ADALETIMAHZA
Kayıtlı Kullanıcı
RE: RİSALE-İ NUR DA ESMA-İ HÜSNA
Mucîb
Allah (c.c.), Mucîb’tir. Yani işiten, cevap veren, icâbet eden, gören, merhamet eden ve kullarının duâlarından hikmetine uygun olanları ve dilediklerini kabul edendir. Cenâb-ı Hak her duâ edene cevap verir, her niyazda bulunan kuluna icâbet eder, her mahlûkunun hâl ve söz diliyle yaptığı yakarış ve sızlanışları dinler ve şefkati ile mukabele buyurur.
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği1 Mucîb ismi Kur’ân’da geçen esmâdandır. Cenâb-ı Mucîb-i Semî, “Rabbiniz dedi ki: ‘Bana duâ edin; icâbet edeyim’”2 buyurmaktadır. Bir diğer âyette de, “Semud milletine kardeşleri Sâlih’i gönderdik. Semud dedi ki, ‘Ey milletim! Allah’a kulluk edin. Ondan başka ilâhınız yoktur. Sizi yeryüzünde yaratıp orayı îmar etmenizi dileyen Odur. Öyleyse Ondan mağfiret isteyin. Sonra da Ona tövbe edin. Muhakkak Rabbim Karîb ve Mucîb’dir’”3 buyurulmaktadır.
Cenâb-ı Hakkın, mahlûkatının en aşağı ve en küçük ihtiyaçlarını bile görmezden gelmediğini, mahlûkatının tüm ihtiyaçlarını tam bir şefkatle ummadıkları yerlerden karşıladığını, en gizli bir sesi en gizli bir mahlûkundan işittiğini ve imdad ettiğini, hal ve söz diliyle istenilen her şeye icâbet ettiğini ve şefkatle verdiğini beyan eden Bedîüzzaman; Allah’ın, en büyük kulu olan Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.), aynı zamanda herkesin de ihtiyacı olan en büyük “bekâ” ihtiyâcını ihtivâ eden duâsını bildiği halde, âhireti yaratmakla cevap vermemesinin ve en büyük “ebediyet” duâsını işittiği halde Cennetin îcâdı ile kabul etmemesinin mümkün olmadığını kaydeder.4
İstidat lisanıyla bütün tohumlar tarafından, fıtrî ihtiyaç lisanıyla bütün hayvanlar tarafından ve ıztırar lisanıyla bütün muztarlar tarafından yapılan duâların makbul olduğunu kaydeden Bediüzzaman, nihâyetsiz duâların hepsinin kabul ve icâbetinin, büyük bir ölçüde, apaçık bir tarzda Hâlık-ı Rahîm, Kerîm ve Mucîbe işâret ettiğini beyan eder.5
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, her bir ferdin fiilî ve hâlî yardım talepleri, niyazları ve duâları vardır. Her bir can sahibi, muâvenetlerine koşan ve duâlarına kabul ile cevap veren bir şefkatli Müdebbir’e, bir Rabb-i Rahîme ve Mucîbe kat’î şehâdet etmektedir.6 İnsan, hikmet ile yapılmış bir masnûdur. Bu yapısı, Saniinin gayet hakîm olduğuna açık bir delildir. İnsan, cisimleşmiş bir nakışlı hikmettir, cesedleşmiş bir muhtar ilimdir, bedenleşmiş bir basîret kudretidir; öyle bir fiilin mahsûlüdür ki, istidâdı, irâde ettiği şeyi kendisine vermektedir; öyle bir nimet ve ihsânın yoğunlaşmış hâlidir ki, bütün ihtiyaçlarına vâkıftır; öyle bir kaderin resimlediği sûrettir ki, bünyesine lâzım ve münâsip şeyleri bilmektedir. İnsan, bu bildikleriyle her şeyin mâliki olan Mâlik’inden nasıl gaflet edebilir? Bütün suçlarını, günahlarını, yanlışlarını bilen, ihtiyaçlarını gören, feryat ve figanlarını işiten Semî, Basîr, Alîm, Mucîb olan bir Rakîb’in, üstünde bulunmamasını nasıl tevehhüm edebilir?7
Mucîb olan Cenâb-ı Allah’ın her duâya cevap verdiğini beyan eden Bediüzzaman, ancak duâların kabûlünün, yani herkesin her istediğine nail olmasının Allah’ın hikmetine tâbîi olduğunu kaydeder.8
Bedîüzzaman’a göre, varlıkların, ellerinin yetişmediği ve iktidarları dâhilinde olmayan bütün ihtiyaçları ve bütün fıtrî istekleri gayet Rahîm, işitici ve şefkatli bir gizli el tarafından verilmektedir. İnsanların ihtiyârî duâlarının, hususan enbiyânın ve evliyânın duâlarının çoğu zaman kabul edilmesi, perde arkasında her dertlinin âhını ve her muhtâcın duâsını işiten ve dinleyen bir Semî ve Mucîb’in bulunduğunu göstermektedir. Cenab-ı Hak en küçük de olsa her mahlûkun, en önemsiz de olsa her ihtiyacını görmekte, en gizli âhını işitmekte, şefkat etmekte, fiilen cevap vermekte ve her can ve yürek sahibini memnun ve mes’ûd etmektedir. Mahlûkların en ehemmiyetlisi olan insanın, en önemli, en genel ve bütün kâinatla beraber Allah’ın bütün isimlerini ve sıfatlarını ilgilendiren uhrevî bekâ ile ilgili şiddetli duâsını ve bütün mahlûkâtın çaresizlik diliyle, “Yâ Rabbenâ! Biz de istiyoruz!” diye yakarışlarını kendi duâsı içine alıp; insanlığın güneşleri, yıldızları ve kumandanları hükmünde olan bütün peygamberleri arkasına alarak, duâsına “Âmin!...” dedirten Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.), âhiretteki bekâyı ve ebedî saadeti isteyen yüksek ve herkesi kapsayan duâsı Mucîb, Semî ve Rahîm olan Rabbimizin Cenneti îcadına kâfi bir sebep teşkil eder. Hiç, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) talebi ve duâsı olur da, Cennet yaratılmaz mı?9
Dipnotlar:
1- Tirmizî, Daavât: 86
2- Mü’min Sûresi: 60
3- Hud Sûresi: 61
4- Sözler, s. 69-70
5- A.g.e., s. 599
6- Şuâlar, s. 531
7- Mesnevî-i Nuriye, s. 153
8- A.g.e., s. 190
9- Şuâlar, s. 193
Mucîb
Allah (c.c.), Mucîb’tir. Yani işiten, cevap veren, icâbet eden, gören, merhamet eden ve kullarının duâlarından hikmetine uygun olanları ve dilediklerini kabul edendir. Cenâb-ı Hak her duâ edene cevap verir, her niyazda bulunan kuluna icâbet eder, her mahlûkunun hâl ve söz diliyle yaptığı yakarış ve sızlanışları dinler ve şefkati ile mukabele buyurur.
Ebû Hüreyre’nin (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivâyet ettiği1 Mucîb ismi Kur’ân’da geçen esmâdandır. Cenâb-ı Mucîb-i Semî, “Rabbiniz dedi ki: ‘Bana duâ edin; icâbet edeyim’”2 buyurmaktadır. Bir diğer âyette de, “Semud milletine kardeşleri Sâlih’i gönderdik. Semud dedi ki, ‘Ey milletim! Allah’a kulluk edin. Ondan başka ilâhınız yoktur. Sizi yeryüzünde yaratıp orayı îmar etmenizi dileyen Odur. Öyleyse Ondan mağfiret isteyin. Sonra da Ona tövbe edin. Muhakkak Rabbim Karîb ve Mucîb’dir’”3 buyurulmaktadır.
Cenâb-ı Hakkın, mahlûkatının en aşağı ve en küçük ihtiyaçlarını bile görmezden gelmediğini, mahlûkatının tüm ihtiyaçlarını tam bir şefkatle ummadıkları yerlerden karşıladığını, en gizli bir sesi en gizli bir mahlûkundan işittiğini ve imdad ettiğini, hal ve söz diliyle istenilen her şeye icâbet ettiğini ve şefkatle verdiğini beyan eden Bedîüzzaman; Allah’ın, en büyük kulu olan Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.), aynı zamanda herkesin de ihtiyacı olan en büyük “bekâ” ihtiyâcını ihtivâ eden duâsını bildiği halde, âhireti yaratmakla cevap vermemesinin ve en büyük “ebediyet” duâsını işittiği halde Cennetin îcâdı ile kabul etmemesinin mümkün olmadığını kaydeder.4
İstidat lisanıyla bütün tohumlar tarafından, fıtrî ihtiyaç lisanıyla bütün hayvanlar tarafından ve ıztırar lisanıyla bütün muztarlar tarafından yapılan duâların makbul olduğunu kaydeden Bediüzzaman, nihâyetsiz duâların hepsinin kabul ve icâbetinin, büyük bir ölçüde, apaçık bir tarzda Hâlık-ı Rahîm, Kerîm ve Mucîbe işâret ettiğini beyan eder.5
Bediüzzaman Saîd Nursî’ye göre, her bir ferdin fiilî ve hâlî yardım talepleri, niyazları ve duâları vardır. Her bir can sahibi, muâvenetlerine koşan ve duâlarına kabul ile cevap veren bir şefkatli Müdebbir’e, bir Rabb-i Rahîme ve Mucîbe kat’î şehâdet etmektedir.6 İnsan, hikmet ile yapılmış bir masnûdur. Bu yapısı, Saniinin gayet hakîm olduğuna açık bir delildir. İnsan, cisimleşmiş bir nakışlı hikmettir, cesedleşmiş bir muhtar ilimdir, bedenleşmiş bir basîret kudretidir; öyle bir fiilin mahsûlüdür ki, istidâdı, irâde ettiği şeyi kendisine vermektedir; öyle bir nimet ve ihsânın yoğunlaşmış hâlidir ki, bütün ihtiyaçlarına vâkıftır; öyle bir kaderin resimlediği sûrettir ki, bünyesine lâzım ve münâsip şeyleri bilmektedir. İnsan, bu bildikleriyle her şeyin mâliki olan Mâlik’inden nasıl gaflet edebilir? Bütün suçlarını, günahlarını, yanlışlarını bilen, ihtiyaçlarını gören, feryat ve figanlarını işiten Semî, Basîr, Alîm, Mucîb olan bir Rakîb’in, üstünde bulunmamasını nasıl tevehhüm edebilir?7
Mucîb olan Cenâb-ı Allah’ın her duâya cevap verdiğini beyan eden Bediüzzaman, ancak duâların kabûlünün, yani herkesin her istediğine nail olmasının Allah’ın hikmetine tâbîi olduğunu kaydeder.8
Bedîüzzaman’a göre, varlıkların, ellerinin yetişmediği ve iktidarları dâhilinde olmayan bütün ihtiyaçları ve bütün fıtrî istekleri gayet Rahîm, işitici ve şefkatli bir gizli el tarafından verilmektedir. İnsanların ihtiyârî duâlarının, hususan enbiyânın ve evliyânın duâlarının çoğu zaman kabul edilmesi, perde arkasında her dertlinin âhını ve her muhtâcın duâsını işiten ve dinleyen bir Semî ve Mucîb’in bulunduğunu göstermektedir. Cenab-ı Hak en küçük de olsa her mahlûkun, en önemsiz de olsa her ihtiyacını görmekte, en gizli âhını işitmekte, şefkat etmekte, fiilen cevap vermekte ve her can ve yürek sahibini memnun ve mes’ûd etmektedir. Mahlûkların en ehemmiyetlisi olan insanın, en önemli, en genel ve bütün kâinatla beraber Allah’ın bütün isimlerini ve sıfatlarını ilgilendiren uhrevî bekâ ile ilgili şiddetli duâsını ve bütün mahlûkâtın çaresizlik diliyle, “Yâ Rabbenâ! Biz de istiyoruz!” diye yakarışlarını kendi duâsı içine alıp; insanlığın güneşleri, yıldızları ve kumandanları hükmünde olan bütün peygamberleri arkasına alarak, duâsına “Âmin!...” dedirten Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.), âhiretteki bekâyı ve ebedî saadeti isteyen yüksek ve herkesi kapsayan duâsı Mucîb, Semî ve Rahîm olan Rabbimizin Cenneti îcadına kâfi bir sebep teşkil eder. Hiç, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) talebi ve duâsı olur da, Cennet yaratılmaz mı?9
Dipnotlar:
1- Tirmizî, Daavât: 86
2- Mü’min Sûresi: 60
3- Hud Sûresi: 61
4- Sözler, s. 69-70
5- A.g.e., s. 599
6- Şuâlar, s. 531
7- Mesnevî-i Nuriye, s. 153
8- A.g.e., s. 190
9- Şuâlar, s. 193