Sohbet Geleneğimiz Yok Oluyor
Bu ülkede uzun zamandır insanlarımızın yerine, telefon, televizyon, radyo, bilgisayar gibi aletler konuşuyor...
Yıllar var ki, aileler sessiz; saatler boyu kimsenin çıtı çıkmıyor.
Dolayısıyla da, kuşaklar arasında müthiş kopukluklar yaşanıyor...
Yürek yürekten kopmuş; sonuçta dünyalar öyle farklılaşmış ki, aile fertleri aynı çatı altında farklı dünyaları yaşıyorlar!
Sonuçta eve yorgun geliyor, evden yorgun çıkıyoruz!
Aile sohbetlerinin insan ruhunu ve zihnini dinlendirip rahatlatan bir misyonu vardı...
Artık yok...
Çünkü sohbet yok!
Aile fertleri bir birlerine küs gibi duruyor. Tabiatıyla bütün iş televizyona kalıyor. Oysa televizyon dinlendirici değil, yorucu: Akşamları yorgun argın geldiğimiz evden, yorgun-argın çıkmamızın hikmeti budur.
Ruhu sükûnet bulmayan insanın zihni dinlenemez.
Bilirsiniz: Osmanlı ceddimizin sevgi, bilgi, şefkat, dostluk, paylaşım gibi, bugün çoğunu unuttuğumuz kavramlardan oluşan bir "sohbet" geleneği vardı...
Evlerin yanı sıra tekkeler, zaviyeler, dergâhlar, camiler, mescitler, kıraathaneler bu geleneğin yaşatıldığı yerlerdi.
"Gönül ne kahve ister, ne kahvehane
"Gönül sohbet ister kahve bahane" derlerdi.
Varlıklarıyla bugün bile şereflendiğimiz insanlar hep o "sohbet" ekseninde yetişmiş değerlerdir.
Çünkü sohbetin hem insan ruhunu pişirip olgunlaştırmak, hem de sevgi paylaşımıyla yürekleri bütünlemek gibi özellikleri var...
Çocuklar dokuz-on yaşlarında iken sohbet sofrasına alınır, on dördüne bastıklarında soru sorma hakkı tanınır, on dokuzundan sonra da sohbete katkıda bulunmalarına (fikirlerini söylemelerine) müsaade edilirdi.
Çocuklar aile ve toplum içinde kendilerini ifade etmeyi böylece öğrenirlerdi.
Aile bireyleri bir birlerini sohbet sofrasında keşfeder, büyükler küçüklere deneyimlerini aktarırken, küçükler büyüklerine kendi dünyalarını yansıtırlar, zamanın kuşaklar arasına girmesinden oluşan dil farklarını giderirlerdi.
Büyükler küçüklerin kullandığı dile, küçükler büyüklerin kullandığı terminolojiye âşina hale gelirlerdi.
Dil ayırıcı bir özellik olarak kuşakların arasına girmez (şimdi olduğu gibi), birleştirici ve bütünleştirici bir rol oynardı...
Yani, kuşaklar (nesiller) arası kopukluğu önlemesi sohbet meclisinin en önemli işleviydi: Farklı kuşaklar aynı ortamı paylaşmanın huzuruyla bir birlerini anlamaya, kavrama ve keşfetmeye çalışırlardı...
Tüm aile fertleri arasında saygılı bir samimiyet olur, ama bu asla lâubaliliğe kaçmazdı.
Babalar "Beybaba", anneler "Hanımanne", nineler "Hanım nine" (haminne), dedeler "Efendi dede" idi;
Ailedeki yaşlılardan "moruk" diye bahseden çocuk, o tarihlerde, herhalde kıyamet alâmeti sayılırdı.
Sonra ne olduysa oldu, kuşakları birbirine bağlayan "sohbet" ipi koptu, "sohbet" geleneği yok oldu...
Sevgi, bilgi, şefkat, dostluk, paylaşım gibi ailenin ayakta durmasını sağladıktan başka, topluma yansımaları son derece olumlu olan ve aslında insanın da mayasını oluşturan kavramlar, "sohbet"in arkasından bitti biter, gitti gider.
Buyurun, internetin "chat" odalarında chatleşelim!
Telefondan mesajlaşalım.
Bu ülkede uzun zamandır insanlarımızın yerine, telefon, televizyon, radyo, bilgisayar gibi aletler konuşuyor...
Yıllar var ki, aileler sessiz; saatler boyu kimsenin çıtı çıkmıyor.
Dolayısıyla da, kuşaklar arasında müthiş kopukluklar yaşanıyor...
Yürek yürekten kopmuş; sonuçta dünyalar öyle farklılaşmış ki, aile fertleri aynı çatı altında farklı dünyaları yaşıyorlar!
Sonuçta eve yorgun geliyor, evden yorgun çıkıyoruz!
Aile sohbetlerinin insan ruhunu ve zihnini dinlendirip rahatlatan bir misyonu vardı...
Artık yok...
Çünkü sohbet yok!
Aile fertleri bir birlerine küs gibi duruyor. Tabiatıyla bütün iş televizyona kalıyor. Oysa televizyon dinlendirici değil, yorucu: Akşamları yorgun argın geldiğimiz evden, yorgun-argın çıkmamızın hikmeti budur.
Ruhu sükûnet bulmayan insanın zihni dinlenemez.
Bilirsiniz: Osmanlı ceddimizin sevgi, bilgi, şefkat, dostluk, paylaşım gibi, bugün çoğunu unuttuğumuz kavramlardan oluşan bir "sohbet" geleneği vardı...
Evlerin yanı sıra tekkeler, zaviyeler, dergâhlar, camiler, mescitler, kıraathaneler bu geleneğin yaşatıldığı yerlerdi.
"Gönül ne kahve ister, ne kahvehane
"Gönül sohbet ister kahve bahane" derlerdi.
Varlıklarıyla bugün bile şereflendiğimiz insanlar hep o "sohbet" ekseninde yetişmiş değerlerdir.
Çünkü sohbetin hem insan ruhunu pişirip olgunlaştırmak, hem de sevgi paylaşımıyla yürekleri bütünlemek gibi özellikleri var...
Çocuklar dokuz-on yaşlarında iken sohbet sofrasına alınır, on dördüne bastıklarında soru sorma hakkı tanınır, on dokuzundan sonra da sohbete katkıda bulunmalarına (fikirlerini söylemelerine) müsaade edilirdi.
Çocuklar aile ve toplum içinde kendilerini ifade etmeyi böylece öğrenirlerdi.
Aile bireyleri bir birlerini sohbet sofrasında keşfeder, büyükler küçüklere deneyimlerini aktarırken, küçükler büyüklerine kendi dünyalarını yansıtırlar, zamanın kuşaklar arasına girmesinden oluşan dil farklarını giderirlerdi.
Büyükler küçüklerin kullandığı dile, küçükler büyüklerin kullandığı terminolojiye âşina hale gelirlerdi.
Dil ayırıcı bir özellik olarak kuşakların arasına girmez (şimdi olduğu gibi), birleştirici ve bütünleştirici bir rol oynardı...
Yani, kuşaklar (nesiller) arası kopukluğu önlemesi sohbet meclisinin en önemli işleviydi: Farklı kuşaklar aynı ortamı paylaşmanın huzuruyla bir birlerini anlamaya, kavrama ve keşfetmeye çalışırlardı...
Tüm aile fertleri arasında saygılı bir samimiyet olur, ama bu asla lâubaliliğe kaçmazdı.
Babalar "Beybaba", anneler "Hanımanne", nineler "Hanım nine" (haminne), dedeler "Efendi dede" idi;
Ailedeki yaşlılardan "moruk" diye bahseden çocuk, o tarihlerde, herhalde kıyamet alâmeti sayılırdı.
Sonra ne olduysa oldu, kuşakları birbirine bağlayan "sohbet" ipi koptu, "sohbet" geleneği yok oldu...
Sevgi, bilgi, şefkat, dostluk, paylaşım gibi ailenin ayakta durmasını sağladıktan başka, topluma yansımaları son derece olumlu olan ve aslında insanın da mayasını oluşturan kavramlar, "sohbet"in arkasından bitti biter, gitti gider.
Buyurun, internetin "chat" odalarında chatleşelim!
Telefondan mesajlaşalım.