soner.ulgur
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 1 Eyl 2008
- Mesajlar
- 52
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 46
ŞİFALI KASİDENİN ÖYKÜSÜ
Yedinci hicret asrında yaşamış olan Şerefüddin Busiri, Mısır'ın hak âşığı şairlerinden biridir. Yazdı¬ğı birçok şiir ve kasidelerinde Resûlüllah'ı pek veciz bir anlatımla medhetmiş, peygamber sevgisinin gö¬nüllerde yer tutmasına büyük ölçüde hizmette bu¬lunmuştur.
Bu büyük Hâk aşıkına hayatinin son yıllarında felç isabet eder. Vücudunun yansına hâkim olamaz hâle gelir. Günlerce yattığı yatağında bir yandan öbür yana dönemez olur. Bu yüzden duyduğu üzün¬tü ve acılar, onu kalbi ve derunî vecde iter.
Başına gelen bu dert sebebiyle hep gönül gözüy¬le ağlayan bu aşk adamı, bir gece, kamış kalemini eline alarak kalbine gelen ilhamı yazmaya başlar. Güzel kafiyelerle yazdığı kasidesinde Allah'ın Resu¬lü'nün hiç bir insanda bulunmayan yüce meziyet ve özelliklerini, ateşli bir ifâdeyle işler ve şefaat talebin¬de bulunur.
Neden sonra sâkinleşen Şerefüddin, artık yoru¬lur, kalemini yanı başındaki rahlesine bırakarak za¬ten hâkim olamadığı vücudunu yatağına tamamen terk eder. Bastıran uykudan kendini alamaz. Az mı uyur çok mu bilinmez, tatlı bir rüyaya dalar.
Rüyasında ötelerden tebessüm ederek görünen Allah'ın Resulü:
- Şerefüddin, der. Oku bakalım şu az önce yaz¬dığın kasideni de dinleyelim.
Bütün varlığıyla ürperen Şerefüddin, önce uta¬nır, sonra da ısrar üzerine gece yazdığı kasidesini okumaya başlar.
Okudukça yüzünde tebessüm işaretleri artan Resûlüllah, sonunda mübarek elini, Şereftıddin'in felç isabet eden organları üzerinde gezdirir.
"Allah seni bu hastalıktan halâs eylesin diyerek gözlerden kaybolur.
Sabaha karşı gözlerini açan Şerefüddin Busirî, yine üzüntü içinde sabah ezanını dinlerken, bir şaş¬kınlık alır kendisini. Önce inanamaz, sonra iyice yoklar kendini. Ayağını bir çeker, bir uzatır, yine ina¬namaz. Yorganı üzerinden hızla fırlatır, sıçrayarak doğrulur. Artık iyice anlar ki vücudunda ne felç kal¬mıştır, ne de herhangi bir rahatsızlık!..
Sevincinden ne yapacağını şaşıran Hak âşıkı, hemen abdestini alır ve mescidin yolunu tutar. Has¬ret kaldığı sokaklardan hızla yürürken, yolda o gü¬nün büyük din bilgini Şeyh Ebûr'Recâ'ya yetişir.
Kendisi tek kelime söylemeden, ondan şu sözleri işitir:
Yedinci hicret asrında yaşamış olan Şerefüddin Busiri, Mısır'ın hak âşığı şairlerinden biridir. Yazdı¬ğı birçok şiir ve kasidelerinde Resûlüllah'ı pek veciz bir anlatımla medhetmiş, peygamber sevgisinin gö¬nüllerde yer tutmasına büyük ölçüde hizmette bu¬lunmuştur.
Bu büyük Hâk aşıkına hayatinin son yıllarında felç isabet eder. Vücudunun yansına hâkim olamaz hâle gelir. Günlerce yattığı yatağında bir yandan öbür yana dönemez olur. Bu yüzden duyduğu üzün¬tü ve acılar, onu kalbi ve derunî vecde iter.
Başına gelen bu dert sebebiyle hep gönül gözüy¬le ağlayan bu aşk adamı, bir gece, kamış kalemini eline alarak kalbine gelen ilhamı yazmaya başlar. Güzel kafiyelerle yazdığı kasidesinde Allah'ın Resu¬lü'nün hiç bir insanda bulunmayan yüce meziyet ve özelliklerini, ateşli bir ifâdeyle işler ve şefaat talebin¬de bulunur.
Neden sonra sâkinleşen Şerefüddin, artık yoru¬lur, kalemini yanı başındaki rahlesine bırakarak za¬ten hâkim olamadığı vücudunu yatağına tamamen terk eder. Bastıran uykudan kendini alamaz. Az mı uyur çok mu bilinmez, tatlı bir rüyaya dalar.
Rüyasında ötelerden tebessüm ederek görünen Allah'ın Resulü:
- Şerefüddin, der. Oku bakalım şu az önce yaz¬dığın kasideni de dinleyelim.
Bütün varlığıyla ürperen Şerefüddin, önce uta¬nır, sonra da ısrar üzerine gece yazdığı kasidesini okumaya başlar.
Okudukça yüzünde tebessüm işaretleri artan Resûlüllah, sonunda mübarek elini, Şereftıddin'in felç isabet eden organları üzerinde gezdirir.
"Allah seni bu hastalıktan halâs eylesin diyerek gözlerden kaybolur.
Sabaha karşı gözlerini açan Şerefüddin Busirî, yine üzüntü içinde sabah ezanını dinlerken, bir şaş¬kınlık alır kendisini. Önce inanamaz, sonra iyice yoklar kendini. Ayağını bir çeker, bir uzatır, yine ina¬namaz. Yorganı üzerinden hızla fırlatır, sıçrayarak doğrulur. Artık iyice anlar ki vücudunda ne felç kal¬mıştır, ne de herhangi bir rahatsızlık!..
Sevincinden ne yapacağını şaşıran Hak âşıkı, hemen abdestini alır ve mescidin yolunu tutar. Has¬ret kaldığı sokaklardan hızla yürürken, yolda o gü¬nün büyük din bilgini Şeyh Ebûr'Recâ'ya yetişir.
Kendisi tek kelime söylemeden, ondan şu sözleri işitir: