Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Resûlullah’ın yanlış bilinen bir hadis-i şerifini düzelterek açıklayalım. (1 Kullanıcı)

tarikay

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
14 Ocak 2006
Mesajlar
18
Tepki puanı
0
Puanları
0
“KENDİ NEFSİN İÇİN SEVİP İSTEDİKLERİNİ, BAŞKALARI İÇİN DE SEV, İSTE.”


İslâm’ın ana kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim’e göre, toplum bireylerinin ahiret ve dünya saadetine ulaşabilmeleri için aralarında ekonomik yardımlaşmanın zorunlu olduğunu görüyoruz. İslâm, emir ve nehiylerin büyük bir kısmını, toplumun ekonomik hayatını sağlıklı tutmaya yönelterek, fertlerin servetlerini zayi olmaktan, israf edilmekten korumaya çalışır. İslâm, aynı zamanda, memleket ekonomisinin vurgunculuk (ruhsat), kumar (piyango), dolandırıcılık, suiistimal gibi sebeplerle çökmesini de engeller.

“SEVDİĞİNİZ ŞEYLERDEN
BAĞIŞTA BULUNUN.”

“Sevdiğiniz şeylerden bol bol vermedikçe felâh ve mutluluğa asla ulaşamazsınız.” Bu âyet-i kerime nazil olduğu zaman, ashab adeta yarışa girmişlerdi. Onların herbiri, en çok sevdiği şey neyse, onu Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e götürüyor ve Allah için harcanmasını istiyordu. Ebu Talha, bu âyetin inişi üzerine, Hz. Peygamber (S.A.V)’e gelip şöyle dedi:
“Ey Allah’ın Resûl’ü! Benim bu dünyada en çok sevdiğim malım Beyruha adındaki hurmalığımdır. Lütfen orasını Allah için kamu hizmetine harcayın ki; ben de bu âyetin işaret ettiği insanlar içine gireyim.” Ve hurmalık, Allah Resûl’ü tarafından derhal infâk edilmiş, kamu yararına yoksullara bağışlanmıştır.
Zeyd B. Harise çok sevdiği atı Sely’i, Hz. Peygamber (S.A.V)’e getirip bunun tasadduk edilmesini istemiş ve bu at Hz. Peygamber (S.A.V) tarafından Üsame B. Zeyd’e bağışlanmıştır.
Allah’a îmânın en güçlü işaretlerinden biri de eldeki ni’met ve imkânları başkalarının yararına seferber etmektir. Nefsin afetleri olan hırsın, kinin, cimriliğin paslatmadığı kalpler, mutluluklarını başkalarına bağışta bulunarak dışa vururlar. Bu bahtiyarlığı en mükemmel şekilde yaşayanlar, hiç kuşkusuz peygamberlerdir. İbn Abbas Hazretleri, son Resûl’ün başkalarına bağıştan duyduğu mutluluğu anlatırken şöyle diyor:
“Yüce Peygamber’in başkalarına bağışta bulunuşu, her şeyi saçıp savuran rüzgârdan daha cömertçeydi.” Bu cömertlik, nebîlerde ve halifelerde, bütün imkânları, hatta hayatı bile vermeye kadar uzanır. Bir hadîs-i şerif şöyle der:
“Biz peygamberler zümresine varis olunmaz. Bıraktığımız herşey sadakadır.”
Kur’ân-ı Kerim’in en yüce mertebe olarak övdüğü şehitlik, Allah için bağışlamanın zirvesi değil midir? Şehit, en kıymetli varlığını, hayatını, başkaları için vermiyor mu?

“VERMEK,
İNSANI ALLAH YOLUNDA İLERLETİR.”

Vermek, insanı Allah yolunda ilerleten ve nefs tezkiyesine ulaştıran vasıtaların en güçlülerinden biridir. Çünkü vermek, insandaki faniye, iğretiye tapmayı besleyen hırsı, kökünden kaldırmaktadır. Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:
15/HİCR-9: “İnnâ nahnu nezzelnez zikre ve innâ lehu lehâfizûn(e).”
Bu zikri Biz, muhakkak ki Biz indirdik, onun muhafızı (koruyucusu da) muhakkak ki Biziz.

“HIRSI KIRMAK İÇİN VERİN”

Hırsı kırmak için, sevilen şeylerden vermek lâzımdır. Çöplüğe atacağımız şeylerden vermek, değer ifade etmez.
2/BAKARA-267: “Yâ eyyuhellezîne âmenû enfikû min tayyibâti mâ kesebtum ve mimmâ ehracnâ lekum minel ard(ardı), ve lâ teyemmemul habîse minhu tunfikûne ve lestum bi âhızîhî illâ en tugmidû fîh(fîhî). Va’lemu ennallâhe ganiyyun hamîd(hamîdun).”
Ey îmân edenler! Kazandıklarınız şeylerin ve sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden infâk edin (başkalarına, ihtiyacı olanlara verin). Ve sakın onun kötüsünden ve (göz yummadan, gönül rahatlığıyla kendiniz için) alamayacağınız (ucuz ve düşük evsaflı şeyleri) infâk etmeye kalkışmayın. Ve bilin ki; muhakkak ki Allah, GANİYY’ün HAMİD’dir.
Azlık, çokluk önemli değildir. Önemli olan verilenin bizden ne kopardığı, başka bir deyimle bizi ne ölçüde fedakârlığa zorladığıdır. Bu yüzdendir ki imkânları kısır bir insanın verdiği on bin lira, imkânları bol bir insanın verdiği milyonlarca liradan daha üstün olabilir. Çünkü verilenin miktarından çok, verenin katlandığı fedakârlık ölçüdür.



“AZKEN VERMEYEN,
ÇOĞALINCA HİÇ VEREMEZ.”

İslâm büyükleri demişlerdir ki: “Azken veremeyen, çoğalınca hiç veremez.” Bu olgu, insan yaradılışının özelliklerinden birini ifade eder. Bunun bir uzantısı olarak, vermenin en makbulü, yokluk ve sıkıntı içinde iken yapılandır. Yüce Rabbimiz, Allah’a teslim olanların belirgin işaretlerinden biri olarak, “darlık ve sıkıntı” zamanlarında kendisi de darlık ve sıkıntı içindeyken vermek olduğunu göstermektedir.
2/BAKARA-177: “Leysel birra en tuvellû vucûhekum kıbelel meşrıkı vel mağrıbi ve lâkinnel birra men âmene billâhi vel yevmil âhırı vel melâiketi vel kitâbi ven nebiyyîne, ve âtelmâle alâ hubbihî zevil kurbâ vel yetâmâ vel mesâkine vebnes sebîli ves sâilîne ve firrıkâbi, ve ekâmes salâte ve âtez zekâte, vel mûfûne biahdihim izâ âhedû, ves sâbirîne fil ba’sâi ved darrâi ve hınelbe’si, ulâikellezîne sadakû, ve ulâike humul muttekûn(e).”
Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz (hakiki îmânı yansıtan) BİRR (ebrar kılacak davranış biçimi) değildir. Lâkin asıl birr, kişinin, Allah’a, yevm’il ahire, (Allah’a ulaşılan sonraki güne, hidayet gününe, vuslat gününe) meleklere, kitaba, peygamberlere îmân etmesi ve O’nun sevgisine dayalı olarak, akrabalarına (yakınlık sahiplerine) yetimlere, miskinlere (çalışamaz durumda olan ihtiyarlara) yolda kalmış yolculara, dilencilere, köle ve esirlere (kurtulmaları için) mal vermesi (harcaması) namazı kılması, zekâtı vermesi, ahd verdiği (Allah’a ve insanlara) zaman ahdini yerine getirmesi, zorlukta ve darlıkta ve sıkıntı halinde sabredenlerden olmasıdır. İşte onlar, o kişiler sadıklardır. İşte, takva sahibi onlardır.
Böyle bir durumda vermek, gerçekten sevilenden vermektir.
3/AL-İ İMRAN-92: “Len tenâlul birra hattâ tunfikû mimmâ tuhibbûn(tuhibbûne). Ve mâ tunfikû min şey’in fe innallâhe bihî alîm(alîmun).”
Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe (Allah için vermedikçe) asla BİRR’e nail olamaz (temize çıkamaz) sınız. (Allah’ın size verdikleri) şeyden neyi infâk ettinizse (Allah yolunda başkalarına verdinizse) hiç şüphesiz Allah onu bilen, ALÎM’dir.
3/AL-İ İMRAN-134: “Ellezîne yunfikûne fîs serrâi ved darrâi vel kâzımînel gayza vel âfîne anin nâs(nâsi), vallâhu yuhibbul muhsinîn(muhsinîne).”
O (takva sahipleri) ki; bollukta da, darlıkta da (Allah için) infâk ederler (ihtiyaç sahiplerine verirler). Öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah muhsinleri sever.
İnsan nefsi, fedakârlıktan kaçmak için en inandırıcı bahaneleri icat etmekte çok ustadır. İnsan, bazen otuz yıl sonra yiyeceği lüks bir tatlının hesabını yapar da, akşama yiyecek ekmeği bulunmayan çaresizleri görmez. Sebebini sorarsanız, cevap hazırdır: “Ben de ihtiyaç içindeyim. Evde lâzım olan, mescitte haramdır.”
Geçim sıkıntısı, izafi bir kavramdır. Herkese göre anlamı farklıdır. Hasta yavrusuna aspirin alamayan adamın sıkıntısı da sıkıntıdır, arabasının modelini yenilemek isteyen adamın sıkıntısı da sıkıntıdır. Bunlara sorduğunuzda ikisi de: “İhtiyacım var.” diyebilir. Fakat ikisi arasındaki farkı, mürşide bağlı herkes derhal ayırır. Bu yüzdendir ki; mutlu bir dünya için akıl ve mantık becerisinden çok, ruhunu, vechini ve nefsini Allah’a teslim etmiş kişilere ihtiyaç vardır.

“TOPLUM SERVETLERİNİ HAPSETMEYİN.”

Yüce Rabbimiz, insan için öngördüğü huzur ve saadet hedefine ulaşabilmenin bütün emir ve nehiylerini, Kur’ân’da açıklamıştır. Ahiret ve dünya saadetine ulaşabilmenin temel vasıtalarından biri de mal ile cihaddır. Allah, mal ile cihadın en alt noktasında zekât vermemizi emrederken, bizi faiz yemekten nehyetmektedir. İslâmiyet, zekât emrinin uygulanışında, öngördüğü bazı âyetlerle, servetin iş görmez halde tutulmasını engellerken, bir yandan da faizi yasaklayarak, yatırımların yapılmasına zemin hazırlayarak aynı sonuca varmayı hedeflemiştir. İslâmiyette, servetin bekletilmesi uygun görülmez. İslâm’ın bütün emir ve nehiyleri, “üreten insan, işleyen sermaye” esasının hakim olmasına yöneliktir.

“ÜRETEN İNSAN İSTEYEN İSLÂM,
İŞLEYEN SERMAYEYE MUHTAÇTIR.”

Allah, dünya âleminde vücut verdiği insanı, besleneceği ölçüde nî’metlendirmektedir. Yüce Rabbimiz, bu noktada son derece açık beyanda bulunmaktadır. Hal böyle olunca, yeryüzü sofrasında neden bazıları aç, bazıları ise yiyebileceğinden fazlasına sahiptir? İslâm burada iki şeyi göstermektedir:
- İnsanın üretmemesi
- Servetin çalışmaması
Yüce Rabbimiz birincisine şu âyetle karşı çıkmaktadır:
53/NECM-39: “Ve en leyse lil insâni illâ mâ seâ.”
İnsan için çalışmasından başka bir şey yoktur.
İkinci sebep olan servetin çalışmamasına karşı çıkarken de şu âyeti açıklıyor:
59/HAŞR-7 : “Lâ yekûne dûleten beynel agniyâi minkum.”
O mal içinizdeki zenginler arasında elden ele dolaşan bir servet olmasın.
İnsan hayatında ana sermaye unsurlarını bir yerde tutmak, üreten insanların çalışma alanlarının genişlemesini engellemektedir. Çünkü iş alanı, herşeyden once, sermaye gerektirir. Sermayenin çalıştırmadan bekletilmesi, musîbeti davet eder. Musîbet, iki başlı olup, kullanan için kibir ve azgınlık, kullanmayan için kin ve aşağılık kompleksi halinde belirir.

“SAHÂBE,
SEVDİKLERİNDEN İNFÂK ETMENİN
HATTA KENDİ İHTİYACI OLANI VERMENİN
MUTLULUĞUNU, HAZZINI YAŞAMIŞTI.”

13/RAD-20: “Ellezîne yûfûne biahdillâhi ve lâ yenkudûnel mîsâk(a).”
Onlar Allah ile ahdlerini (nefslerinin yeminini, ruhlarının misakini ve vechlerinin ahdini) ifa ederler (yerine getirirler). Ve misaklerini (ruhlarının Allah’a ezelde verdiği ölümden evvel Allah’a ulaşma yeminini) bozmazlar.
Allah’a verdikleri yeminleri yerine getirdiler. Allah’ın vasiyetini yerine getirdiler. Önce ruh, fizik vücut ve nefslerini Allah’a teslim ederek ahdlerini ifa ettiler. Sonra Allah’ın vasiyeti olan iradelerini de teslim ettiler.
13/RAD-21: “Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(i).”
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel) Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını) O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.
İlk teslim, ruhun teslimidir. Sahâbe, ruhunu Allah’a yaşarken teslim etmiştir.
3/AL-İ İMRAN-20: “Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belag(belagu), vallâhu basîrun bil ıbâd(ıbâdi).”
Eğer seninle tartışmaya kalkarlarsa, o zaman de ki: “Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah’a teslim ettik.” O kitap verilenlere ve ÜMMÎ’lere de ki: “Siz de (fizik vücudunuzu Allah’a) teslim ettiniz mi?” Eğer teslim ettilerse o zaman (onlar) andolsun ki; hidayete ermişlerdir. Eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen (görev) ancak tebliğdir. Allah kullarını BASÎR’dir (görendir).
İkinci teslim, fizik vücudun teslimidir. Bütün sahâbenin, bu teslimi de yerine getirdiğini görüyoruz.
13/RAD-22: “Vellezîne saberûbtigâe vechi rabbihim ve ekâmûs salâte ve enfekû mimmâ rezaknâhum sirren ve alâniyeten ve yedreûne bil hasenetis seyyiete ulâike lehum ukbed dâr(i).”
Onlar sabırla Rab’lerinin vechini (Zat’ını, Zat’a ulaşmayı, Allah’ın Zat’ını görmeyi) dilerler. Ve namazı kılarlar. Rızıklandırıldıkları şeyden gizli ve açık olarak infâk ederler (başkalarına verirler) ve seyyiati hasenata çevirirler, onlar için ne güzel bir yurt (cennet) var.
Üçüncü teslim, nefs teslimidir. Tüm sahâbenin nefslerinde hiçbir afet kalmadığını görüyoruz. Hepsi de hayrın sahibi olmuşlar.
Onlar, Allah’ın vechini görmeyi dilediler. Bu sebeple, Allah’ın bütün farz emirlerini üst seviyede yerine getirdiler. İbadetlerini yaptılar ve gizli-açık infâk ettiler. Böylelikle, kötülüğe iyilikle mukabele edebilecekleri seviyeye geldiler.
13/RAD-23: “Cennâtu adnin yedhulûnehâ ve men salaha min âbâihim ve ezvâcihim ve zurriyâtihim vel melâiketu yedhulûne aleyhim min kulli bâb(in).”
Adn cennetleri; Allah babalarından, zürriyetlerinden ve zevcelerinden salâha ulaşmış olanları bu cennetlere koyar. Melekler onları karşılayarak bütün kapılardan içeri alırlar.
13/RAD-24: “Selâmun aleykum bimâ sabertum feni’me ukbed dâr(i).”
Sabretmenizden dolayı üzerinize selâm olsun. Bu dârı dünyanın en güzel akibetidir.
Sabrın sahibi olmuşlar. Salâh’a ulaşmışlar.
Bütün bu kademelerde, Allah’ın yolunda ilerlemek için infâk etmenin rolü çok büyüktür. Sahâbenin bu mutluluğu yaşadığını görüyoruz. Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in bu hadîsteki sözüne tamamen itaat etmişler. Onlar, peygamberle, sıddîklerle ve şehitlerle haşrolunacaklardır.
4/NİSA-69: “Ve men yutııllâhe ver resûle fe ulâike meallezîne en’amellâhu aleyhim minen nebiyyîne ves sıddîkîne veş şuhedâi ves sâlihîn(sâlihîne), ve hasune ulâike refîkâ(refîkan).”
Ve kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine ni’met verdiği nebîlerle (peygamberlerle) ve sıddîklerle ve şehitlerle ve salihlerle beraberdirler. Onlar (ne güzel) arkadaştırlar.
Yüce Rabbimizden, bu dünya hayatının esas gayesine ulaşıp, o mutlulukları cümlemizin yaşamasını dileriz.
 

habibe89

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Şub 2007
Mesajlar
1
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: Resûlullah’ın yanlış bilinen bir hadis-i şerifini düzelterek açıklayalım.

Katılıyorum....Sonuçta Allah2ın yarattığı aciz bi kuluz ve Allah için yapılacak işleri sevapları yapmazsak sonumuz ne olur? değilmi!!!
demem şu ki zaten arkadaşta konu yazılımnda bahsetmiş Allah bize verdikçe bizde yardıma muhtaç kişilere vermeliyiz ki hem imanımız sağlamlaşsınn inşallah birde Allah yoluna daha çok yakın oluruz...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt