Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şeytan'ın adımlarına uymayın (1 Kullanıcı)

Ravza_Nur

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Tem 2006
Mesajlar
8,116
Tepki puanı
3
Puanları
0
Ey Ehli Kitaptan mümin olanlar! Siz Ahkâmı İslâmiyyenin tamamına dâhil olun. Ve ahkâmı Tevratın bazısıyla amel etmenize dair şeytanın aldatmalarına kanmayın. Binaenaleyh cumartesi günü işinizi görün ve deve etini de yeyin, zira deve eti helâldir. Ve Tevratın ahkâmı mensuhtur, amel etmek caiz değildir.


Ey İman edenler! Hep birden İslâma girin ve şeytanın adımlarına uymayın, zira şüphe yok ki o, sizin için apaçık bir düşmandır. (1)
Üstadımız Hacı Ali Haydar Efendi Kuddise Sırruhu Hazretleri ve Alusî, Hâzin ve İbn Kesîr tefsirlerinde zikredildiğine göre İbn Abbas ve İkrime Radıyallahu Anhümden rivayet edilmiştir ki, bu âyeti celile, Abdullah b. Selâm ve arkadaşları hakkında nazil olmuştur. Şöyle ki:
Onlar Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâma inandıkları hâlde evvelce uymuş oldukları Musa Aleyhisselâmın şeriatındaki bazı âdetlerini terk edemeyerek cumartesi gününe tazimde bulunuyorlar, deve eti ve sütünü yememek gibi bazı ahkâma riayet ediyorlardı. Müslümanlar, onların bu hâlini tasvip etmeyerek karşı geldiklerinde, onlar:
Biz iki dinle de amel etmeye kadiriz, buna gücümüz yeter. Dini İslâmda bunları terk etmek mubahtır, Musa Aleyhisselâmın şeriatında ise vaciptir. Biz de ihtiyaten bunları terk ediyoruz. diyorlardı. Bunun üzerine Allahu Teâlâ Hazretleri bu âyeti celileyi inzal buyurdu. Bu rivayete göre; âyeti celiledeki:
İman edenler hitabı ehli kitabın müminlerinedir. Buna nazaran âyetin mânası:
Ey Ehli Kitaptan mü'min olanlar! Siz Ahkâmı İslâmiyye'nin tamamına dâhil olun. Ve ahkâmı Tevrat'ın bazısıyla amel etmenize dair şeytanın aldatmalarına kanmayın. Binaenaleyh cumartesi günü işinizi görün ve deve etini de yeyin, zira deve eti helâldir. Ve Tevrat'ın ahkâmı mensuhtur, amel etmek caiz değildir." demektir.
Âyeti celiledeki "esSilm", İslâm mânasındadır. Âyeti celiledeki hitap, münafıklara da olabilir. O zaman "esSilm", asıl lügatine göre; teslimiyet ve taat mânasındadır ki:
"Ey münafıklar! Allah'a teslim olun ve ona tamamen itaat edin ve nifakı terk ederek, içli dışlı iman edin." demektir.
Ve yine denmiştir ki, hitap hâlis Müslümanlaradır. O zaman "esSilm"den maksat, İslâmiyet'in bütün meseleleridir ki, buna göre mâna:
"Ey Muhammed Aleyhisselâm'a inanmış Müslümanlar! İslâm'ın ahkâmından hiçbir şeyi ihlâl etmeyerek bütün meselelerine sarılın." demek olur.
Ve yine denmiştir ki, âyeti celiledeki hitap Ehli kitabın kâfirlerinedir. Bunlar kendilerini mü'min zannettikleri için onlara:
"Ey iman edenler!" diye hitap edilmiştir. Buna göre mâna "Ey Ehli kitap! Şeriatların arasını ayırmayarak, bu yeni gelen şeriatın tamamını kabul edin." demektir.
"Tefsiri Kebir"de zikredildiğine göre; İbn Kesir, Nafi' ve Kisâi Rahimehumullah'ın kıraatlarına göre; "es;Silm" Si'nin fethasıyla "esSelm" şeklinde okunmuştur.

SELM: Sulh ve müsalemet, münazaa (çekişme) yi terk etmektir. Şu hâlde âyetten maksat, mü'minleri ittifaka (birleşmeye) davet etmek ve tefrikayı terk etmektir. Buna nazaran âyetin mânası:
"Ey mü'minler! Hepiniz birden ittifak dairesine girin, birbirinizle çekişmeyi, birbirinizden ayrılmayı terk edin ki, İslâm kitlesinin gücüne halel (bozukluk) gelmesin ve İslâm'ın heybeti mahfuz kalsın (korunsun) ve şeytanın sözüyle tefrikaya düşüp birbirinizin aleyhinde bulunmakla düşman elinde perişan olmayın." demektir.
Bu hususta Mevlâ Teâlâ Hazretleri, birçok âyetlerinde tembihte bulunmuştur. Nitekim bir âyeti kerimesinde:
"Allah'a ve O'nun Resûl'üne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, sonra size korkaklık gelir ve rüzgârınız (kuvvetiniz) gider. Bir de sabredin (bu husustaki zahmetlere katlanın) çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir."(2) buyurmuştur.
Diğer bir âyeti kerimesinde de:
"Allah'ın ipine (Kur'an'ına) hep beraber sarılın ve (Kur'an'dan ve birbirinizden) ayrılmayın." (3) buyuruyor.
Şu hâlde bu âyetler İslâm ehli için ittifakın lüzûm ve menfaatine (birleşmenin gerekli olduğuna ve faydasına), tefrikanın mazarrat ve fenalığına (ayrılığın zarar ve çirkinliğine) delâlet etmektedir.
Hâsılı, İslâm ehlinin selâmet ve saadetine, düşmanlarından intikam almaya ve bütün işlerin düzenli olarak akışına yegâne sebep, ittifak ve itthad (birleşme) olduğundan, bu âyetle Cenabı Hak bütün İslâm ehlini ittifaka davet etmiştir.
Şeytanın adımlarına uymayın, yani Allah'ın emirlerini tutun, ona uyun. Şeytanın emrettiği şeylerden kaçının, çünkü şeytan size kötülüğü, fuhşu emreder. Bunun için Allahu Teâlâ; "Çünkü o sizin apaçık düşmanınızdır." buyuruyor. Mutarrif der ki:
"Allah'ın yaratıklarından Allah'ın kullarına en çok hile yapan şeytandır."
Şeytanı ve onun düşmanlığını biz görmesek de Hz. Âdem Aleyhisselâm'la aralarında geçen vakayı, Cenabı Hak Kur'anı Kerim'in birçok yerinde açıkladığına göre; şeytanın bize karşı olan düşmanlığında şüphe olmadığından, şeytanın düşmanlığı çok açık olmakla vasıflandırılmıştır.
Şeytanın âdemoğluna olan düşmanlığı maddî olarak hastalık vesaire gibi bazı afetlere giriftar etmekle olabilirse de, Cenabı Hak bu yönden şeytanı engellemiştir. Binaenaleyh şeytan, insanlara dünyaca maddî zarar vermeye muktedir değildir.
Ama din işleri ve şer'i hükümlerde vesvese vermek, günahları tezyin etmek (süslemek) ve ibadetten alıkoymak gibi mânevî zarar ulaştırmaya, böylece âhiret nimetlerinden mahrum etmeye sebep olabilir.
Bu cihetten her gün ve her saatte, şeytan her şahıs üzerine musallat olarak birçok kimseleri saptırdığından, Mevlâ Teâlâ bu âyeti kerimenin sonunda "Şeytanın adımlarına uymayın!" buyurmuştur.
Cabir b. Abdullah Radıyallahu Anh'dan rivayet edildiğine göre; bir kere Ömer b. Hattab Radıyallahu Anh, Ehli kitabın bazılarından aldığı bir kitabı, Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselâm'a okudu. Bunun üzerine Efendimiz çok kızarak:
"Ey Hattaboğlu! Siz dinde hayrete mi düştünüz (ki onu Yahudi ve Hıristiyanlardan öğrenmeye kalktınız?) Canım elinde olan Zat'a yemin ederim ki! Ben size bembeyaz tertemiz bir din getirdim. Onlara hiçbir şey sormayın, çünkü size doğruyu söylediklerinde olur ki, inkâr edersiniz veya yanlış bir şey söylediklerinde olur ki (bilmeden) doğrularsınız. Nefsim kabzai kudretinde olan Zat'a yemin ederim ki, eğer Musa sağ olsaydı bana uymaktan başka çaresi olmazdı." buyurdu. (4)
"Ruhu'lr11;Beyan" tefsirinde, Necmüddîni Kübra Hazretleri'nin "Te'vilâtı Necmiyye" isimli eserinden naklen zikredilmiştir ki, Allahu Teâlâ Hazretleri'nin:
"Ey iman edenler! İslâm'ın tamamına girin." kavli şerifinin, bir umumî, bir de hususî mânası vardır.

UMUMÎ MÂNASI:
Bütün iman edenlere hitaptır. Şöyle ki, onlara: "Ey mü'minler zâhirde olduğu gibi, bâtında da İslâm şartlarının tamamına teslim olun." buyrulmuştur. Nitekim Resûlullah:
"Müslüman, dilinden ve elinden (gelecek zararlardan) diğer Müslümanların kurtulduğu kişidir. Mü'min ise, insanların emin olduğu (güvendiği) kişidir."(5) meâlindeki hadisi şerif bu şartlardan bazılarına işaret etmektedir.

HUSUSÎ MÂNA İSE:
İnsanın şahsına ve görünen, görünmeyen bütün cüzlerine yapılan özel bir hitaptır. O hâlde insanın, bilfiil bütün azasını İslâm'a sokması gerekir. Meselâ göz, kulak, dil, el, ayak ve tenasül uzvu gibi bütün uzuvların İslâm'a girmeleri, Allah'ın bütün emirlerine tamamen teslim olup, yasaklardan sakınmalarıyla, hatta malayaniyi terk edip, zarurî şeylerle uğraşmalarından ibarettir.
İnsanın görünen uzuvlarının İslâm'ın meselelerini yaşaması, bazı kere münafığa da nasip olabilir, ama görünmeyen cüzlerini İslâm'a sokmak, din pehlivanlarının ma'rekesi (harp meydanı) ve büluğa ermiş ricalin menzilesidir.

NEFSİN İSLÂM'A GİRMESİ:
Kötü sıfatlarından kurtulup, alışkanlıklarını terk ederek, Allahu Teâlâ'nın, "Ey mutmainne olan nefis!" hitabına mazhar olan kulların makamına girmeye layık olması için, ubudiyet (Allah'a kul köle olmak)la mutmain olması (huzur ve sükunete kavuşması)ndan ibarettir.

İSLÂM'A GİRMESİ:
Nefsin kötü ahlâkından arınıp, ruhun iyi huylarını takınmasından ibarettir.

RUHUN İSLÂM'A
GİRMESİ İSE:
Allahu Teâlâ'nın ahlâkıyla ahlâklanıp, ezelî hükümlere teslim olması ve Allahu Teâlâ'nın cezbelerinin tasarrufu (hâlden hâle sokup idare etmesi)yle, Allahu Teâlâ'nın gayrinden kat'ı nazar etmesi (yüz çevirmesi)nden ibarettir.

SIR LÂTİFESİNİN
İSLÂM'A GİRMESİ İSE:
Allah'ta fani olup, (O'ndan başkasını unutacak şekilde O'nun nurunda eriyip gitmesi ve Allahu Teâlâ ile bekâ bulması (mânen dirilmesi)nden ibarettir.
Allahu Teâlâ mü'minleri kâffeten İslâm'a dâvet ettikten sonra, şeytanın adımlarına (izlerine) uymaktan da nehyediyor.
"Şeytanın adımlarına uymayın!" cümlei celilesi, onun sıfatı olan îbâ ve istikbar (hakkı kabul etmekten kibirlenmek) üzere olmayın mânasına işarettir. Ayrıca "Onun gittiği yolara gitmeyin ve sizi dâvet ettiği yollara, bâtıl vesveselere uymayın veya emrolunduklarınıza muhalefet etmeniz veya bölünmeniz veya şeriatları ayırmanız sebebiyle veya bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr ederek, kendi şeriatınızın meselelerini ayırmak sûretiyle şeytanın adımlarına uymayın." gibi mânalar verilmiştir.
Gerçekten ortada iki yol vardır. Bu yollardan biri hidayet, diğeri de dalâlet yoludur. Ya tamamen İslâm'a, selâmete girmek ya da şeytanın izine tâbi olmak Ya İslâm, ya cahiliyet. Ya Allah'ın yolu, ya şeytanın yolur30; Böyle bir durumda bir Müslüman bu iki yolun ortasında tereddüde düşüp, şaşırıp kalmamalıdır. İçinde bulunduğu durumu çok iyi idrak etmeli, şeytanın izlerinden sıyrılıp Allah'ın yapmış olduğu "Kaffeten dâvete" icabet etmelidir.

Dipnotlar
1r11; Bakara, 208
2r11; Enfal, 46
3r11; Alr11;i İmran, 103
4r11; "Müsnedr11;i Ahmed", 3/387
5r11; Buhârî, İman, 4r11;5, 1/8, Rikak, 26; Müslim, İman, 64r11;65; Ebû Davud, Cihad, 2
 

khan19556

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Ocak 2007
Mesajlar
2
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Şeytan'ın adımlarına uymayın

ŞEYTANIN İKİNCİ KÜÇÜK BİR İTİRAZI

Sûre-i ق وَ الْقُرْاَنِ الْمَجِيدِ i okurken

مَا يَلْفِظُ مِنْ قَوْلٍ اِلاَّ لَدَيْهِ رَقِيبٌ عَتِيدٌ وَجَآءَتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذَلِكَ مَا كُنْتَ
مِنْهُ تَحِيدُ وَ نُفِخَ فِى الصُّورِ ذَلِكَ يَوْمُ الْوَعِيدِ وَ جَآءَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَعَهَا سَآئِقٌ وَ شَهِيدٌ لَقَدْ كُنْتَ فِى غَفْلَةٍ مِنْ هذَا فَكَشَفْنَا عَنْكَ غِطَآءَكَ فَبَصَرُكَ الْيَوْمَ حَدِيدٌ وَ قَالَ قَرِينُهُ هَذَا مَا لَدَىَّ عَتِيدٌ اَلْقِيَا فِى جَهَنَّمَ كُلَّ كَفَّارٍ عَنِيدٍ

Şu âyetleri okurken şeytan dedi ki: “Kur'anın en mühim fesahatını, siz onun selasetinde ve vuzuhunda buluyorsunuz. Halbuki; şu âyette nereden nereye atlıyor? Sekerattan tâ kıyamete atlıyor. Nefh-i Sur'dan muhasebenin hitamına intikal ediyor ve ondan Cehennem'e idhali zikrediyor. Bu acib atlamaklar içinde hangi selaset kalır? Kur'anın ekser yerlerinde, böyle birbirinden uzak mes'eleleri birleştiriyor. Böyle münasebetsiz vaziyetiyle selaset, fesahat nerede kalır?”

ELCEVAB: Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyânın esas-ı i'câzı, en mühimlerinden belâgatından sonra îcazdır. Îcaz: İ'caz-ı Kur'anın en metin ve en mühim bir esasıdır. Kur'an-ı Hakîm'de şu mu'cizane îcaz, o kadar çoktur ve o kadar güzeldir ki; ehl-i tedkik, karşısında hayrettedirler. Meselâ:

وَ قِيلَ يَآ اَرْضُ ابْلَعِى مَآءَ كِ وَيَا سَمَآءُ اَقْلِعِى وَغِيضَ اْلمَآءُ وَقُضِىَ اْلاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى اْلجُودِىِّ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّاِلمِينَ


Kısa birkaç cümle ile, Tufan hâdise-i azîmesini netâiciyle öyle îcazkârane ve mu'cizane Beyân ediyor ki; çok ehl-i belâgatı, belâgatına secde ettirmiş.

Hem meselâ:

كَذَّبَتْ ثَمُودُ بِطَغْوَيهَا اِذِ انْبَعَثَ اَشْقَيهَا فَقَالَ لَهُمْ رَسُولُ اللَّهِ نَاقَةَ اللَّهِ وَسُقْيَيهَافَكَذَّبُوهُ فَعَقَرُوهَا فَدَمْدَمَ عَلَيْهِمْ رَبُّهُمْ بِذَنْبِهِمْ فَسَوَّيهَا وَلاَ يَخَافُ عُقْبَيهَا

İşte, Kavm-i Semûd'un acib ve mühim hâdisatını ve netâicini ve sû'-i akibetlerini, böyle kısa birkaç cümle ile îcaz içinde bir i’câz ile selasetli ve vuzuhlu ve fehmi ihlâl etmez bir tarzda beyân ediyor.

Hem meselâ:

وَذَا النُّونِ اِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ اَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادَى فِى الظُّلُمَاتِ اَنْ لآَ اِلهَ اِلآَّ اَنْتَ سُبْحَانَكَ اِنِّى كُنْتُ مِنَ الظَّاِلمِينَ

İşte اَنْ لَنْ نَقْدِرَعَلَيْهِ cümlesinden فَنَادَى فِى الظُّلُمَات cümlesine kadar çok cümleler matvîdir. O mezkûr olmayan cümleler, fehmi ihlâl etmiyor. Selasete zarar vermiyor. Hazret-i Yûnus Aleyhisselâm'ın kıssasından mühim esasları zikreder. Mütebâkisini akla havale eder. Hem meselâ: Sûre-i Yûsuf'’ta اَرِْلُونِ kelimesinden يُوسُفُ اَيُّهَا الصِّدِّيقُ ortasında yedi-sekiz cümle îcaz ile tayyedilmiş. Hiç fehmi ihlâl etmiyor, selasetine zarar vermiyor. Bu çeşit mu'cizane îcazlar Kur'anda pek çoktur. Hem pek güzeldir. Amma, Sûre-i Kaf'ın âyeti ise; ondaki îcaz pek acib ve mu'cizanedir. Çünki; kâfirin pek müdhiş ve çok uzun ve bir günü elli bin sene olan istikbaline ve o istikbalin dehşetli inkılabatında kâfirin başına gelecek elîm ve mühim hâdisata birer birer parmak basıyor. Şimşek gibi fikri, onlar üstünde gezdiriyor. O pek çok uzun zamanı, hâzır bir sahife gibi nazara gösterir. Zikredilmeyen hâdisatı hayale havale edip, âli bir selasetle beyân eder.

وَاِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُوا لَهُ وَاَنْصِتُوا لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

İşte ey şeytan! Şimdi bir sözün daha varsa söyle... Şeytan der:

-Bunlara karşı gelemem, müdafaa edemem. Fakat, çok ahmaklar var, beni dinliyorlar ve insân sûretinde çok şeytanlar var, bana yardım ediyorlar ve feylesoflardan çok firavunlar var, enaniyyetlerini okşayan mes'eleleri benden ders alıyorlar… Senin bu gibi sözlerin neşrine sed çekerler. Bunun için sana teslim-i silâh etmem!...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt