mabet_bekcisi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 23 Mar 2007
- Mesajlar
- 1,027
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Sevgilim..ÖLÜM...Kucakla Ruhumu
İnsanoğlunun fıtratından mıdır nedir, her gün başkalarının ölümüne şahit
olduğu halde her nedense, çok uzakmış gibi bir zanla ölümü kendine
yakıştıramaz. Oysaki yemin edildiğinde keffaret gerektirmeyen tek gerçeğin
ölüm olduğunu bildiğimiz halde, arkadaş ortamlarında ölüm söz konusu
olduğunda, ustaca bir tavırla konuyu değiştirme yoluna gideriz.
Eskiden, kabirleri camilerin yada evlerin önlerine yaparlardı ki insanlar gelip
geçtikçe ölümü hatırlasınlar. Şimdi yüksek yüksek mezarlık duvarları iyice
unutturdu bize ölümü. Her gün minarelerden duyulan yanık sâdâlar ve
ekranlarda izlediğimiz ölüm haberlerini öyle kanıksamışız ki sanki hiç
ölmeyecekmişiz gibi bir tavrın içindeyiz.
Oysa ruhları mahfuz olan kutsiler, ebedi ölümsüzlüğe geçiş olan ölümü her
daim terennüm etmişler ve ruhlarının nurani vasıflarla donatılmaları nedeniyle
bedenlerini, sadece Allah’a ulaşmak için zaruri ve geçici bir araç olarak
görmüşlerdir.
Onlara göre ölüm, her zaman unutulmayan bir gerçek ve sonsuz bir yolculuğun
habercisi olmuştur. Öyle bir yolculuk ki ölümsüzlükle donatılan ruhun, belli bir
süre hapsedildiği ten kafesinden sıyrılıp adeta sonsuzluk yurduna yürümesidir.
Hani demişti ya Mevlânâ “ruh gurbette, asli vatanını arzular” diye.
Yine bir Allah dostu şöyle demiş; “ârif ölümü dost, rahatlığı da düşman görür.
Allah-u Teâlâ’yı devamlı hatırlamayı en büyük saadet bilir. Başının üstünde
dolaşan ölümü düşünerek son yolculuğu için hazırlığını tam yapar.
Ölümü bir felaket olarak görenlere ise büyük mutasavvıf İmam-ı Rabbani
Hazretleri ne güzel söylemiş; “Ölmek felaket değildir, öldükten sonra başına
gelecekleri bilmemek felakettir.”
Gelin şimdi de Asr-ı Saadet’e bir lahzâ uzanalım ve O kutlu sahabenin bu
konudaki haleti ruhiyesine bakalım.
Ağlıyordu Ebu Hureyre (r.a), inci inci dökülmüştü de sakalını ıslatmıştı billur
gözyaşları, o mübarek sahabenin. Vefatının yaklaştığını hissediyordu:
“Kardeşlerim, öyle bir sefere çıkıyorum ki yol çok uzak, azık az, yakînim
zaif, bir de sırat üzerinden geçerken cehenneme düşmek korkusu var”
diyordu.
Ebu Zerr (r.a) de şöyle diyordu: “Ey ölüm, haydi tez gel! Canım Rabbine
kavuşmak sevgisiyle çırpınmaktadır.”
Selam olsun, ölümü bir sevgili gibi kucaklayanlara…
İnsanoğlunun fıtratından mıdır nedir, her gün başkalarının ölümüne şahit
olduğu halde her nedense, çok uzakmış gibi bir zanla ölümü kendine
yakıştıramaz. Oysaki yemin edildiğinde keffaret gerektirmeyen tek gerçeğin
ölüm olduğunu bildiğimiz halde, arkadaş ortamlarında ölüm söz konusu
olduğunda, ustaca bir tavırla konuyu değiştirme yoluna gideriz.
Eskiden, kabirleri camilerin yada evlerin önlerine yaparlardı ki insanlar gelip
geçtikçe ölümü hatırlasınlar. Şimdi yüksek yüksek mezarlık duvarları iyice
unutturdu bize ölümü. Her gün minarelerden duyulan yanık sâdâlar ve
ekranlarda izlediğimiz ölüm haberlerini öyle kanıksamışız ki sanki hiç
ölmeyecekmişiz gibi bir tavrın içindeyiz.
Oysa ruhları mahfuz olan kutsiler, ebedi ölümsüzlüğe geçiş olan ölümü her
daim terennüm etmişler ve ruhlarının nurani vasıflarla donatılmaları nedeniyle
bedenlerini, sadece Allah’a ulaşmak için zaruri ve geçici bir araç olarak
görmüşlerdir.
Onlara göre ölüm, her zaman unutulmayan bir gerçek ve sonsuz bir yolculuğun
habercisi olmuştur. Öyle bir yolculuk ki ölümsüzlükle donatılan ruhun, belli bir
süre hapsedildiği ten kafesinden sıyrılıp adeta sonsuzluk yurduna yürümesidir.
Hani demişti ya Mevlânâ “ruh gurbette, asli vatanını arzular” diye.
Yine bir Allah dostu şöyle demiş; “ârif ölümü dost, rahatlığı da düşman görür.
Allah-u Teâlâ’yı devamlı hatırlamayı en büyük saadet bilir. Başının üstünde
dolaşan ölümü düşünerek son yolculuğu için hazırlığını tam yapar.
Ölümü bir felaket olarak görenlere ise büyük mutasavvıf İmam-ı Rabbani
Hazretleri ne güzel söylemiş; “Ölmek felaket değildir, öldükten sonra başına
gelecekleri bilmemek felakettir.”
Gelin şimdi de Asr-ı Saadet’e bir lahzâ uzanalım ve O kutlu sahabenin bu
konudaki haleti ruhiyesine bakalım.
Ağlıyordu Ebu Hureyre (r.a), inci inci dökülmüştü de sakalını ıslatmıştı billur
gözyaşları, o mübarek sahabenin. Vefatının yaklaştığını hissediyordu:
“Kardeşlerim, öyle bir sefere çıkıyorum ki yol çok uzak, azık az, yakînim
zaif, bir de sırat üzerinden geçerken cehenneme düşmek korkusu var”
diyordu.
Ebu Zerr (r.a) de şöyle diyordu: “Ey ölüm, haydi tez gel! Canım Rabbine
kavuşmak sevgisiyle çırpınmaktadır.”
Selam olsun, ölümü bir sevgili gibi kucaklayanlara…