Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Said Nursî nerede yatıyor? (1 Kullanıcı)

hasipağa

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eyl 2008
Mesajlar
13
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
HER İNSAN bir tohumdur. Nasıl tohum görünüşte mini minnacık bir tahta parçası gibiyse, insan da sonsuz kâinatta bir toz zerresi bile sayılamayacak kadar küçüktür. Ama tohumun içinde harika bir ağacın saklaması gibi duyuları ve duygularıyla bütün bir âlemi yüreğinde saklar insan.

Dünya onun toprağıdır. Sonsuz bir şefkatle bırakılmıştır bu toprağa. Zahiren karanlık, dar ve rahatsız bir yerdir burası. Musibetlerin, hastalıkların, sıkıntıların gelip onu bulduğu; her birinin onu kendi hakikatına uyandırdığı sırlı mekândır. Kendi adına sevildiğinde öldüren, ötesi için sevildiğinde güldüren yerdir..

Âhiret bahardır. Cümle tohumların sümbülleneceği asıl hayat yurdudur. Her tohumun başka bir bahar için toprağa atılması ve o baharı sabırla beklemesi gibi, insan da hakikî hayat yurdu olan sonsuz âhireti özler. Dünyanın cümle cefasına ancak o baharın hasretiyle sabredebilir.

Mü'min, kendisinin değersiz bir odun parçası değil, harika bir sanat eseri tohum olduğunu farkeden insandır. Dünyanın âhirete tarla ve bahçe kılındığını, asıl hayatın burada değil orada olduğunu iman şuuruyla bilendir.

Kulluk, o şuurlu tohumun yüzünü fani dünyadan baki âleme, yaratılmışlardan Yaratıcı'ya, çokluktan birliğe çeviren, bitiş ile başlangıcı birbirine bağlayan bir bağdır.

Tohumluğunu, dünyanın içine atıldığı bir bahçe olduğunu unutup kendine ve güzelliğine güvenen, kesrete dalıp kâinat içinde boğulan, dünyanın muhabbetiyle başı dönen, fanilerin tebessümlerine aldanan ve kendisini onların kucağına atan insan ise tohum/insan makamından düşer. Ölüm vakti geldiğinde tohum olarak sümbüllenmez. Küçük, değersiz bir odun parçası olarak çürüyüp gider. Sonsuz bir intihardır bu.

Ölüm, tohumluğunu bilen için için kabuğunun parçalanması ve filizin ortaya çıkmasıdır. Sonsuzluğun başlangıcıdır. Yok oluş değil hakikî varoluşa adım atmaktır. Hayatından daha mükemmel, daha bereketli bir haldir. Cüz'ilikten külliliğe yükseliştir. Zahiren bir odun parçası olmaktan çıkıp, yüreğinde gizlediği büyük âlemin cennet şeklinde ete-kemiğe bürünmesidir.

xxx

Bediüzzaman Said Nursî bir kâmil bir insandı. Tohumluğunu en fazla farkeden, kulluğunu en yüksek derecelerde yaşayan bir âlimdi. Bu dünyada kendisine reva görülen zulümleri, sıkıntıları ruhundaki istidatlarının ortaya çıkmasına yardım ettikleri için --sonuçta-- ilâhî rahmetten bildi. Şikayet etmedi. İzzetli bir kul olarak zalimlere boyun eğmedi, yüzü hep âhiret yurduna dönük yaşadı. Gayet meşru bir gaye iken, âhiretteki makamının yükselmesini hedeflemedi. Saf kulluğu gaye edindi. Herşeyden daha değerli ve daha büyük bir gayeye, imana hizmete adadı kendisini. Kur'an'ın semasından yakarışlarına karşılık kendisine hediye edilen Risaleleri telif etmeyi, çoğalttırmayı, tashih etmeyi, iman hizmetini bir hayat tarzı haline getirmeyi en tatlı uğraş bildi.

İsmi Said'di; ismi gibi mesut yaşadı bu fani dünyada. Çünkü hayatını adadığı iman ve İslâm davasının ilâhî yardım ile başarıya ulaştığını bizzat hayatında gördü.

Bir sebeb olarak kendisine yöönelenleri, kendisinden medet umanlara Risale-i Nur'u adres gösterdi. Daha hayattayken kendi fani ömrünü baki hakikatlere tohum eyleyebilen nadir insanlardan oldu. Kendisini Risalelerdeki yüksek hakikatların kaynağı olarak görenlere ise defalarca aynı şeyi söyledi

"Ben bir çekirdektim. Çürüdüm. Acz ve ihtiyaç ve samimî istemek ve fiilî dua etmek neticesinde, Cenab-ı Erhamürrahimîn, Risale-i Nur’u o çekirdekten halk edip ihsan etmiş. Nurun mektubatındaki bütün medâr-ı medih fıkralar o nuranî ağaca aittir. Benim hissem, kat’iyen, hiçbir cihette fahir olamaz. Belki, yalnız ve yalnız şükürdür. Bütün kıymet Kur’ân-ı Hakîmin mânâsı ve hakikatli tefsiri olan Risale-i Nur’a aittir. Öyleyse kâinat adedince eşşükrü lillâh, elhamdülillâh."

Bediüzzaman'ın vefatından sonra fani bedeninin korkak zalimlerce gizli bir yere defnedildiği biliniyor. Şimdilerde kimileri başka şeyler söylüyorlar. Ama ne fark eder?

Onun kabrinin nerede olabileceğini tekrar tekrar gündeme getirip, çekirdeği olduğu risalelerdeki Kur'an hakikatlerine merak duymayanlar, önlerindeki koca ağaca gözünü kapatıp onun çekirdeğinin nerede olduğunu merak eden aptal konumuna düşüyorlar.

Onu hakkıyla tanıyanlar ise, hem o dünya hayatındayken hem de asıl hayat yurduna gittikten sonra, Risalelerin her satırında onu bulabileceklerini, onunla konuşabileceklerini bildiler.

Kısacası, Bediüzzaman Risalelerin sayfaları arasında hâlâ. Duyurulur!

27/06/2006

© 2008 karakalem.net, Murat Çiftkaya
 

Peçeli-Bülbül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Şub 2008
Mesajlar
2,111
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
34
Konum
Malatya
Es-Selamüm Aleyküm Allah razı olsun şu bilinmeliki üstadımız Said Nursi nurcuların temiz gönüllerinde hala yaşıyor.Allah'a emanet olun.
 

nuri sezer

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Ağu 2008
Mesajlar
191
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
bediüzzamanın şimdi meftun olduğu yeri değil ama ısparta'da mübarek naaşının bulunup başka yere aktarıldığı mezarı görmek nasib oldu.......
olay belki çoğunuzun malumudur....
abilerden birinin çocuğu vefat eder... o bahsettiğim mezarlığa götürüp kazınca üstadımızın naaşını bulur ve hemen bayram yüksel(r.aleyh) abiye haber verir
ve gece yarısı bayram yüksel abi yanına aldığı birisiyle (ki bu büyük ihtimal yanında yetişen ahmet zarif abi olabilir) üstadımızın bedeni bilinmeyen bir yere nakledilir.................
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
32,422
Tepki puanı
7,773
Puanları
163
Yaş
53
Konum
Alanya
Selamünaleykum...

Selamünaleykum...

"Ben bir çekirdektim. Çürüdüm. Acz ve ihtiyaç ve samimî istemek ve fiilî dua etmek neticesinde, Cenab-ı Erhamürrahimîn, Risale-i Nur’u o çekirdekten halk edip ihsan etmiş. Nurun mektubatındaki bütün medâr-ı medih fıkralar o nuranî ağaca aittir. Benim hissem, kat’iyen, hiçbir cihette fahir olamaz. Belki, yalnız ve yalnız şükürdür. Bütün kıymet Kur’ân-ı Hakîmin mânâsı ve hakikatli tefsiri olan Risale-i Nur’a aittir. Öyleyse kâinat adedince eşşükrü lillâh, elhamdülillâh."

Bediüzzaman'ın vefatından sonra fani bedeninin korkak zalimlerce gizli bir yere defnedildiği biliniyor. Şimdilerde kimileri başka şeyler söylüyorlar. Ama ne fark eder?

Onun kabrinin nerede olabileceğini tekrar tekrar gündeme getirip, çekirdeği olduğu risalelerdeki Kur'an hakikatlerine merak duymayanlar, önlerindeki koca ağaca gözünü kapatıp onun çekirdeğinin nerede olduğunu merak eden aptal konumuna düşüyorlar.

Onu hakkıyla tanıyanlar ise, hem o dünya hayatındayken hem de asıl hayat yurduna gittikten sonra, Risalelerin her satırında onu bulabileceklerini, onunla konuşabileceklerini bildiler.

Kısacası, Bediüzzaman Risalelerin sayfaları arasında hâlâ. Duyurulur!


27/06/2006

© 2008 karakalem.net, Murat Çiftkaya

Allah CC. razı olsun kardeşim...
Allaha emanet ol...
:a15:
 

nurani

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Eyl 2006
Mesajlar
101
Tepki puanı
0
Puanları
0
Bediüzzaman, ‘Benim kabrim çoklar tarafından bilinmeyecek.’ demişti. Ölünce ben dedim ki ‘Bunlarda da bir şey yokmuş! Hiç olmazsa, bunu eserlerine böyle yazmasa idi. Ankara’da herkese dedim ki ‘Artık gelmeyin bana.’ Sonra kardeşimiz Hasan Okur ‘Niye?’ dedi. ‘Böyle böyle, hani kabri bilinmeyecekti, bak bütün dünya bildi, ne gerek vardı böyle “bilinmeyecek’ demeye dedim. O da ‘Sabır kadar güzel bir şey var mı? Sabret bakalım!’ dedi. ‘Neye sabredeceğim?’ dedim. Çoklar tarafından bilindi işte, yarın sen git, ben de gideyim Urfa’ya, hepimiz görürüz. O yine, ‘Çoklar tarafından bilinmeyecek.’ dedi, ‘Hiç endişen olmasın.’ Sonra tabii, 27 Mayıs’tan sonra kabri askeri idarece bilinmeyen bir yere götürüldü. Üstadın vasiyeti de haklı çıktı. Şimdi ben tabii anlatırken hep utanıyorum, bu benim için ciddi bir itiraf!
 

MyKaBuS

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Nis 2008
Mesajlar
1,131
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
36
bediüzzamanın şimdi meftun olduğu yeri değil ama ısparta'da mübarek naaşının bulunup başka yere aktarıldığı mezarı görmek nasib oldu.......
olay belki çoğunuzun malumudur....
abilerden birinin çocuğu vefat eder... o bahsettiğim mezarlığa götürüp kazınca üstadımızın naaşını bulur ve hemen bayram yüksel(r.aleyh) abiye haber verir
ve gece yarısı bayram yüksel abi yanına aldığı birisiyle (ki bu büyük ihtimal yanında yetişen ahmet zarif abi olabilir) üstadımızın bedeni bilinmeyen bir yere nakledilir.................

Anlattıkların Masaldan İbaret...

Gazeteciler; Said Nursi'nin Cenazesini Defneden Askerlere Nereye Defnettiniz Diye Soru Soruyor...

Kurmay Albay Alparslan Türkeş Gazetecilere İstihare Namazını Kılın Nereye Gömdüğümüzü Öğrenirsiniz Diye Cevap Veriyor...

Kıldım İstihare Namazını Cenazesi Bana Dağın Başında Diye Gösterildi.. Ne Kadar Doğru Bilinmez...

..................
 

islamoglu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Kas 2006
Mesajlar
233
Tepki puanı
0
Puanları
0
Emirdağ Lâhikası (1) - Mektup No: 50 -s.1712




tab edilmesine mukaddeme olsun. Fakat teennî ile, meşveretle, ihtiyatla bu kudsî meseleye çalışmak lâzımdır.

Umum kardeşlerime birer birer selâm ve selâmetlerine dua ederiz. Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun, en eski şakirtlerden olan Kâtip Osman ve Halil İbrahim, hiç sarsılmadan, değişmeden, sadakatlerinde demir gibi devam edip çoklara da hüsn-ü misal oluyorlar.

ba

Sıra No: 50

YİRMİ YEDİNCİ MEKTUBUN LÂHİKASININ ZEYLİ


Aziz, sıddık kardeşlerim,

Bu defa şehid merhum Hafız Ali'nin ehemmiyetli bir vârisi ve Denizli talebelerinin yüksek bir mümessili ve Denizli şehrinin Risale-i Nur'a karşı fevkalâde teveccühünün bir tercümanı kardeşimiz Hasan Feyzi'nin edîbâne, Risale-i Nur hakkında fevkalâde senakârane pek uzun bir mektubunu aldım.

Risale-i Nur'un bana teslim olması münasebetiyle, kardeşimiz Hafız Mustafa'nın çalışması hakkında yazdığım mektubun içinde Risale-i Nur'un çok ehemmiyetli kıymetini muhtasar bir surette beyanatıma ve hiss-i kablelvuku mektuplarımdaki ehemmiyetli dâvâlarıma bu uzun mektup tam bir izah ve Denizli şehrinin Risale-i Nur lehinde bir kuvvetli şehadeti ve bir şahidi olmak cihetiyle, hem bu zat mektep fenlerinde çok zaman alâkadar olup kıdemli bir muallim ve âlim olması haysiyetiyle, Risale-i Nur hakkındaki bu parlak şehadeti çok ehemmiyetli gördüm. Yalnız, bana bakan kısımları, ya tayy veya tâdil etmeyi münasip gördüm. Bir, iki, üç yerde de, herkese göstermek münasip görmediğimden, çizgi altına aldım ve sizlere de Yirmi yedinci Mektubun veya lâhikasının bir zeyli olarak gönderdim. Bu parça mektubumu, onun mektubunun başında yazabilirsiniz. Hasan Feyzi kardeşimiz, onun bazı cümlelerini tayyetmemden gücenmesin. Çünkü umum talebelere o tayyolunan kısım lâzım değil, hususî bazılarda kalabilir.

Bu zat, doğrudan doğruya hakaik-i imaniye ve Kur'âniyeyi bir şahs-ı mânevî mahiyetinde, Risale-i Nur şahs-ı mânevîsinin cesedine girmiş ve eczalarının libasını giymiş bir tarzda, fevkalâde bir senâ ile ona hitap ediyor. Ben, baktıkça, birden itirazkârane hüsn-ü zannı pek ziyadedir tahattur ettiğim dakikada, hakikat-ı Kur'âniye mânen dedi: "Cesede, libasa bakma; bana bak: O, benim hakkımda konuşuyor. Doğru söylemiş." Ben daha ilişmedim. Yalnız, Risale-i Nur tercümanı hakkında sarihan veya işareten veya kinayeten onun haddinden pek fazla senâkârane tâbiratı tâdil etmeye lüzumu var. Başkalar, hususan ehl-i tenkit insanlar nazarında biçare şahsıma bu nevi hüsn-ü zannını kabul etmemek mesleğimize lâzım geliyor; tâdilime gücenmesin.

ba

Sıra No: 51

. . . O (Bediüzzaman), Nur'un hâdimidir. Eğer dünyayı istese ve dileseydi, kendisine sunulan hediye ve behiyeleri, zekât ve sadakaları ve bu teberru ve terekeleri alsaydı, bugün bir milyoner olurdu. Fakat o, tıpkı Cenab-ı Ömer'in (r.a.) dediği gibi: "Sırtıma fazla yük alırsam, nefs-i nâtıka-i kâinatın kalbi ve Allah'ın habibi Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma ve yârânı olan kâmil ve vâsıllara yetişemem ve yarı yolda kalırım" diyor.

"Bütün eşya ve eflâki senin için yarattım, Habibim" fermanına, "Ben de senin için onların hepsini terk ve feda ettim" diye verilen cevab-ı Hazret-i Risaletpenâhîye ittibâ ve imtisalen, o da dünya ve mâfîhayı ve muhabbet ve sevdasını terk ve hattâ terki de terk ederek, bütün hizmet ve himmetini ve şu ömr-ü nazenînini envâr-ı Kur'âniyenin intişarına sarf ve hasretmiştir. İşte bunun için, şimdi çektiği bütün zahmetler, rahmet, yaptığı hizmetler, hikmet olmuş, celâli yüzünden cemalini de gösterip, âlem, bir gülzâr-ı kemal bulmuştur.

Lütf u kahrı şey-i vâhid bilmeyen çekti azâp,
Ol azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi,

Niyazi-i Mısrî gibi diyen bu tercüman, herşeyi hoş görerek, katreyi umman, âdemi insan, ve nurunu âleme sultan eylemiştir.

Ona "Kürdî" denilmesi ve kaside-i Hazret-i İmam-ı Ali'de (r.a.) görülen kelimesinin hazf ve kalbiyle "Kürt" îma ve işaretinin bulunması, gerçekten Kürtlüğüne delâlet etmez ve onun mânevî silsile-i şerâfet ve siyadetten tenzil ve teb'idini icap ettirmez. Bu isnad ve izafe, Kürdistan'da doğup büyüyen ve bu lâkapla mâruf ve meşhur olan bu zatın Risaletin-Nur'un tercümanı olduğunu sırf âleme ilân etmek içindir; yoksa Kürtlüğünü ispat etmek için değildir.




kardeşim bu bahsettiğin lahika sayfa 1712 ne burada bir papaz ne bir isevi nede benzri bir kelime yok.

Buda Tarihçe-i Hayat dan satırlar alt kısmını renkli işartledim ne demek istediğini iyi anlamak gerek

(Orjinal Sayfa:434)
Çin'i kendine tâbi' yapan bir kuvveti, buradaki yirmi milyon Müslüman'a karşı âdeta mağlub bir vaziyette tecavüzden durduran, maddî kuvvetler, haricî-dâhilî tedbirler, ittifaklar değil; belki yalnız Kur'an ve imanın hakikatları, onların en büyük kuvveti olan maneviyat-ı kalbiyeyi tahribatlarına karşı sed çekmesi ve manevî yaralarını tedavi etmesidir. Ve yeni hükûmetin Maarif Vekili bu hakikatı hissetmiş ki, seleflerine muhalif olarak en ziyade iman hakikatlarının neşrine, din derslerine ehemmiyet veriyor. Hattâ büyük bir ehemmiyetle şimdi de Şark Dârülfünunu -tabirlerince Doğu Üniversitesi- için yüz bin lira tahsis edildiğini gazeteler yazmış. Hem mezkûr hakikatı; hem Ankara, hem İstanbul Üniversiteleri o dehşetli, tahribatçı kuvvete karşı hem vatanı, hem gençliği kurtaracak hakaik-i Kur'aniye ve imaniye olduğunu kat'iyen bildiler ki, Ankara'daki Üniversiteliler bin yediyüz imza ile Maarif Vekili'nin din derslerini cebrî mekteblere koyması için tebrik etmişler. Ve İstanbul Üniversitesi'nde yeni hükûmetin en mühim bir rüknüne demişler ki:
–Anadolu'da din lehinde kuvvetli bir cereyan var... Onlara da solcular gibi bir derece meydan vermeyeceğiz. Demesine mukabil; o üniversitenin mümessili, din neşriyatı yapanlar aleyhinde olduğu halde, o reise demiş ki:
-Eþğer dediğin o cereyan Risale-i Nur ise, ne siz ve ne de Avrupa onu mağlub edemez.
Bu mes'ele münasebetiyle meslek ve meşrebime muhalif olarak Eski Said'in bir-iki dakika kafasını başıma alarak diyorum ki:
Küfür ile iman ortası yoktur. Bu memlekette İslâmiyet'e karşı komünist mücadelesi ortası olamaz. Sağ ve sol, ortası üç meslek îcab ettirir. Eğer İngiliz, Fransız deseler hakları var. Sağ İslâmiyet, sol komünistlik, ortası da Nasraniyet diyebilirler. Fakat bu vatanda küfr-ü mutlaka karşı iman ve İslâmiyet'ten başka bir din, bir mezheb olamaz.Olsa, dini bırakıp komünistliğe girmektir. Çünki hakikî bir Müslüman hiçbir zaman Yahudi ve Nasrani olamıyor. Olsa olsa dinsiz olup tam anarşist olur.İnşâallah, Maarif ve Adliye vekilleri gibi sair erkânlar da bu ehemmiyetli hakikatı tam anlayacaklar. Sağ-sol tabiri yerine, hak ve hakikat ve Kur'an ve iman kuvvetine dayanıp bu vatanı küfr-ü mutlaktan, anarşilikten, zendekadan ve onların dehşetli tahribatlarından kurtarmağa çalışmalarını rahmet-i İlahiyeden bütün ruh u canımızla niyaz ve rica ediyoruz.


Yani burada diyorki müslümanlığını bilmeyen biri bir yahudi kadar bir isevi kadar dinine faydalı değildir,keşke onlar kadar faydaları olabilse islama,koministlik ise din kabul etmediği için o kafirliktir der, dikkat ederseniz Tek din islamdır diyor,ne amaçla Allah'ın dinini yüceltmek için savaş vermiş birini kafirlikle itham ediyorsunuz bilmiyorum,kaynak gösterdiklerinizi hiç okudunuzmu Rica ediyorum,lütfen yapmayın böyle şeyler
 

islamoglu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Kas 2006
Mesajlar
233
Tepki puanı
0
Puanları
0
Geçenlerde boykot köşesinde bir değerli kardeşimiz YAHUDi ler için bir yahudinin bu aykı ŞİRKET gelirimi İSRAİL e bağışladım yazdığını hatırlıyorum,Ben benim MÜSLÜMAN zenginimden birinin Bu Ayki kazancımı İSLAM için bağışladım dediğini duymadım,demekki o zamanlarda öyle imiş,SAİD-İ NURSİ HAZRETLERİ bir yahudinin bir hristiyanın kendi dinine gösterdiği gibi itinayı bizim müslümanlarımız da kendi dinine göstrmeleri adına onlar gibi olabilselerdi demek istemiş.Umarım bu meseleye birde bu pencereden bakarsınız.
 

Kaan Erdem

Yönetici
Katılım
9 Ara 2006
Mesajlar
11,197
Tepki puanı
230
Puanları
63
selamünaleyküm.......

Dâva ve gâyesini İyi bilen, onu dert edinen, bâtılın karsısında susmayan, Allah'tan başkasından korkmayan ciddi ve uyanık dâva adamı muhakkak ki yumuşak ve lâtif olması gerekir.​

O, iyi bilmelidir ki yumuşak ve latif muamele, her iyiliğin başıdır.Yine iyi bilmelidir ki bu, hasletler ahlâkı güzelleştirdiği gibi insanı diğer insanlara yaklaştırır ve onu sevdirir.Rasûlullah-sallallahu aleyhi ve sellem- yumuşaklık ve letafetten o kadar sözetmistir ki, onun bu konudaki sözlerini burada zikredecek olsak inanın sayfalarımız yetmeyecektir. Hatta bu meziyete o kadar önem vermiştir ki, onu her şeyin süsü kılmış ve bulunduğu her şeyi süslediğini beyan etmiştir. İşte İslâm, gerçek bir dâva erinde bunların bulunmasını ister ve sever.Çünkü, dâva adamı muhakkak ki dâvasını bir başkasına tebliğ edeceği için kendisini bu meziyetlerle süslemesi gerekir. Hepimizin de bildiği gibi, insanlar tabiatları gereği yumuşaklığa ve letafete sınırlar. Yine tabiatları gereği sertlik ve kabalıktan da nefret ederler.​

Allah Teâlâ bunu bir âyet-i celilesinde şöyle dile getirmektedir:​

"...Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi..." (Ali İmrân:159)​

İşte dâvasını dert edinen, onu insanlara ulaştırmaya gayret gösteren her dâva erinin düsturu bu olmalıdır.

Bilgilerinize.......

 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt