Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Rabıta ve Nakşibendilik-2 (1 Kullanıcı)

-SEVBAN-

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2010
Mesajlar
208
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
Râbıtanın Kelime Manası

Beden ile nefsin irtibatını sağlaması ve "halk alemi" ile "emir alemini" bünyesinde barındırması dolayısı ile kalbe de "ribat" denilmiştir. Zira "ilahi nazargah" kabul edilen ve kötülüklerin girmemesi için her şeyden önce gözetlenmesi gereken yer de kalptir.

Kur'an-ı Kerim'de "rabitû" şeklinde geçen ve emir ifade eden "ribat" ve "murabata" yalnızca maddi ve dış düşmanlara karşı değil, bizi içten vuran ve "kötülüğü emredici karakteri" (Yusuf; 52) ile tanımlanan, nefs ve şeytan düşmanına karşı da vaziyet almayı, bunların aldatıcı hilelerine karşı kalbi gözetlemeye emir bulunduğu, başından beri bu ayetlerin iki manayı da aynı anda hedef aldıkları hemen çoğu müfessirlerce konu edilmiştir.

Bu ayet-i kerimeleri, İslam düşmanlarına karşı hazır olmak, teyakkuzda bulunmak anlamının yanında, bizleri Allah'ın dininden uzaklaştırmak için mücadele eden nefis ve şeytana karşı da hazırlıklı olmak ve mücadele etmek olarak anlamak da mümkündür. Kaldı ki, müfessirler bu terimlerin tasavvufi anlamlarını gösterirken, İslami delillere istinad ettirmeyi de ihmal etmemişlerdir. Mesela, Ragıb el-İsfehani, "ribat" ve "murabata" nın ikili anlamına işaret ederken şu hadis-i şerife dikkat çekmektedir: "Bir vakit namazından, öteki namaz vaktine kadar bekleyin ve kalbinizi mescidlere bağlı tutun." (Buharî, Müslim,Taharet:34-41)

Daha sonra, Kur'an-ı Kerim'de "rabt" kökünden türetilmiş kelimeleri ihtiva eden ayetleri sıraladıktan sonra da bu ayetlerdeki "rabt"ın: "O Allah, müminlerin kalbine sekineti (iç huzuru, manevi kuvvet ve sabrı) indirendir." (Fetih; 4) ayetinden yola çıkarak, kalp sekinetine işaret ettiğini söylemiştir.

Ribat ve murabatanın bütün bu örnekler ışığında, sadece sufilerce değil, diğer alimlerce de tasavvufi bir muhtevaya sahip olduğu anlaşılmış ve İslâmî literature bu manasıyla geçmiştir.

Râbıtanın Istılah Manası

İşte bu nedenden ötürü râbıta, müridin seyr-i sülûkunda önemli bir yere sahiptir. Mürid, devam ettiği râbıtasında, şeyhinin suretini hayal ettiği zaman kendisinde "sekr" ve "gaybet" muhabbetten kendini kaybetme (cezbe) haline yönelir. Zira muhabbet râbıtası, seveni, sevilenin sıfatına sokar.

Râbıtanın özü şudur; mürşidi düşünmek, sadece onun şahsını hayal etmek, müstakilen ondan bir şey istemek değildir. Bilakis, aslında her şeyi yaratan ve yapan, müessir-i hakikinin Allah-u Zülcelal olduğuna itikad ederek, Allah'ın mürşide ihsan ederek, şahsında tezahür ettirdiği faziletleri düşünmektir.

Burada yeri gelmişken râbıta konusunda ileri sürülen bir şüphe ve yanlış olan bir iddiaya cevap verelim. Yapılan tenkid aynen şudur: "Allah-u Zülcelal'den başka varlık düşünülür mü? Niçin Allah'ı düşünmüyoruz da bir insanı, mürşidi düşünüyoruz? Bu, müslümanı şirke götürmez mi? Allah sevgisi bölünmüş olmaz mı?"


Önce şunu hassasiyetle açıklamamız gerekir ki; Zat ve sıfatları ile hiçbir benzeri eşi, ortağı bulunmayan Allah-u Zülcelal'i düşünmek, Zat'ını hayale getirmeye çalışmak mümkün değildir. Çünkü Allah, zat olarak bizim düşüncemizin dışındadır. Ne kadar istesek de O'nu tasavvur etmemiz imkânsızdır. Ayrıca insanın bir zatı düşünebilmesi için onu görmesi gerekir. Bu mümkün olmadığından dolayı, Allah-u Zülcelal’in Zât'ını düşünmek yasaklanmış, bütün tefsir, hadis ve akaid kitapları da bunu açıklamıştır.

Peygamber Efendimiz (S.A.V) bu hususta şöyle buyurmuştur: "Allah-u Zülcelal'in Zat'ını tefekkür etmeyiniz. Onun nimet ve yaratıklarını düşününüz. Çünkü siz Allah'ın Zat'ını düşünmeye güç yetiremezsiniz." (Mecmau’z-Zevaid:I/18; Ramuzu’l-Ehadis: II/475,hd.4)

Fahreddin Razi, Tefsir-i Kebir'de, Al-i İmran suresindeki: "Bu gerçek akıl sahibi kullar, ayakta, otururken, yanları üzeri yatarken her durumda Allah'ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler." (Al-i İmran; 191) ayetini tefsir ederken şöyle demiştir: "Allah-u Zülcelal, kendini zikretmeye teşvik etti. Fakat iş tefekküre gelince, Zat'ı hakkında düşünmeye teşvik ve davet etmedi. Aksine, yerlerin ve göklerin tefekkür edilmesine teşvik etti."

Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in: "Mahlûkatı tefekkür ediniz, Halık'ı tefekkür etmeyiniz." sözü de aynı manadadır. Bunun sebebi de şudur: Biz yaratılan varlıkları düşünerek, onun yaratıcısı hakkında bir bilgiye sahip olabiliriz. Varlıkları düşünmek ve onlardaki ilahi sanat ve tecelliyi görmek mümkündür. Fakat Zat-ı Bâri'yi düşünmek mümkün değildir.

Hal böyle olunca, varlıklar içinde en kâmil ve en yüksek derecede yaratılan, halifetullah sıfatını alan, mukarrebun makamına çıkan ve Allah-u Zülcelal'in: "Ben onları severim, onlar da beni sever." iltifatına mazhar olan, Varisu’l Enbiya sıfatında, peygamber edebiyle ümmeti irşada memur kılınan, kalpleri ilahi nur ve haşyetle dolup, ilahi nazargah olan kâmil velileri sevmenin, onlardaki ilahi nura talip olmanın, onlardan istifade etmenin; Allah'ın ve Resulullah'ın ahlakını canlı vücutlarında, ilahi feyz ve nurlu uyanık kalplerinde seyretmenin ve istifade etmeye çalışmanın elbette bir önceliği vardır; elbette faydası çoktur; elbette bu insanlar rahmete vesiledir.

Bunun için imanın, teslimiyet ve edebine riayet göstermek şarttır. Yoksa binlerce ayet, binlerce ilahi alamet gözümüzün önünde durmaktadır. Fakat hiçbirini düşünemeden, hiçbirindeki ilahi ilmi, kudreti, rahmeti, sevgi ve selamı alamadan ve anlamadan ölür gideriz. En büyük ayet ve nur kaynağı olan Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i görüp de iman etmeyenler, güneşten zerre kadar ışık alamadan ölmüşlerdir. Şüphesiz insan, istifade etmek gayesi ile Allah dostlarına baksa istifade eder. Çünkü o Allah dostları, kendisine Allah'ı hatırlatır. Allah dostlarını düşündüğünde de durum aynıdır. Görmesi ile hayal etmesi arasında da bir fark yoktur.

Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Onların sana baktıklarını sanırsın. Oysa onlar görmezler."
(A’raf; 198)

İnsan, mürşidi, layık olan vechile ve icaplarını yerine getirip, kemali edeble görmez, ona ve ihvanına karşı noksanlıkta bulunursa istifade edemez. Onun halini tadamaz. Ömür boyu onunla olsa bile, edebine riayet etmediği takdirde istifade edemez.

Kişi şeyhini hatırladığı zaman (râbıta ettiği zaman) Allah aklına geliyorsa, bu onu gördüğü zaman Allah'ı hatırlamasıyla aynı şeydir. Peygamber Efendimiz (S.A.V) görüldüğü zaman Allah'ı hatırlatan insanları, Allah'ın velileri diye tanıtmıştır. Mürşidi sevmek, Allah için, Allah'ı sevdiği ve sevmeyi emrettiği için olur. Bir kimseyi Allah'ı sever gibi sevmekle, Allah için sevmek arasında çok büyük fark vardır. Allah için sevmek, Allah'ı sevdiği için sevmek, O: "Seviniz, bu sevdiğimdir." dediği için sevmektir.

Müfessir Hamdi Yazır'ın, Bakara Suresi'nin 165. ayetinin tefsirinde güzel bir şekilde açıkladığı gibi, Allah'ın sevdiği kulları sevmek ve onlara uymak şirk ve günah değil, ilahi emirdir ve bu Allah sevgisine delildir. Fakat bu sevgi hiçbir zaman, Allah sevgisi gibi olmamalıdır. Hıristiyanların Hz. İsa hakkında yaptıkları gibi, onları mabud derecesine çıkaracak bir ibadet şekli olmamalıdır.

Râbıta kalbi, şuhud ve ayan makamına ulaşmış kamil bir şeyhe bağlamaktan ibarettir. Çünkü, kamil bir şeyhe râbıta yapan müridin kalbine, ondan feyz akar. Eğer mürid râbıtasından zayıflık ve kesinti görürse şeyhinin suretini hayal etmesi gerekir. Mürid, şeyhinin suretini hayal etmekle, onun üstün vasıf ve hallerini elde eder. Bu makam, "fenafillah" yani Allah'ın iradesinde, kendi iradesini yok etmek makamından önce gelir ve ona vesile olur.

İki şeyi birbirine bağlayan ip, alâka, vuslat, münasebet, ilgi ve sevgi ile mensubiyet, cesur ve dayanıklı olmak gibi manalara gelmektedir. Kur'an-ı Kerim'de yer alan "ribat ve murabata" (Al-i İmran; 200, Enfal; 60) ise, sınırlarda düşmanı gözetlemek, nöbet tutmak, verilen emrin eksiksiz olarak yerine getirilmesi manalarını ifade eder. (İbn Münzir, Lisanu’1-Arab, VII,302-303)


alıntı....S.M.K..ks. allah razı olsun
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt