İnsanın bu dünyaya gönderilmesindeki hikmet-i İlahi Cenab-ı Hakk’ı hakkıyla tanıma ve kendisine ubudiyette, kullukta bulunmadır. Marifetullahın kazanılması, yani Allah’ı bihakkın bilme ve tanıma bir insanın yaratılmasının biricik gayesidir. Bu Allah bilgisi, yani marifeti kazanma ise halk arasında zannedildiği gibi sadece Amentü’yü ezberleyerek dille kelime-i şehadeti söylemekten ibaret değildir. Bunlar bir sarayın ilk giriş kapısına veya koca bir kitabın içindekiler bölümündeki ünite başlıklarına benzetilebilir. Sadece ünite isimlerini bilerek nasıl bir kitabın muhteviyatı anlaşılamazsa, imanın 6 rüknünün isimlerini ezberleyip dille ikrar etmekle hakiki iman edilmiş olamaz.
Cenab-ı Hakk’a iman sadece O’nun varlığını ve birliğini bilmek demek değildir. Nasıl ki Amerika’nın varlığını herkes bilir, ama Amerika hakkında malumat sahibi olmak, ancak kitap okumak, araştırma yapmak, veya Amerika’yı gezmekle mümkündür. Allah’ı bilmek, O’nu tanımak ve iman etmek de O’nu esmasıyla, sıfatıyla, her bir hadisede rahmetinin hikmetinin ve meşietinin izini, yüzünü ve özünü görmekle olur. Yoksa sadece Allah var ve bir deyip Allah’ın hiçbir ismini bilmeme ve olup biten küçük büyük herşeyi O’ndan bilmeyerek çeşitli sebeplere bağlama Allah’a olan imandaki eksikliği gösterir. Rabbimizin 99 esması var. Biz bunlardan kaç tanesinin anlamını ve kainattaki tecelliyatını biliyoruz? Risale-i Nur’da Rabbimizin isimlerinin hepsinin ya sarahaten (30. Lema’da olduğu gibi) veya konular arasında anlamları izah edilmiş, varlıkları ve tecellileri isbat edilmiştir. Yani, Risale-i Nur’u okumakla bizler ilk olarak ve en önemlisi bizi yaratan Rabbimizi hakkıyla tanımaya çalışıyoruz. Nitekim, nasıl bir ortamda büyüdüğü malumumuz olan büyüğümüz bile ancak Nurları tanımasıyla Allah’ı, Kur’an’ı ve Efendimiz’i (a.s.m.) hakkıyla tanıdığını ifade etmektedir.
Üstadımıza “herkes Allah’ı bilir. Adi bir adam, bir veli gibi Allah’a iman eder. Niye devamlı Allah’ı isbat ediyorsun?” diye sorulunca verdiği cevap hakiki imanın ne demek olduğunu bize çok güzel anlatmaktadır:
“Halbuki Allah ı bilmek, bütün kainata ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz i ve külli herşey Onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat i iman etmek; ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve La İlahe İllallah kelime-i kudsiyesine, hakikatlerine iman etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa, "Bir Allah var" deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnat etmek-haşa-hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci tanımak ve herşeyin yanında hazır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah’a iman hakikati onda yoktur. Belki küfr-ü mutlaktaki manevi Cehennemin dünyevi tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söyler.
Evet, inkar etmemek başkadır, iman etmek bütün bütün başkadır.
Evet, kainatta hiçbir zişuur, kainatın bütün eczası kadar şahidleri bulunan Halik-ı Zülcelal i inkar edemez... Etse, bütün kainat onu tekzib edeceği için susar, lakayd kalır.
Fakat Ona iman etmek, Kur'ân-ı Azimüşşanın ders verdiği gibi, O Halıkı, sıfatlarıyla, isimleriyle, umum kainatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek; ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. “
Cenab-ı Hakk’a iman sadece O’nun varlığını ve birliğini bilmek demek değildir. Nasıl ki Amerika’nın varlığını herkes bilir, ama Amerika hakkında malumat sahibi olmak, ancak kitap okumak, araştırma yapmak, veya Amerika’yı gezmekle mümkündür. Allah’ı bilmek, O’nu tanımak ve iman etmek de O’nu esmasıyla, sıfatıyla, her bir hadisede rahmetinin hikmetinin ve meşietinin izini, yüzünü ve özünü görmekle olur. Yoksa sadece Allah var ve bir deyip Allah’ın hiçbir ismini bilmeme ve olup biten küçük büyük herşeyi O’ndan bilmeyerek çeşitli sebeplere bağlama Allah’a olan imandaki eksikliği gösterir. Rabbimizin 99 esması var. Biz bunlardan kaç tanesinin anlamını ve kainattaki tecelliyatını biliyoruz? Risale-i Nur’da Rabbimizin isimlerinin hepsinin ya sarahaten (30. Lema’da olduğu gibi) veya konular arasında anlamları izah edilmiş, varlıkları ve tecellileri isbat edilmiştir. Yani, Risale-i Nur’u okumakla bizler ilk olarak ve en önemlisi bizi yaratan Rabbimizi hakkıyla tanımaya çalışıyoruz. Nitekim, nasıl bir ortamda büyüdüğü malumumuz olan büyüğümüz bile ancak Nurları tanımasıyla Allah’ı, Kur’an’ı ve Efendimiz’i (a.s.m.) hakkıyla tanıdığını ifade etmektedir.
Üstadımıza “herkes Allah’ı bilir. Adi bir adam, bir veli gibi Allah’a iman eder. Niye devamlı Allah’ı isbat ediyorsun?” diye sorulunca verdiği cevap hakiki imanın ne demek olduğunu bize çok güzel anlatmaktadır:
“Halbuki Allah ı bilmek, bütün kainata ihata eden rububiyetine ve zerrelerden yıldızlara kadar cüz i ve külli herşey Onun kabza-i tasarrufunda ve kudret ve iradesiyle olduğuna kat i iman etmek; ve mülkünde hiçbir şeriki olmadığına ve La İlahe İllallah kelime-i kudsiyesine, hakikatlerine iman etmek, kalben tasdik etmekle olur. Yoksa, "Bir Allah var" deyip, bütün mülkünü esbaba ve tabiata taksim etmek ve onlara isnat etmek-haşa-hadsiz şerikleri hükmünde esbabı merci tanımak ve herşeyin yanında hazır irade ve ilmini bilmemek ve şiddetli emirlerini tanımamak ve sıfatlarını ve gönderdiği elçilerini, peygamberlerini bilmemek, elbette hiçbir cihette Allah’a iman hakikati onda yoktur. Belki küfr-ü mutlaktaki manevi Cehennemin dünyevi tazibinden kendini bir derece teselliye almak için o sözleri söyler.
Evet, inkar etmemek başkadır, iman etmek bütün bütün başkadır.
Evet, kainatta hiçbir zişuur, kainatın bütün eczası kadar şahidleri bulunan Halik-ı Zülcelal i inkar edemez... Etse, bütün kainat onu tekzib edeceği için susar, lakayd kalır.
Fakat Ona iman etmek, Kur'ân-ı Azimüşşanın ders verdiği gibi, O Halıkı, sıfatlarıyla, isimleriyle, umum kainatın şehadetine istinaden kalben tasdik etmek; ve elçileriyle gönderdiği emirleri tanımak; ve günah ve emre muhalefet ettiği vakit, kalben tevbe ve nedamet etmek iledir. Yoksa, büyük günahları serbest işleyip istiğfar etmemek ve aldırmamak, o imandan hissesi olmadığına delildir. “