Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Risale-i NuR KüLLiyatı (1 Kullanıcı)

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Arkadaşlar Risale-i Nur Okuyalım ki Aydınlanalım...

Ben Elimden geldiği kdr Bediüzzaman kimdir Bilmeyenler için tanıtacağım.. Ve Eserlerinide Buraya koyacağım..
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Ey kardeş! Benden birkaç nasihat istedin. Sen bir asker olduğun için askerlik temsilâtıyla, sekiz hikâyecikler ile birkaç hakikatı nefsimle beraber dinle. Çünki ben nefsimi herkesten ziyade nasihâta muhtaç görüyorum. Vaktiyle sekiz âyetten istifade ettiğim sekiz sözü biraz uzunca nefsime demiştim. Şimdi kısaca ve avâm lisanıyla nefsime diyeceğim. Kim isterse beraber dinlesin.

Birinci Söz

Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız. Bil ey nefsim, şu mübarek kelime İslâm nişanı olduğu gibi, bütün mevcûdâtın lisan-ı haliyle vird-i zebanıdır. Bismillah ne büyük tükenmez bir kuvvet, ne çok bitmez bir bereket olduğunu anlamak istersen, şu temsilî hikâyeciğe bak dinle!. Şöyle ki:

Bedevî Arab çöllerinde seyahat eden adama gerektir ki, bir kabile reisinin ismini alsın ve himeyesine girsin. Tâ şakîlerin şerrinden kurtulup hâcâtını tedârik edebilsin. Yoksa tek başıyle hadsiz düşman ve ihtiyâcatına karşı perişan olacaktır. İşte böyle bir seyahat için iki adam, sahraya çıkıp gidiyorlar. Onlardan birisi mütevazi idi. Diğeri mağrur... Mütevazii, bir reisin ismini aldı. Mağrur, almadı... Alanı, her yerde selâmetle gezdi. Bir katı-üt tarîke rast gelse, der: "Ben, filân reisin ismiyle gezerim." Şakî defolur, ilişemez. Bir çadıra girse, o nam ile hürmet görür. Öteki mağrur, bütün seyahatinde öyle belalar çeker ki, târif edilmez. Daima titrer, daima dilencilik ederdi. Hem zelil, hem rezil oldu.

İşte ey mağrur nefsim! Sen o seyyahsın. Şu dünya ise, bir çöldür. Aczin ve fakrın hadsizdir. Düşmanın, hâcâtın nihayetsizdir. Mâdem öyledir; şu sahranın Mâlik-i Ebedî'si ve Hâkim-i Ezelî'sinin ismini al. Tâ, bütün kâinatın dilenciliğinden ve her hâdisatın karşısında titremeden kurtulasın.

Evet, bu kelime öyle mübarek bir definedir ki: Senin nihayetsiz aczin ve fakrın, seni nihayetsiz kudrete, rahmete rabtedip Kadîr-i Rahîm'in dergâhında aczi, fakrı en makbul bir şefaatçı yapar. Evet, bu kelime ile hareket eden, o adama benzer ki: Askere kaydolur. Devlet namına hareket eder. Hiçbir kimseden pervası kalmaz. Kanun namına, devlet namına der, her işi yapar, her şeye karşı dayanır.

Başta demiştik: Bütün mevcûdât, lisan-ı hal ile Bismillah der. Öyle mi?

Evet, nasılki görsen: Bir tek adam geldi. Bütün şehir ahalisini cebren bir yere sevketti ve cebren işlerde çalıştırdı. Yakînen bilirsin; o adam kendi namıyla, kendi kuvvetiyle hareket "etmiyor. Belki o bir askerdir. Devlet namına hareket eder. Bir padişah kuvvetine istinad eder. Öyle de her şey, Cenâb-ı Hakk'ın namına hareket eder ki; zerrecikler gibi tohumlar, çekirdekler başlarında koca ağaçları taşıyor, dağ gibi yükleri kaldırıyorlar. Demek herbir ağaç, Bismillah der. Hazine-i Rahmet meyvelerinden ellerini dolduruyor, bizlere tablacılık ediyor. Her bir bostan, Bismillah der. Matbaha-i Kudret'ten bir kazan olur ki: Çeşit çeşit pekçok muhtelif leziz taamlar, içinde beraber pişiriliyor. Herbir inek, deve, koyun, keçi gibi mübarek hayvanlar Bismillah der. Rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olur. Bizlere, Rezzak namına en lâtif, en nazif, âb-ı hayat gibi "bir gıdayı takdim ediyorlar. Herbir nebat ve ağaç ve otların ipek gibi yumuşak kök ve damarları, Bismillah der. Sert olan taş ve toprağı deler geçer. Allah namına, Rahman namına der, her şey ona müsahhar olur. Evet havada dalların intişarı ve meyve vermesi gibi, o sert taş ve topraktaki köklerin kemâl-i sühuletle intişar etmesi ve yer altında yemiş vermesi; hem şiddet-i hararete karşı aylarca nâzik, yeşil yaprakların yaş kalması; tabiiyunun ağzına şiddetle tokat vuruyor. Kör olası gözüne parmağını sokuyor ve diyor ki: En güvendiğin salabet ve hararet dahi, emir tahtında hareket ediyorlar ki; o ipek gibi yumuşak damarlar, birer asâ-yı Mûsa (A.S.) gibi emrine imtisâl ederek taşları şakk eder. Ve o sigara kâğıdı gibi ince nazenin yapraklar, birer aza-yı İbrahim (A.S.) gibi ateş saçan hararete karşıâyetini okuyorlar.

Mâdem her şey mânen Bismillah der. Allah namına Allah'ın ni'etlerini getirip bizlere veriyorlar. Biz dahi Bismillah demeliyiz. Allah nâmına vermeliyiz. Allah nâmına almalıyız. Öyle ise, Allah nâmına vermeyen gafil insanlardan almamalıyız...

Sual: Tablacı hükmünde olan insanlara bir fiat veriyoruz. Acaba asıl mal sahibi olan Allah, ne fiat istiyor?

Elcevab: Evet o Mün'im-i Hakikî, bizden o kıymettar ni'metlere, mallara bedel istediği fiat ise; üç şeydir. Biri: Zikir. Biri: Şükür. Biri: Fikir'dir. Başta "Bismillah" zikirdir. Âhirde "Elhamdülillah" şükürdür. Ortada, bu kıymettar hârika-i san'at olan nimetler Ehad-i Samed'in mu'cize-i kudreti ve hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derketmek fikirdir. Bir pâdşahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de; zâhirî mün'imleri medih ve muhabbet edip, Mün'im-i Hakikî'yi unutmak; ondan bin derece daha belâhettir.

Ey nefis! böyle ebleh olmamak istersen; Allah nâmına ver, Allah nâmına al, Allah nâmına başla, Allah nâmına işle. Vesselâm.


Bedîüzzaman
Said Nursî
(R.A.)
***
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
İkinci Söz

بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

اَلَّذِينَيُؤْمِنُونَبِالْغَيْبِ

Îmanda ne kadar büyük bir saadet ve ni'met ve ne kadar büyük bir lezzet ve rahat bulunduğunu anlamak istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:

Bir vakit iki adam, hem keyif, hem ticaret için seyahate giderler. Biri hodbin, talihsiz bir tarafa; diğeri hudabin, bahtiyar diğer tarafa süluk eder, giderler.

Hodbîn adam, hem hodgâm, hem hodendiş, hem bedbin olduğundan bedbinlik cezası olarak nazarında pek fena bir memlekete düşer. Bakar ki: Her yerde âciz bîçareler, zorba müdhiş adamların ellerinden ve tahrîbatlarından vâveylâ ediyorlar. Bütün gezdiği yerlerde böyle hazîn, elîm bir hâli görür. Bütün memleket, bir matemhane-i umumî şeklini almış. Kendisi, şu elîm ve muzlim haleti hissetmemek için sarhoşluktan başka çare bulamaz. Çünki: Herkes ona düşman ve ecnebi görünüyor. Ve ortalıkta dahi, müthiş cenâzeleri ve me'yusâne ağlayan yetimleri görür. Vicdanı, azab içinde kalır. Diğeri Hüdâbîn, hudâperest ve hak-endiş, güzel ahlâklı idi ki: Nazarında pek güzel bir memlekete düştü. İşte bu iyi adam, girdiği memlekette bir umumî şenlik görüyor. Her tarafta bir sürur , bir şehr-âyin, bir cezbe ve neş'e içinde zikirhâneler.. herkes ona dost ve akrabâ görünür. Bütün memlekette yaşasınlar ve teşekkürler ile bir terhisat-ı umumiye şenliği görüyor. Hem, tekbir ve tehlil ile mesrurâne ahz-ı asker için bir davul, bir musiki sesi işitiyor. Evvelki bedbahtın hem kendi, hem umum halkın elemi ile müteellim olmasına bedel; şu bahtiyar, hem kendi, hem umum halkın süruru ile mesrur ve müferrah olur. Hem güzelce bir ticaret eline geçer. Allah'a şükreder. Sonra döner, öteki adama rastgelir. Halini anlar. Ona der: "Yâhu sen divâne olmuşsun. Batnındaki çirkinlikler, zâhirine aksetmiş olmalı ki; gülmeyi ağlamak, terhisatı, soymak ve talan etmek tevehhüm etmişsin. Aklını başına al. Kalbini temizle.



Tâ, şu musibetli perde senin nazarından kalksın, hakikatı görebilesin. Zira, nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyet-perver, muktedir, intizam-perver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği Sûrette olamaz." Sonra o bedbahtın aklı başına gelir. nedâmet eder. "Evet, ben işretten dîvâne olmuştum. Allah senden razı olsun ki, Cehennemî bir hâletten beni kurtardın." der.

Ey nefsim! Bil ki: Evvelki adam kâfirdir. Veya fasık gafildir. Şu dünya, onun nazarında bir mâtemhâne-i umumiyyedir. Bütün zîhayat, firak ve zeval sillesiyle ağlayan yetimlerdir. Hayvan ve insan ise; ecel pençesiyle parçalanan kimsesiz başıbozuklardır. Dağlar ve denizler gibi büyük mevcûdât, ruhsuz, müdhiş cenazeler hükmündedirler. Daha bunun gibi çok elîm, ezici, dehşetli evham, küfründen ve dalâletinden neş'et edip, onu mânen ta'zip eder. Diğer adam ise; mü'mindir. Cenâb-ı Hâlikı tanır, tasdik eder. Onun nazarında şu dünya, bir zikirhane-i Rahman, bir talimgah-ı beşer ve hayvan ve meydan-ı imtihan-ı ins ü cândır. Bütün vefiyat-ı hayvâniye ve insanîye ise; terhisattır. Vazife-i hayatını bitirenler, bu dâr-ı faniden, mânen mesrurâne, dağdağasız diğer bir âleme giderler. Ta yeni vazifedarlara yer açılsın, gelip çalışsınlar. Bütün tevellüdat-ı hayvaniye ve insaniyye ise; ahz-ı askere, silâh altına, vazife başına gelmektir. Bütün zîhayat, birer muvazzaf mesrur asker, birer müstakkim memnun memurlardır. Bütün sadalar ise, ya vazife başlamasındaki zikir ve tesbih ve paydostan gelen şükür ve tefrih veya işlemek neş'esinden neş'et eden nağamâttır. Bütün mevcûdât, o mü'minin nazarında, Seyyid-i Kerim'inin ve Mâlik-i Rahim'inin birer mûnis hizmetkârı, birer dost memuru, birer şirin kitabıdır. Daha bunun gibi pek çok latif, ulvî ve leziz, tatlı hakikatlar, îmanından tecelli eder, tezâhür eder.

Demek îman, bir mânevî Tûba-yi Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir Zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor. Demek selâmet ve emniyet, yalnız İslâmiyette ve îmandadır. Öyle ise, biz daima:


اَلْحَمْدُ ِللّهِ عَلَى دِينِ اْلاِسْلاَمِ وَ كَمَالِ اْلاِيمَانِ demeliyiz...
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Üçüncü Söz



بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

يَآ اَيُّهَا النَّاسُ اعْبُدُوا



İbadet, ne büyük bir ticaret ve saadet. Fısk ve sefahet, ne büyük bir hasâret ve helâket olduğunu anlamak istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle...

Bir vakit iki asker, uzak bir şehire gitmek için emir alıyorlar. Beraber giderler; tâ, yol ikileşir. Bir adam orada bulunur, onlara der: «Şu sağdaki yol, hiç zararı olmamakla beraber, onda giden yolculardan, ondan dokuzu büyük kâr ve rahat görür. Soldaki yol ise, menfaatı olmamakla beraber, on yolcusundan dokuzu zarar görür. Hem ikisi, kısa ve uzunlukta birdirler. Yalnız bir fark var ki, intizâmsız, hükûmetsiz olan sol yolun yolcusu çantasız, silâhsız gider. Zâhirî bir hiffet, yalancı bir rahatlık görür. İntizâm-ı askerî altındaki sağ yolun yolcusu ise, mugaddî hülâsalardan dolu dört okkalık bir çanta ve her adüvvü alt ve mağlûb edecek iki kıyyelik bir mükemmel mîrî silâhı taşımaya mecburdur..»

O iki asker, o muarrif adamın sözünü dinledikten sonra şu bahtiyar nefer, sağa gider. Bir batman ağırlığı omuzuna ve beline yükler. Fakat kalbi ve ruhu, binler batman minnetlerden ve korkulardan kurtulur. Öteki bedbaht nefer ise, askerliği bırakır. Nizâma tâbi olmak istemez, sola gider. Cismi bir batman ağırlıktan kurtulur, fakat kalbi binler batman minnetler altında ve ruhu hadsiz korkular altında ezilir. Hem herkese dilenci, hem her şeyden, her hâdiseden titrer bir Sûrette gider. Tâ, mahall-i maksûda yetişir. Orada, âsi ve kaçak cezasını görür.

Askerlik nizâmını seven, çanta ve silâhını muhafaza eden ve



sağa giden nefer ise, kimseden minnet almayarak, kimseden havf etmeyerek rahat-ı kalb ve vicdan ile gider. Tâ o matlûb şehire yetişir. Orada, vazifesini güzelce yapan bir namuslu askere münasib bir mükâfat görür.

İşte ey nefs-i serkeş! Bil ki: O iki yolcu, biri mutî-i kanun-u İlâhî, birisi de; âsi ve hevâya tâbi insanlardır. O yol ise, hayat yoludur ki: Âlem-i Ervahtan gelip kabirden geçer; âhirete gider. O çanta ve silâh ise, ibâdet ve takvâdır. İbadetin çendan zâhirî bir ağırlığı var. Fakat,

mânâsında öyle bir rahatlık ve hafiflik var ki, târif edilmez. Çünki: Âbid, namazında der:

اَشْهَدُ اَنْ لآَ اِلَهَ اِلاَّ اللّهُ Yâni: "Hâlık ve Rezzak, ondan başka yoktur. Zarar ve menfaat, onun elindedir. O hem Hakîm'dir; abes iş yapmaz. Hem Rahîm'dir; ihsanı, merhameti çoktur" diye îtikad ettiğinden her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur. Dua ile çalar. Hem her şey'i kendi Rabbisinin emrine müsahhar görür, Rabbisine iltica eder. Tevekkül ile istinad edip her musibete karşı tahassun eder. Îmanı, ona bir emniyet-i tâmme verir. Evet her hakikî hasenat gibi cesaretin dahi menbaı, îmândır, ubûdiyettir. Her seyyiat gibi cebânetin dahi menbaı, dalâlettir. Evet, tam münevverül kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimaldir ki, onu korkutmaz. Belki; hârika bir kudret-i Samedâniyeyi, lezzetli bir hayret ile seyredecek. Fakat meşhur bir münevverül- akıl denilen kalbsiz bir fâsık feylesof ise; gökte bir kuyruklu yıldızı görse, yerde titrer. "Acaba bu serseri yıldız Arzımıza çarpmasın mı?" der; evhâma düşer. (Bir vakit böyle bir yıldızdan Amerika titredi. Çokları gece vakti hânelerini terkettiler.)

Evet insan, nihayetsiz şeylere muhtaç olduğu halde; sermayesi hiç hükmünde... Hem nihayetsiz musibetlere maruz olduğu halde; iktidarı, hiç hükmünde bir şey... Âdeta sermaye ve iktidarının dairesi, eli nereye yetişirse o kadardır. Fakat, emelleri, arzuları ve elemleri ve belâları ise; dairesi, gözü, hayali nereye yetişirse ve gidinceye kadar geniştir. Bu derece âciz ve zaîf, fakir ve muhtaç olan ruh-u beşere ibâdet, tevekkül, tevhid, teslim; ne kadar azîm bir kâr, bir saadet, bir ni'met olduğunu, bütün bütün kör olmayan görür, derk eder. Mâlûmdur ki: Zararsız yol, zararlı yola -velev on ihtimalden bir ihtimal ile olsa- tercih edilir. Halbuki: mes'elemiz olan ubû-



diyyet yolu, zararsız olmakla beraber ondan dokuz ihtimal ile bir saadet-i ebediyye hazinesi vardır. Fısk ve sefahet yolu ise: -hattâ fâsıkın itirafıyla dahi- menfaatsız olduğu halde, ondan dokuz ihtimal ile şekavet-i ebediyye helâketi bulunduğu; icmâ ve tevâtür derecesinde hadsiz ehl-i ihtisasın ve müşâhedenin şehadetiyle sabittir. Ve ehl-i zevkin ve keşfin ihbaratıyla muhakkaktır.

Elhasıl: Âhiret gibi, dünya saadeti dahi, ibâdette ve ALLAH'a asker olmaktadır. Öyle ise,
biz daima: اَلْحَمْدُ ِللّهِ عَلَى الطَّاعَةِ وَالتَّوْفِيقِ demeliyiz. Ve müslüman olduğumuza şükretmeliyiz.

* * *
 

aşık74

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Kas 2008
Mesajlar
57
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
Kardeş emeğin için teşekkür ederim. Ben bu aralar dinimi daha güzel yaşamak,bilgiler edinmek ve yeni arkadaşlar edinmek için yaşadığım yerdeki nur cemaatinin akşam sohbet lerine katılmaya başladım,yaklaşık 2 aydır.
Fakat bazı yerlerde gördüğüm yazılardan çok etkileniyorum,acaba doğru yerdemiyim ? yanlış yerdemiyim ? Ruhum karmakarışık :(
Mesela buyrun size bu yazılardan bir örnek,hemde bu forumdan bu örnek....
Ve dikkatimi çeken bi durum var,o yazıyı yazan arkadaş ısrarla nur cemaati ile ilgili olumsuz yorumlar yapıyor!! Ne olur bir yardım edin ? Acaba neden bunları yazıyor ?
Acaba onun bildiği benim bilmediğim bi şeylermi var ?Neden yazıyor bunları sebeb ne ???

Link bu:
http://forum.islamiyet.gen.tr/fikih...ayanlarin-durumu-nedir-aciklar-misiniz-2.html

Esselamu aleyküm...
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Güzel Abim emin ol o kdr güzel bir yoldasın ki bunu anca allah bilir.. Bunun Sevabını ahirette fazlasıyla alacaksın ve göreceksin.. ben daha 16 yaşındayım amacım hava atmak falan değil.. yani sana akıl verdiğimi düşünme beni bi arkadaşın veya kardeşin gibi düşün..
Gelelim asıl konuya Abi başkasının kulaktan dolma bilgileriyle aklın karışmasın..
Dediğin adamla bende sorun yaşadım.. o kişinin bediüzzaman ile ilgili hiç bir doğru bilgisi yok.. Sadece iftira atıyor İnternet sitelerinde klavye bilginliği yapıyor.. dediğin adam bediüzzamana deccal diyor. Bir evliyaya deccal diyen bir kişinin sözüne inanıp ruhunu karıştırmaya gerek yok.. Zaten gittiğin sohbetlerde bedüzzaman nasıl bir evliyadır anlayacaksın.. içinde en küçük bir şüphe kalmayaktır.. memleket neresi abi snn istersen daha fazlada yardımcı olurum sana..
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Asrın müceddidi olan Bediüzzaman Said Nursi, hayatı ve eserleri ile tüm Müslümanlara örnek olmuştur. Bediüzzaman, Allah sevgisi, tevekkülü, sabrı ve Kuran ahlakını yaymadaki kararlılığı ile sadece kendi döneminde değil, günümüzde de pek çok insanın İslam ahlakını öğrenmesine vesile olmaktadır. Tefekkürlerini kaleme aldığı Risale-i Nur Külliyatında samimiyet ve hikmet içeren anlatımıyla okuyanların kalbinde derin etki meydana getirmektedir.

Geçtiğimiz asrın müceddidi olan Bediüzzaman, çok küçük yaşlardan itibaren Kurana ve Peygamberimiz (sav)in sünnetlerine dayalı yaşamış, Rabbimiz'in emri olan güzel ahlakı çevresindekilere anlatma gayreti içinde olmuş değerli bir İslam alimidir.
Allahın rızasını kazanmaktan başka hiçbir gayesi olmayan, dünyevi her türlü menfaatten elini çeken bu mübarek zat, bugün milyonlarca mümin tarafından gerçek bir Allah dostu olarak tanınmakta, teşhis ve tespitleri en muteber kişilerden biri olarak bilinmektedir.
Bediüzzaman, hayatının yaklaşık üçte birini, -hiçbir suçu olmamasına rağmen- hapislerde ve sürgünlerde geçirmiş ve gördüğü eziyetlere rağmen olanları tam bir tevekkülle karşılamıştır. Kendisine yapılanların, hizmetlerinin etkisi ve başarısı sebebiyle olduğunu çok iyi bilen Bediüzzaman, başına gelenleri metanetle karşılayan ve Allaha şükretmek için vesile sayan salih bir mümindir.


Bediüzzaman: Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor, içinde evladım yanıyor, imanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, imanımı kurtarmaya koşuyorum. sözleriyle Kuran ahlakının yayılması için gösterdiği çabanın, imanı kurtarma davası olduğunu ifade etmiştir. Bediüzzaman Said Nursi pek çok açıklamasında da belirttiği gibi, ele aldığı konularda önceliği daima halkın acil ihtiyacı olan konulara vermiştir. 80li yaşlara geldiğinde bile büyük azim ve fedakarlıkla Kuran ahlakının yayılmasına hizmet eden, insanları coşku ile güzel ahlaka çağıran Bediüzzaman, geçtiğimiz asrın en büyük İslam alimlerinden birisidir.
Bediüzzaman tebliğ faaliyetlerini yürütürken, geçmişte peygamberlerin karşılaştığına benzer olaylarla karşılaşmış, çeşitli iftiralara maruz kalmıştır. Kendisine türlü eziyetler edilmesine rağmen, Resulullah (sav)ın yolunu takip ederek, onları gerektiği yerde affetmiş, gerektiği yerde de Müslümanın onuruna yakışan vakarlı tavrı göstermiştir. İçindeki güçlü Allah sevgisi, Kuran ahlakına bağlılığı, bitmek bilmeyen şevk ve heyecanı, eserlerindeki her cümlede kendini açıkça göstermektedir.
Binlerce takipçisi, seveni ve talebesi olmasına rağmen o bununla övünmemiş, her zaman mütevazı bir hayatı tercih etmiştir. Yaşamı boyunca sahip olduğu bu tevazulu ruh halini, şu sözlerinden de anlamak mümkündür:
Lezzetli üzüm salkımlarının özellikleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim.



Ayrıca Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez. Öyle ise, nefsimden başlarım. ifadesi de onun bu güzel ahlakının başka bir delilidir.


Eserlerinde, insanların Allaha olan imanlarını güçlendirecek samimi anlatımlara yer vermiş, hikmetli üslubu ile kendisinden sonra gelen insanların da Kuran ahlakına sahip olup, imanda derinleşmelerine vesile olmuştur. İnsanları Rabbimiz'in örneksiz yaratma sanatını incelemeye ve düşünmeye davet etmiştir:
Her varlık kendi hal diliyle bizlere Rabbimiz'i tanıtır, onu dinleyelim.
Kuran ahlakını tebliğ ederken kullandığı samimi ve kararlı anlatım, çevresindeki insanların Allaha ve ahiret gününe olan imanını pekiştirmiştir. Ayrıca yakın talebelerini kendisinden sonra da bu eserlerin yayılması için yetiştirmiştir. Nitekim yakınları da onun bıraktığı bu değerli eserlerin yayılması için çaba harcamış ve milyonlarca insanın Kuran ahlakını tanımasına vesile olmuşlardır.


Bediüzzamanın Müslümanlara örnek olan başka bir özelliği de hiçbir zaman ümitsizliğe rıza göstermemesi, müminleri daima müjdeleyici ve şükredici olmaya çağırmasıdır. Örneğin, bazı öğrenciler ona gelip, r0;Allahr17;tan bahsetmesinir1; istediklerinde onları, salih bir Müslüman üslubu ile iman hakikatlerini görmeye çağırmış ve r0;Sizin okuduğunuz fenlerden her fen (her bir bilim dalı), kendi lisan-ı mahsusuyla (kendine has dili ile), mütemadiyen (sürekli) Allahtan bahsedip, Halıkı tanıttırıyorlarr1; diyerek müjdeleyici üslubu ile yol göstermiştir.


Lider kişiliğiyle Kuran ahlakını yaşamaları için çok farklı kesimlerden pek çok insanı biraraya getiren Bediüzzaman Said Nursi, Siz farzları yapsanız, yaptığınız sair (diğer) işler de ibadet hükmüne geçer6 sözü ile Kuran ahlakını yaşamadaki kolaylığa dikkat çekmiş ve bu tavrı ile İslamiyeti yeni tanıyan insanları da güzel ahlaka teşvik etmiştir. Bediüzzaman, Kurandaki hüküm ve tavsiyeleri kendi döneminde yaşayan insanların anlayış ve ihtiyaçlarına uygun olarak izah etmiştir. Örneğin kardeşlik, tevekkül ve ihlas gibi önemli kavramları en anlaşılır şekilde açıklamış, detaylı gibi görünen konuları bile günlük hayattan örneklerle yediden yetmişe herkesin anlayabileceği şekilde anlatmıştır.
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Bediüzzaman Said Nursi hakkında Çirkin Ve Asılsız iftiralara lüften kanmayın.. Yok mason Yok Ajan Hatta Deccal Diyenler bile oluyor.. Benim Sizden Ricam Üstadı (Bediüzzamanı) tanımak istiyorsanız Risale-i Nur Külliyatlarından Faydalana bilirsiniz.. Aslını Araştırmadan Bu Tip İddialara Kanıp Üstad Hakkında Çirkin yorumlar yapmayalım...

İslam Hakkıında ne merak ediyorsanız Risale-i Nur Külliyatlarında da Bulabilirsiniz Aydınlana bilirsiniz.. eğer Bediüzzaman hakkında olumsuz Düşünceleri olan tanıdıklarınız varsada onları uyarın lütfen. Bediüzzaman kimdir Açıklayın.. Özellikle Bizim Gibi Gençlerin Bediüzzaman Gibi bir evliyadan haberdar olmamız gerek miyor mu ?? Risalel-i Nur Külliyatlarından Faydalanmamız gerekmiyor mu..? Sizde Benim Gibi Düşünüyorsanız herkeze özellikle Gençlere Bediüzzaman Sevgisini Aşılayalım..Yanlış Bir Cümle Kurduysam Özür Dilerim Hakkınızı Helal Edin.
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Arkadaşlar (titrettinhoca) bu kendini bilmez kişinin dediklerini kaale almaya gerek yok
Kendini bilmez, internet sayfalarında Klavye Bilginliği yapan bir sahıstır kendisi..
Said Nursi'ye Deccal Diyen Birisinden ne beklersin ki Tek yaptığı allahın veli kuluna İftira atmak.. Ön yargılı Davranmaktır... Ben Zaten Said Nursinin Kim olduğunu Belirttim. Herhangi Bir Süpheye Düşerseniz ordan Aydınlana bilirsiniz.. Ve Dahada Aydınlanmak isterseniz Risale-i Nur Külliyatlarından da faydalana bilirsiniz..
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Kur'an'ın ilk emri: "Oku! Yaratan Rabbinin adıyla oku!" Bu emri alan Resulullah (a.s.m.) okudu. Kur'an'ı okudu, kainatı okudu. İnsanlara nasıl okunacağını öğretti. Onun verdiği dersle, asırlar boyu nice salihler, veliler, alimler, müçtehidler hep okudular. 19. asrın sonlarında, ömrü okumayla ve okutmayla geçecek bir kişi dünyaya geldi. Din ilimlerinden fen ilimlerine, felsefeden fizik, kimya, matematik ve astronomi ilimlerine kadar bir çok ilmi tahsil etti. Yüzlerce kitap okudu. Eritiği ilmi seviye ve sahip olduğu harika meziyetlerle kendisine "Bediüzzaman" denildi. Her dönem ve şartlarını çok iyi okudu. Her dönemde, çözümsüzlüğe düşen insanlara çözüm üretti. Çareler sundu. Ümit aşıladı. Umut oldu. Çok ağır şartların ve dayanılmaz zorlukların ürünü olan Risale-i Nur, ilk ortaya çıktığı andan itibaren imana susamış gönülleri etrafında topladı. Köylüsünden kentlisine, cahilinden alimine herkes onu okudu, onu yazdı.Onu okuyanların sayısı her geçen gün arttı. Okuyan bir başkasına okutma telaşı ve gayretiyle harekete geçti. Önce "Said'ler, Hamza'lar, Osman'lar, Tahir'ler, Ahmed'ler" idi Risale-i Nur'u okuyanlar. Sonra "Ahmet Behçet'ler, Ruşdi Ubeyd'ler, Abdulvedud Çelebi'ler ve daha pek çok ilim erbabı" bu halkadaki yerlerini aldılar. Bediüzzaman'ın iki kitabı vardı: Birisi Kur'an, diğeri kainat. Her ikisini de çok iyi okumuş, okuduklarını çok iyi aktarmıştı. Bu yüzden Risale-i Nur Külliyatı çok okundu, okunuyor. Ve tüm insanlık tarafından okunmaya da devam edecek.
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Bediüzzamanı tanımak bölümünde üstadı tanıya bilirsiniZ..
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
BEDİÜZZAMAN VE RİSALE-İ NUR



RİSALE-İ NUR NEDİR VE NASIL BİR TEFSİRDİR?



Kur'ânın hakikatlarını müsbet ilim anlayışına uygun bir tarzda izah ve isbat eden Risale-i Nur Külliyatı, her insan için en mühim mesele olan "Ben neyim? Nereden geliyorum? Nereye gideceğim? Vazifem nedir? Bu mevcudat nereden gelip nereye gidiyorlar? Mahiyet ve hakikatları nedir?" gibi suallerin cevabını vâzıh ve kat'î bir şekilde, çekici bir üslûb ve güzel bir ifade ile beyan edip ruh ve akılları tenvir ve tatmin ediyor.

Yirminci asrın Kur'an Felsefesi olan bu eserler, bir taraftan teknik, fen ve san'at olarak maddiyatı, diğer taraftan iman ve ahlâk olarak mâneviyatı câmi ve havi olacak Türk medeniyetinin, sadece maddiyata dayanan sair medeniyetleri geride bırakacağını da isbat ve ilân etmektedir.

Ecdadımızın bir zamanlar kalblerinde yerleşen îman ve itikad cihetiyle zemin yüzünde yüz mislinden ziyade devletlere, milletlere karşı îmanından gelen bir kahramanlıkla mukabele etmesi, İslâmiyet ve kemalât-ı mâneviyenin bayrağını Asya, Afrika ve yarı Avrupa'da gezdirmesi ve "Ölsem şehidim, öldürsem gaziyim." deyip ölümü gülerek karşılayarak müteselsil düşman hâdisata karşı dayanması gibi, milletçe medar-ı iftihar âlî seciyemizin bugün biz gençlerde inkişafı, vatan ve millet menfaatı bakımından ve istikbalimizin selâmeti noktasından ne derece elzem olduğu malûmdur. Mutlaka her hareket ve hizmette maddî bir ücret ve şahsî menfaatler mülâhaza etmek, Türk'ün millî tarihinin şeref ve haysiyeti ile kabil-i te'lif olamaz. Bizler, ancak rıza-yı İlahî için çalışıyoruz. Bizzat hizmetinde bulunmakla aldığımız telezzüz, kardeş ve vatandaşlarımıza, İslâmiyete ve insaniyete yardımda bulunabilmek mazhariyetinden gelen ebedî hayatımıza ait sürur ve ümid, bizim bu babda aldığımız ve alacağımız yegâne hakiki mukabele ve ücrettir.
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Tefsir iki kısımdır. Birisi: Malûm tefsirlerdir ki, Kur'anın ibaresini ve kelime ve cümlelerinin mânalarını beyan ve izah ve isbat ederler. İkinci kısım tefsir ise: Kur'ânın imanî olan hakikatlarını kuvvetli hüccetlerle beyan ve isbat ve izah etmektir. Bu kısmın çok ehemmiyeti var. Zâhir malûm tefsirler, bu kısmı bazan mücmel bir tarzda dercediyorlar; fakat Risale-i Nur, doğrudan doğruya bu ikinci kısmı esas tutmuş, emsalsiz bir tarzda muannîd feylesofları da susturan bir mânevî tefsirdir.

Risale-i Nur sübjektif nazariye ve mütâlâalardan uzak bir şekilde, her asırda milyonlarca insana rehberlik yapan mukaddes kitabımız olan Kur'ânın hakikatlarını rasyonel ve objektif bir şekilde izah edip insaniyetin istifadesine arzedilen bir külliyattır.

Risale-i Nur!.. Kur'an Âyetlerinin nurlu bir tefsiri... Baştan başa îman ve tevhid hakikatlarıyla müberhen... Her sınıf halkın anlayışına göre hazırlanmış... Müsbet ilimlerle mücehhez... Vesveseli şübhecileri ikna ediyor... En avamdan en havassa kadar herkese hitab edip, en muannid feylesofları dahi teslime mecbur ediyor...

Risale-i Nur!.. Nurlu bir külliyat... Yüzotuz eser... Büyüklü küçüklü risaleler halinde... Asrın ihtiyaçlarına tam cevab verir... Aklı ve kalbi tatmin eder... Kur'an-ı Kerim'in yirminci asırdaki -lâfzî değil- manevî tefsiri...

İsbat ediyor!.. Akla gelen bütün istifhamları... Zerreden Güneşe kadar îman mertebelerini... Vahdaniyet-i İlâhiyyeyi... Nübüvvetin hakikatını...

İsbat ediyor!.. Arz ve Semavatın tabakatından, melâike ve ruh bahsinden, zamanın hakikatından, Haşir ve Âhiretin vukuundan, Cennet ve Cehennemin varlığından, ölümün mahiyet-i asliyesinden ebedî saadet ve şekavetin menbaına kadar... Akla gelen ve gelmeyen bütün imanî meseleleri en kat'î delillerle aklen, mantıken, ilmen isbat ediyor... Pozitif ilimlerin müşevviki... Riyazi meselelerden daha kat'î delillerle aklı ve kalbi ikna edip, merakları izale eden bir şaheser...


* * *
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Kardeş emeğin için teşekkür ederim. Ben bu aralar dinimi daha güzel yaşamak,bilgiler edinmek ve yeni arkadaşlar edinmek için yaşadığım yerdeki nur cemaatinin akşam sohbet lerine katılmaya başladım,yaklaşık 2 aydır.
Fakat bazı yerlerde gördüğüm yazılardan çok etkileniyorum,acaba doğru yerdemiyim ? yanlış yerdemiyim ? Ruhum karmakarışık :(
Mesela buyrun size bu yazılardan bir örnek,hemde bu forumdan bu örnek....
Ve dikkatimi çeken bi durum var,o yazıyı yazan arkadaş ısrarla nur cemaati ile ilgili olumsuz yorumlar yapıyor!! Ne olur bir yardım edin ? Acaba neden bunları yazıyor ?
Acaba onun bildiği benim bilmediğim bi şeylermi var ?Neden yazıyor bunları sebeb ne ???

Link bu:
http://forum.islamiyet.gen.tr/fikih...ayanlarin-durumu-nedir-aciklar-misiniz-2.html

Esselamu aleyküm...

Abi snn sorun yaşadığın adam artık yok.. Bundan sonra böle sorunlar yaşamazsın..
 

aşık74

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Kas 2008
Mesajlar
57
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
Kardeşcim, keşke o kişiyi banlamamış olsaydınız,burası bir tartışma ve konuşma forumu,amaç gerçeklere ulaşabilmek.
Acaba bu kişinin bu kadar ithamı yapmasının altında ne gibi sebebler ne gibi nedenler vardı?
Amacımız ; doğru yolu bulabilmek sonuçda,birşey varsa hep beraber konuşurduk,tartışırdık.
svg..
 

gripin

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Mar 2009
Mesajlar
2
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Risale\'deki yalanlar.. (belgeleriyle)

Risale\'deki yalanlar.. (belgeleriyle)

Risale\'deki yalanlar.. (belgeleriyle)


Tevrat'ın bir ayeti daha: Muhammed, Allah'ın Resulüdür. Mekke onun doğum yeri, Medine hicret yeri, Şam onun mülküdür. Ümmeti ise hamd edici kimselerdir.
Syf. 433
Tevrat'ın hiçbir bölümünde, Muhammed'in adı geçmediği gibi, Mekke onun doğum yeri, ifadesi de yoktur.

Bir başka yalan, yine Tevrat'tan;

Sen benim kulum ve Resulümsün, Sana Mütevekkil adını verdim.
Syf.433
Tevrat'ta böyle bir ayet de yoktur.

Gene aynı yerde sözde Tevrat'ın ayeti;
Hazret-i İsmail'in validesi olan Hacer, evlat sahibesi olacak. Ve onun evladından öyle birisi çıkacak ki, o veledin eli, umumun fevkinde olacak ve umumun eli huşu ve itaatle ona açılacak.
Said Nursi bu ayetin Tekvin Bap 17'de olduğunu söylüyor. Tekvin Bap 17'de böyle bir ayet yok. Ancak buna benzer bir ifade Tekvin Bap 16'da 11 ve 12. ayetlerde var;
11. Ve Rabbin meleği ona dedi: İşte sen gebesin ve bir oğul doğuracaksın ve onun adını İsmail koyacaksın çünkü Rab sana olan cefayı işitti.
12. Ve o insanlar arasında yabani adam olacaktır, onun eli herkese karşı ve herkesin eli ona karşı olacak ve bütün kardeşlerinin şarkında sakin olacaktır.

Tevrat'ın ayeti açık bir şekilde İsmail'den bahsetmekte. Said Nursi, ayetteki İsmail adını kaldırıp onun yerine Muhammed'i düşündüren ifadeler koyuyor.

Said Nursi Efendi devam ediyor,
'Tevrat'ın bir başka ayeti:
Beni İsrail'in kardeşleri olan Beni İsmail'den senin gibi birini göndereceğim. Ben sözümü onun ağzına koyacağım; Benim vahyimle konuşacak. Onu kabul etmeyene azap vereceğim.'Ayetin aslı şu şekildedir,
Tesniye Bap 18
15. Allah'ın Rab senin için aranızdan kardeşlerinden benim gibi bir peygamber çıkaracak, onu dinleyeceksin
16. Nasıl ki, Horebde toplantı gününde, bir daha Allah'ım Rabbin sesini işitmiyeyim ve artık bu büyük ateşi görmiyeyim ve ölmiyeyim diye Allah'ın Rab'den istedin.
17. Ve Rab bana dedi, Söylediklerini iyi dediler.
18. Onlar için kardeşleri arasından senin gibi bir prygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım ve ona emredeceğim her şeyi onlara söyliyecek.

Musa burada Tevrat'da yazan, aranızdan kardeşlerinden ifadesini Yahudilere karşı kullanmaktadır. Muhammed Yahudi olmadığına göre, hangi mantık bu söylemin Muhammed'e ait olduğunu kabul edebilir?

Said Nursi, ayette hiçbir şekilde sözü geçmediği halde salt Muhammed ile irtibatlandırabilme gayesi ile ayetin içine Yahudilerin kardeş kolu sayılan İsmailli'leri ilave ediveriy
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Risale\'deki yalanlar.. (belgeleriyle)


Tevrat'ın bir ayeti daha: Muhammed, Allah'ın Resulüdür. Mekke onun doğum yeri, Medine hicret yeri, Şam onun mülküdür. Ümmeti ise hamd edici kimselerdir.
Syf. 433
Tevrat'ın hiçbir bölümünde, Muhammed'in adı geçmediği gibi, Mekke onun doğum yeri, ifadesi de yoktur.

Bir başka yalan, yine Tevrat'tan;

Sen benim kulum ve Resulümsün, Sana Mütevekkil adını verdim.
Syf.433
Tevrat'ta böyle bir ayet de yoktur.

Gene aynı yerde sözde Tevrat'ın ayeti;
Hazret-i İsmail'in validesi olan Hacer, evlat sahibesi olacak. Ve onun evladından öyle birisi çıkacak ki, o veledin eli, umumun fevkinde olacak ve umumun eli huşu ve itaatle ona açılacak.
Said Nursi bu ayetin Tekvin Bap 17'de olduğunu söylüyor. Tekvin Bap 17'de böyle bir ayet yok. Ancak buna benzer bir ifade Tekvin Bap 16'da 11 ve 12. ayetlerde var;
11. Ve Rabbin meleği ona dedi: İşte sen gebesin ve bir oğul doğuracaksın ve onun adını İsmail koyacaksın çünkü Rab sana olan cefayı işitti.
12. Ve o insanlar arasında yabani adam olacaktır, onun eli herkese karşı ve herkesin eli ona karşı olacak ve bütün kardeşlerinin şarkında sakin olacaktır.

Tevrat'ın ayeti açık bir şekilde İsmail'den bahsetmekte. Said Nursi, ayetteki İsmail adını kaldırıp onun yerine Muhammed'i düşündüren ifadeler koyuyor.

Said Nursi Efendi devam ediyor,
'Tevrat'ın bir başka ayeti:
Beni İsrail'in kardeşleri olan Beni İsmail'den senin gibi birini göndereceğim. Ben sözümü onun ağzına koyacağım; Benim vahyimle konuşacak. Onu kabul etmeyene azap vereceğim.'Ayetin aslı şu şekildedir,
Tesniye Bap 18
15. Allah'ın Rab senin için aranızdan kardeşlerinden benim gibi bir peygamber çıkaracak, onu dinleyeceksin
16. Nasıl ki, Horebde toplantı gününde, bir daha Allah'ım Rabbin sesini işitmiyeyim ve artık bu büyük ateşi görmiyeyim ve ölmiyeyim diye Allah'ın Rab'den istedin.
17. Ve Rab bana dedi, Söylediklerini iyi dediler.
18. Onlar için kardeşleri arasından senin gibi bir prygamber çıkaracağım ve sözlerimi onun ağzına koyacağım ve ona emredeceğim her şeyi onlara söyliyecek.

Musa burada Tevrat'da yazan, aranızdan kardeşlerinden ifadesini Yahudilere karşı kullanmaktadır. Muhammed Yahudi olmadığına göre, hangi mantık bu söylemin Muhammed'e ait olduğunu kabul edebilir?

Said Nursi, ayette hiçbir şekilde sözü geçmediği halde salt Muhammed ile irtibatlandırabilme gayesi ile ayetin içine Yahudilerin kardeş kolu sayılan İsmailli'leri ilave ediveriy

bak güzel kardeşim.
Verdiğin örnekler Tevrattan Risale-i Nur ile hiç bir alakası yoktur olamaz..
Risale-i Nur Kuranı kerimin tevsiridir.. açıklamasıdr.. Hatta bu Risale-i Nur Külliyatları bazı ülkelerde Ders Kitabı olarakta kullanılıyor..
Sen şimdi çıkmış demişsin belgelr falan.. Önüme belge diye sundukların tevrattan örnekler.. Zaten tevratın özü gerçeği günümüzde bulunmuyor.. değişmiş hali bulunuyor. sen şimdi diyorsun tevratta hz.Muhammedin ismi geçmir. tabi geçmez çünkü tevrat özünü katbetti değiştirildii..
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
daha gerçekci bilgiler sun bana ... böle tevrattan seylerle bana gelme.. devratın neresi doğru ki.. ona inanıp bediüzzamana inanmıyorsun.. inanmadığın gibi tevrata inanıyorsun..
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Kardeşcim, keşke o kişiyi banlamamış olsaydınız,burası bir tartışma ve konuşma forumu,amaç gerçeklere ulaşabilmek.
Acaba bu kişinin bu kadar ithamı yapmasının altında ne gibi sebebler ne gibi nedenler vardı?
Amacımız ; doğru yolu bulabilmek sonuçda,birşey varsa hep beraber konuşurduk,tartışırdık.
svg..

abicim herkezin kafasını karıştıran bi adamın burda ne işi var. hem dindar gibi görünüp hem Evliyalara çirkin iftiralar atan bi adamın burda ne işi var. hem kafamı karıştırıyo diyosun hem ne diyosun.. Bu adam sadece snn kafanı karıştırmıyor.. herkezin kafasını karıştırmaya çalışıor.. zaten ben bediüzzaman hakkında yalan yanlış şeyler söyleyenlere hakkımı helal etmiyorum.. Etmem..
 

haydar-ı kerrar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Mar 2009
Mesajlar
138
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
Bediüzzaman'ın soyismi Nursi mi, Kürdi mi?


Üstad hazretleri, eski Said döneminde milliyetçilik veya menfi ırkçılık anlamında değilde, doğduğu yere atfen " Kürdi " lakabını kullanmışlardır. Erzurumi, Konevi, Bursevi gibi...Üstadımızın menfi milliyetçilikten dolayı bu lakabı kullanmadığına, bütün eserleri şahittir. Fakat Cumhuriyetten sonra, bu gibi tabirlerin ve lakapların kullanımının kanunen yasaklanmasından dolayı ve bazı alanlarda bazı art niyetli insanların bunu menfi olarak kullanabilme ihtimalinden dolayı, bu lakab yerine, yine doğduğu yere atfen, " Nursi" soyadını almıştır. Bundan böyle eski ve yeni tüm eserlerinde bu imzayı kullanmışlardır..

Bir iki asır öncesine gidildiğinde şu an Türk olarak görülenler Kürd, Kürd olarak görülenlerde Türk olabilir. 600 yüzyıl boyunca aynı çatı altında yaşayan ve osmanlıdan öncede yine birliktelikleri bulunan özellikle Türk ve Kürtler gerek aynı topraklarda yaşamaları gerekse de birbirlerinden kız alıp vermeleri vb. sebebler neticesinde adeta tek millet haline gelmişlerdir.. Nesebi net olarak bilinenlerin dışında diğer kimselerin nesep noktasında fazla teferruata girmemeleri gerekmektedir.

Bizim için esas olan İslamiyet noktasıdır. Milliyet ise ayeti kerimenin ifadesiyle "tanışıp kaynaşma" mız noktasından bizim isteğimizin dışında Rabbimizin bize bahşettiği bir husustur. Osmanlı döneminde doğu illerine "Kürdistan" deniliyordu. Bu isim herhangi bir ırkî mana taşımıyordu. Yalnızca coğrafi bir bölgeye verilen bir ismi çağrıştırıyordu. Pakistan, Afganistan gibi…

O bölgeden olan insanlara ise "kürdi" denilmekteydi. Yine bu, şahsın o bölgeden olduğunu gösteren bir aidiyet ihsas ediyordu. Erzurumi, Konyevi, Bursevi gibi…

Bu manada Üstad hazretleri de, Osmanlı döneminde bu nam ile çağrılıyordu. Fakat bu aidiyetin daha sonra farklı manalar ihsas etmesi sebebiyle, Üstad, Osmanlı sonrasında kendi köyüne nisbetle "Nursi" soyadını almış ve bunu kullanmıştır. Ancak bazı resim kayıtlarda Üstadın soyadının OKUR olarak geçtiği de bilinmektedir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt