Ahmet Levent
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 16 Ağu 2008
- Mesajlar
- 26
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 57
RUHLARI DOYURMAK
Sevgilinin diyarına yapılan yolculuk…
Yolculukların en anlamlısı….
Gece yolculuklarımız…
Özlem denizinden vuslat limanına doğru yelken açmaların adıdır.….
Geç oldu yazık! Çevremiz uçsuz deniz
Issız gece, boş tekne, bulutlar yerimiz
Rabbin denizinde Rabbe yelken açtık
Lütfuyla başardık, onadır seferimiz…
Biliyormusunuz, bu geceki yolculuğumuz öncekilerden biraz daha farklı olacak… Gönlümüz, kalbimiz ruhumuz gitmiyor yalnızca… Bedenimiz de eşlik ediyor bu geceki yolculuğumuza… Ve biraz da uzun sürecek…. Sabır diliyorum….
Geceyarısı aheste giden otobüsün koltuğunda, gözlerim karanlığın derinliklerine çivilenmiş iken, bir hafta önce yaptığım bir başka yolculuk, beynimde bambaşka düşünce prizmaları oluşturdu…
Hollanda’nın LaHey (Den Hag) şehrine gitmiştim….
Kara toprağa hasret bırakacak şekilde yeşile bürünmüş bir belde düşünün…. Bir de su kanallarının kılcal damarlar gibi bütün bir şehri sarıp sarmaladığını… Yere yüzükoyun uzanıp baksanız, 1 km ötedeki yumurtayı görürsünüz… Dümdüz bir toprak parçası… Bu nedenledir ki, şehiriçi yollarda otomobilden çok bisiklet kullanılıyor… Özellikle sabah ve akşam saatlerinde koloniler halinde geçen bisikletli insanlar ilginç görüntüler oluşturuyor…
Hollanda’ya gökyüzünden baktığınızda her şey çok mükemmel görünüyor… Binalar, yollar, yeşil alanlar, kıvrım kıvrım su kanalları, küçük göletler…
Ancak sadece mükemmel görünüyor dedim…. Bilirsiniz, ay ışığında denizdeki karpuz kabuğu da güzel görünür…. Sanırsınız ki, saltanat kayığı mehtapda gezintiye çıkmıştır…. Demem o ki, gökyüzünden ve uzaktan temaşa ettiğiniz o muhteşem görüntüye yeryüzünden ve yakından baktığınızda, gerçeğin yalınkılıç hali sizi iki taraflı keser de, hem gözünüzden hem yüreğinizden kan damlar….
Artık gün ağarmış ve sihir bozulmuş, saltanat kayığı karpuz kabuğuna rücu etmiştir…..
Akşamın serinliğinde, LaHey’in kaldırımlarında yürüyorum…. Ben LaHey’in kaldırımlarında yürürken ağyar “LaHayy’ın” kaldırımlarını arşınlıyor…. Gördüğüm insan manzaraları beni kaldırımlardan alıp derin daldırımlara sevketmişti…
Sarhoşça dolaştım da bugün her yerde
Sandım ki kafatasım kadeh ellerde
Gezdim aradım bu şehri sarhoş sarhoş
Çıldıracağım akıllı insan nerede?...
Şehirler ve insanlar birbirlerine ne kadar da çok benziyordu… Ruh ikizi gibi….
Ve dünyanın her yerinde bu böyleydi….
Belki aynı damardan beslendikleri için…
Belki insanlar şehirleri, şehirler de insanları kurdukları için….
Biliyormusunuz, bu yaban ellerde çok şeyin eksikliğini hissediyorsunuz, ancak bir şeyin eksikliğini en çok hissediyorsunuz: Ezan Sesinin…
Bu ezanlar ki, şehadetleri dinin temeli….
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli….
Bilirsiniz…. Bir iş görürken ezan okunduğunda hemen o işi bırakıp kemali edep ile ezanı dinlemek adaptandır. Eskiden bu adaba daha çok riayet ediliyordu sanki….
Büyük Osmanlı Alimlerinden Şeyh Muhammed İzniki Hazretleri imansız gitmenin kırk çeşidini sıralarken ezana icabet etmemeyi de dahil etmektedir….
“Mana ve muhtevası yönüyle ezan, hem tevhid, hem İslâm, hem de namaz için bir çağrıdır. Yani ezan vasıtasıyla insanlar bir taraftan namaza çağrılırken; diğer taraftan İslâm’ın temel ilkelerini oluşturan esaslar da duyurulur. Allah’ın varlığı-birliği, ondan başka ilah olmadığı, Hz. Muhammedin O’nun elçisi olduğu ve asıl kurtuluşun Allah’a kullukta; hususiyle en cami kulluğun namazda aranması gerektiği açıklanır. Diğer bir tabirle ezanda çok öz ifadelerle İslâm’ın itikat ve amele ait temel esasları özetlenmiştir. Bu yönüyle ezan, İslâm’ın temelidir.” (1)
Yüreği ezansız şehirler: Ne muhteşem bir eksiklik…. Keen- lem- yekun sanki…. fiziki mükemmellik var amma insanı kuşatan ve asırlara uzanan ruh derinliği ve huzur iklimi yok… Ezansız şehirler!!.. yalnız kalabalıkların viranesi; zulmetin neşv ü nema bulduğu asırlık semboller….. mekanik bir sistemin acımasız dişlileri…
Yüreği ezansız insanlar: Ne muhteşem bir pejmurdelik…. dışı parlatılmış, içi paslatılmış robotik siluetler…. Tuvaletsiz medeniyetin taharetsiz yapı taşları….
Ölürken aynı ahenk, sala sesinden sızan:
Kulağıma doğduğum gün okunan ezan.
……………………………
Otobüsümüz kıvrıla kıvrıla yol alırken sabahın o ilk ışıkları da belirmeye başlamıştı….
Gün doğdu, saba misk saçaraktan gidiyor
Bir hoş bu ıtır, onun yanından gidiyor!
Kalk!... Sen uyuyorsun ama devran gidiyor
Duy kokuyu bir kere bu kervan gidiyor…
Maksud u Menzile olan mesafemiz azalırken, insanı mecalsiz bırakan ılık ve tatlı bir heyecanla hasret kundağına sarmalanmış olarak muhabbet beşiğinde sallanıp duruyorduk… Ötelerden ninni gibi gelen bir ses vardı sanki….. Arz’dan Arş’a uzanan….
Ses sevgiliden, yankı veren dağ benim
Bir tabloyum alemde, odur çizenim
Döndükçe anahtar tıkılar ya kilit
Benzer buna, söyleten O, ben söyleyenim….
Hani yukarıda, şehirler ve insanların ruh ikizi gibi birbirlerine ne kadar çok benzediklerinden söz etmiştik…. Belki aynı damardan beslendikleri; belki insanlar şehirleri, şehirlerin de insanları kurdukları için bu böyledir demiştik….
Doğrusu Allah u alem….
Ancak, şimdi ayak bastığım şu topraklar, sevgililer diyarı şu Belde; kendisini kuran ve halen yaşatan Ululazim Şahsiyetlerin varlığıyla ayrı bir anlam ve değer kazanmaktadır…. Sevgili, geçici bir süre için de olsa oradan ayrıldığında; tavuğundan ördeğine, toprağından yaprağına herkes ve herşey eminim ki kendisini yetim hissetmektedir….
Ama şimdi bu güzel beldedeyiz…. Sevgiliye kavuşma vakti artık…. Özlem denizinden vuslat limanına demir atmanın derin hazzı içerisindeyiz….
Bir yer var ki, orada sayı üstü endaze;
Ne solmak, ne yıpranmak, herşey ebedi taze…
Düşünüyorum da, sevgiliye kavuşmak neden bu kadar tatlı ?…. Ayrılık bu kadar acı olduğu için mi ?…. Bilemiyorum….
Vuslat anı gül açar yüzün hep güler
Gönlümde iman olur da hasret gider
Gönlümle benim aramda bir kavga var
Her an “o benim, hayır benimdir o!..” der…
Halbuki, gerçek aşıklar vuslat hiç olmasın, yok olup gitsin istermiş... Sevgili için yaşamayı sevgili ile yaşamaya yeğlerlermiş... Olur da bir gün vuslat gerçekleşirse şayet, yâni âşık maşukuna kavuşur ise, artık ortada ne aşk vardır ne de aşık…. Âşık mâşukluğa garkolmuştur…. Vuslatı istemeyen âşıkın da vuslatı istememekteki esas niyetinin bu olduğu herhalde anlaşılmaktadır…. (2)
Gerçek aşıkların yaşadığı aşk nedir, onların vuslatı ve kavuşması nasıl olur, ne anlam ifade eder doğrusu bilmiyorum…. Yaşamadım çünkü…. Bunlar ne okumakla anlaşılır, ne de kelimelerle ifade edilebilir…
Aşk meclisinin havası bir hoşluğu var!
Aşk içkisinin bir tadı sarhoşluğu var
Bir başka okunmakta ilim medresede
Aşkın ise bambaşka okunuşluğu var
***
Bir mum ki gönül yanmaya hep teşnedir
Ayrılıkla doğan dertlere derman nedir
Coşmak ve yakıp yıkmayı hiç duymayan
Aşk öğrenilen değil, gelen nesnedir...
(Devamı aşağıdadır)
Sevgilinin diyarına yapılan yolculuk…
Yolculukların en anlamlısı….
Gece yolculuklarımız…
Özlem denizinden vuslat limanına doğru yelken açmaların adıdır.….
Geç oldu yazık! Çevremiz uçsuz deniz
Issız gece, boş tekne, bulutlar yerimiz
Rabbin denizinde Rabbe yelken açtık
Lütfuyla başardık, onadır seferimiz…
Biliyormusunuz, bu geceki yolculuğumuz öncekilerden biraz daha farklı olacak… Gönlümüz, kalbimiz ruhumuz gitmiyor yalnızca… Bedenimiz de eşlik ediyor bu geceki yolculuğumuza… Ve biraz da uzun sürecek…. Sabır diliyorum….
Geceyarısı aheste giden otobüsün koltuğunda, gözlerim karanlığın derinliklerine çivilenmiş iken, bir hafta önce yaptığım bir başka yolculuk, beynimde bambaşka düşünce prizmaları oluşturdu…
Hollanda’nın LaHey (Den Hag) şehrine gitmiştim….
Kara toprağa hasret bırakacak şekilde yeşile bürünmüş bir belde düşünün…. Bir de su kanallarının kılcal damarlar gibi bütün bir şehri sarıp sarmaladığını… Yere yüzükoyun uzanıp baksanız, 1 km ötedeki yumurtayı görürsünüz… Dümdüz bir toprak parçası… Bu nedenledir ki, şehiriçi yollarda otomobilden çok bisiklet kullanılıyor… Özellikle sabah ve akşam saatlerinde koloniler halinde geçen bisikletli insanlar ilginç görüntüler oluşturuyor…
Hollanda’ya gökyüzünden baktığınızda her şey çok mükemmel görünüyor… Binalar, yollar, yeşil alanlar, kıvrım kıvrım su kanalları, küçük göletler…
Ancak sadece mükemmel görünüyor dedim…. Bilirsiniz, ay ışığında denizdeki karpuz kabuğu da güzel görünür…. Sanırsınız ki, saltanat kayığı mehtapda gezintiye çıkmıştır…. Demem o ki, gökyüzünden ve uzaktan temaşa ettiğiniz o muhteşem görüntüye yeryüzünden ve yakından baktığınızda, gerçeğin yalınkılıç hali sizi iki taraflı keser de, hem gözünüzden hem yüreğinizden kan damlar….
Artık gün ağarmış ve sihir bozulmuş, saltanat kayığı karpuz kabuğuna rücu etmiştir…..
Akşamın serinliğinde, LaHey’in kaldırımlarında yürüyorum…. Ben LaHey’in kaldırımlarında yürürken ağyar “LaHayy’ın” kaldırımlarını arşınlıyor…. Gördüğüm insan manzaraları beni kaldırımlardan alıp derin daldırımlara sevketmişti…
Sarhoşça dolaştım da bugün her yerde
Sandım ki kafatasım kadeh ellerde
Gezdim aradım bu şehri sarhoş sarhoş
Çıldıracağım akıllı insan nerede?...
Şehirler ve insanlar birbirlerine ne kadar da çok benziyordu… Ruh ikizi gibi….
Ve dünyanın her yerinde bu böyleydi….
Belki aynı damardan beslendikleri için…
Belki insanlar şehirleri, şehirler de insanları kurdukları için….
Biliyormusunuz, bu yaban ellerde çok şeyin eksikliğini hissediyorsunuz, ancak bir şeyin eksikliğini en çok hissediyorsunuz: Ezan Sesinin…
Bu ezanlar ki, şehadetleri dinin temeli….
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli….
Bilirsiniz…. Bir iş görürken ezan okunduğunda hemen o işi bırakıp kemali edep ile ezanı dinlemek adaptandır. Eskiden bu adaba daha çok riayet ediliyordu sanki….
Büyük Osmanlı Alimlerinden Şeyh Muhammed İzniki Hazretleri imansız gitmenin kırk çeşidini sıralarken ezana icabet etmemeyi de dahil etmektedir….
“Mana ve muhtevası yönüyle ezan, hem tevhid, hem İslâm, hem de namaz için bir çağrıdır. Yani ezan vasıtasıyla insanlar bir taraftan namaza çağrılırken; diğer taraftan İslâm’ın temel ilkelerini oluşturan esaslar da duyurulur. Allah’ın varlığı-birliği, ondan başka ilah olmadığı, Hz. Muhammedin O’nun elçisi olduğu ve asıl kurtuluşun Allah’a kullukta; hususiyle en cami kulluğun namazda aranması gerektiği açıklanır. Diğer bir tabirle ezanda çok öz ifadelerle İslâm’ın itikat ve amele ait temel esasları özetlenmiştir. Bu yönüyle ezan, İslâm’ın temelidir.” (1)
Yüreği ezansız şehirler: Ne muhteşem bir eksiklik…. Keen- lem- yekun sanki…. fiziki mükemmellik var amma insanı kuşatan ve asırlara uzanan ruh derinliği ve huzur iklimi yok… Ezansız şehirler!!.. yalnız kalabalıkların viranesi; zulmetin neşv ü nema bulduğu asırlık semboller….. mekanik bir sistemin acımasız dişlileri…
Yüreği ezansız insanlar: Ne muhteşem bir pejmurdelik…. dışı parlatılmış, içi paslatılmış robotik siluetler…. Tuvaletsiz medeniyetin taharetsiz yapı taşları….
Ölürken aynı ahenk, sala sesinden sızan:
Kulağıma doğduğum gün okunan ezan.
……………………………
Otobüsümüz kıvrıla kıvrıla yol alırken sabahın o ilk ışıkları da belirmeye başlamıştı….
Gün doğdu, saba misk saçaraktan gidiyor
Bir hoş bu ıtır, onun yanından gidiyor!
Kalk!... Sen uyuyorsun ama devran gidiyor
Duy kokuyu bir kere bu kervan gidiyor…
Maksud u Menzile olan mesafemiz azalırken, insanı mecalsiz bırakan ılık ve tatlı bir heyecanla hasret kundağına sarmalanmış olarak muhabbet beşiğinde sallanıp duruyorduk… Ötelerden ninni gibi gelen bir ses vardı sanki….. Arz’dan Arş’a uzanan….
Ses sevgiliden, yankı veren dağ benim
Bir tabloyum alemde, odur çizenim
Döndükçe anahtar tıkılar ya kilit
Benzer buna, söyleten O, ben söyleyenim….
Hani yukarıda, şehirler ve insanların ruh ikizi gibi birbirlerine ne kadar çok benzediklerinden söz etmiştik…. Belki aynı damardan beslendikleri; belki insanlar şehirleri, şehirlerin de insanları kurdukları için bu böyledir demiştik….
Doğrusu Allah u alem….
Ancak, şimdi ayak bastığım şu topraklar, sevgililer diyarı şu Belde; kendisini kuran ve halen yaşatan Ululazim Şahsiyetlerin varlığıyla ayrı bir anlam ve değer kazanmaktadır…. Sevgili, geçici bir süre için de olsa oradan ayrıldığında; tavuğundan ördeğine, toprağından yaprağına herkes ve herşey eminim ki kendisini yetim hissetmektedir….
Ama şimdi bu güzel beldedeyiz…. Sevgiliye kavuşma vakti artık…. Özlem denizinden vuslat limanına demir atmanın derin hazzı içerisindeyiz….
Bir yer var ki, orada sayı üstü endaze;
Ne solmak, ne yıpranmak, herşey ebedi taze…
Düşünüyorum da, sevgiliye kavuşmak neden bu kadar tatlı ?…. Ayrılık bu kadar acı olduğu için mi ?…. Bilemiyorum….
Vuslat anı gül açar yüzün hep güler
Gönlümde iman olur da hasret gider
Gönlümle benim aramda bir kavga var
Her an “o benim, hayır benimdir o!..” der…
Halbuki, gerçek aşıklar vuslat hiç olmasın, yok olup gitsin istermiş... Sevgili için yaşamayı sevgili ile yaşamaya yeğlerlermiş... Olur da bir gün vuslat gerçekleşirse şayet, yâni âşık maşukuna kavuşur ise, artık ortada ne aşk vardır ne de aşık…. Âşık mâşukluğa garkolmuştur…. Vuslatı istemeyen âşıkın da vuslatı istememekteki esas niyetinin bu olduğu herhalde anlaşılmaktadır…. (2)
Gerçek aşıkların yaşadığı aşk nedir, onların vuslatı ve kavuşması nasıl olur, ne anlam ifade eder doğrusu bilmiyorum…. Yaşamadım çünkü…. Bunlar ne okumakla anlaşılır, ne de kelimelerle ifade edilebilir…
Aşk meclisinin havası bir hoşluğu var!
Aşk içkisinin bir tadı sarhoşluğu var
Bir başka okunmakta ilim medresede
Aşkın ise bambaşka okunuşluğu var
***
Bir mum ki gönül yanmaya hep teşnedir
Ayrılıkla doğan dertlere derman nedir
Coşmak ve yakıp yıkmayı hiç duymayan
Aşk öğrenilen değil, gelen nesnedir...
(Devamı aşağıdadır)