İnsan ne çok sözler verir.
Durup şöyle bir düşündüğümüzde işitiriz ki bir söz vermeyle başlamıştır varoluşumuz.
Yine bir söz verme ve sözünde durma dirayeti gösterme ile devam eder hayat. Bezm-i Elest’te Rabbimize verdiğimiz sözdür bizi insaniyet mertebesine çıkaran, yaratılmış olmanın eşiğinin hemen üstündeyken.
Öyleyse sözümüzde durup duramayışımıza bağlı olarak insan kalabileceğimiz ve kemale erebileceğimiz işaret edilmektedir bir bakıma.
Hayatın içinde çoğu kez önce kendimize söz veririz.
‘Bir daha böyle yapmamaya karar verdim’ deriz ama bazen unutur, bazen de kendimize bile çeşitli yalanlar uydurarak sözümüzde duramayışımıza mazeretler üretmeye çalışırız.
Acaba kendine verdiği sözde dahi durmakta bu kadar zorlanan insanoğlunun, Rabbine verdiği sözde durmasını bekleyebilir miyiz?
Yani sözde durmak belli bir irade ve sorumluluğu gerektiriyorsa bu irade ve sorumluluğu göstermenin başlangıç noktası neresidir?
Birisi bize söz verip de sözünde durmadığında neler hissettiğimizi bir düşünelim.
İlk olarak hissettiğimiz şey hayal kırıklığıdır, sonrasında kızgınlık ve öfke gelir.
Bir çocuğu düşünün bayram münasebetiyle şiir okuyacak ve babası izlemeye geleceğine dair söz veriyor ama ne oluyorsa oluyor ve baba sözünde duramıyor.
Çocuk tören boyunca gözleriyle babasını arayıp da bulamadığında neler hisseder acaba?
Daha sonrasında babasıyla kurduğu ilişki nasıl olur?
Bu durumu psikoloji bilimi, öncesinde hayal kırıklığı, sonrasında da güven duygusunun yerini güvensizlik duygusunun alacağı biçiminde açıklıyor. Evet, insanlar her zaman söz verdikleri gibi davranamayabilirler.
Bu hayatın bir gerçeğidir.
Fakat bizim burada üzerinde durmak istediğimiz şey babanın elinden gelen tüm gayreti göstermesi ve sözünde durmaya çalışmasıdır.
Kendini aşan bir durumdan dolayı eğer verdiği sözde duramamışsa o zaman vekilimizin yine rabbimiz oluğunu unutmadan teslimiyet içinde telafi yolları aramasıdır.
Eşler evlenirken birbirlerini Allah adına, sevme, sayma, koruma ve kollama sözü verirler.
Peki acaba ne kadarı bu sözü verirken durumun farkında ve aldıkları sorumluluğun bilincindedir?
Sanırım çok azı.
Çünkü, boşanma oranlarına ve aldatmalara bakınca bunu çok net görmek mümkün.
Ne oluyor da insan bu kadar rahat söz verip, bu kadar rahat sözünden dönebiliyor?
Bunun için pek çok neden sayılabilir elbette ama ben bir şeyin üstünde özellikle durmak istiyorum.
İnsan bir yönüyle kendisi için faydalı addettiği bir şeye doğru yönünü hemencecik çevirebiliyor ve neden böyle yaptığıyla ilgili olarak sayısız bahane üretebiliyor.
Verdiği sözleri tutmak için çaba sarfetmek yerine, sözünden dönmek ya da sözünü tutamamanın bahanelerini üretmek çok daha kolay geliyor.
Bir de hesap verme kaygısı yoksa o zaman insan daha bir sözünde durmaz oluveriyor.
Sözünde durmayı başaramayan veya en
azından böyle bir niyeti olmayan kişi aslında kendi varoluşunda ‘İnsan’ olamıyor.
Çünkü, insan olarak değil bir beşer olarak doğuyoruz ve ne kadar sorumluluk sahibi olur ve farkındalık bilinci içinde seçimler yapabilirsek o kadar ‘insan’ oluyoruz.
Dolayısıyla söz verip de sözünde durmayan kişi aslında ve her şeyden önce kendini kandırıyor ve kendi öz varoluşunu anlamsızlaştırıyor.
İnsanın ilk günah suçuyla doğduğunu iddia eden Hıristiyanlığın aksine, insan eğer dünyaya gelirken bir şey getirmişse bu söz vermiş olmanın boynumuza yüklediği sorumluluktur diyebiliriz.
İnsan ilk sözünü Yaratıcısına vermiş ve onunla sözleşmiştir.
Sonra da iman ve teslimiyetle bu sözünde duracağını ahdetmiştir.
Ancak bunları unutmadığında ve verdiği sözden caymayı düşünmediğinde insanlarla olan ilişkilerinde, ekonomik anlaşmalarında gerçek anlamda verdiği sözlerde durabilir.
Yani, Rabbine verdiği sözden dönen biri, insanlara verdiği sözü tutabilir mi? Meselenin can alıcı kısmı burada. Malum, tavuk mu, yumurta mı, civciv mi derdinde değiliz.
Ama anlıyoruz ki hiçbiri birbirinden bağımsız değil.
Forrest Gump diye bir film vardı, belki izleyenleriniz vardır.
O film pek çok şey için örnek gösterilebilir belki de.
Mesela, umut etmenin zaferi gibi ya da gayret etmenin sonuçları gibi…
Ben de burada Forrest’i başarı ve mutluluğa taşıyan unsurun, sınırlı yeteneklerine rağmen verdiği sözleri ne kadar zorlanırsa zorlansın tutması olduğunu hatırlatmak istiyorum.
Söz verip de hiç bir neden olmadan sözünden cayanlara duyurulur.
Bu dünya mutluluğu da ahiret saadeti de insan olarak verdiğimiz sözleri tutmaktan geçiyor.
Tutamayacağımızı düşündüğümüz sözleri vermemeye çalışırsak ya da verdiğimiz sözleri yerine getirme niyet ve gayreti içinde olursak, inanıyorum ki pek çok şey şimdi olduğundan çok daha güzel olacak.
Bizi yaratan Yaratıcımız vaadinden dönmezken, her daim şefkat ve merhametle sadıku’l- va’dil-emin ismini taşırken bize düşen, en azından niyet ve gayretimiz ölçüsünde bu isme ayine olmaya çalışmak değil midir?
Sözümüz sorumluluğumuz, sorumluluğumuz sözümüzdür zira…
Alıntı-N.Özburun