FATMA-ZEHRA
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 28 Ağu 2007
- Mesajlar
- 486
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 36
Evvela; seyr-i süluk dediğimiz bir nevi manevi yolculuk göklerin ötesine değil kalbin iç alemlerinedir. Seyr-i süluk bir keşif yolculuğudur ve bu keşifte insan ruhunun en deruni sırları, en ahenkli serapları ortaya dökülür.
Seyr-i sülukunu tamamladığı kendi şeyhinin icazetiyle tasdik olunan bir mürşidi kamilin insan ruhundan habersiz olması mümkün müdür ? Elbette ki bir mürşidi kamil insanın iç aleminde kopan fırtınalardan; kalp aleminde oluşan anaforlar konusunda bilgilidir. Üstelik bir şeyhin insan ruhu yada insan psikolojisi konusundaki bilgisi bir psikiyatri profesöründen daha fazladır. Çünkü şeyh efendi manevi yolculuğa çıkmış; ve yolculuk esnasında kendi ruhunun gizemlerini keşfetmiştir.
Burada dikkatle üzerinde durulması lazım gelen mesele ise İslami camiadaki zihin kayması ve tasavvur farklılaşmasıdır. Maalesef herşeyimizi Batı (kökeninde eski Yunan ve eski Mısır bulunan) Medeniyetten aldığımız gibi artık mikyaslarımızı da oradan alıyoruz.
Bugün Batı'nın psikiyatri ve psikoloji dediği bilim dalları tam anlamıyla oturmadığı gibi insan ruhundaki girdaplara ve fırtınalara da çözüm olamamıştır.
İslam Tasavvurundan sapan her tasavvur ve anlayış
ruhi marazlara müsaittir. Nitekim Modern Dünya psikolog ve psikiyatristlere milyarlarca dolar akıtmalarına rağmen ruhi sıkıntılarına çözüm bulamamışlardır.
Nitekim günümüzde de ruhi binbir bunalım geçiren insanların çareyi İslam Tasavvufunda bulduklarını müşahade ediyoruz.
En basit iki meşhur örnek : Birincisi Ayşe Şaşa. Yaşadığı hayatın sonunda şizofreni olan bu hanımefendiyi hiçbir psikolog tedavi edemiyor ama Seyyid Esad Coşan'ın kibrit-i ahmer olan nazarı ile şifa buluyor.
İkinci örnek ise sinema dünyasından. Şöhretin zirvelerine çıkan Necla Nazır da kalb sukunetini ve iç huzuru ; Gavsın Markadında ; Menzil-i Şerifte buluyor.
Kökeninde Antik Yunan ve eski Mısır bulunan Batı Medeniyetinde insan gözyaşının en ufak bir değeri yoktur.
Daha bir kaç asır öncesinde delileri ıssız adalara süren bu medeniyetin insan ruhunu tedavi etmesi düşünülemez.
Aynı dönemde Osmanlı Meşayıhı su sesinden ; musikiye kadar pek çok araçla delileri tedavi ediyorlardı. En basitinden bimarhaneler hemen hemen her şehirde mevcuttu.
Psikologların ilaç diye insanlara verdikleri uyuşturucudan ibaret. İlaçlar bırakıldıktan sonra hastalar yine aynı noktaya geri dönüyorlar.
Bugün Psikoloji ve Psikiyatri dediğiniz zaman akla ilk gelen şahıs Freuddur. Freud ise insanda oluşan her ruhi sıkıntı ve marazı cinsellikle bağdaştırır.
Eşref-i mahlukat olan insan ruhunda açılan gedikleri , bir takım ruhi sıkıntıları cinsellik gibi hayvanlar da da olan bir his-i hayvaniye bağlamak İslam Tasavvuru ile bağdaşmaz.
Psikoloji bilmeyeni nakıs sayarsak ; psikoloji bilen Haydar Dümeni ekmel saymamız gerekir ki bu da abesle iştigaldir.
Seyr-i sülukunu tamamladığı kendi şeyhinin icazetiyle tasdik olunan bir mürşidi kamilin insan ruhundan habersiz olması mümkün müdür ? Elbette ki bir mürşidi kamil insanın iç aleminde kopan fırtınalardan; kalp aleminde oluşan anaforlar konusunda bilgilidir. Üstelik bir şeyhin insan ruhu yada insan psikolojisi konusundaki bilgisi bir psikiyatri profesöründen daha fazladır. Çünkü şeyh efendi manevi yolculuğa çıkmış; ve yolculuk esnasında kendi ruhunun gizemlerini keşfetmiştir.
Burada dikkatle üzerinde durulması lazım gelen mesele ise İslami camiadaki zihin kayması ve tasavvur farklılaşmasıdır. Maalesef herşeyimizi Batı (kökeninde eski Yunan ve eski Mısır bulunan) Medeniyetten aldığımız gibi artık mikyaslarımızı da oradan alıyoruz.
Bugün Batı'nın psikiyatri ve psikoloji dediği bilim dalları tam anlamıyla oturmadığı gibi insan ruhundaki girdaplara ve fırtınalara da çözüm olamamıştır.
İslam Tasavvurundan sapan her tasavvur ve anlayış
ruhi marazlara müsaittir. Nitekim Modern Dünya psikolog ve psikiyatristlere milyarlarca dolar akıtmalarına rağmen ruhi sıkıntılarına çözüm bulamamışlardır.
Nitekim günümüzde de ruhi binbir bunalım geçiren insanların çareyi İslam Tasavvufunda bulduklarını müşahade ediyoruz.
En basit iki meşhur örnek : Birincisi Ayşe Şaşa. Yaşadığı hayatın sonunda şizofreni olan bu hanımefendiyi hiçbir psikolog tedavi edemiyor ama Seyyid Esad Coşan'ın kibrit-i ahmer olan nazarı ile şifa buluyor.
İkinci örnek ise sinema dünyasından. Şöhretin zirvelerine çıkan Necla Nazır da kalb sukunetini ve iç huzuru ; Gavsın Markadında ; Menzil-i Şerifte buluyor.
Kökeninde Antik Yunan ve eski Mısır bulunan Batı Medeniyetinde insan gözyaşının en ufak bir değeri yoktur.
Daha bir kaç asır öncesinde delileri ıssız adalara süren bu medeniyetin insan ruhunu tedavi etmesi düşünülemez.
Aynı dönemde Osmanlı Meşayıhı su sesinden ; musikiye kadar pek çok araçla delileri tedavi ediyorlardı. En basitinden bimarhaneler hemen hemen her şehirde mevcuttu.
Psikologların ilaç diye insanlara verdikleri uyuşturucudan ibaret. İlaçlar bırakıldıktan sonra hastalar yine aynı noktaya geri dönüyorlar.
Bugün Psikoloji ve Psikiyatri dediğiniz zaman akla ilk gelen şahıs Freuddur. Freud ise insanda oluşan her ruhi sıkıntı ve marazı cinsellikle bağdaştırır.
Eşref-i mahlukat olan insan ruhunda açılan gedikleri , bir takım ruhi sıkıntıları cinsellik gibi hayvanlar da da olan bir his-i hayvaniye bağlamak İslam Tasavvuru ile bağdaşmaz.
Psikoloji bilmeyeni nakıs sayarsak ; psikoloji bilen Haydar Dümeni ekmel saymamız gerekir ki bu da abesle iştigaldir.