Sakın terk-i edebten!...
"Nâbi Efendi", Osmânlı devletinde yetişen bir şâirdir.
Hacca gitti bir sene. Kâfilede, devlet ricâlinden de insanlar vardı.
Vekiller, subaylar, paşalar…
Nâbi Efendi, ResûlullahEfendimiz'e olan dayanılmaz aşkıyla Hicâz yollarında hiç uyumadı.
Nihayet Medîne şehri göründü uzaktan.
Ve zirveye ulaştı Onun bu “Sevgi”si.
O, bu “Aşk”la yanarken, kervandaki biri yatmış, ayaklarını da “Medîne”ye doğru uzatmış, uyuyordu.
Onu böyle görünce çok üzüldü ve gayr-i ihtiyârî bazı beytler döküldü dudaklarından.
Bir beyti şöyle:
Sakın terk-i edebten! Kûy-ü mahbûb-u Hüdâdır bu!
Nazargâh-ı ilâhîdir. Makâm-ı Mustafâ'dır bu!
Bu şiiri yüksek sesle okuyordu ki,
o gafil, bunu işitip, hızla doğruldu.
Ve sordu Nâbi'den:
- Ne zaman yazdın bu şiiri?
- İlk defa söylüyorum. Sizi böyle görünce içimden geldi.
- Amân Nâbi, başkası duymasın sakın!
Ve “Medîne”ye vardılar.
Fakat o da ne?
“Mescid-i Nebî”nin bütün minarelerinde, "bu şiir"okunuyordu. Çok şaşırıp, sordular müezzinin birinden:
- Bu şiiri nerden öğrendiniz?
- Peygamber Efendimizden.
- Nasıl?
- Rüyâda.
Meğer Resûlullah Efendimiz, bütün müezzinlerin rüyâsına girip, bu şiiri okumuş ve;
- Ümmetimden Şâir Nâbi Efendi geliyor. Onu, bu şiirini okuyarak karşılayınız!
buyurmuşlar.
Ne şeref ama!