mustafa_xtar
Kayıtlı Kullanıcı
Her şeyi yoktan var eden rabbimiz, ezeli takdiriyle insan için ruhlar aleminden Alem-i Bekaya (sonu olmayan ebedi aleme) doğru bir seyir çizgisi yaratmıştır.Bu dünya hayatı ezel ve ebedi arasında bir köprü yaparak, bu geçiş köprüsünün en çetin,en zor kısmını da son nefes olarak belirlemiştir.
İnsan dünya hayatının noktalandığı an, yani son nefes geçmişin bir neticesi olduğu için ve başlayacak ebedi hayatın vasfını belirlediği için hayati öneme sahiptir.
Kul için ezeli takdir ve kader hükmü kapalıdır.Akıbetin,yani son nefesin nasıl cereyan edeceğini önceden bilmek mümkün değildir.Bu nedenle akıbetin nasıl cereyan edeceğine dair bir fikir yürütebilmek için akıbet öncesi yaşanan hayata bakmak gerekir.
Meşhur bir deyiş olan, İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür sözü konuyu anlamamızı kolaylaştıracaktır. Fakat biz, insanların hayatında yalnızca dış olan kısmı görebildiğimiz için, birçok ayrıntıdan habersiziz. Bu sebeple kişinin gerçekte nasıl yaşadığını ancak Rabbi ve kendisi bilir.
Akıbet, kulun hayrı yada şerri kendi isteği ve iradesiyle seçmesinin bir sonucu olarak iki şekilde olur: Eğer inanç ve yaşayış olarak hayırlı yol tutulmuşsa, akıbet hüsn-ü hatime: güzel son ile neticelenir. İşte bu an, ebedi saadetin kapısının aralandığı, cennet ve Cemalullah ile müşerref olmanın müjdesinin alındığı sevinç anıdır.
Fakat,eğer inanç ve yaşayış olarak batıl bir yol tutulmuşsa akıbet su- hatime: kötü son ile noktalanır ki, bu an ebedi felaket kapısının açıldığı, cehennem azabının, edebi mahrumiyetinin hissedildiği andır.
Sonsuz mutluluğa ermek veya ebedi felakete düçar olmak gibi iki şekilde gerçekleşen akıbetin öncesinde yaptığımız tercihlerin önemi çok büyüktür. Ebedi felaketin habercisi olan su-i hatimenin nelerden kaynaklandığını, bu felaketin sebeplerini araştırmamız öğrenmemiz lazım. Bu bir anlamda kişinin son nefesinden önce kendini hesaba çekmesi demek.
Cenab-ı Mevlamız, insanın neye muhtaç olduğunu yaratıcı olduğu için ezeli ilmiyle bildiğinden,onun huzur ve saadetini güvenceye alan emirler bildirmiş ve yasaklar koymuştur. Buna göre Rabbimizin her emri kurtuluş yolunda bir merhale, her yasağı felakete götüren bir adımdır.
Bu yasakları yani haramları işleyerek Cenab-ı Mevla’nın çizdiği sınırı aşanların manevi kalpleri safiyetini yitirir. Gittikçe kararan kalpler nurunu tamamen kaybedip zulmete boğulursa, Allah korusun, sonunda mühürlenir. Böyle bir kalbi sahibini elbette kötü akıbet beklemektedir.
Hiç kimse kalbinin dönmesinden, hak çizgiden uzaklaşmasından emin değildir, olamaz da. Kalp sabit değildir her an ters istikamete yönelmesi muhtemeldir. Bundan dolayıdır ki Fahr-i Alem s.a.v. Efendimiz: Ey istediği tarafa kalpleri çeviren Rabbim, benim kalbimi senin dininde sabit kıl! devamlı dua etmiştir. O’na sen mi korkuyorsun? diye sorulduğunda buyurmuştur ki: Beni hangi şey emin kılabilir? Halbuki kalp Allah Teala’nın iki kudret parmağı arasındadır. Onu dilediği tarafa çevirir.’’
Kalbi, sırat- ı müstakimde (dosdoğru yolda ) ve itminan derecesinde tutacak olan şey, sürekli ve ısrarla Allah ı zikretmektedir. İnsan kötülüklerin kaynağı nefsinin emrine girerse, insanlık şerefini kaybederek hayvanlardan da aşağı dereceye düşer. Böyle masiyet üzere ölenlerin son nefeslerinde su-i hatime ile imansız olarak gitmelerinden korkulur.
Kötü sonu hazırlayan sebeplerden biri de hayırlı amelleri terk etmek yada ertelemektir. Bu boş şeylere kanmakla, olur. Bu hale düşmemek için şu hadis-i şerifi kendimize hayat felsefesi yapmalıyız:
Beş şeyden önce, beş şeyi fırsat ve ganimet bilin:
1. İhtiyarlık gelmeden gençliği,
2. Hastalık gelmeden sağlığı,
3. Yoksulluk gelmeden zenginliği,
4. Meşguliyet gelmeden boş zamanı,
5. Ölüm gelmeden hayatı.
Akıbetin kötü olmasının en önemli sebebi, itikattaki bidat ile imanla birlikte kalpte yaşayabilen nifaktır.
Bidat ve nifak ile olan amel Rabbü l-Aleminin katında makbul olmaz. Bu iki afet son nefeste üstün gelerek, hiç beklenmediği halde, Allah korusun, insanın inkar üzere gitmesine sebep olur.
Bir diğer sebepte iman zayıflığı ile dünya sevgisinin kalbi sarıp kuşatmasıdır. Cenab-ı Hakkın bakıp yokladığı yer olan kalbimiz ilahi muhabbet için yaratılmışken, ona dünya sevgisi ve masiva girerse,sevgilerde çatışma, samimiyette karışıklık olur. Bu kargaşa en çok insanın son anını etkiler. Ölüm sarhoşluğu anında, Allah korusun, kişinin Hakk’tan yüz çevirmesine sebep olabilir.
Zira dünyayı ahiretten daha çok seven kişinin ölümü,sevdiğinden ayrılmak, sevmediğine gitmek demektir. Tabiidir ki bu isteksizlik, insanı ölüme ve ölümü yaratana düşmanlık etmeye sürükler. İşte son nefeste bu hal kötü akıbet demektir.
Bu vahim duruma düşmemek için sevgilideki ikilikten, bir tür şirkten korunmalıyız. Neyi seveceğimizi neden vazgeçeceğimizi iyi bilmemiz gerekir.
Bütün mesele Allaha ve ahirete yönelişe zarar veren dünya sevgisini kalpten çıkarmaktır. Çünkü dünya sevgisi hataların başı, bütün kötü huyların kaynağı, şeytani aldanışların dayanak noktasıdır.Her türlü bid’at , nifak dünya sevgisi, iman zayıflığı, hırs, uzun emel, riya, gurur, kibir, haset, kin, düşmanlık, gıybet ve kötü zan….
Bütün bunlarla mücadele etmek için Hak dostları Rabbani alimlerle yakın irtibat içinde bulunmak gerekir.Onların duası bereketiyle ve verdikleri manevi reçeteleri tatbikle bu mücadele kolaylaşır. Hele de hayat onların rehberliğinde daima zikir halinde nefs itminana erer, o vakit ölüm bile güzelleşir.
İşte o zaman akıbet korkulu rüya olmaktan çıkar. Aşık ve maşukun buluşmasına döner. Mevlana Hazretlerinin tabiriyle Şeb-i Aruz (Düğün Gecesi ) olarak telakki edilir. Bu anda elde edenlere akıbet anında müjdeler gelir.
Rabbimiz, bu son anın olacağını şöyle izah buyurur: Melekler, (takva sahiplerinin ) canlarını hoşluk ve rahatlık içinde alırlar. Selam size, yaptıklarınıza karşılık girin cennete derler derler. (Nahl,32)
Rabbimiz bizi güzel ameller yaparak hüsn-ü hatimeye eren salih kullardan eylesin.
Rabbimizin tevfik ve inayeti ile…
Mübarek Erol - SEMERKAND DERGİSİ
İnsan dünya hayatının noktalandığı an, yani son nefes geçmişin bir neticesi olduğu için ve başlayacak ebedi hayatın vasfını belirlediği için hayati öneme sahiptir.
Kul için ezeli takdir ve kader hükmü kapalıdır.Akıbetin,yani son nefesin nasıl cereyan edeceğini önceden bilmek mümkün değildir.Bu nedenle akıbetin nasıl cereyan edeceğine dair bir fikir yürütebilmek için akıbet öncesi yaşanan hayata bakmak gerekir.
Meşhur bir deyiş olan, İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür sözü konuyu anlamamızı kolaylaştıracaktır. Fakat biz, insanların hayatında yalnızca dış olan kısmı görebildiğimiz için, birçok ayrıntıdan habersiziz. Bu sebeple kişinin gerçekte nasıl yaşadığını ancak Rabbi ve kendisi bilir.
Akıbet, kulun hayrı yada şerri kendi isteği ve iradesiyle seçmesinin bir sonucu olarak iki şekilde olur: Eğer inanç ve yaşayış olarak hayırlı yol tutulmuşsa, akıbet hüsn-ü hatime: güzel son ile neticelenir. İşte bu an, ebedi saadetin kapısının aralandığı, cennet ve Cemalullah ile müşerref olmanın müjdesinin alındığı sevinç anıdır.
Fakat,eğer inanç ve yaşayış olarak batıl bir yol tutulmuşsa akıbet su- hatime: kötü son ile noktalanır ki, bu an ebedi felaket kapısının açıldığı, cehennem azabının, edebi mahrumiyetinin hissedildiği andır.
Sonsuz mutluluğa ermek veya ebedi felakete düçar olmak gibi iki şekilde gerçekleşen akıbetin öncesinde yaptığımız tercihlerin önemi çok büyüktür. Ebedi felaketin habercisi olan su-i hatimenin nelerden kaynaklandığını, bu felaketin sebeplerini araştırmamız öğrenmemiz lazım. Bu bir anlamda kişinin son nefesinden önce kendini hesaba çekmesi demek.
Cenab-ı Mevlamız, insanın neye muhtaç olduğunu yaratıcı olduğu için ezeli ilmiyle bildiğinden,onun huzur ve saadetini güvenceye alan emirler bildirmiş ve yasaklar koymuştur. Buna göre Rabbimizin her emri kurtuluş yolunda bir merhale, her yasağı felakete götüren bir adımdır.
Bu yasakları yani haramları işleyerek Cenab-ı Mevla’nın çizdiği sınırı aşanların manevi kalpleri safiyetini yitirir. Gittikçe kararan kalpler nurunu tamamen kaybedip zulmete boğulursa, Allah korusun, sonunda mühürlenir. Böyle bir kalbi sahibini elbette kötü akıbet beklemektedir.
Hiç kimse kalbinin dönmesinden, hak çizgiden uzaklaşmasından emin değildir, olamaz da. Kalp sabit değildir her an ters istikamete yönelmesi muhtemeldir. Bundan dolayıdır ki Fahr-i Alem s.a.v. Efendimiz: Ey istediği tarafa kalpleri çeviren Rabbim, benim kalbimi senin dininde sabit kıl! devamlı dua etmiştir. O’na sen mi korkuyorsun? diye sorulduğunda buyurmuştur ki: Beni hangi şey emin kılabilir? Halbuki kalp Allah Teala’nın iki kudret parmağı arasındadır. Onu dilediği tarafa çevirir.’’
Kalbi, sırat- ı müstakimde (dosdoğru yolda ) ve itminan derecesinde tutacak olan şey, sürekli ve ısrarla Allah ı zikretmektedir. İnsan kötülüklerin kaynağı nefsinin emrine girerse, insanlık şerefini kaybederek hayvanlardan da aşağı dereceye düşer. Böyle masiyet üzere ölenlerin son nefeslerinde su-i hatime ile imansız olarak gitmelerinden korkulur.
Kötü sonu hazırlayan sebeplerden biri de hayırlı amelleri terk etmek yada ertelemektir. Bu boş şeylere kanmakla, olur. Bu hale düşmemek için şu hadis-i şerifi kendimize hayat felsefesi yapmalıyız:
Beş şeyden önce, beş şeyi fırsat ve ganimet bilin:
1. İhtiyarlık gelmeden gençliği,
2. Hastalık gelmeden sağlığı,
3. Yoksulluk gelmeden zenginliği,
4. Meşguliyet gelmeden boş zamanı,
5. Ölüm gelmeden hayatı.
Akıbetin kötü olmasının en önemli sebebi, itikattaki bidat ile imanla birlikte kalpte yaşayabilen nifaktır.
Bidat ve nifak ile olan amel Rabbü l-Aleminin katında makbul olmaz. Bu iki afet son nefeste üstün gelerek, hiç beklenmediği halde, Allah korusun, insanın inkar üzere gitmesine sebep olur.
Bir diğer sebepte iman zayıflığı ile dünya sevgisinin kalbi sarıp kuşatmasıdır. Cenab-ı Hakkın bakıp yokladığı yer olan kalbimiz ilahi muhabbet için yaratılmışken, ona dünya sevgisi ve masiva girerse,sevgilerde çatışma, samimiyette karışıklık olur. Bu kargaşa en çok insanın son anını etkiler. Ölüm sarhoşluğu anında, Allah korusun, kişinin Hakk’tan yüz çevirmesine sebep olabilir.
Zira dünyayı ahiretten daha çok seven kişinin ölümü,sevdiğinden ayrılmak, sevmediğine gitmek demektir. Tabiidir ki bu isteksizlik, insanı ölüme ve ölümü yaratana düşmanlık etmeye sürükler. İşte son nefeste bu hal kötü akıbet demektir.
Bu vahim duruma düşmemek için sevgilideki ikilikten, bir tür şirkten korunmalıyız. Neyi seveceğimizi neden vazgeçeceğimizi iyi bilmemiz gerekir.
Bütün mesele Allaha ve ahirete yönelişe zarar veren dünya sevgisini kalpten çıkarmaktır. Çünkü dünya sevgisi hataların başı, bütün kötü huyların kaynağı, şeytani aldanışların dayanak noktasıdır.Her türlü bid’at , nifak dünya sevgisi, iman zayıflığı, hırs, uzun emel, riya, gurur, kibir, haset, kin, düşmanlık, gıybet ve kötü zan….
Bütün bunlarla mücadele etmek için Hak dostları Rabbani alimlerle yakın irtibat içinde bulunmak gerekir.Onların duası bereketiyle ve verdikleri manevi reçeteleri tatbikle bu mücadele kolaylaşır. Hele de hayat onların rehberliğinde daima zikir halinde nefs itminana erer, o vakit ölüm bile güzelleşir.
İşte o zaman akıbet korkulu rüya olmaktan çıkar. Aşık ve maşukun buluşmasına döner. Mevlana Hazretlerinin tabiriyle Şeb-i Aruz (Düğün Gecesi ) olarak telakki edilir. Bu anda elde edenlere akıbet anında müjdeler gelir.
Rabbimiz, bu son anın olacağını şöyle izah buyurur: Melekler, (takva sahiplerinin ) canlarını hoşluk ve rahatlık içinde alırlar. Selam size, yaptıklarınıza karşılık girin cennete derler derler. (Nahl,32)
Rabbimiz bizi güzel ameller yaparak hüsn-ü hatimeye eren salih kullardan eylesin.
Rabbimizin tevfik ve inayeti ile…
Mübarek Erol - SEMERKAND DERGİSİ
