Deliliniz Var mı ?
Hem Seyfullah a dayanan silsilesi hemde Ustad ın işareti hakkında ?
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]KENDİ KALEMİNDEN İBDA MİMARI SALİH MİRZABEYOĞLU[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif](TİLKİ GÜNLÜĞÜ’NDEN DERLEME)[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Derleyen: Ümit Furkan[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]TAKDİM[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]-1-[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Her ne kadar Mütefekkir Mirzabeyoğlu kendi hayatının “zâhiri” yönlerini bir eserde toplamamışsa da, Tilki Günlüğü adlı altı cildlik eserinin sayfalarına serpiştirmiştir. İşte bu “derleme”, Tilki Günlüğü’ndeki bu parça bilgilerin bir araya getirilmesiyle oluşturulmuştur. Mütefekkir’in Üstad Necip Fazıl Kısakürek hakkında yazdıklarına ve O’nunla yaşadıklarına ise (birkaçı hariç) bu derlemede yer verilmemiştir. İnşaallah o çalışma ileride yapılacaktır... Kendi sahasında bir “ilk” çalışma olmasının yanında, altı cildlik ve binlerce sayfalık eserin baştanbaşa taranması bakımından da “ele emeği, göz nuru” bir kıymeti olan bu güzel araştırmadan dolayı, sevgili Ümit Furkan’a, tüm okuyucularımız adına kalbî şükranımızı arzediyoruz.[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]AKADEMYA[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]“Ben Kimim?”[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]«Ben kimim?» diye sormak, «ölüm nedir?» diye sormakla birdir... «Ben»... Bütün hayat, bu soruya cevap vermek üzere yaşadığımız hadiseler dizisinden ibaret!..[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]«Ben kimim?» ve «ölüm nedir?» sorusunun bitişikliği üzerinde, nevî şahsıma mahsus bir nefs murakabesi... Hayat ve ölüm... Alındığı yere nisbetle, meçhul bir malûm veya malûm bir meçhul... Bütün dava, hayatın gayesi, malûmu meçhullükten kurtarmak ve meçhulü malûm kılmak!.. (1)[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]«Her insan, kendi özelliği içinde değerlendirilmelidir; onun, yaratılışının yanı sıra eski çevresi, eğitim fırsatları ve şimdi içinde bulunduğu basamaklar hesaba katılmalıdır!» diyen Goethe, bir bakıma «hayat hikâyesi» anlatmanın sebebini de çerçeveliyor!.. (2)[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]«Kişi, kendini bildiğince Rabbini bildi» ölçüsü, «ben kimim?» ıstırabımın hakikatini gösterir... «Tilki Günlüğü»nün de!.. (3)[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]“Doğum, İsim ve Asîl Kökleri”[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Doğduğum tarih: 9 Mayıs’ın 10 Mayıs’a bağlandığı saatler... Gün: Salı-Çarşamba... Saat: 0.22. Mekân: Erzincan... Arzın canı!.. (4)[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]24 Mayıs 1950... Adımın konulduğu gün!.. (5)[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]İsmim, Salih İzzet... Soyadım, eğreti soyadım: Erdiş... İsmim bir yana, Cumhuriyet zorlaması Erdiş, bana çocukluğumdan beri hep yabancı geldi, benimseyemedim... Babamın soyadı başka, İzzet Bey’in diğer hanımlarından olan kardeşlerininki başka, İzzet Bey’in kardeşleri ve amcalarınınki başka... Soysuz ve kelimenin hakikatiyle piç olanların, neseb bağını darmadağın etmek ve milleti kendileriyle eşitlemek için tuttuğu bir yoldur Soyadı kanunu... Soyadı kanunu olmaz mı?.. Elbette olur... Olur da, şu soyadı olmaz, bu soyadı olmaz, sana şu, öbürüne bu, köklerle alâkalar kesilmiş, aynı aileden gelenler darmadağın edilmiş, hattâ bazılarının payına da maskaralık ifade eden soyadları düşmüş!..[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Erdiş... Ne kadar yavan... Acaba ne demek ola?.. Asker dişi mi?... Lügat tiryakiliğim içinde, elbette buna da baktım... Erd: Öfke, kahır, kızgınlık, hiddet. Un... Bu takdirde Erdiş, öfkeli mi demek?..[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]İzzet, ne kadar güzel isim... Ya Salih?.. O, bambaşka güzel!.. Asıl ismim olmaktan başka, Üstadım’ın liyakat nişânı gibi biçtiği!..[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Salih, çoğu insanda kullanılmayan ve hattâ kendisinin de bir çırpıda hatırlıyamadığı göbek adı gibi değil, benim has ismimdir. Nüfus kâğıdımda da böyle... Bütün ilkokul arkadaşlarım, beni bu isimle tanırdı... Necip Fazıl’ın, evde “Fazıl Bey” olması gibi, benimki de İzzet’te karar... Sonra Gölge dergisi... Bir yandan yazmam, bir yandan para işini halletmem, bir yandan Yazı işleri müdürlüğünü yapmam... Herbirini diğerinden gizlemek gereken şartlarda, yazımı önce isimsiz vermeye karar verdim... Fakat ilk sayıda büyük yankı uyanınca, Yalçın Turgut isimsiz olmasının biçimsizliğini öne sürerek Salih Erdiş diye isim koymamı teklif etti!..[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Karşımda bomboş bir ahmak, beni bunaltıyor... Kırmak istemiyorum... Gayet pişkin bir edada ne dese iyi:[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]- “Sende nefsî, benlik hâli var!”[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Adam kendini kılıcın üstüne atıyorsa, suç benim değil... Aldı haddini bulması için gerekeni:[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]- “Benim nefsî davranmadığım şuradan belli ki, senin gibi bir adama lâf anlatmaya çalışıyorum!”[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Diyeceğim şu: Hayatım boyunca, belki bin kere ölümü tercih edeceğim şeylere, dava aşkına katlandım... Eğer gurursa, gururum kabul etmezdi ağız kokusunu... Nefs, kâfir... Bizans İmparatoru, makamı terk ile İslam aşkına Yenicami önünde mendil açma durumunu tercih ederse ne buyrulur?.. Kendi eliyle İslâm uğruna dünyayı kendine zından eden er kimse, beri gelsin!..[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Kendi kendimden kurtulur ve yerli yerine oturur gibi, Salih Mirzabeyoğlu... Davamın gurur ve şuurunu temsil eden bu isim, öbür ismimi günlük sıradan işlerde kullansın; bu işin öz plânındaki kıymet şerefi yeter ona! (6)[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]1975, GÖLGE dergisinin çıkışı ve “Mirzabeyoğlu” soyadını alışım... (7)[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Doğum yerim Erzincan... Öldüm diye bana ilk açılan mezar yeri de orada... Ben, son ânda mezardan dönen insanım!..[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Birbuçuk-iki yaşımda imişim... Müthiş bir ishale yakalanıyorum... Başkalarının nazarında ölüyorum...[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Tıbbın veya halkın o günkü anlayışına göre, bugüne göre tam ters bir usul uygulanıyor ve ishali kesmek için sıvı hiçbir şey verilmiyor... O yaşta da zaten gıdanın ehemmiyetli cinsi bu soydan... Neticede eriyip bitiyorum... Öldü veya son demlerini yaşıyor diye, benim mezar yerim hazırlanıyor... Gelenler arasında, Alâattin Paşalar sülâlesinden Nevzat amca da var... Bir ara bakıyor ki, ben bebekin dudağında belli belirsiz bir kıpırtı... “Bu daha yaşıyor!” diyor ve ekliyor:[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]- “Ekmek getirin, bari ölecekse tok ölsün!”[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]İhtimâl fırdalardan başlayan gıda alışım, kısa sürede gözümü açmamı sağlıyor ve tam yarım ekmek yiyorum... İshâlden değil de, açlıktan ölecekmişim!..[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Yaşıyorum... Ruhumun şifasını, mânâda yedikçe acıkan bir açlık yolunda arayarak... “İşan” buyurdukları “Onların” ölmeden önce ölme sırrına can koymuş ve gerçek hayatın bu soydan ölüm olduğuna inanmış olarak!.. (8)[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]
Muhammed Şerif... Babamın ismi böyle koyuluyor... Hikâyesi de şu: Said-i Nursi Hazretlerinin kucağında, onun okuduğu ezan ve kulağına bu ismi seslenmesinden, yani ismi konulduktan sonra, iş nüfus memuru safhasına geldiğinde, o zamanın şartları icabı nufus memuru bu ismin verilemeyeceğini, yasak olduğunu söylüyor ve Muhammed ismini “Muammer” olarak değiştiriyor... “Kafakâğıdı”nda: Muammer Şerif... Künyesi “Salih Bin Muhammed” olan ben de, kaderin bir cilvesi olarak bundan payımı alıyorum: Salih Bin Muammer Şerif. (9)[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]
Mutkî Aşireti Reisi Hacı Musa Bey, onun oğlu İzzet Bey, onun oğlu Hacı Muammer Bey, onun oğlu Salih Mirzabeyoğlu... Büyük sahabî, «Seyf-ül İslâm-İslâmın kılıcı» lâkablı Halid bin Velid Hazretlerine kadar bir şecere... Oradan gelen bir kolun yataklandığı yerdir Muş!..[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Malik, melik, mirzâ!..[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Muş... Bâtın nisbeti içinde tasarruf altında bulunmam... Davada tasarruf hakkım... Hususen yetiştirilmem... Fikir ve davada arkadaşlarımı yetiştirici olmam... Muş ve bunlar?[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]Nereden, nereye, nasıl gelmişim?.. Hayatıma göz attığım her seferinde dilime, İslâm büyüklerinden birine ait şu şiir gelir:[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]- «Nakşibendiler ne büyük bir kafiledirler. – Gizli yolla kâfileyi maksada sürerler.» (10)[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]
Baba soyum, «Allah’ın çekilmiş kılıcı» diye anılan, büyük sahabi Halid bin Velid Hazretlerine dayanır... Mûsâ deyince... Efsanevî bir yiğitlik şahsiyeti olan, dedem İzzet Bey’in babası ve Mirza Bey’in oğlu Mûsâ Bey... «Bey», şimdilerde parası olana, kravat takana ve burjuva takımının nezaketle hitabedilmek istenenine deniyor ya, bunlarınki öyle değil... Onlar, mirler!..[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]
Mûsâ Bey, Mustafa Kemâl’in Üstadım’ın bahsettiği hatıratında ve Nutuk’ta bahsi geçen, pek sevmediği biridir... Nutuk’ta, bir nevi gıyabında ukdesini konuşturur.[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]
Hiç kimsenin kanun himâyesinde olamayacağı zamanda, gerçek tarih konuşur ve Mûsâ Bey gibi, oğlu İzzet Bey’in efsanevî şahsiyeti de görünür!..[/FONT]
[FONT=Arial, Helvetica, sans-serif]
Mûsâ Bey, Abdülhamid Han Hazretlerinin takdir ve güvenine mazhar olmuş bir zât... (11)[/FONT]