Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Şehit Olmak (1 Kullanıcı)

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38
selamun aleykum degerli kardeşim ellerine yüreğine saglık rabbim razı olsun inşallah paylaşım için teşekkür ederim
rabbimize emanetsinizi nşallah
selam ve dua ile
<<B)>>



Ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve berakatüh Damla kardeşim.
Allah sizden de razı olsun inşaallah,
Okuduğunuz için ben teşekkür ederim.
Allah’a emanet olun,
Selam ve baki dua ile kalın.

 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
şehadet bir ruhtur

şehadet bir ruhtur

ŞEHADET BİR RUHTUR

“… İşte bu günler (zafer ve hezimet günleri öyle günlerdir) ki, onları insanlar arasında evirip çeviririz. Ta ki Allah, iman edenleri ortaya çıkarsın ve içinizden ŞEHİDLER edinsin! Allah zalimleri sevmez.”
[1]

ŞEHADET; İslam literatürüne mahsus bir mefhum olup kelime-i şehadetin muktezası olarak, her daim müslümanın fiili ve kavli duasında ve arzusunda yer alan bir olgudur. Müslüman, Allah(cc)’a verdiği ahdini şehadetle taçlandırmayı en büyük ideal ve hedef olarak belirler. Zira Allah(cc)’a olan kulluğun şehadetle noktalanmasının, kulluğun ve hüsnü hatimenin zirvesi olduğuna yakinen inanır. İşte Müslüman, bu yüceler yücesi olan mertebeye / dereceye ve rıza-i ilahiye mazhar / nail olma uğruna bütün varlığını ve değerlerini feda edip seferber etmektedir. Çünkü o biliyor ki şehadet, Allah (cc)’ın seçkin kulları için arzuladığı yüce bir lütuf ve ihsandır. İşte Mü’min, Allah(cc)’ın bu seçkin kullarından olma arzu ve isteğinin müştakıdır!... Hakikatten bu, çok ideal ve pek isabetli bir taleptir. Öyle ise her akl-ı selim ve iz’an sahibi Mü’min, böylesi ulvi bir hedefi yakalama adına çabalamalı, didinmeli, büyük fedakârlıklar göstermeli ve bütün varlığıyla-halisen Allah(cc) ve onun yüce dini için olmalıdır ki, Rabbi de ona seçkin kulları arasında yer edinmeyi nasip etsin! Evet bütünüyle Allah için olma ameliyesi!... “De ki; Hiç şüphesiz benim namazım da, ibadetlerim de hayatım ve ölümüm de âlemlerin Rabbi olan Allah içindir!”[2] İşte bu ayeti kerimenin muhtevi olduğu mana ve mefhumu, hayatının bütün karelerine nakşeden Mü’min, ancak bu yüce mertebeye layık olabilir.

Konumuzun başına aldığımız ayeti kerimede de görüldüğü gibi Allah u Teala, “sadık olan mümin kullarını ortaya çıkarmak ve şehitler edinmek için (hezimet ve zafer) günlerini, insanların arasında evirip çevirmektedir.” Bu bir sünnetullahtır. Allah(cc)’ın kıyamete dek değişmeyecek olan kanunu ve muhkem hükmüdür. Evet şehitler edinsin diye!... Bu, Rabbimizin arzu ve isteğidir. Bizden, yani İslam ümmetinden şehitler edinmek istiyor. Hem de seçkin kulları arasından… Zira bu şerefe, ancak onun seçkin kulları layık olabilirler.

Müminler olarak şu gerçeğe kesin olarak inanıyoruz ki, hakikaten Allah (cc)’ın kulları için ihtiyar buyurduğu her şey hayırdır, velev acı ve zahmetli olsa dahi. Öyle ise şehadet olgusu, İslam ümmeti için bir kayıp ve ziyan değildir. Akl-ı selim sahibi hiçbir Müminin, şehadet hakikati için kayıp ifadesini kullanması mümkün değildir. Allah(cc)’ın arzuladığı ve kulları için istemiş olduğu ferman-ı ilahisine kayıp veya zarar demek mümkün müdür? O halde şu hakikati çok açık ve net olarak söyleyebiliriz ki, şehadet; İslam ümmeti için en büyük kazanç ve yarınlarımız için en büyük yatırımımızdır. Zira şehitlerimizin akıtmış oldukları o mübarek kanlarının tüm zerreleri, bir rahmet yağmuru misali, ölü bedenleri diriltip canlandıracaktır ve meyus olan gönüllere büyük umutlar muştulayıp zerk edecektir. Evet, ŞEHADET BİR RUHTUR, ölü olan hücrelere, gönüllere ve bedenlere, İsrafil(as)’in nefha-i sanisi gibi hayat bahşetmekte, canlandırmakta ve ihtizaza / harekete geçirmektedir. İslam ümmetinin hayat / can damarı ve varlık iksiri olan şehadete hiçbir zaman kayıp denilebilir mi?

Hayat önderimiz ve şehadet öğretmenimiz olan Resul-ü Zişan efendimiz buyurur ki; “Öylesi bir zaman gelecek ki, aç insanların yemek kabı üzerine üşüştükleri gibi yabancı milletler de sizin başınıza üşüşeceklerdir!” Ashab (r. Anhüm): “Ey Allah(cc)’ın Resulü! O gün bizim azlığımızdan mı bu olacaktır?” diye sorunca, Resulullah(sav): “Hayır, bilakis sizler çok olacaksınız, fakat sel üzerindeki çer-çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizden çekinme duygusunu çekip alacak sizin kalbinize ise acziyet sokacaktır.” Ashab (r.Anhüm): “Ey Allah’ın Resulü! Acziyet nedir?” deyince, Resulullah(sav): “Dünyayı sevmek ve ölümden nefret etmektir!” buyurmuştur.[3]

Resulullah(sav), mucizevî bir ğaybi haberle İslam ümmetinin yaşamış olduğu son karanlık ve maküs asrı ne güzel tasvir etmiştir. Ölümden korkan ve çer-çöp mesabesinde olanların içinde bulundukları süfli hali ne güzel resmetmiştir. İşte bugün bütün dünya küfrü avanesiyle birlikte, İslam’ın nurunu söndürmek ve hayat damarlarını koparıp yok etmek için Müslümanların başına üşüştükleri dönemin son perdesini yaşıyoruz. Çünkü dünya küfrünün artık nefesi kesilmiş ve takatten düşmüş bir manzara arz ediyor. Allah(cc)’ın izniyle artık son çırpınışlarını yaşıyorlar. Adeta kudurmuş kilablar gibi sağa-sola saldırıyorlar, denenmemiş silahlarını dahi kullanıyorlar, kimyasal ve biyolojik silahlarla şehirleri içindeki bütün canlılarla beraber yakıyorlar. Ancak bütün bu kıyımlarıyla ve vahşetleriyle ve de silahlarıyla beraber artık çaresizliği ve hezimeti oynuyorlar!...

Allah(cc)’ın yardım ve inayetiyle artık bundan sonra işler kâfirlerin, mürtetlerin ve hainlerin arzuladıkları ve planladıkları minval üzeri gitmeyecektir. Zira biz Müslümanlar olarak artık ölümden korkmuyoruz!

Allah(cc)’ın izniyle çer-çöp olma halinden kurtulduk! Çünkü Şehadet Öğretmenleri, şehadet dersini en güzel şekilde verdiler! Öyle ki, bu dersi bütün zerrelerimize, beyinlerimizin tüm kıvrımlarına ve de bütün genlerimize nakşettiler. Hem de tatbiki bir eğitim formasyonuyla gönüllerimize ve dimağlarımıza kazıdılar. Onlar, üzerimize çöken karanlık bulutları misbahlarıyla dağıttılar. Artık ufukta ışık şuleleri belirmiştir, gün artık doğacak gibidir! Zira bu sünnetullahtır, onun cari olan sünnetinde hiçbir değişiklik, aksaklık olur mu? Şehitlerimizin mübarek kanları, günümüzün firavun ve tağutları için Kızıldeniz olmuştur.

Kâfirler ve hakikat düşmanları, hesaplar yapmakta, tuzaklar ve desiseler kurmaktadırlar. Ama artık Allah(cc)’ın izniyle bütün bu kurdukları tuzaklar başlarına dolanacaktır. Çünkü mevlamız da onlar için mekirler / tuzaklar kurmaktadır. Unutulmamalı ki en etkili mekir Allah (cc)’ın mekridir, zira o, tuzak kuranların en hayırlısıdır.

Kâfirlerin ve mülhitlerin, dünya ve dünyadaki metaa / menfaate karşı aşırı derecede sevgi besledikleri ve dünyadaki zevk-ü sefanın tutkuluları oldukları bir gerçektir. Oysa Allah davasının cengâver ve serdengeçtilerin şehadet ve rıza-i ilahiye olan sevgi ve tutkuları kat be kat daha fazladır. Onlar, şehadet âşıklarıdırlar, ilahi vuslatın sevdalılarıdırlar. Kanlarıyla laleleri yetiştirecekleri anı büyük bir iştiyak ve sabırsızlıkla beklemektedirler. Tarihin hiçbir kesitinde şehadet âşıkları ve ilahi davanın sevdalıları karşısında duran ve direnen hiçbir şer ve şeytani güç olmuş mudur?

Ey yeryüzünün tağutları, mücrimleri, azgınları ve fasıkları! Bizim hiçbir silahımız olmasa dahi, şahaplar saçan yüreklerimiz vardır. Bedenlerimizle Seddi Zülkarneynler oluşturup, Ye’cüc ve Me’cüc’ün torunlarının azgınlık ve tuğyanlarının önünde setler oluşturacağız. Şunu hiç unutmayınız ki artık o karanlık ve zilletli günler geride kaldı. Tarihin karanlık sahifelerine gömüldü ve artık yeni bir tarih yazılıyor! “Bunlar Allah(cc)’ın günleridir, insanların arasında deveran edip durur!” Artık deveran eden günler bizden tarafa dönüyor. Kararttığınız hayatımıza nur saçan güneş ufukta belirmiş, İslam ümmetine tebessüm etmektedir. Allah(cc)’ın izniyle ebede kadar da kanlarımızın parıltılarıyla ışık saçmaya devam edecektir.

Uzun süre Müslümanlar, cihad ve şehadet atmosferinden uzak kaldıklarından, dünyadan öte hiçbir hesap ve beklentileri olmayan küfür ve tuğyan ehli olanlar, zulüm ve zorbalık, küfür ve tuğyanlarıyla yeryüzüne hâkim oldular. Öyle ki, Müslümanların en mahrem ve kutsal mekânları dahi, onların o necis postallarıyla çiğnenmiş oldu. Onlar, ölümün üzerine üzerine giderlerken hatta gencecik kızlarını öldürücü silahlarla donatıp üzerimize salarlarken topraklarımızı ve zenginliklerimizi gasp edip değerlerimizi çiğnerlerken, ümmetin içinde İslam’da kan akıtmanın haramlılığı ve hoşgörü masallarıyla insanlarımızı izzet ruhundan uzak tutmaya ve kafirlere de daha geniş imkanlar ve meydanlar sunmaya çalışanlar oldu. Haliyle Müslümanlar da, zillet altında esaretli bir hayata razı olmuşlardı. Yeter ki Allah ve İslam düşmanlarıyla boğuşmasın, cihad ve kavganın zahmet ve sıkıntılarından uzak durmuş olsun ve şehadetle gelecek ölümden uzak kalmış olsunlar. Evet, ölmemek ve yaşamak için şehadetten fersah fersah uzak kaldılar. Oysa ölümsüzlük ancak şehadetle mümkün oluyordu. Rabbimiz: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanmayın! Bilakis onlar Rableri katında diridirler, rızıklanırlar!”[4] buyurmaktadır.

Ayeti kerimede görüldüğü gibi Rabbimiz, şehitler için ‘ölüler’ demekten bizi alıkoymakta ve onların Rableri katında diri ve en üstün nimetlerle rızıklandırıldıklarını apaçık bir şekilde beyan etmekte iken, Müslümanlar uzun bir süre bu hakikatleri idrak edip hayata geçirmekte tereddüt ettiler.

İslam ümmetine ölümsüz bir hayatın çığrını açan, izzetle yaşamanın sürurunu tattıran ve bu yolda önümüzde nur olup ışık saçan ümmetin tüm ŞEHİDLERİNE selam ve ihtiram olsun, minnet ve şükranlarımız onların aziz ruhlarınadır. Onlar bizim en azizlerimiz oldukları gibi, gözlerimizin nuru olan evlatları ve pek muhterem eşleri ve akrabaları da, en azizlerimiz, en kıymetlilerimiz ve en mümtaz şahsiyetlerimiz olarak İslam ümmetinin içinde yerlerini almaya devam edeceklerdir. Onlar ne kadar bahtiyardırlar ki, Mevla onlara böylesi üstün bir şeref ve lütuf, ihsan etmiştir.

Ancak onlara layık olmanın elzemliliğini de asla unutmamak gerekir. Onların o yüce hatıralarına halel getirmemek de büyük bir sorumluluktur. Rabbim bizleri de onların takipçileri ve onlar gibi seçkin kullarından kılsın!...

(Faruk Hamza)


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Âl-i İmran Suresi: 3 / 140

[2] En’am Suresi: 6 / 162

[3] Süneni Ebu Davud

[4] Âl-i İmran Suresi: 3 / 169
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
işin başı İSLAM ,
direği NAMAZ,
zirvesi CİHADDIR.

(tirmizi)
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Ey Şehadet Gel De Bana...

Ey Şehadet Gel De Bana...

Ey Şehadet Gel De Bana...


Ey şehadet
Sensizlikten kan damlar oldu gözlerimden
Ne olur sanki salsalar beni dağlara
Ne olur bende kan kustursam şu küffara
Naralarla versem ortalığı velveleye
ALLAHUEKBER nidalarıyla çoşsam bir bedir misali...

Ey şehadet
Çok özledi seni yaralı gönlüm
Halid bin velid misali susadım sana
Artık kalmadı bende Nuhun sabrı
Geylaninin aşkına ulaşır oldu gönlüm senle
Seni bekleyen dudaklarım her an seni heceler de
Sen yine gelmezsin , bir bomba olup patlamazsın şü yüreğimde...

Ey şehadet
Sana susamış gönüller var burada
Seni isteyen nice can hazır bekler oldu sırada
Hepsi git desen gidecek kadar cesur
Hepsi öl desen ölecek kadar yiğit aslında
Ama sen hala gel demedin
Hala çağırmadın bizi o sonsuzluga düçar nidanla
Bi seslensen bize maveradan
Bi gel desen koşacak sana milyonlarca yürek el ele
Ah şehadet gel desen keşke bana

Ey Şehadet Gel De Bana...




Ey Şehadet Gel De Bana...
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Her mücahide nasib olmayan aşk

Her mücahide nasib olmayan aşk

HER MÜCAHİDE NASİB OLMAYAN AŞK

Her mücahid bu yola ilk adımını attığında şehadetle nişanlanır.Mücahid için ölümün adıdır şehadet.
Şehadet ise ölmek değil Sevgiliye kavuşmaktır.
Ve her çatışma mücahid için bir düğün anıdır aslında.
Şehadetle imzaların atılacağı bir düğün anı.
Fakat şehadet çok nazlıdır.Her çatışmada mücahid;tamam işte bu benim düğünüm şehadet imzasını atmaya geliyor der.
Ama dedik ya şehadet nazlıdır.
Ne zaman geleceği belli değildir.Mücahid kimi zaman nazlı şehadetin geldiğini düşünürken o sadece tatlı yaralar bırakıp gider.Ama mücahid yılmaz,vazgeçmez."Elbet geleceksin" der ve beklemeye devam eder.
Aslında şehadetin nazlı olmasının sebebi kıskançlıktır.Çünkü bilir mücahidin duyduğu aşkın aslında kendisine değilde En Sevgiliye olduğunu.Kendisinin amaca ulaşmak için sadece bir araç olduğunu.Yinede darılmaz gücenmez şehadet kandırıldığını düşünmez.Böyle bir aşk'a sadece saygı duyulur der.Ve artık bekletmez mücahidini.
Gelir şehadet.
Ve o an tatlı bir tebessüm düşer mücahidin dudaklarına.Şehadet bir kenara çekilip seyreder mücahidin bu güzel halini.Ve imrenir bu aşk'a.O tatlı tebessüm imzaların karşılıklı atıldığının resmidir aslında.
Devam eder yoluna şehadet.Sırada kendisine aşık olduğunu söyleyen çok mücahid vardır çünkü. Aşkın kendisine duyulmadığını bilsede şehadet,yoluna devam eder.
Sırada bekleyen çok mücahid vardır.
Bu aşk'a saygı duymamak mümkünmü dür.Gitmemek mümkünmü dür.EN SEVGİLİ ile mücahidin buluşmasına vesile olmamak mümkünmüdür
Ve Şimdi Soruyorum Sana Ey Şehadet
Bana ne zaman geleceksin.Benim dudağımda o tatlı tebessümü ne zaman izleyeceksin.Ne zaman?
Çok bekletme ne olur............

EY ŞEHADET ÇABUK GEL MÜJDEMİ GETİR BANA.....
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
şehadet bır çağrıdır, nesillere ve çağlara!!!

şehadet bır çağrıdır, nesillere ve çağlara!!!

ŞEHADET BIR ÇAĞRIDIR, NESİLLERE VE ÇAĞLARA!!!

Şahadet bir çağrıdır, nesillere ve cağlara, dünya var oldukça zulmün dumanının tüttüğü her yerde insanlar bu çağrıya ses verdiler. Habil ile başladı bu mesaj. Mescidi Haramin yani başında Sümeyye'den Uhud' un Hamza'sına. Dünyada eşi görülmemiş bir zulüm ve katledilen kerbelanın Hüseyin' in den, Mısır'ın zindanlarına; işkencelerle dara ağaçlarına itilenlere, inkılabın Behesti' sinden binlerce şehide, Seyh Said' inden Metin Yüksel'ine.

Alçaklığın ve zulmün kol gezdiği yerlerde Hüseyin gibi kutlu Şahadete koşmak, Zeynep gibi bu kutlu mesajı bütün zamanlara ve cağlara aktarmak, Müminlerin en büyük sevdası olmuş.

Şehid, insanlığın onuru, yüz akı ve Şahadet. Bir ask oyle bir ask ki bütün zalimlerin zorbaların karsısına dikilen, yıkılmaz, geçilmez engel. Tüm zamanların zalimlerine bir şehidi karşı cıktı. Tüm zamanların zalimlerinin korkusu oldu. O öylesine bir sevda ki ne mal düşünülürdü ne can.

Karanlıkta kalmışlara ışık oldu Şehid, dermansızlara derman, mazlum ve mahkumlara umut oldu bir mum gibi yandı eridi etrafına ışık saçtı şehit.

Olumsuzluğu tatmıştı. O ölümden korkmazdı. Sehid olanlar ahitlerine sadik kaldılar, asla sözlerinden dönmediler, izzetlice ölmeyi, zillet altında yasamaya tercih ettiler. Dünyalarını altlarından ırmaklar akan cennet karşılığında terk ettiler. Onlar ölmediler, çünkü onlar diriydiler. Rableri katında rızıklanmışlardı. Mazlum Sehidlerin kani döküldükçe yeryüzüne binlerce fidan verirdi toprak.

Mesajları zamandan zamana taşırlardı. Tek bir gaye için, kula kulluğu reddetmek için, insanlığın kurtuluşu içindi Şehidin kendini feda edişi.

Her zamanda bir zalim ve karsısına her zaman da Hüseyin cıktı. "BEN OLMEDIKCE AYAKTA KALMAYACAKSA MUHAMMEDIN ( S.A.V) DINI, EY KILICLAR HAYDIN DURMAYIN, DOGRAYIN BEDENIMI!" diye haykıran Hüseyin. Hin bir zamanda ve mekanda düşmedi bu bayrak.




Ey Şehadet Gel De Bana...
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38


Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde buyuruyor ki:

Allah yolunda öldürülmüş olanlar için ölüler demeyiniz. Bilâkis onlar diridirler. Fakat siz iyice anlayamazsınız. (Bakara sûresi: 154)

And olsun, eğer siz Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah’ın bir bağışlama ve esirgemesi, Onların toplayacakları dünyâ menfâatlerinden elbette daha hayırlıdır. And olsun, eğer ölür veya Allah yolunda öldürülürseniz muhakkak ki, Allah’ın huzûrunda toplanacak, hesaba çekileceksiniz. (Âl-i İmrân sûresi: 157-158)

Sakın Allah katında öldürülenleri ölüler sanma! Doğrusu Onlar Rableri katında diridirler, Cennet meyvelerinden rızıklanırlar. Onlar, Allah’ın kendilerine verdiği ihsandan (şehitlik rütbesinden) dolayı neşeli haldedirler ve arkalarından kendilerine şehitlik rütbesiyle katılamayan mücâhitler hakkında şunu müjdelemek isterler: “Onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklar.” (Âl-i İmrân sûresi: 169-170)

Kim Allah ve Peygambere itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nîmetler verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle berâberdirler. Onlar ne iyi arkadaştırlar. (Nisâ sûresi: 69)

Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlar, Allah onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Çünkü Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır. (Hacc sûresi: 58)

Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular ki:

Şehidin, kul borcundan başka bütün günahlarını Allahü teâlâ affeder.




Ancak mümin olanlar şehit olur. Allah’a ve dinine inanmayanlara âhirette şehitlik muâmelesi yapılmaz. Şehitler dünyâda ve âhirette, durumlarına göre muâmele görürler. Tam şehit olan ve dünyâ şehidi olan, öldükleri vakit üzerinde bulunan kanlı elbiseleriyle gömülür ve yıkanmazlar. Allahü teâlânın huzuruna, harpte yaralanıp şehit oldukları andaki durumlarıyla gelirler. Yaralarından akan kan misk ve amber gibi kokar.

Şehit olarak ölmeyi istemek îmânın kâmil olmasının alâmetidir. Onun için her Müslüman şehit olarak ölmek için duâ eder. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz, şehitliğin fazîletlerini, üstünlüklerini Eshâbına haber verince, bütün Eshâb-ı kirâm şehit olmak istemişler, namazlarından sonra şehit olarak ölmek için duâ etmişlerdir. Bu hususta duâsı meşhur olan Eshâb-ı kirâm çoktur. Bunlardan, Abdullah bin Cahş’ın duâsı pek meşhurdur.

Hazret-i Abdullah bin Cahş, Resûlullah’ın halasının oğlu ve kayın birâderidir. Bedir Savaşında olduğu gibi, Uhud Savaşında da büyük fedakârlıklar göstermiştir. O, bu savaşta şehit olmak istiyordu. Arkadaşlarından Sa’d bin Ebi Vakkas hazretleri, bu arzusunu şöyle anlatmaktadır:

Uhud’da, savaşın çok şiddetli devam ettiği bir andı. Birdenbire yanıma sokuldu, elimden tuttu ve beni bir kayanın dibine çekti. Bana şunları söyledi:

“Şimdi burada, sen duâ et, ben “âmin” diyeyim. Ben de duâ edeyim, sen “âmin” de!” Bunun üzerine “peki” dedim ve şöyle duâ ettim:

“Allah’ım, bana çok kuvvetli ve çetin kâfirleri gönder. Onlarla kıyasıya vuruşayım. Hepsini öldüreyim. Gâzi olarak geri döneyim!”

Benim yaptığım bu duâya, içten “âmin” dedi. Sonra da duâ etmeye başladı:

“Allah’ım, bana zorlu kâfirler gönder. Kıyasıya onlarla vuruşayım. Cihadın hakkını vereyim. Hepsini öldüreyim. En sonunda bir tânesi de beni şehit etsin. Sonra, benim dudaklarımı, burnumu, kulaklarımı kessin. Ben kanlar içinde, senin huzûruna geleyim. Sen bana: “Abdullah, dudaklarını, burnunu, kulaklarını ne yaptın?” diye sorduğunda, Allahım, ben onlarla çok kusur işledim, yerinde kullanamadım. Senin huzûruna getirmeye utandım. Sevgili Peygamberimin de bulunduğu bir savaşta, toza toprağa bulandım da öyle geldim, diyeyim.”


Allah Resulü bir hadislerinde: Cennete giren hiçbir kimse dünyaya tekrar geri gelmek istemez. Şehit bundan müstesnadır. Şehit, gördüğü şehitlik derecesinin büyüklüğünden ötürü savaşıp şehit olmak üzere tekrar tekrar dünyaya gelmek ister, buyurmaktadır.

48767--.jpg




 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38
Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var.
İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir;
Kimi de (Şehitliği) beklemektedir.
Onlar hiç bir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.


Ahzâb - 23
 

sınan_06

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
466
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
rabbim gönlümüzden gecenleri gerceklestirir inş allaha layık kul olarak varırız rabbimin huzuruna amin
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Hz. ömer şehadet istiyor

Hz. ömer şehadet istiyor

HZ. ÖMER ŞEHADET İSTİYOR

Aklı başında her insan, bu ciddî ve candan mücadele ve mücahedenin neticesinde tâcına sorguç takma ma’nâsında şehadeti temenni etmiş durmuştur. Hz. Ömer Efendimiz de onlardandır. Hz. Ebû Bekir’den sonra Mescid-i Nebevî’de tam on sene her Cuma minbere çıktı ve Rasûl-ü Ekrem (sav)’ın ruhaniyetinin müşahadesi altında hutbe okudu. “Efendimizin ruhaniyetinin müşahadesi altında” diyorum, zira Hz. Ömer’e göre Rasul-ü Ekrem vefat etmemiştir. O, sadece hücre değiştirmiş, Hz. Aişe'nin hücresinden, saadet hücresi olan yerin altındaki hücresine çekilmiştir. Ve arkada bıraktıklarını âlem-i berzahtan, âlem-i misalden seyretmektedir.
Bir gün Ömer (ra), hutbesinde Adn Cennetinden bahseder. Onun genişliğini, kapılarını anlatır ve ardından da oraya ilk gireceklerin Nebîler olduğunu söyler. Ardından Allah Rasûlü’nün kabrine doğru tatlı bir reverans yapıp eğilir ve “Ne mutlu Sana ey şu kabrin sahibi” der. Sonra sözlerine devamla, nebîlerden sonra Adn Cennetine gireceklerin özü sözü doğru “sıddıkları” olacağını ifade eder ve yine tatlı bir reveransla Hz. Ebu Bekir’in kabrine dönüp, O’na da “Ne mutlu Sana ey şu kabrin sahibi”der. Sonra da Adn Cennetine şehidlerin gireceğini söyler. (Allah Rasûlü, Uhud Dağı lerzeye geldiğinde O’nun şehid olacağını müjdelemişti) Ömer (ra), belki de o müjdeli günü hatırlar, susar ve sözlerine biraz ara verir... Herkes, merakla Hz. Ömer’in dudaklarıdan dökülecek sözü beklemekdedir. O ise, kendi kendine şöyle mırıldanır: “Nerede şehâdet, nerede sen? O sana nasip olur mu hiç?” der. Biraz daha durur ve konuşmasına şöyle devam eder: “Seni müslümanlığa hidayet eden, seni hicretle serfiraz kılan, seni Peygambere’’ dost yapan, sana Medine’de yaşama imkânı veren Allah, inşâallah sana şehadeti de nasip eder.” Hz. Ömer’in (ra) en büyük ideali budur. O ki, “Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer olurdu” sözüyle serfirazdır. O ki, Allah Rasûlü’nün massettiği ledünnî ilmi ikinci derecede masseden insandır. O ki, ümmetin önünde bir kâmet-i bâlâdır. Bununla beraber O, mücadele ve mücahede dolu hayatını bir tâç halinde başına korken, şehadeti de sorguç olarak bu taca yerleştirme arzusundadır.
Bu hutbesiyle, mescidde namaz kıldırırken bağrından yediği hançerle yere serilmesi arasında ne kadar bir süre geçti bilemiyoruz. Tarih, bu mevzûda bize kat’i bir şey söylemiyor ama, muhtemelen o hutbeyi irad ettiği zaman Hz. Ömer son günlerini yaşıyordu. Ölüm temennî ve arzusu içindeydi. Artık Rasûl-ü Ekrem ve Ebû Bekr’in firakına tahammül edemez hale gelmişti. Onun için, nice defalar ellerini kaldırıp, büyük bir iştiyakla, “Allahım, Sen’den Sen’in yolunda şehâdet ve peygamberinin köyünde ölmek istiyorum” diye yaptığı dua, ağlaya ağlaya kılıp hıçkırıklarıyla arkadakileri de ağlattığı namazlarının birinde kabul oluyor ve bağrından yediği hançerle Hz. Ömer, şehidlik mertebesine ulaşıyordu.
Aslında biz, öbür aleme iştiyakla Allah için dökeceğimiz iki damla göz yaşı ve iki damla kanın O’nun yanında nasıl hora geçtiğini bilsek, güvercinler gibi kanat çırpar, o hal ve o havayı yakalamayı bin şevk ile isteyip, arzu ederdik. Ancak bu, belli bir iman ve iz’ana bağlıdır. Mevzû ile alakalı olarak Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“Allah katında şu iki damladan daha sevimli bir şey yoktur: Allah’a iman ve iz’anın ifadesi olarak dökülen göz yaşı damlasıyla Allah yolunda harbederken dökülen kan damlası.” Allah, bu iki damlayı o kadar çok sever. Bu sebeple, Allah katında sevimli olan şeylere gönül bağlayan ve kendini böyle şeylere kaptıran insan, kat’iyyen bu dünya hayatının sûrî zevk ve sefalarına temenna etmez, dünya karşısında bel kırıp boyun bükmez ve bütün dikkat ve hassasiyetiyle öbür aleme müteveccih olur. Ne var ki, bütün bunlar bir irfan işidir. İnsanın irfana ermesi ise, en çetin ve zor mes'elelerdendir. Bizim anladığımız mâ’nâda irfan insanın içinde yanan öyle bir iman şem’asıdır ki, insan onun aydınlığında dünyayı gördüğü gibi ukbayı da görür. Dünyaya ait şeyleri mütalâa ve müşahede ettiği gibi, ukbaya ait şeyleri de mütalâa ve müşahede eder. O zaman insanın içinde ahirete karşı apayrı bir iştiyak uyanacak ve aklı başında olan hiç kimse, Allah yolunda mücahedeye ve bu uğurda elde edeceği şehadete hiç bir şeyi tercih etmeyecektir. Ebedî güzeli ve ebedî güzellikleri gören bir kimse nasıl olur da, fânî ve fena dünya hayatına meyleder?
Tehadet, ebediyeti yakalama garantisidir. Amr b. Cemuh ve Sa’d b. Hayseme de bu garantiyi yakalayanlardandır. Her ikisi de, oldukça yaşlıdır. Yataktan kalkacak, yolda değneksiz yürüyecek halleri yoktur. Ama cihad söz konusu olunca her ikisi de, yaralı arslanlar gibi yerlerinden doğrulmuş ve cihada hazırlanmaya koyulmuştur. Her ikisi de kendilerini cihaddan alıkoymak için,“Babacığım, sen hastasın, yolda dahi zor yürüyorsun. Bu iş, senin işin değil. Sen evde otur. Bize müsaade et, biz çıkalım” diyen evlât ve torunlarına. “Başka bir şey olsaydı, sizi nefsime tercih ederdim. Ama bu, bir şehidlik mes’elesidir; Rabb’e kavuşma ve ebedî cenneti kazanma da’vasıdır. Bu mevzûda kimse kimseyi tercih edemez.” cevabını verirler. İki ayrı evde, iki ayrı muhataba karşı aynı ifadelerle yapılan bir tartışmadır bu. İki grup da birbirinden habersizdir. Ve yine iki grup da, hakem olsun diye Allah Rasûlü’nün huzuruna gelir ve yaşlılar, gençlerden şikâyetde bulunurlar: “Ya Rasûlallah evlatlarım, torunlarım beni bırakmıyor ki şehid olayım, Senin uğrunda ruhumu seve seve feda edeyim.” Allah Rasûlü, onları teskine çalışır ama, mümkün değildir. Gözünü cennetler alemine dikmiş, bir an evvel oraya gitmek için kanat çırpıp duran bu iki yaşlı adam öyle ısrarla taleplerini tekrar ederler ki, İki Cihan Serveri, her ikisine de “Olur” demekten başka çare bulamaz. Neticede, bu iki yaşlı adam, cihada iştirak eder ve biraz sonra yüce Nebi, gözlerini yüce alemlere dikmiş, şöyle buyurur: “Amr b. Cemuh’u eğri ayakları düzelmiş Cennet’e koşarken görüyorum.” Şehidler araştırılırken, her iki yaşlı adamı da sırt sırta yerde yatıyor buldular. Sa’d b. Hayseme de, Amr b. Cemuh da Allah yolunda şehid olmuştu. Buna Allah şahiddi, Rasûlullah da şahiddi, melekler de şahiddi... Şahiddiler ki, Amr b. Cemuh ve Sa’d b. Hayseme Cennet’i garanti etmitlerdi.
İnsan, daha dünyada iken de aynı arzu ve istek dolu olan bir hayat yaşayabilir. Ölüm ve şehadet, onun için gayelerin en ulvîsi olur. Ancak bu, yukarıda da dediğimiz gibi, irfana, veraların verasını bilmeye bağlıdır. Zira buradaki ağlamalar, orada gülmek; buradaki ızdrıraplar, orada lezzetler içinde yüzmek; buradaki mahrumiyet ve sıkıntılar, orada her türlü mahrumiyet ve sıkıntıya veda etmektir. İnsan bunu vicdanına böyle duyurmalı, bu hakikatları kendisine böyle telkin etmelidir... Bunun için de mazimizi tetkik ve araştırmada çok fayda vardır. Büyük İslâm da’vasını ilk başlatanlardan bize kadar bu şuur böyle devam edegelmiştir. Onlarda canı feda etmek, âdeta bir tutku, bir arzu gibiydi. Halbuki onlar da insandı ve yaşamayı seviyorlardı. Öyleyse, onları bu yola sevkeden bir başka hakikat olmalıydı. İşte bu hakikat, ancak onların irfana ulaşmış olmalarıyla izah edilebilir. Kur’ân, bize bu irfan aşısını yapar. Allah yolunda öldürülenlerin esasen ölü kabul edilmemesi gerektiğini ilan eder. Onlar, Allah katında bizim anlayamayacağımız bir hayatla “hayy”dırlar. Bunu ise, ancak o hayata erenler anlarlar.
Cabir’in babası Abdullah, Uhud’da şehid olmuştu. Cabir, Allah Rasulü’nün huzuran gelerek, “Yâ Rasûlallah, babam vefat etti ve bana bir sürü yetim bırakıp öyle gitti. Onların bakımları da benim üzerime kaldı.. Halbuki onlara bakacak sermayeye de sahip değilim.” dedi.
Efendimiz, Cabir’i teselli için evine teşrif buyurdular. O esnada, Abdullah’ın kızı veya kızkardeşi, Efendimizin de duyacağı bir sesle odasında ağlayıp inliyordu. Allah Rasûlü, hem onlara hem de bütün müslümanlara müjde olacak şu sözleriyle Cabir ve ailesini teselli etti: “Allah, şimdiye kadar hiç kimse ile perdesiz görüşmedi. Sadece Abdullah’ı karşısına aldı ve ona halini sordu. O da Cenâb-ı Hakk’a şu mukabelede bulundu: “Yâ Rabbi! Beni dünyaya tekrar gönder. Gönder de, Senin uğrunda bir kere daha öleyim ve böyle bir ölümün ne kadar zevkli olduğunu dünyadakilere haber vereyim.”
Cenab-ı Hakk ise ona şöyled dedi: “Ölenlerin geri döndürülmeyeceğine dair va’dim var. Ama, senin bu iştiyak ve arzunu onlara haber vereceğim..” Daha sonra, “Şehidlerin ölü sayılmayacağını” ifade eden âyet nazil olur ve Abdullah ve emsâllerinin durumu bize haber verilir: “Şehidler ölmemiştir ve asla da ölmeyecektir..”
Bi’r-i Maûne şehidlerinin destanını bilmem ki bilmeyen var mıdır? Allah Rasûlü, 70 kadar kurrâ hafızı, irşad ekibi olarak Amir b. Tufeyl’in kabilesine göndermişti. Aralarında Hz. Enes’in dayısı ve Ümm-ü Süleym’in erkek kardeşi olan Haram b. Milhan da vardı. Haram, Allah Rasûlünü delice sevenlerden biriydi. Kabileye yaklaştıklarında arkadaşlarına hitaben, “Önce ben gideyim, siz burada saklanın Eğer beni dinler ve sözlerime kulak verirlerse, siz de gelirsiniz. Yok, eğer bana birşey yaparlarsa, siz kaçar kurtulursunuz” dedi. Onlar da teklifini kabul ettiler.
Haram b. Milhan, Amir b. Tufeyl’in kabilesine vardı. Önce onu dinliyor gibi yaptılar; fakat hak ve hakikatları anlatmaya başlayınca da, ansızın bir mızrakla vücudunu delik deşik ettiler. Haram b. Milhan, kanlar içinde yere serilirken adeta gözünden perde sıyrılmış ve öteleri müşahadeye başlamıştı. Herkese ahirette nasip olacak “Biz, sen(in gözün)den perdeni açtık; bugün artık gözün keskindir.” Kaf, 50/22) mazhariyeti, ona o anda nasip olmuştu. “Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki, kurtuldum.” dedi. Bakışları, Cennet manzaralarına dalıp gitmişti. Kâfirler, onu öldürmekle de kalmadılar. Beraberinde gelen ne kadar sahabî varsa hepsini kılıçtan geçirdiler. Allah Rasûlü, o esnada mescidde ashabıyla beraber oturuyordu. Birden hıçkırıklar içinde hadiseyi yanında bulunanlara haber verdi ve şöyle buyurdu:
“Sizin kardeşleriniz (Maûne suyu başında) şehid edildiler. Şöyle dedi onlar: ‘Rabbim, peygamberine bizim haberimizi ulaştır... Ulaştır Sana mülâki olduğumuzu. Senin bizden razı olduğunu, bizim de Senden razı olduğumuzu peygamberine haber ver” Bazıları, bu ifadeler mensuh âyetlerdendir der. Rasûl-ü Ekrem, hadiseden sonra her gün namazda kunut okur ve bu katliamı yapanlara beddua eder. Allah (cc), bir süre bu bedduaya müsaade buyurur sonra da “Habib-i zîşanım, bu iş seni çok alâkadar etmez.” der. Yani bu iş, Allah’a aittir. O, şehid olana şehadet şerbetini içirecek ve onu aziz edecektir. Kâfiri de ebedî cehennem ile cezalandırmak suretiyle zelil edecektir. Cenâb-ı Hakk, imhal eder de ihmal etmez. Kendine gelsin, aklını başına alsın diye mehil verir fakat bir kere de yakaladı mı, iflahlarını keser. Allah yeryüzünde nice cebbarların iflahını kesmiş, nice zalimlere hadlerini bildirmiştir. Nice firavunların saraylarını altüst etmiş, nicelerini suya batırmış, nicelerinin başına gökten taş yağdırmış ve nicelerini de -Pompei’de olduğu gibi- ateşler altında bırakmış ve gelecektekilere ibret olsun diye menhus cesetlerini korumaya almıştır. Yani, Allah mühlet vermiştir ama, hiçbir zaman ihmal etmemiştir. Allah Halim’dir fakat, azabı da çok elimdir. Maûne suyu başında müslüman kanı dökenler, -bilâhere İslâm'a girenler müstesna olmak kaydıyla- hep cehenneme gitmiştir. Halbuki orada şehid olanlar, cennet’i kendilerine ebedî mesken edinmişlerdir. İzzet ve şeref bu da değilse, ya nedir!.. Şehidlik, mü’minin aziz olmasının alâmetidir. Şehid, ahirette aziz bir misafir gibi izzet ve ikram görecektir. Hz. Cafer’in gördüğü izzet ve ikram bunun en çarpıcı misalidir.
Cafer b. Ebû Talib, Mute’de düşmana karşı kahramanca savaştı. Öyle ki, onu takip edenler, bir defa için olsun başını geriye çevirmediğini söylerler. Bir ara üzerine bindiği at, savaşmasına mani olur. Hemen atından iner, bir kılıç darbesiyle atının ayaklarını keser ve yalın kılıç düşman saflarına dalar. Her iki kolunu da kaybederek şehid olur. Efendimiz, Cafer’in evinde oğlu Abdullah’ı teskin ederken şöyle buyururlar: “Abdullah! Ben babanı gökte meleklerle beraber uçarken gördüm.”
Cafer, meleklere has bir keyfiyetle semada tayeran etme nimetine ermiştir. Çünkü Cafer (ra), şehadetle adeta beşeriyetten sıyrılıp melekleşmiştir.
Ebû Akil, destan bir adamdır. Bedir’de bulunmuş, ardından Rasûl-ü Ekrem’in iştirak ettiği bütün gazalara katılmış, fakat hiçbirinde de aradığını yakalayamamıştı. Şehâdeti arıyordu O. Aradığını Yemâme’de, yalancı peygambere karşı verilen kavgada elde edecekti. Yemâme, onun son günü oldu... Ancak bu son gün, sonsuza açılması bakımından sonsuz gün denmeye lâyık bir gündü. Ebû Akil, o gün kanıyla öyle bir destan yazmıştı ki, hiç bir şairin böyle bir destan yazması mümkün değildi.... Hâdiseyi bize İbn-i Ömer anlatıyor:
“Ebû Akil getirildi. Kolundan ciddi yara almıştı. Durmadan kan kaybediyordu. Onu bir çadıra alıp yatırdık. Son anlarını yaşıyordu. Bakışları meçhul bir ufka dalıp gitmişti. Ben başında bekliyordum. Birkaç dakika sonra ruhunu teslim edeceği muhakkak gibiydi... Tam o esnada İslâm saflarında bazı çözülmeler oldu. Dışardan Ma’n b. Adiy’nin sesi geliyordu. Ma’n, gür sesiyle “ Ey Ensar topluluğu, Huneyn’de olduğu gibi bir kere daha kendinizi gösterin” diyordu. Ebu Akil, bu sesi duymuştu. Birden yataktan fırladı. Kendisine mani olmaya çalıştım. Yaralı olduğunu, bu vaziyette savaşmasının imkânsızlığını anlattım. Ama o, beni dinlemedi. “Ensar çağrılıyor, ben de Ensardanım” dedi. Çadırdan çıktığı gibi düşman saflarına daldı. Arkasından takip ettim. Bir aralık, koşmasına mani oluyor diye eğildi ve ayağıyla basarak yaralı kolunu koparıp attı. Ve tekrar düşman saflarına daldı.
“Harp bitmişti. Ebû Akîl’i aradım, aradım ve bir kenarda tanınmaz vaziyette buldum. O kadar darbe yemişti ki, kendisini tanımaya imkân yoktu. Bakışları tamamen bulanmıştı. Ama nazarında Cennet’in sonsuz ufukları cilveleniyordu. Yanına sokulup, “Nasılsın?” dedim. Konuşacak tek kelimelik dermanı vardı. Belli ki, onu en mühim mes’eleye saklıyordu. “Kim galip, kim mağlup?” diye sordu. Evet, onun en mühim mes’elesi buydu. “Müjdeler olsun, Allah’ın düşmanı öldürüldü dedim. Yüzünde bir tebessüm belirdi, artık rahat ölebilirim, der gibiydi.... Parmağını havaya kaldırdı. Kıpırdamaya gücü kalmamış diliyle Cenab-ı Hakk’a hamdediyordu...”
Geldim ve olup biteni babam Ömer’e (ra) naklettim. Ayaklarının bağı çözülmüş gibi oturup ağladı... “Oğlum”, dedi, “hayatı boyunca aradığı o idi. Bedir’de aradı, bulamadı; Uhud’da aradı, bulamadı; derken, Yemâme’de Mevlâ lûtfetti.”
Şehid deyince, şehidlerin efendisi ve Allah’ın Arslan’ı Hz. Hamza’yı hatırlamamak mümkün değildir.



devamı arka sayfada
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Hz. ömer şehadet istiyor

Hz. ömer şehadet istiyor

Hamza, Uhud gibi sarp bir yokuşa çarpınca, orada kendisine yakışır bir şekilde şehid oldu. Hiç bir şehide, hiçbir gaziye o kadar yiğitlik nasib olmamıştır.
Tarihçilerin bize verdiği bilgiye göre, o gün tam otuz üç kişiyi öldürmüş, sonra şehid olmuştu. Düşünün, ölen müşriklerin yarıya yakınını o haklıyor, sonra da vücudu paramparça hale getiriliyordu. Kızkardeşi Safiyye, onun mübarek naşının üzerine abanıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyor; kimbilir belki bir taraftan da vücudundan kopan parçalarını toplamaya çalışıyordu. Bir yanda Hz. Hamza’nın hali öte yanda Allah Rasûlü’nün halası, Zübeyr’in anası Safiyye’nin hali, İki Cihan Serverine çok dokunuyor ve onu rikkate getiriyordu. Müslümanlardan yaralanmayan kalmamıştı. Altmış dokuz kadar da şehid verilmişdi. Medine’ye dönüşte herkes kendi yakını için gözyaşı döküyordu. Ölenler için ağlanıyor, yaralananlar için ağlanıyor ve yaralanıp da evinde ölenler için feryadlar yükseliyordu. O hengâmede unutulan birisi vardı ki, O’na göz yaşı döken yoktu. Şehidlerin efendisiydi ama, onun için kimse ağlamıyordu. İşte bu manzara, Allah Rasûlünü tekrar rikkate getirdi. Dudaklarından dökülen sözler, adeta kırık bir kalbin iniltileri gibiydi: “Fakat Hamza’nın ağlayanı yok” buyurdu. Sa’d b. Ubade bunu duyunca beyninden vurulmuşa döndü. Koşarak Ensar kadınlarını bir araya topladı. Hepsini Hamza’nın kapısının önüne götürdü: “Evvelâ Hamza'ya ağlayın, sonra da kendi ölülerinize” dedi. Bilâhare bu bir adet haline geldi. Gerçi bu adet, günümüze kadar devam etmeyip belli bir devreden sonra kesildi. Ne var ki, kıyamete kadar bütün müslümanlar, kendi cenazelerinden evvel Hamza’ya ağlasalardı, o bile Allah’ın arslanına az gelirdi...
Terefli bir ölüm... Hakiki mü’min, izzetle ölmeyi zilletle yaşamaya tercih eder... Başımıza musallat olacak zalimlerin korkusuyla evlerimizde emniyetsiz ve huzursuz yaşamaktansa, izzetle ölmek bin defa daha yeğdir ve iyidir. Ama bu, izzeti, onuru olan, Rabbin irfan deryasına dalan insanlar için böyledir. Yaşadığı hayatı mezar taşları gibi yaşayanlar, bundan birşey anlamayacaktır.
Aslında günahlarımızın daha başka şekilde temizlenmesi çok zordur. İnsan hayata bir defa gelir ve hayat ötesi bütün saadetleri burada kazanır. Halbuki ömrümüz, günahlarla geçiyor. Çarşıda pazarda gezen delikanlı, kaç defa kadına bakıyor, kaç defa kalbine tuzak hazırlıyor, günde kaç defa ölüyor, kaç defa çirkefin içine girip çıkıyor, kaç defa çamura batıyor, kaç defa midesine haram indiriyor , kaç defa haram karşısında rükû ve secdeye gidiyor, kaç defa Rabbine karşı isyan bayrağını çekiyor, kaç defa Rasûl-ü Ekrem’e saygıda kusur ediyor, kaç defa Kur’ân’ı tanımamakla küfre dalıp çıkıyor... Böylesine günahla dolmuş cesetlerin temizlenmesi için tek garantili yol vardır: Şehadet!.. Bu duygu ve düşünce içinde bulunma, fırsat doğduğu zaman fevt etmeme, o muallâ mevkii kazanmak üzere Ebu Akil havası içinde çırpınma ve onu kazanmağa çalışma... Büyük İslâm davasını omuzlayan herkesin en büyük ideal ve gayesi budur ve bu olmalıdır. Şehâdet, bizim arzumuzdur, aşkımızdır, tutkumuzdur...
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38

Esselamun aleyküm ve rahmetullahi ve berekatüh kıymetli Damla kardeşim.
Çok değerli katkılarınız için Yüce Rabbimiz sizden razı olsun İnşaAllah,
Allah’a emanet olun,
Selam ve baki dua ile kalın kıymetli kardeşim.






Kur'an'ımız şehidleri yücelten, onlardan ölümü uzaklaştıran ayetlerle doludur. Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin hadisi şerifleri şehidler için dizilmiş övgülerle doludur. Şehidliği ve şehidi Allah Teâlâ övdü, peygamberi yüceltti. Şehidlik, değersiz dünyadan ebedi saadete geçişin en kestirme yolu olarak mü'minlerin önüne kondu. Kur'an'ın indiği günden itibaren mü'minler onun peşinden koştu. Sümeyyeler, Yasirler hedefe ilk varanlar arasında meleklerin kayıtlarına geçti. Hamza ve arkadaşları onu soğuk bir su gibi içtiler. Adeta şehidlik onlara, onlar şehidliğe koştu.

Şehidlik ölüm gibi ürkütücü bir gerçeği peşinden koşulan hedef haline getirmiştir. Mü'minler, ev bark arar gibi şehidlik aradılar. Şüphesiz şehidlerin en şanslıları da Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin sağlığında o makama erenlerdir. Onlar meydanlarda şehadete erince arkalarından Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem gibi bir şahit, şehid olduklarını ilan etti. Şehidler için kalpleri yerinden oynatacak heyecanlı ifadeler kullandı. Binlerce sahabi onu bu övgüleri dizerken dinledi. Heyecanlandılar, şehadete ermek istediler. Kimileri hayatta kaldığına esef etti. Keşke bana da nasip olsaydı dediler. Sanki aradıkları şey ölümden geçmiyor, daha iyi bir hayat standardını özlüyorlar gibi konuştular.

Şehidlik Peygamber aleyhisselamın dilinde o kadar övüldü ki bir ara kendisinin de en büyük emelinin şehid olmak olduğu anlaşıldı. Şehid olup, dirilmeyi, tekrar şehid olmayı arzu ettiğini söyledi.

Başta Peygamber aleyhisselam olmak üzere ümmetin ilk büyüklerinin şehadeti, hayat kadar arzu eder olmaları bir şehidlik koşuşturması oluşturdu. Herkes şehid olmayı istiyordu. Çocuk yaştakiler, hayatının baharında gençler bir şehadet sevdasıdır tutturmuşlardı. Bir gazve haberi duyulmaya görsün, gençler de ihtiyarlar da oraya koşuyorlardı. Ama şehid olmak ancak kaderinde yazmasıyla mümkündü. O büyük makama ermek bir nasip meselesiydi. Şehadete en yakın isimler hayatta kalabiliyor, en uzak isimler de ona kavuşabiliyordu. Halid bin Velid radıyallahu anh gibi, ölümle yıllarca yarışan biri yatağında ölmüş, niceleri de ilk cihad iştirakinde maksada ermişlerdi. Halid'in emelleri ne olacaktı?

Meydanlarda silah kullanmak, ölümle yüz yüze bir hayat sürmek, kanları akan bir şehid olarak ölmek için yeterli olmayabilir. Kaderde hangi ölüm yazıldı ise sonuç o olacaktır. Ya mü'min, şehid olarak ölmeyi arzu ediyorsa? Evet, şehadeti arzu eden, arzusunda samimi ise ona ulaşır; yatağında veya işinde, tatilinde olması şehadete mani olmaz. Yatsı namazını kılıp yatağı ve dinlendiği yatağında eceli onu bulduğunda özlediği şehadete kavuşmuş olabilir. Bu mümkündür, kuru bir beklenti değildir. Bize şehidlikle ilgili müjdeleri veren kaynaktan öğreniyoruz bu farklı bilgiyi. Yeter ki mü'min istesin, isteğinde de samimi olsun.

Ama şu önemli bir hakikat olarak önümüzde durmaktadır:

Şehidlik, Allah rızası için yapılabilecek en büyük salih amellerdendir. Şehadeti arzu etmek de salih amellerden bir ameldir. Salih amellerden birini yapmaya muvaffak olmak bir ecir kaynağı olduğu gibi ona muvaffak olma emeli ve gayreti de salih amellerdendir. Biz niyetlerimizle de ecir kazanırız. Bazen niyetlerimizle kazandığımız, yaparak kazandığımızdan da fazla olur.

İşte en yüksek makamdan yatakta şehadet müjdesi:

'Samimi bir şekilde şehidlik isteyene o verilir; velev ki ona ulaşmamış olsun.'

'Allah'tan samimi bir şekilde şehadet isteyeni Allah, o yatağında bile ölse şehidlik mertebesine yükseltir.' Müslim, İmare, 46: Ebu Davud, 1520; Tirmizî, 1653; Nesai, 6162; İbni Mace, 2797



Evet inşaallah ALLAH için yaşayalım ve ölürken de her bir günah uzvunu dünyada bırakıp ALLAH için ölelim. Amin ...

ALLAH’ım Refik-i Alanı İstiyorum, Yalnız Seni İstiyorum.




Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var.
İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir;
Kimi de (Şehitliği) beklemektedir.
Onlar hiç bir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.


Ahzâb - 23
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38
İstekte samimiyet ölçüleri

Müminin dinlediği bir ayet ve hadisin etkisinde kalarak 'keşke şehid olsam!' temennisi iyi bir başlangıç olabilir. Ancak yatakta bile ulaşılabilecek şehidlik arzusu bu değildir. Şehidliği yatağa kadar taşıyan bütün benliği kuşatan, düşünceye ve tavırlara yön veren istektir. Bir yandan dünya nimetlerine boğulma, servet üstüne servet yığma bir yandan da şehidlik arzusu inandırıcı değildir. En lüks standartlarda bir hayata rağmen şehadet arzusu, ibadetlerde ihmale, infakta cimriliğe rağmen şehidllik makamı mümkün değildir.

Şehadeti özleyen uykusundan bellidir; Sabah namazını kaçırmaz.

Başka bir ifadeyle Müslüman'ın, dünya hayatını herkes gibi yaşamayı, ölüm acılarını çekmemeyi ama öleceği zaman makamının şehidlik makamı olmasını temenni etmesi sadece gülüp geçilecek düzeyde bir istek olur. Şehidlik arzusunda samimiyetin en önemli göstergesi dünya nimetlerine dalmamak ve kullukta tembellik göstermemektir. Çünkü şehide verilenlerin üstünlüğü, feda ettiği şeylerin yüksek değerde olmasından geliyor. Şehid, evindeki keyfini, yakınlarını, sevdiği dünya hayatını, canını tereddütsüz bir şekilde feda etmektedir. Bunları feda etmeye hazır olmayanın, şehidlik isteği inandırıcı olmaz ki, öyle bir ecre ulaşsın.

Cihadın silahlı bölümü dışındaki türlerinde ne kadar gayretli olduğu, Allah yolunda malından ne kadar infak ettiği, bedenini Allah'ın dinine hizmette ne kadar kullandığı sorularının cevabı, şehidlik temennisindeki samimiyetin gözle görülebilecek ölçümleridir. Kuru bir temenni değil pratik bir arzu, yatakta bile ölse mü'min onu şehidlerle beraber haşredecek ulvi bir arzudur.

Şehadeti özleyen uykusundan bellidir; sabah namazını kaçırmaz. Malından bellidir; infakta pintilik etmez. Sözlerinden bellidir; hakkı konuşur, hakkı dinler. Kuru temennilerle değil pratik tatbikatla şehadeti arzu etmek, yatakta bile ona ulaşmanın teminatıdır. Yoksa şehidlerin üzerinden edebiyat yapmanın şehidliği kazanmaya bir katkısı yoktur.

Bizim tahminlerimize gerek yoktur. Yatakta bile şehadet müjdesini bize veren sevgili Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz Müslim'in rivayet ettiği başka bir hadisinde bize şehidlik özlemi içindeki bir Müslüman'ın görüntüsünü çiziyor, hedef ve iş gösteriyor:

'İnsanların en hayırlı yaşayanlarından biri şu kimsedir:
Allah yolunda atının dizginini tutmuş, üzerinde uçuyor; 'haydi!' sözünü veya bir feryadı duyduğunda atının üstünde uçar gider. Nerede bir ölme veya öldürme ihtimali varsa o oradadır.

Veya şu adam da en hayırlılardandır:
Şu tepe veya bu tepeden birinde, vadilerden bir vadide koyun sürücüğünün başında namazı kılan, zekâtı veren, Rabbine ibadet eden adam. Ölümü gelinceye kadar bu haliyle devam eden ve insanlara hayırdan başka bir iş yapmayan kimse!' [İmare, 34]

Namazın temenni ile geçiştirilmesi mümkün olmadığı gibi şehidliğin edebiyatı da pratik değildir.

Şehidlik en büyük makamlardan biridir. O makam için can verenler, bütün dünyayı yok sayanlar ona ulaşabilmektedirler. Halid bin Velid radıyallahu anh gibi, yüzlerce defa bu denemeyi yaptığı halde, Medine'de yatağında ölmesi mukadder olanlar, yatakta ölmelerine rağmen şehadet makamına ermişlerdir.
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
5881V3U_sehadetaskipp5.jpg




Ölümü sevgilisi gibi karşılayana, Şehadet sorulurmu.?
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
1-Bakara [218] Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve ALLAH yolunda cihad edenler; işte onlar, ALLAH'ın rahmetini umabilirler. ALLAH bağışlayandır, esirgeyendir.

2-Al-i İmran [142-] Yoksa siz, ALLAH, içinizden cihad edenleri belirtip-ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip-ayırdetmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?

3-Nisa[95-] Mü'minlerden, özür olmaksızın oturanlar ile, ALLAH yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler eşit değildir.

4- Maide [35-] Ey iman edenler, ALLAH'tan korkup-sakının ve (sizi) O'na (yaklaştıracak) vesile arayın; O'nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz.

5-Maide [54-] Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidat eder)se, ALLAH (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisine sevdiği mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı ise 'güçlü ve onurlu,' ALLAH yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir.

6- Enfal [72-] Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve ALLAH yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır.

7- Enfal [74-] İman edenler, hicret edenler ve ALLAH yolunda cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte gerçek mü'min olanlar bunlardır.

8- Enfal [75-] Bundan sonra iman edip hicret edenler ve sizinle birlikte cihad edenler, işte onlar sizdendir.

9-Tevbe[16-] Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve ALLAH'tan ve Resûlü’nden ve mü'minlerden başka sır-dostu edinmeyenleri ALLAH 'bilip (ortaya) çıkarmadan' bırakılıvereceğinizi mi sandınız? ALLAH yaptıklarınızdan haberdardır.

10- Tevbe [19-] Hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, ALLAH'a ve ahiret gününe iman eden ve ALLAH yolunda cihad edenin (yaptıkları) gibi mi saydınız? (Bunlar) ALLAH katında bir olmazlar.

11- Tevbe [20-] İman edenler, hicret edenler ve ALLAH yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin ALLAH katında büyük dereceleri vardır.

12- Tevbe[24-] De ki: "Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere ALLAH'tan, O'nun Resûlü’nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık ALLAH'ın emri gelinceye kadar bekleyedurun.

13- Tevbe [41-] Hafif ve ağır savaşa kuşanıp çıkın ve ALLAH yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihad edin.

14- Tevbe [44-] ALLAH'a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmekten (kaçınmak için) senden izin istemezler.

15- Tevbe [73-] Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla cihad et ve onlara karşı sert ve caydırıcı davran.

16- Tevbe [81-] ALLAH'ın elçisine muhalif olarak (savaştan) geri kalanlar oturup-kalmalarına sevindiler ve ALLAH yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeyi çirkin görerek: "Bu sıcakta (savaşa) çıkmayın" dediler.

17- Tevbe [86-]" ALLAH'a iman edin, O'nun elçisi ile cihada çıkın" diye bir sûre indirildiği zaman onlardan servet sahibi olanlar, senden izin isteyip: "Bizi bırakıver, oturanlarla birlikte olalım" dediler.

18- Tevbe [88-] Ama Resul ve onunla birlikte olan mü'minler, mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler; işte bütün hayırlar onlarındır ve kurtuluşa erenler onlardır.

19- Nahl [110-] Sonra gerçekten Rabbin, işkenceye uğratıldıktan sonra hicret edenlerin, ardından cihad edip sabredenlerin (destekçisidir).

20- Muhammed [20-1] İnananlar: "Keşke bir sure indirilse de cihada çıksak" derlerdi. Fakat kesin anlamlı bir sure inip, orada savaş zikredilince, kalplerinde hastalık olanların, ölüm korkusuyla bayılmış kimselerin bakışları gibi, sana baktıklarını gördün. Oysa onlara itaat etmek ve uygun olanı söylemek yaraşırdı. İş ciddileşince ALLAH'a verdikleri anda doğruluk gösterselerdi, onların iyiliğine olurdu.
 

Delete

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2008
Mesajlar
6,076
Tepki puanı
15
Puanları
38
Allah (cc) yemin ediyor:
“Andolsun ki canlarınız ve mallarınız hususunda deneneceksiniz.”
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt