer almıyor ama biz kediye kedi deriz, bugünün füze tehdidi İran'dır'' ifadesini kullandı. NATO'ya üye ülkelerin liderleri dün, potansiyel tehdidin kaynağını belirtmeksizin, Avrupa halkını ve topraklarını koruma amaçlı füze kalkanı sisteminin oluşturulmasını inceleme kararı almıştı. Fransa, kabul edilen yeni "stratejik konsept"te ve nihai bildirgede, tehdidin kaynağı olarak İran adının açıkça yer almasını isteyen İttifak ülkeleri arasında bulunuyor.
Obama: Herkese rolünü verdik
NATO zirvesine katılan ABD Başkanı Barack Obama, NATO liderlerinin, Avrupa'daki tüm NATO ülkelerinin ve ABD'nin topraklarını koruyacak bir füze savunma kalkanı oluşturulması konusunda anlaştıklarını söyledi. Obama, basına yaptığı kısa açıklamada, "İlk defa, hem ABD hem Avrupa'daki tüm NATO topraklarını ve nüfusunu kapsayacak güce sahip bir füze savunma yeteneğinin geliştirilmesi konusunda anlaşmaya varmış bulunuyoruz" diye konuştu. Lizbon Zirvesi'ni "tarihi" olarak değerlendiren Obama, liderler arasında ortak bir tutum oluştuğunu, "bugün önemli bir ilerleme sağlandığını" belirtti. Obama, "(Sistem) Müttefiklerimizin (NATO üyelerinin) tümüne belirli bir rol sunuyor" diye konuştu.
Obama, kalkanın nedenine ilişkin olarak da "Günümüzün tehditlerine karşı, balistik füzelerle gelebilecek tehditlere karşı yurttaşlarımızı koruma kararlılığımızı gösteriyor" dedi.
ABD Başkanı Obama, "Bir NATO ülkesine yapılmış saldırı, tüm NATO üyelerine yapılmış sayılır" ifadesini kullandı. Liderlerin yarın, Rusya Devlet Başkanı Dmitriy Medvedev ile yapılacak toplantılarda Rusya'yı da sisteme katılmaya davet edeceklerini anımsatan Obama, "Rusya ile de aynı tehditlerin çoğunu paylaştığımızı birlikte kabul etmemizden hareketle, aramızda iş birliği oluşturma yönünde yarın yapacağımız çalışmayı sabırsızlıkla bekliyoruz" dedi. Obama, "NATO üyesi ülkelerin, Rusya ile ilişkilerinin kuvvetlendirilmesini ve güvenliğin artırılmasını desteklediklerini" kaydetti.Yeni sistemin, Kuzey Amerika'da var olan füze kalkanının, Avrupa'daki NATO ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletilmesi şeklinde oluşturulacağı, komuta ve kontrol gibi konuların daha sonra belirleneceği belirtiliyor. Yetkililer, sistem için 28 NATO ülkesinin, 280 milyon dolar yatırım yapmasının gerekeceğini bildiriyor.
NATO Füze kalkanının Türkiye'ye yerleştirilmesinin onaylanmasına Türkiyeli müslümanlardan tepki yağıyor.Yurdun dört bir yanında düzenlenen protestolarda 'Nato'nun askeri olmayacağız' mesajı verildi.
NATO'nun Lizbon Zirvesi'nde Füze Kalkanı'nın Türkiye'ye yerleştirilmesinin onaylanmasına Türkiyeli sivil toplum kuruluşları ve özgürlük platformlarından sert tepki geldi.
SAKARYA: TÜRKİYE İSRAİL'E KALKAN OLUYOR
Sakarya Adalet Girişimi 271. hafta basın açıklamasında NATO’nun Füze Kalkanı Projesi’nde asıl hedefin Doğu ve İslam ülkeleri olduğunu belirterek, projeye verilen destek ile ABD ve İsrail’in çıkarlarına hizmet edildiğini savundu
Sakarya Adalet Girişimi Başörtüsü Platformu’nun haftalık devam ettirdiği adalet ve özgürlük eylemlerinde 271. hafta geride kaldı. Platform adına Sakarya Dayanışma Derneği’nden Kadrican Mendi’nin yaptığı açıklamada Lizbon Zirvesi’nde NATO’nun füze kalkanı projesine Türkiye’nin verdiği destek protesto edildi. Mendi, projeyle ilgili olarak “Her ne kadar bunun bir savunma sistemi olduğu söylense de gerçekte biliyoruz ki; Batı’nın ve bu arada NATO’ya katılması konuşulan İsrail’in çıkarlarını ve güvenliğini esas alan bir proje bu. ABD ve İsrail’in balistik füzelerinin tehdidine karşı hiçbir yaptırımı bulunmayan bu yeni konseptle başta İran olmak üzere İslam ülkeleri, ABD ve İsrail’in nükleer güç karşısında bir denge oluşturabilme şansından dahi yoksun bırakılacaklar. Bu konseptin tam meali ABD ve Batı, dünyanın istediği bölgesini istediği zaman vurabilir ama kimse onlara karşılık veremez, hatta bunu aklından dahi geçiremezdir.” değerlendirmesinde bulunarak projeyi savunmak için söylenenlerin kamuoyuyla dalga geçmekten başka bir anlam ifade etmeyeceğini söyledi.
Başörtüsü sorunuyla oynamayın!
Kadrican Mendi, başörtüsü sorununda gelinen noktayla ilgili olarak da “Bir zamanlar Cumhurbaşkanlığını başörtüsü meselesini çözmek için nihai hedef olarak gösteren kadro buraya yerleştikten sonra bu sefer Anayasa Mahkemesi’ni mazeret olarak kullandı ancak referandum sonrası bu “engeli” de aştığını bildiğimiz Hükümet halen, Başbakan’ın çok sevdiği futbol ağzını kullanırsak, orta sahada top çevirmektedir. Gül’ün eşine destek mesajının ardından Başbakan ise sorunun çözümünü bir kez daha seçim sonrasına atmaktadır. Kendisinin son seçimi olacağını aylar öncesinden ilan eden bir siyasetçinin meselenin çözümünü böyle bir final sahnesine bağlamasını nasıl izah edebiliriz? Bu son seçimden sonrada kalkıp “Kusura bakmayın arkadaşlar, ben artık gidiyorum, siz başınızın çaresine bakın” derse bunun hesabı kimden nasıl sorulacaktır? Yoksa Başbakanın son seçiminden sonra bir de Cumhurbaşkanı ya da devlet başkanı olmasını mı bekleyeceğiz? Kamuoyu ile adeta alay eden bu tavra karşı sessiz kalmamız söz konusu olamaz.” dedi. “Katil NATO’ya hayır!”, “Ne NATO ne kalkan” dövizlerinin taşındığı eylem “Direne direne kazanacağız” sloganlarıyla son buldu.
Basın açıklaması metni:
Dün Lisbon’da toplanan tarihi NATO zirvesinde kamuoyunda “füze kalkanı sistemi” olarak bilinen yeni konsept Türkiye’nin de onayı ile kabul edildi.
Tüm dünyanın bildiği gibi bu sistemin muhatabı Türkiye’nin komşusu Doğu-İslam ülkeleri ve yine herkesin bildiği gibi Amerika’nın öncelikli düşman ilan ettiği İran İslam Cumhuriyeti idi.
Her ne kadar bunun bir savunma sistemi olduğu söylense de gerçekte biliyoruz ki Batının ve bu arada NATO’ya katılması konuşulan İsrail’in çıkarlarını ve güvenliğini esas alan bir proje bu.
ABD ve İsrail’in balistik füzelerinin tehdidine karşı hiçbir yaptırımı olmayan başta İran olmak üzere İslam ülkeleri bu yeni konseptle ABD ve İsrail’in nükleer güç karşısında bir denge oluşturabilmek şansından dahi yoksun bırakılacaklar.
Bu konseptin tam meali ABD ve Batı dünyanın istediği bölgesini istediği zaman vurabilir ama kimse onlara karşılık veremez, hatta bunu aklından dahi geçiremezdir.
Türkiye’nin İslam ülkeleri nezdindeki itibarını ve Ortadoğu halklarının kaderini belirleyecek böyle önemli anlaşmaya dönük hükümetin geliştirdiği; “Anlaşmada hiçbir ülkenin adı geçmiyor, İran düşman olarak gösterilmiyor” şeklindeki savunuları kamuoyu ile alay atmaktan başka bir şey değildir.
Komşularla sıfır sorun gibi bir sloganı diline pelesenk eden “Davutoğlu konsepti”, Irak seçimlerinde ABD’nin planına alet olduktan sonra son NATO konseptini de onaylayarak inandırıcılığını yitirmiştir.
Bu sürecin devamında İsrail’in de aynı kalkan içine alınarak İran’a karşı dokunulmaz kılınması meselesi konuşulmaktadır.
Bu noktada “One minute” çıkışlarının “İsrail bizden özür dileyecek” laflarının samimiyetini kamuoyunun değerlendirmesine bırakıyoruz.
Dış siyasette yaşanan bu işbirlikçi tutum maalesef Başörtüsüne karşı takınılan resmi tutumun bir devamıdır.
Hayrünnisa Gül’ün ilköğretimde başörtüsünü savunan biz “cahilleri” eğitmekten bahseden açıklamasına destek veren Cumhurbaşkanı basının ısrarla bu meseleyi sorması üzerine “artık bu konuyu duymaktan rahatsız olduğunu” söylemektedir.
Oysa bizler çok iyi biliyoruz ki bir zamanlar Cumhurbaşkanlığını başörtüsü meselesini çözmek için nihai hedef olarak gösteren kadro buraya yerleştikten sonra bu sefer Anayasa mahkemesini mazeret olarak kullandı ancak referandum sonrası bu “engeli” de aştığını bildiğimiz hükümet halen, başbakanın çok sevdiği futbol ağzını kullanırsak orta sahada top çevirmektedir.
Gül’ün eşine destek mesajının ardından Başbakan ise sorunun çözümünü bir kez daha seçim sonrasına atmaktadır.
Kendisinin son seçimi olacağını aylar öncesinden ilan eden bir siyasetçinin meselenin çözümünü böyle bir final sahnesine bağlamasını nasıl izah edebiliriz?
Bu son seçimden sonrada kalkıp “Kusura bakmayın arkadaşlar, ben artık gidiyorum, siz başınızın çaresine bakın” derse bunun hesabı kimden nasıl sorulacaktır?
Yoksa Başbakanın son seçiminden sonra bir de Cumhurbaşkanı ya da devlet başkanı olmasını mı bekleyeceğiz?
Kamuoyu ile adeta alay eden bu tavra karşı sessiz kalmamız söz konusu olamaz.
Başörtüsü 8 yıl süren ilköğretimde, üniversitelerde ve hayatın her alanında serbest oluncaya kadar hesap sormaya devam edeceğiz.
Allah yolunda adanmışlığın şiarı olan Kurban Bayramını hayatımızı nelere adadığımızın muhasebesini yapmak için bir vesile sayıyoruz.
Bizlere Hakkı, Adaleti, Dürüstlüğü, Fedakârlığı emreden Rabb’imize adanmış bayramlarda buluşmak üzere hepinizi Allahın adı ile selamlıyoruz.
Gülüyorum şu haberlere...BU adamları onların islama aykırı hareketlerini görüp bile bile övüyor ve destekliyorsunuz, onlar ise size nanik yapıyor.Siz bu kafayla daha çok rezil olursunuz demokrat müslümnalar sizi.
KONYA: NATO MÜSLÜMANLARIN TOPRAKLARINI İŞGAL EDEN BİR ÖRGÜTLENMEDİR
Konya İnanç Özgürlükleri Platformu düzenlediği basın açıklaması eyleminde, NATO füze kalkanının Türkiye'ye yerleştirilmesinin onaylanmasına sert tepki gösterdi.
Basın açkılaması metni platform adına Abdurrahman Akcan tarafından okundu:
Basın açıklaması metni:
Rahman, Rahim, Allah’ın adıyla
Tehdit ederek her yolun başına oturup da Allah’ın yolundan O’na inananları çevirmeyin ve yolun eğriliğini, çarpıklığını arzu etmeyin. Düşünün ki siz az idiniz de O sizi çoğalttı Bakın bozguncuların sonu nasıl olmuştur. (Araf Suresi 86. Ayet)
Sevgili dostlar, değerli basın mensupları;
İki kılıbık sohbet ediyorlarmış. Birisi: ‘’Evde otorite benim. İşlerime kimseyi karıştırmam.’’ demiş ve eklemiş: ‘’Önce yemek sonra bulaşık sonra da çamaşır işleriyle uğraşırım. Sıraya asla müdahale ettirmem.’’ deyince, diğeri: ‘’O da laf mı? Evde son sözü her zaman ben söylerim. Sen bilirsin hanım derim. Üzerine de söz söyletmem.’’ demiş.
Son günlerde etkin dış siyaset muhabbetleri, bu hikâyede olduğu gibi cereyan ediyormuş gibi geliyor bize… ‘’İran’ın adının anılmasına müsaade etmedik. Hedef ülkeler arasında zikredilmesine mani olduk. Komuta bizim kontrolümüzde olacak. Savunma sistemine Türkiye’yi de dâhil ettik.’’ gibi ifadeler, bize çok şirin geldi. Türk mizahına yapılmış önemli bir katkı gibi algıladık. Dümbüllü İsmail sizinle gurur duyuyordur. Dış siyaset mi, komedi dükkânı mı belli değil.
Terör örgütü İsrail’in resmi kuruluşundan bir yıl sonra kurulan NATO, 2. Dünya savaşından sonra bir savunma paktı olarak ortaya çıktı. Katılımcı ülkelerin savunulmasını esas alan bu yapılanmaya 1952 de Türkiye’de dâhil oldu. Sovyet yayılmacılığı tehlikesi bahane edilerek dâhil olunan NATO, Sovyetler birliğinin çökmesi ve dağılmasıyla birlikte varlık nedeni hususunda ciddi tartışmalar yaşadı.
Türkiye’nin bu ittifaka dâhil olma gerekçesi ortadan kalkmış olmasına rağmen, bu ittifakta bulunma, ülkemizde tartışmaya dahi açılmadı. Türkiye bu ittifakın önemli bir üyesi olarak ittifak bünyesinde kalmaya devam etti. NATO, Varşova paktının dağılmasıyla birlikte kendisine yeni düşman olarak, kızılın yerine yeşili belirledi. Artık sosyalizm tehlikesi bitmiş, yerine İslam bir tehlike olarak konulmuştu. O günden sonra da NATO, tüm stratejisini Müslümanlara düşmanlık üzerine belirledi. Irak ve Afganistan’ın işgali Müslümanlara yönelik saldırıların en uç noktasını oluşturdu.
NATO, Müslümanların topraklarını işgal eden bir işgal örgütlenmesidir! İkinci hedefi de, kendisinin işgal etmediği Müslümanların topraklarını işgal eden diğer devletleri destekleyip korumak, gözetmektir. İşgalci terör örgütü İsrail, bu destekleme listesinin başını çekmektedir.
Son günlerin önemli tartışma konusu olan Füze kalkanı projesinin, elinde nükleer güç bulunduran ve bulundurma ihtimali olan Müslüman ülkelere yönelik olduğu gayet açıktır. Ve bu ülkelerin, Türkiye’yle hiçbir sorunu yoktur. Açıkça düşmanının İsrail olduğunu belirten ve İsrail’i yeryüzünden sökülüp atılması gereken habis bir ur olarak nitelendiren İran’a yönelik bir savunma sistemi olduğu da gayet açıktır. Yani bu füze kalkanı sistemi, İsrail’i İran’a karşı korumak ve olası bir İran – İsrail savaşında NATO’nun İsrail’in yanında olacağı anlamına gelmektedir.
Komşularıyla sıfır problem politikası yürüten ve İsrail’le gemi krizinden sonra İsrail’e üç ay mühlet verip ‘’Özür dilemezlerse ilişkileri keseriz!’’ diyen bir dış politikanın gelmiş olduğu nokta Lizbon toplantılarının sonucunda, şerefli mağlubiyetler dönemi ve onurlu kılıbıklık diplomasisi diye nitelendirilebilecek bir haldedir.
Biz dış politika üretenlere daha sağlıklı bir yöntem öneriyoruz. Hem de daha mizahi olur. Füze kalkan sistemini ülkemize yerleştirin. Ülkemizdeki işgal edilmiş toprakların kilometre karesini arttırın. Fakat karşılığında NATO ülkelerine kılıç kalkan ekibi kurmalarını da şart koşun. Daha tutarlı davranmış hem de onurlu bir dış politika sergilemiş olursunuz. (!)
Acziyetin kudret, yenilgilerin zafer olarak adlandırılmadığı; izzet ve şerefin, Tevhid ve adalet üzere şekillendiği bir dünyada yaşama umudu ile hepinizi 168. Haftada aynı yer ve saatte buluşmak üzere Allah’a emanet ederiz.
KONYA İNANÇ ÖZGÜRLÜKLERİ PLATFORMU
.
KOCAELİ: AMERİKA'YA KARAKOL, İSRAİL'E KALKAN, İRAN'A DÜŞMAN OLMAYACAĞIZ
Kocaeli Gönüllü Kültür Teşekkülleri Platformu 292.hafta basın açıklaması 20 Kasım 2010 Cumartesi günü, saat 12.30’da İzmit İnsan Hakları Parkı, Özgürlük Meydanında yapıldı.Basın açıklamasını Gönüllü Kültür Teşekkülleri üyelerinden MAZLUMDER Kocaeli Şubesi başkanı Çetin Tahtacı yaptı.Konusu ülkemize kurulması planlanan füze kalkanına halkın gösterdiği tepkiydi.
Basın açıklaması metni:
Değerli basın mensupları ve çok kıymetli halkımız,
292.Haftaya giren, Kocaeli Gönüllü Kültür Teşekkülleri Platformunun
basın açıklamasına hoş geldiniz.
ABD, kendi tehdit algısına göre İran’daki, Suriye’deki, Lübnan’daki ve Filistin’deki gelişmeleri dizginlemek ve sözde İsrail’in güvenliğini garanti altına almak için Türkiye’de Füze Kalkanı kurmak istemektedir. NATO patentli bu teklifle Türkiye’nin önüne getirilmek istenen gerçek anlamıyla koruculuktur. Türkiye uzunca bir süredir ithal tehdit algısıyla şekillenmiş olan NATO'nun Füze Kalkanı Projesini onaylaması yönünde baskı altında tutulmaktadır. Bu durumda ya komşularla sıfır sorun politikasını sürdürmek ya da gerçek hedefi kardeş halklar olan sipariş projede "cephe ülkesi" rolünü üstlenmek gibi iki farklı misyon arasında bir tercihte bulunmasına zorlanacaktı. Fakat dün Lizbon’ da gerçekleşen zirvede NATO, yeni yol haritası olan 'stratejik belge'yi ve bu çerçevede füze savunma sistemi oluşturulmasını kabul etmesiyle Türkiye’ye koruculuk görevini vermiştir.
Füze kalkanı projesinde hem Türkiye’yi hem de Batı dünyasını bölgeden kaynaklanan nükleer füzelere karşı korunacağından bahsedilmektedir. Herkesinde bildiği gibi Ortadoğu’da İsrail’in nükleer silahı elinde bulunduğu bilinmesine rağmen hiç konu bile edilmezken neden İslam coğrafyasındaki halklar tehdit olarak algılanmaktadır ? Bir realite karşısında sessiz kalanların bir ihtimal üzerinde kıyameti koparmaları ikiyüzlülüğün ta kendisidir. Buradan da anlaşılıyor ki Müslüman halkları tehdit olarak algılayan NATO füzeleri, Filistin işgalcisi İsrail devleti için "muhafız" rolü üstlenecektir.
Türkiye hükümetinin girişimiyle tehdit algısı ülke olarak herhangi bir ülkenin bu belgeye yazılmaması önemlidir. Fakat füze kalkanının yapıldığı takdirde Türkiye üzerinde imha edilecek olan nükleer füzelerin oluşturacağı serpintinin ülkemiz insanına vereceği zararı kim telafi edecektir. Daha öncesinde yaşadığımız Çernobil faciasının ülkemize verdiği zarar hala hafızalarımızda diri durmaktadır.
Hükümet’ten, NATO füzelerine ev sahipliği yapmak gibi kardeş halklar nezdinde hepimizin başını öne eğeceği kesin olan ve tarih önünde kendilerini de vebal altına alacak bu karara geri adım atması hepimizin dileğidir.
Kocaeli İnanç Özgürlüğü Platformu adına
MAZLUMDER Kocaeli Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı
Çetin TAHTACI
.
AKYAZI: NATO'NUN FÜZE KALKANI İSLAM ÜMMETİ'NE AÇILMIŞ BİR SAVAŞTIR
Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu düzenlediği basın açıklaması eyleminde NATO füze kalkanının Türkiye'ye yerleştirilmesine sert tepki gösterdi.
Basın açıklaması metni:
Hangi Çözümden Bahsediyorsunuz?
Başörtüsü yasağı artık çözüldü gibi açıklamaların kamuoyuna yansıması acaba hangi türden algılamalar için yapılmaktadır.
Onbinlerce başörtülü memur, öğretmen veya görevli hergün başlarını açmaya zorlanıyorken, bazı üniversitelerde başörtülü öğrenciler kampüse giremezken, orta öğretimde ve ilköğretimde başörtülü öğrencilere yönelik yasak sürerken hangi çözümden bahsediyorsunuz?
Biz çocuklarımızı yetiştirirken ‘firt laydlere’ soracak değiliz. İnancımızın gereği neyse çocuklarımızı o şekilde yetiştirmek en tabii hakkımızdır. Siz birilerine şirin gözükeceksiniz diye onların taktirlerine muhatap olacaksınız diye başörtüsüne yaş sınırlaması getirerek ailelere cahil yakıştırmasında bulunmak hakkını kullanamazsınız.
Milli güvenlik derslerini muvazzaf subayların vermesi olmazsa olmazmıdır. Bu dersleri görev yapan öğretmenlerden herhangi biri rahatlıkla verebilir. İktidarların görevi özgürlüklerin önünü açmaktır. Hayatın tüm alanlarında insanlar inançlarının gereğini yapabilmelidir.Eğer bir iktidarözgürlüklerin önünü açamıyorsa ‘Beyaz Türk’lerin’ hegomanyasından kurtulamamış demektir. İktidarın görevi bu hegomanyayı kırmaktır. Halka rahmen iktidarınızı sürdüremezsiniz.
Natonun füze kalkanı islam ümmetine açılmış bir savaştır.
Amerika natoyu kullanarak israile yapılacak saldırıları önlemek için için füze kalkanlarını türkiyede konuşlandırmak istiyor. İncirlik üssü israilin mefaatlerini korumak için yeterli gelmiyormu?
Akp hükümeti ağa babalarının ramına iş yapamadığı aşikar. İktidar küresel emperyalizmin oyununa alet olmamalıdır. İslam ümmetine karşı konuşlandırılması düşünülen füze kalkanlarına kesinlikle karşıyız. Füze kalkanlarının ülkemize konuşlandırılması ülkemize ihanettir. İktidar bu kirli oyundan derhal çekilmelidir.
Gelecek hafta cumartesi saat 12:30’da buluşmak üzere Allah’a emanet olunuz.
Akyazı Başörtüsüne Özgürlük Platformu Adına
Mazlum sözcüsü
İrfan ALEMDAR
.
ANKARA: TÜRKİYE TEHDİT ALTINDAKİ İSLAM TOPRAKLARINA KALKAN OLSUN
Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu düzenlediği basın açıklaması eyleminde, NATO Füze Kalkanı'nın Türkiye'ye yerleştirilmesine sert tepki gösterdi.
Basın açıklaması metni:
Saygıdeğer gönül dostları Ankara İnanç Özgürlüğü Platformu 251. Hafta basın açıklamasına hepiniz hoş geldiniz sefalar getirdiniz. Geçmiş Kurban bayramınızın hayırlara ve özgürlüklere vesile olmasını Rabbimizden niyaz ediyoruz.
Bugün NATO zirvesi Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün başkanlığında Lizbon’da düzenleniyor. ABD’nin üye tüm ülkelere füze kalkanı projesini kabul ettirmesi bekleniyor.
NATO ülkemizde üs kuracakmış..! Amerika’nın girdiği yerden çıktığı nerede görülmüş?! Afganistan ve Irak’ta yaşananlar ortadayken böyle bir proje nasıl kabul edilebilir? Bir İncirlik’ten kurtulmaya çalışırken yeni İncirlikler kabul edemeyiz. Amerikan askerleri bu topraklara asla girmemelidir.
NATO, İran’a, Suriye’ye ve bu bölgenin Müslüman halklarına karşı bir füze kalkanı kurmak istiyor. Müslüman bir ülke olan Türkiye’ye kurulacak füze kalkanıyla bu topraklar kirletilecektir. Bunun barış amaçlı bir proje olduğu büyük bir yalandır. Biz Türkiye’nin Avrupa’ya değil, tehdit altındaki İslam topraklarına; İran’a, Suriye’ye, Filistin’e kalkan olmasını istiyoruz.”
Bizler sesimizi yükselterek zulüm yapanlara kalkan olmak istemediğimizi ifade ediyoruz. Masum insanların üzerinde süper güçlerini çekinmeden kullanan katillere zulümlerini gizlemekte kalkan olmadık olmayacağız. Yapılacak bu antlaşmadan ötürü katillerle masaya oturanları kınıyoruz. Devlet büyüklerinin bebek katilleri ile sıkılan ellerin bir gün boğazımızı sıkmak için fırsat kolladıklarını unutmasınlar.
Hükümet ve diğer oy kaygısı güden partilerce bir oy deposu olarak görülen siyasete Allah’ın emrini alet etmekten çekinmeyen samimiyetsiz ve vicdan yoksunu parti liderleri bu sorunu çözmektense iyice kördüğüm edip kangrenli bir uzva dönüştürmeye çabalıyorlar. Eğitime %100 destek verdiklerini her türlü yayın organından gösteriş yapan eğitim gönüllülerinin aldığı yoklamaya tarladan, bağdan, bahçeden ve düğün evinden değil; okul kapılarından başörtümüzle ‘BURDA’ diyoruz. Kız çocuklarının çalıştırılması, küçük yaşta evlendirilmesi ve tarlada iş gördürülmesine karşı çıkan eğitim gönüllülerine başörtüsü ile okul kapılarında güvenlik görevlilerince şiddet görmesine sessiz kalması çok düşündürücüdür. İdeolojik ayrılıklar yüzünden kendilerinin her konuda haklı olduklarını fakat özgürlük mücadelesi veren mazlumları her konuda haksız gören yobazlar zulümden çekinmemekte. ‘Baba beni okula gönder’ diye türkü yakanlara karşılık olarak bizde ‘Baba beni okula almıyorlar’ diyoruz.
Devletin okullarına, hastanelerine, adliyelerine başörtülü hanımların okul kapılarında emir kulu olarak addedilen, kraldan çok kralcı, sistemin güvenlikçileri tarafından kapıdan içeri alınmayıp tartakladığı, hakaret ve kötü muamele ile karşılaştığı bu çarpık düzeni kınıyoruz. Hak, özgürlük, adaletten yüreklice bahsediyor ve buradayız diyoruz.
Kalpleri yerlerinden sökülmüşçesine, vicdanlarını geçirdikleri operasyonla aldırmışçasına tepkisiz ve ilgisiz duranlara Allah’dan acil şifalar diliyoruz. Bizler inanç özgürlükleri tam anlamıyla yaşanıncaya kadar mücadelemizi sürdürmeye söz veriyoruz. Haftaya 252. Basın açıklamasında buluşana kadar sizi Allah’a emanet ediyoruz. Selam ve dua ile…
Yıllardır Türkiyenin komşularıyla sıfır sorun olsun ve ümmet bilinciyle hareket edelim diye bir avuç insan yazıp çizdi, canını ortaya koydu ve Mavi Marmaranın Akdenize açılmasıyla birlikte özlemini çektiğimiz ağabeyliği pekiştirmeye çalıştığımız bu günlerde daha şehitlerimizin kanı kurumadan Batının oyununa gelip füze kalkanlarını topraklarımıza yerleştirmeyi düşündünüz?
Mavi Marmara’nın ahı yerde kaldı. Kardeşlerimizi şehit eden İsrail’i İran’dan korumak için memleketimize yerleştirilmeye çalışılan füze kalkanlarını nasıl içinize sindireceksiniz? İncirlik’ten kalkan uçaklar yıllar boyu Afganistan’ı, Irak’ı vurmadı mı? Şimdi Mavi Marmara ve Müslüman katili İsrail’i kendi elimizle can siper koruyacak mıyız? Kurban Bayramı’nda boyunları bükük duran şehit ailelerine mükâfatınız bu mu olacaktı?
Mavi Marmara baskına uğradığında şerefsiz Nato niçin İsrail’e ses çıkarmadı? O Nato’yla yolunuzu ayırmanız gerekirken Füze Kalkanı görüşmelerine hangi yüzle gideceksiniz? Tam da Arap, Türk, Doğu ülkeleri Türkiye’yi ciddiye aldığı, Osmanlı düşleri kurduğu bir zamanda bir çuval inciri mahvediyorsunuz, yazık sizi deha sanmıştık inşallah yanılmamışızdır.
Ümmet için siper olabildik mi ki, İsrail’in koruyuculuğuna soyunuyoruz?
Şimdi derhal o gâvurların karşısına çıkıp deyin ki: “Hayır, bizim fakir ve yüreği yaralı halkımız bunu istemiyor, kalkanlarınız buraya dikilmeyecek bilakis kalkanlarınız bu mübarek topraklarda indirilecek…”
İstemiyoruz sevgili Davutoğlu, bunları söyleyip dönünüz işte o zaman sizleri omuzlarımızda taşımak için havaalanında bekliyor olacağız…
Gülüyorum şu haberlere...BU adamları onların islama aykırı hareketlerini görüp bile bile övüyor ve destekliyorsunuz, onlar ise size nanik yapıyor.Siz bu kafayla daha çok rezil olursunuz demokrat müslümnalar sizi.
Bir günde 23 İşgaci NATO ve amerikan askeri ölürken onlarcası ağır yaralandı..
20 Kasm 2010
Afganistan İslam Emirliği Resmi kaynakları tarafından 20 Kasım 2010 tarihli operasyon haberleri:
Uruzgan vilayetine bağlı Tarinkovt şehrinde seyir halinde ki bir Amerikan tankına yönelik gerçekleştirilen bombalı operasyonda 2 İşgalci Amerikan askeri öldü 2 işgalci de ağır yaralandı. Birinci bombalı operasyonun akabinde İşgalci Amerikan askerlerinin Ölü ve yaralıları almak için geldikleri esnada uzaktan kumandalı bir bomba'nın daha İslâm Emirliği mücahitleri tarafından patlatılması sonucu (8) işgalci Amerikan askeri daha öldü..
Helmand eyaletine bağlı Sangin şehrinde bir İşgalci Amerikan konvoyuna yönelik gerçekleştirilen bombalı operasyonda 3 Amerikan Tankı içerisindeki işgaci Askerlerle beraber imha edildi. operasyonda ölen ve yaralanan işgalci askerlerin sayıları hakkında tam bir bilgi edinilemedi.
Kunduz vilayeti merkezinde ki şerkatbağ bölgesinde sabah saat 5 sıralarında park halindeki bir İşgalci NATO aracına yönelik uzaktan kumandalı patlayıcılarla gerçekleştirilen operasyonda araç etrafında bulunan en az 8 işgalci NATO askerinin öldüğü bir çoğunun da yaralandığı bildirildi.
Baktiya eyaletine bağlı Sekinderkeyl bölgesinde işgalci Amerikan askerlerini taşıyan bir askeri araç Afganistan İslam Emirliği Mücahitleri tarafından atılan bir roketle tam isabetle vuruldu. operasyonda en 1 Amerikan askeri ölürken 2 işgalci amerikan askeri ağır yaralandı.
Helmand eyalet merkezinde ki Leşkercah bölgesinde İslâm Emirliği mücahitleriyle İşgalci terörist amerikan askerleri arasında yaşanan şiddetli çatışmalarda 3 işgalci amerikan askeri öldü 4 ü ağır yaralandı.
EY KATİL AMERİKA YETMEDİMİ BU SANA... DURDUR AFGANİSTAN VE IRAKTA MÜSLÜMAN KATLİAMINI , VE İŞGALİNİ... YOKSA MÜCAHİDLER SENİ İNİNDE VURMAYA YEMİNLİLER... ya MUNTAKİM-İNTİKAM ALICI
Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkan yardımcısı Ahmet Şanverdi, Füze Kalkanı Projesi'nin uzun soluklu ''şer projesi'' olduğunu öne sürerek, TBMM'nin projeyi reddetmesini istedi.
Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkan yardımcısı Ahmet Şanverdi, yaptığı yazılı açıklamada, projenin kabul edilmesinin akıl ve izan sahibi insanların kabul edebilecekleri bir tavır olmadığını belirtti.
Projenin tüm müttefik ülkeleri kapsaması gerektiğini ve tehdit olarak herhangi bir ülke adı verilmemesi gerektiği tezinin de, ''vaziyete kılıf uydurmak'' olduğunu ileri süren Şanverdi, şunları kaydetti:
''NATO'nun füze kalkanından Türkiye'ye bir hayır gelmeyeceği tarihi tecrübeyle sabittir. İslam ülkelerini hedef alan bu projede, Türkiye'nin yer alması son derece isabetsiz olmuştur. Türkiye'ye yerleştirilecek füze kalkanlarının İran'ı hedef aldığı bilinen bir gerçektir. Türkiye'nin toprakları ve karasuları artık komşu ülkelerin işgalinde bir rampa olarak kullanılabilecektir. Türkiye sınırları içerisinden komşularımıza karşı tehdit algılamasına dahi izin vermemeliyiz.
Kaldı ki bu füze sistemi bir NATO değil, ABD projesidir. ABD bu projeyi tek başına yapmak yerine tıpkı Irak ve Afganistan işgallerinde olduğu gibi NATO'yu ve müttefik ülkeleri işin içerisine çekmek istemektedir.
Bu proje neresinden bakılırsa bakılsın Türkiye'nin onaylayabileceği bir proje değildir ve Türkiye'ye hiçbir faydası yoktur.
Proje uzun soluklu şeytani şer projesidir ve İsrail'i koruma projesidir ki, maalesef Türkiye bu şer projesinin baş mimarlarından biri haline gelmiştir. TBMM, Füze Kalkanı Projesi'ni reddetsin.''