Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

ŞERİAT ve TASAVVUF... (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
ŞERİAT VE TASAVVUF



(Zahir ilimlerinin özü, tefsir, hadîs, fıkıhtır. Bunların özü de tasavvuf... Tasavvufun özü ise vücut bahsidir. Derler ki, bütün tecelli mertebelerinde vücut birdir ve o vücut kendi ilmî suretleriyle zâhire çıkmıştır. Bu bahis gayet nazik ve dakiktir. Buna akıl ve hayâl ile girişmek küfürdür. Zira bu âlemde köpek ve domuz gibi hayvanlarla türlü necaset ve sefil şeyler vardır. Vücudu bunlara kadar şümullendirmek, kabahat ve şenaatlerin en büyüğü olur. Onları ayırmak ve müstesna tutmak ise ölçüyü bozar. O halde?.. Hacegân tâifesinin bağlılarına düşen vazife, bütün bu akıl keşmekeşlerini bir tarafa bırakmak, bâtın tasfiye ve tezkiyesine çalışmaktır. Bâtın nuranîleşip ruh aynası safa kazanınca hakikat ona tecelli eder. O zaman vücut hakikatinin ne olduğu anlaşılır ve bu hakikat kelâm kalıplarına dökülemez.)

·
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Şerîat: Doğru yol. Hak din yolu. Büyük ve geniş cadde. Nur, aydınlık, ışık... "Şir'a, Şeria, Meşrea", lûgatta, "bir ırmak veya su menbaından su içmek veya almak için girilen yol" demektir... "Istılah-kavram" anlamıyla Şerîat'ın, merkezden muhite doğru bütün mukadder oluşlarıyla "dinin heyeti mecmuası" demek olduğu açık... Bu bahsin, "dört temel kaynak: Kur'ân, hadîs, icma-ı ümmet, kıyas" şeklindeki mukadder oluşlarının tafsili, ayrı bir eser mevzuu.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Ağacı kesip ondan meyve ümid eden ne kadar akılsızdır... Ağaca iyi bakılırsa, meyvesi de o kadar çok olur... Meyve maksat olmakla beraber, ağaç olmadan meydana gelmez... Anlaşılacağı üzere; ağaç "Şeriat" ve meyvesi "tasavvuf"... İslâm, "felâh-kurtuluş" dini; ve "felâh", "dindeki gizliliklerin açık edilmesi" demek.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Şer'i, istidlâlî (muhakeme ve delil getirmeye dayanan) ve nazarî ilimlerden maksat, dindeki gizliliklerin açık edilmesi... İcmâl yollu (toplu) olan marifeti tafsile getirmek ve nazariyattan zaruriyata çıkarmak... Bâtın marifetinden maksat da o; ve o marifetin içinde, tecridi teşhis için olan ilimlere mukabil, teşhisi tecrid için olan ve sanat izâfe edilen tefekkür... Şiir idrakını temsil eden bir "doğrulayıcılık usulü" olarak tefekkür, yöneldiği alâka alanına nisbetle, hususî bir keşif ve zaruriyata çıkarma yoludur.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
(Şeriat'a yapışanlar, marifet sahibidirler... Yapışmaları ne kadar çok olursa, marifetleri de o kadar çok olur; gevşeklik gösterenlerin ise, marifetten nasibleri yoktur... Eğer, faraza, bu bozuk düşünceleri ile beraber kendilerinde birşeyler hasıl oluyorsa, "istidrac-sahte keramet"tirler; Brehmenler de bunda ortaktırlar... Şeriat'ın reddettiği, beğenmediği bütün hakikatler, zındıklık ve sapıklıktır.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
O hâlde, Allah'ın zâtına, sıfatlarına ve fiillerine âit marifet ve ilimlerden bir takım sırlar ve incelikler anlayan evliyaların seçilmişlerinin, bu ince bilgilerine Şeriat'ın zâhiri bir şey diyemez ve bu hususta susar. Bu büyükler hareket ederken de, dururlarken de, Allah'ın izin ve yasağını bulurlar. Razı olan ve olmayanı bilirler. Çok olur ki, bazı vakitlerde bazı nâfile ibadetleri rızasız bulurlar ve onu terk etmeleri bildirilir. Bazen uykuda, uyanıklardan iyi bilirler. Şeriat'ın hükümleri, devre ve umumî hâle göredir. İlhâma âit hükümler ise, her ân bulunmaktadır ve hususidir. Bu büyüklerin her hareketi izne bağlı olunca, ister istemez başkalarına göre nâfile olanlar onlara farz olur. Meselâ, bir iş, bir insana göre Şeriat'ın hükmü ve emri üzere nâfile olur ve aynı iş bir başka şahsa ilhâm hükmü ile farz olur. Böylece diğerleri bazen nâfileleri yerine getirirler, bazen de mübah olan işleri yaparlar. Bu büyükler ise, her işi Allah'ın emri ve izni ile yaparlar. Böylece daima farz işlemiş olurlar. Bu büyüklerin derecelerinin büyüklüğünü buradan anlamalıdır. Zâhir âlimleri dinî meselelerde gaybî haberleri, yalnız peygamberlerin haberlerine mahsus bilir. Bu haberlere başkalarını ortak eylemiyorlar. Bu anlayış, VÂRİS olmayı bozuyor. Aynı zamanda dine âit olan doğru marifetleri, sahih ilimleri de kabul etmemektedir. Evet, Şeriat'ın hükümleri dört vesikaya bağlıdır ve ilhâm buna dahil değildir; ama Şeriat'ın hükümleri dışında dine âit işler çoktur. Burada beşinci asıl İLHÂM'dır. Hattâ denilebilir ki, üçüncü asıl, yani üçüncü vesika "ilhâm"dır. Kitap ve sünnetten sonra kıyamete kadar bu asıl devam edecektir. O hâlde diğerlerinin bu büyüklere göre nisbetleri ne olur?.. Çoğu zaman, diğerleri bazı vakitlerde ibadet ederler ve bu ibadetler Allah'ın rızasına uygun olmaz. Bu büyükler ise, bazı hâllerde ibadeti terkederler ve bu hareketleri rızaya uygun olur. O hâlde Allah indinde bunların bu terki, onların yapmasından iyi oluyor. Halbuki avam bunların aksini düşünürler; onu ibadet edici, bunu ise işsiz ve ibadet etmeyici bilirler ve sayarlar... Sözkonusu ifâdeden kasdın ne olduğu üzerinde, herhangi bir yanlış anlamaya ve sapıklığa fırsat vermemek için ayrıca duracağız.)
 

Nur_u Secde

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Eki 2007
Mesajlar
5,266
Tepki puanı
3,644
Puanları
163
Yaş
47
Ağacı kesip ondan meyve ümid eden ne kadar akılsızdır... Ağaca iyi bakılırsa, meyvesi de o kadar çok olur... Meyve maksat olmakla beraber, ağaç olmadan meydana gelmez... Anlaşılacağı üzere; ağaç "Şeriat" ve meyvesi "tasavvuf"... İslâm, "felâh-kurtuluş" dini; ve "felâh", "dindeki gizliliklerin açık edilmesi" demek.Allah razı olsun değerli abimiz.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Madem ki, din, kitap ve sünnet ile kâmil olup son şeklini aldı, bu tam olgunluk ve kemâlden sonra "ilhâm"a ne lüzum vardır ve ne noksanlık kaldı ki, "ilhâm" ile tamamlansın?..

İlhâm, dindeki gizli olgunlukların bir aynasıdır. Dinde bulunan bir başka kemalât ve olgunluk değildir. Nasıl ki İÇTİHAD hükümlerin zâhir olması ise, İLHÂM da esrarın ve ince bilgilerin zâhir olmasıdır ki, bunu birçokları anlayamaz.

Evet, İÇTİHAD ile İLHÂM arasındaki fark açık ve bellidir; o GÖRÜŞ'e dayanır, bu ise GÖRÜŞLERİ YARATAN'a dayanır. O hâlde ilhâmda, içtihatta bulunmayan bir asalet vardır. İlhâm, Peygamberlerin "mehaz-asıl alınan kaynak" olan ilhâmlarına benzemektedir. Her ne kadar ilhâm zannî ve Peygamberlerin ilmi katî ise de...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Ağacı kesip ondan meyve ümid eden ne kadar akılsızdır... Ağaca iyi bakılırsa, meyvesi de o kadar çok olur... Meyve maksat olmakla beraber, ağaç olmadan meydana gelmez... Anlaşılacağı üzere; ağaç "Şeriat" ve meyvesi "tasavvuf"... İslâm, "felâh-kurtuluş" dini; ve "felâh", "dindeki gizliliklerin açık edilmesi" demek.Allah razı olsun değerli abimiz.
....BESMELE...SELAM VE DUA İLE..Gönüldaş nerdesin..Bugün seni görmeseydim nerdesin diye form açacaktım...ALLAHCC YAR VE YARDIMCIN OLSUN...ŞERİAT CANIMIZ...FEDA OLSUN KANIMIZ...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Bir mümin var ki, gözünde ve bakışında bir nur taşır; o nur imanıyla buluşursa, imânla alâkalı görünmeyen şeyleri de görür... İkinci bir mümin var ki, gözünde o nur yoktur, yalnız imân nuru vardır; kendine onunla bakar ve başkalarını da onunla görür.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
"Ruhtan sorarlarsa de ki; ruh, Rabbimin emrindedir" ölçüsü... Ruhların toplamı tek bir emirdir; ruh birdir... Sözkonusu "Küllî Ruh"un tecellisi hâlinde kalb hakikatini meydana getirmek üzere nefsle birleşen ve "benlik-senlik" durumunda ruhlar... Her ruhun, Küllî Ruh'ta, "zat sırrı neyse o" makamı veya yeri, derece ve basamağı vardır... Ruh safiyet kazanıp aslına döndüğü, Küllî olduğu zaman, Kâinat'ın gizlilikleriyle bütün âlemde bulunan mânâlar, kendine nakşolunmuş olarak bulunur; ve kendi ruhanî sıfatına göre, gaibden alacağını alır... "Müminin ferasetinden korkunuz, çünkü o Allah'ın nuru ile nazar eder!" ölçüsü... Allah'ın nuru ile nazar ettiğine göre, hiçbir şey ondan gizli değildir... Ama mümin var, mümin var... Herşey derecen kadar!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
(Zaman ve hâllerin değişmesi sebebiyle, içinde bulunulan zaman ve hâlin vereceği emri, kendinden evvel ve sonraki zaman ve hâl veremez. Bundan dolayı asırların geçmesiyle Peygamberlerin âyet ve bürhanları, türlü türlü değişikliklere uğramıştır. Bu sebep, Peygamberlere nisbetle ulemâsının da, devrin geçer şeyleriyle uğraşmasını zorunlu kılmıştır.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Allah'ın Sevgilisi'nden sonra, Peygamberlik yok, sadece o nura verâset vardır... Allah Resûlü'nün vârisleri, bizzat Allah'ın bildirdiği üzere, tıpkı kendinden önceki Peygamberin şeriatıyla hükmeden İsrail Peygamberleri gibidirler. Allah bunları da, Sevgilisi'nin ve Cebrail Aleyhisselâmın yardım ve desteğine kavuşturur. Netice olarak, Ruh-i Muhammedî ile veli arasında bir irtibat ve münasebet sözkonusudur... Ve meselâ, nakil edilen hadîslerin şüpheli ve eksik olanlarının hakikatini, bu yoldan tahkik eder.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Veli, bir hadîsten tereddüdü varsa, bu hadîsi yazanla manen ve ruhen buluşur, tartışır ve daha doğru bir neticeye varmak için Allah Sevgilisi'nin ruhundan bunu sorar ve öğrenir... Kezâ, hadîsi rivayet eden kişiden de, işin aslını aynı yoldan sorup öğrenebilir... Sahih-i Müslim, kitabında şöyle anlatır:

-"Veli veya mükâşif bazı kimseler, doğru zannedilen bir hadîsin, doğru olup olmadığını veya doğruluk derecesini muhakkak bilir. Ruhanî bir mazhariyetle, bu hadîsin doğruluğu, kendisine, bunu nakil eden şahsın sureti ve ismiyle birlikte bildirilir ve gösterilir. İşte bu gibiler, evliyanın enbiyasıdır. Bunların ayrı ayrı şeriatleri yoktur ve Şeriat'ın tervicinden ibaret hükümlerinde de, bunun Allah ve Resûlü'nün olduğunu bildirir, bu Şeriat'ın sahibini şahit gösterirler."
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
İnsanların idrak edemedikleri hususu, veliler bir YAKAZA (Uyku ile uyanıklık arası bir hâl) ânında Peygamberlerle buluşup, idrak edebilirler. İşte bu paye ve makam, bu yolda yürüyen evliyalar için tesbit edilmiştir. Allah'tan başka hiçbir kimseden yardım görmeyen, hiçbir hocadan faydalanmadan kendi kabiliyet ve himmetleriyle çalışıp, doğruluk ve bilhassa ilim elde eden ve kendilerini insanlık meziyetleri ile süslemiş olanlar, bu makama sahip olmuşlardır.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Bu ilimlerden biri de, (bitki ve yeşillik) ilmidir... Rûya: Yerden biten bitki... Nebat: Bitki... Hudaret: Yeşillik, bitki... Hudârâ: Allah için, Allah aşkına... Hudâre: Deniz... Kamûs: Deniz. Lûgat... Allah bu ilmi, bu Şeriatta kendisine Resûlü'nün diliyle ibadet edilmesi için getirmiştir. Bunların aracıları "fakih-idrak sahipleri", yazı ve çizgi âlimleridir. Bu ilimler Ledünnî ilimlerdir... Ledünnî; dinî olmayan... Bu ümmetin Peygamberlerinden çıkan ilimler olmadığı gibi, Peygamberlerin vârisleri olan evliyaların da ilmi değildir; ne şer'i, ne tasavvufî... Bu ilim "indî"dir, insan şahsiyetiyle alâkası vardır... İndî: Şahsî, zâtî, mevzua mahsus.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Bunlarla varılan netice şudur ki, bütün topluluklar Allah'a tam bir şuur ve idrak ile dua etmelidir... Allah'ın, Resûlü'ne söylemesini emrettiği:

-"Bana ve benim yolumda yürüyenler için basiretle Allah'a dua edin. Onlar bu makamın sahipleridirler. Onlar bu ümmet içinde, İsrail oğullarının veya kavminin içindeki İsrail peygamberleri gibidirler."
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Mûsâ Peygamber'in şeriatıyla amel eden Harun Peygamber gibi... İşte, Allah Resûlü'ne vâris olanlar, hiç şüphesiz Şeriatı hakiki olarak ve hakikatiyle muhafaza eden gerçek bilgi sahibidirler. Fakat zâhir uleması buna pek iltifat ve itibar etmez, inanmazlar. Onlar, bunların doğruluğunu aramaya lüzum görmezler; arzuladıkları tek şey, makamlarını korumak ve hakikatleri gizlemektir. Öyle ki, kendilerince doğru olarak bilinen cihetleri dahi, yazı ve çizgi âlimlerine bildirmezler... Bu hâl tıpkı, içtihad ve hüküm sahibi bir kimsenin, çalışmadığı ve delilleriyle uğraşmadığı hâlde bir hüküm vermesine benzer... Tıpkı hâkimin, kafadan atmasyon hüküm vermesi gibi!)
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Toprak, su, hava, güneş, ısı, mevsim şartlarının nisbet yekûnu içinde zahir olan tohum-yerden biten nebat misâli, dindeki gizliliklerin açık edilmesini gerektiren zamanın icabına mahsus ve çözüm için kendini empoze eden meseleler... Bu meseleler "ibadet, ukubât ve muamelât"a dair İÇTİHAD gerektiren işler ve bunların mukadder oluşları sınıfına girebileceği gibi, LEDÜNNÎ mahiyette de olabilir... Ledünnî ilim, Allah'tan ilham yoluyla mânâlar kavramak işi... İbadet, ukubât ve muamelâta dair ŞER'İ meselelerde olduğu gibi, LEDÜNNÎ mahiyetteki meselelerde de, her mevzu, kendi "usul, esas ve kurallarıyla" ele alınabilir... Bu hakikate binaen, Şer'i olmayan mevzuların dindeki ölçü ve ölçülendirmelere nisbeti, her mevzuun kendine mahsus keyfiyetine göredir... Daha kendi mevzuunun alâka durumunu bilmeyen ezbere ölçü tekerlemecisi uyduruk fıkıh ulemasından (!), anlamadığı her mesele karşısında "kaynaktan yapmalıyız!" tekerlemesine sarılan ayıya, olur olmaz "bu Asr-ı Saadette yoktu!" diyen ama Asr-ı Saadet'te olmayan her türlü âlet ve edevatı kullanan ve Asr-ı Saadet'te olmayan hastalığını yine o zaman olmayan ilâçlarla tedaviye soyunan soytarıya kadar, hepsini, verdiğimiz ölçülendirmeye vurunuz... Bunlar, "ahlâk"ın, eşya ve hadiseler karşısında takınılan tavır olduğunu bile bilmezler!..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Şer'i olmayan meselelerin Şer'i meselelere nisbeti, sosyal hayatın bütün kurum, kuruluş, oluş ve buluşlarının kendine göre değerlendirildiği "hukuk"a nisbeti gibidir... Sosyal hayatı düzenleyen hukuk, alâkalı olduğu ve olmadığı hususların tayini ile her yerdedir; hukuk her yerde ve her hukukî hâdise bir sosyal hâdisedir ama, her sosyal hâdise hukukî bir hâdise değildir... Hukukun her yerde bulunuşu, orada kendini empoze edebilecek meseleye nisbetledir... Kendini empoze eden mesele bahsine dair bir misâl verelim:

-"Su, iki hidrojen ve bir oksijenden mürekkeptir!"

Anlamadığı mesele karşısında "kaynaktan yapmalıyız!" tekerlemesine sarılan şapşalın hâlini izâha hacet yok... Bir meselenin çözümünün İslâmî olup olmadığını satır aralarına serpiştirilmiş âyet ve hadîslerden ölçmeye kalkan şapşallar, evvelâ "bedahet-apaçık bilgi" davasını öğrensin... Bunun yanında, meselâ, "organ nakli" gibi bir mesele: Bu meselenin bir yanı, mümkün olup olmama şeklinde tıbbîdir, diğer yanı da kendini çözüm için "fıkıh"a arzedendir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt