-Esmani-
Kayıtlı Kullanıcı
Prof. Dr. M. Esad Coşan (Rh.A.) Hocaefendi’nin, 29 Eylül 1998- 30 Ocak 2001 tarihleri arasında “Kur’an-ı Kerim’in Meal ve Manayı Münifi ve Tefsiri” başlığı ile bir özel radyo kanalına yaptıkları tefsir sohbetlerinden derlenmiştir.
VAHİY
Kur'an-ı Kerim, yeri göğü yaratan, ins ü cinni var eden, âlemlerin rabbi Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin kelâm-ı kadîmidir. Bu bakımdan son derece önemlidir, konu son derecede ciddîdir.
Allah-u Teâlâ Hazretleri lütfuyla, keremiyle, rahmetiyle, insanoğlunu yarattığı zamandan beri rehbersiz, irşadsız bırakmamıştır. İlk insan Adem Aleyhisselam, aynı zamanda ilk peygamberdir.
Asırlar boyunca insanoğulları var oldukça, yaşadıkça, onlar doğru yolu görsünler, bulsunlar, iyi kulluk yapsınlar; birbirleriyle insânî münâsebetleri güzel olsun, hem dünyaları hem ahiretleri ma'mur olsun diye, Allah-u Teâlâ Hazretleri nice mübarek kullarını, seçkin kullarını, yüksek kullarını, pür-nûr kullarını peygamber göndermiştir. Bu peygamberlerin sonuncusu ahir zaman peygamberi, efendimiz, serverimiz, önderimiz Muhammed-i Mustafâ Sallallahu Aleyhi Vesellem'dir.
Asırlar boyu nice peygamberler gönderen Allah-u Teâlâ Hazretleri, en son peygamber olarak, ahir zaman peygamberi olarak Peygamber-i Zîşânımızı göndermiş ve bundan önceki peygamberlere inen melekler ona da inerek, vahiy yoluyla Allah'ın emirlerini, yasaklarını getirmiştir.
İşte bu çeşitli vahiy şekilleriyle, Cebrâil (AS) vasıtasıyla peygamberimiz, ahir zaman nebîsi Muhammed-i Mustafâ Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz'e de Kur'an-ı Kerim'i zümre zümre, küme küme 23 yılda, Allah-u Teâlâ Hazretleri indirmiştir. Bugün bizim kullandığımız milâdî tarihe vuracak olursak, 610 tarihinden Efendimiz'in vefat ettiği 632 tarihine kadar, Kur'an-ı Kerim'in inmesi devam etmiştir.
Böylece vahyin şiddetine dayanılması, Efendimiz'in gönlünün kuvvetlenmesi, hükümlerinin, konularının iyi anlaşılması, ayetlerinin ezberlenmesi ve hayata geçirilip uygulanması da kolay olmuştur. 23 yılda indirilmesi büyük bir hikmettir.
Tabii hemen hatırlatalım, 610'la 632 arası 22 eder ama, milâdî sene ile hicrî sene arasında fark olduğundan, birisi 365 gün diğeri 354 gün oduğundan, 11 günlük fark böyle senelerce birikince, ikisi arasında yıl farkı meydana getiriyor. Hicrî 23 yılda indirilmiş, yâni 40 yaşında peygamberlik gelmiş, 63 yaşında irtihâl-ı dâr-ı bekâ eyleyinceye kadar vahiy devam etmiştir.
Biliyorsunuz vahiy denilen olay, başkalarının da görebildiği, hissedebildiği, insanın duyularını zorlayan şiddetli bir olaydır. Vahiy geldiği zaman Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz'e, arı vızılıtısına benzeyen bir ses duyulurdu. Bunları bilmek önemli, zamanımızın insanları bunları daha iyi anlarlar.
Peygamber Efendimiz'e değişik bir hal gelirdi, terlerdi. Mübarek terleri anlında boncuk boncuk görünürdü. Devenin üzerinde iken vahiy gelse, deve bu vahye dayanamaz ve çökmek zorunda kalırdı. O dayanıklı, kuvvetli çöl hayvanı deve yere çökerdi. Peygamber Efendimiz ashabı ile topluca sıkışık bir vaziyette otururken vahiy geldi. O zaman Peygamber Efendimiz'in dizinin değdiği bir kişi çok ızdırab çekti ve sanki dizi ezilecek, dağılacak, parçalanacak gibi oldu.
Yâni bu vahiy denilen, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin Cebrâil AS'la Peygamber Efendimiz'e gönderdiği ahkâmın gelişi, böyle çevreyi de etkileyebilen bir şekilde olurdu, görülebilen bir şekilde olurdu.
AYET
Kur'an-ı Kerim sûrelerden, sûreler de ayetlerden meydana gelmiştir. Müstakil bir varlığı olan Kur'an-ı Kerim parçalarına ayet denilir. Kur'an-ı Kerim ayetlerine, bu küçük harf veya kelime gruplarına ayet denilmesi, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin bizzat kendisi tarafındandır.
Kur'an-ı Kerim ayetleri çoklukla ibretli, hikmetli anlamlı bir cümledir. Fakat bazan anlamı iyi anlaşılamayan rümuzlu, müteşâbih birkaç harf de ayet olabilir. Meselâ: Elîf lâm mîm, Hâ mîm, Tâhâ. vb. Bunlar birer harf grubudur, ama sonuç itibariyle harftir ve ayettir. Bunlara hurûf-u mukattaa deniliyor. Esrârını, rumûzunu Peygamber-i Zîşânımız Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz biliyor. Ama herkes bilmiyor. Bazen ayet-i kerime bir tek kelime olur. Meselâ: ‘er-Rahmân’ kelimesi bir ayettir.
Ayet ille cümle olacak diye bir kural yok. Bazen ayet bir tek kelime olabilir, hattâ rümuzlu birkaç harf olabilir. Bazen de bir çok kelimeden veya cümleden oluşan uzun bir cümleler topluluğu olabilir. Meselâ Ayetel-Kürsî bir ayettir. Kur'an-ı Kerim'in en büyük ayeti, tek bir sayfa tutan, Bakara Sûresi'nin sonunda, Amenerrasûlü'den bir sayfa önceki Ayet-i Müdâyene'dir. Borçlanmanın ahkâmını, borçluların, alacaklıların bunu nasıl tesbit edeceğini bildiren uzun bir ayettir.
Ayetlerin birbirinden ayırım işaretleri vardır, fasılaları vardır. Kur'an-ı Kerim basmalarında ve yazmalarında, bazen buralara ayetin numarası yazılır.
Ayetlerin sayısı konusunda alimlerin görüşlerinde bazı küçük değişiklikler olabilir. Bizim kendi din tarihimizde, Orta Asya'dan Ortadoğu'ya, Hindistan kıtasına, Osmanlı bölgesine, bugünkü Türkiyemize kadar ehl-i sünnet ulemasının kullandığı Kur'an-ı Kerim baskıları ve yazmalarında ayetlerin sayısı, bugün okuduğumuz Kur'an-ı Kerim'deki numaralamaya göre 6236 dır.
Bazı arkadaşlara soruyorum, "Kur'an-ı Kerim kaç ayet?" diye; "6666" diye, dört tane altıyı sıralıyorlar. Bu doğru değildir, gerçekleri yansıtmıyor. Kur'an-ı Kerim'in ayet sayısı 6236'dır.
Biliyorsunuz inen ayetler, tarifleri kolay olsun diye çeşitli yönlerden sınıflandırılmışlardır. Peygamber SAS Efendimiz zamanından beri yapılan bir bölümlemeye göre, ayetler Mekkî ve Medenî olarak ikiye ayrılır. Kuvvetli, yaygın görüşe göre hicretten önce inen ayetlere Mekkî (Mekkeli) ayetler denir. Hicretten sonra inen ayetlere ise Medenî (Medine-i Münevvereli) denir. Bu ayetlerin illa Medine-i Münevvere'de inmesi şartı yoktur. Hicretten sonra inmiş olan ayetlere, Medine'de inmese bile Medenî, yâni Medine-i Münevvere bulunma devresinde inen ayetler denilmiştir.
Mekkî ayetlerin özellikleri, daha ziyade imana yönelik, kısa cümleli, heyecan dolu ayetlerdir. Medine-i Münevvere devresine ait ayetler ise, uzun ve hüküm bildiren; beşerî, siyâsî, ictimâî, ticârî ahkâmı bildiren, emir ve hüküm ayetleri oluyor diye biliyoruz.
Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinde önemli olan bir başka mesele de, Kur'an-ı Kerim'in bu ayetleri Kur'an-ı Kerim'de Peygamber Efendimiz'e nüzul, iniş sırasına göre sıralanmamıştır. Sıra ilâhî emre ve işarete göredir ve tevkıfîdir; yâni keyfî veya tarihî değil, tevkıfî sırası vardır. Bir ayet-i kerime kümesi, birkaç ayet-i kerimeden ibaret bir vahiy geldiği zaman, Peygamber Efendimiz bu gelen vahiylerin, ayetlerin nereye konulmasını gerektiğini, hangi ayetin arkasına, hangi sûrenin içine konulması gerektiğini bildirmiştir; öyle oraya konulmuştur.
SÛRE
Ayetlerden oluşan daha büyük Kur'an-ı Kerim bölümlerine sûre denilir. Eskiden şehirlerin etrafına müdafaa için duvarlar yapılırdı, bunlara sur denirdi. Sûre kelimesi de bununla ilgilidir. Sur demektir veya yüksek mevkî, şerefli menzile anlamına alınmıştır. Yâni bu sûreler şerefli olduğundan Kur'an-ı Kerim diyoruz, ayet-i kerime diyoruz. Kerim; soylu, asil demek. Sûre de bir müstakil Kur'an bölümü olmak şerefinden dolayı bu ismi almıştır.
Bir de Arap dilini bilenler, tarihini inceleyenler aşinâdır meseleye. Bir çok kavram hayattan alınmıştır, somut şeylerden alınmıştır. Sonra soyut kavramlara isim olmuştur.
Ayet, gözle görülen büyük alâmet demek. Büyük binalara, konak filân gibi çarpıcı binalara da ayet denir. İnsanın aklını etkileyen büyük olaylara da ayet denir. İşte bu büyük binâlara ayet denildiğinden, Kur'an-ı Kerim'in o parçalarına ayet ismi verildiğini düşünürsek; sur da şehri temsil ediyorsa; demek ki sûreler şehirler gibi, ayetler de o şehirdeki şerefli konaklar gibi.
Bu mânâlardan düşünülerek Kur'an-ı Kerim'in küçük kısımlarına ayet denmiş, büyük kısımlarına, kümelerine sûre denmiş oluyor. Böyle bir benzetmeden çıkmış olabilir.
En küçük sûre üç ayetten müteşekkildir. Kevser Sûresi, Asr Sûresi üç ayettir. En büyük sûre de, hemen Fâtiha'dan sonra (Elif, lâm, mîm.) diye başlayan Bakara Sûresi'dir. O da 286 ayettir, elli sayfa kadar devam eder. Yâni sûrelerin de muhteviyatları, hacimleri farklıdır, kimisi büyüktür, kimisi küçüktür. Bunlar da yine emre göre, ilâhî işarete göredir.
Peygamber Efendimiz gelen ayetleri, "Şu sûrenin falan yerine yerleştireceksiniz! Şu, şuraya konulacak!" diye açık ve kesinlikle bildirmiştir.
İlk inen ayetler, İkra Sûresinin tamamı değil, surenin başındaki beş ayettir. Peygamber Efendimiz Hıra Dağı'nda iken vahiyle ilk defa karşılaştı. Peygamber Efendimiz, Cebrâil AS'ı o devrede gördü.
Bunların önemi çok büyüktür. O bakımdan Kur'an'ın açıklaması yapılırken, ayet kümeleri, mânâ bakımından bir birlik teşkil eden ayetler izah edilir. Ama sûrenin devamında bir başka konuya geçebilir, sûrenin devamında konu değişebilir. Yâni ille bir sûrenin bir konuya ait olması diye bir durum mevcut değildir.
SÛRELERİN İSİMLENDİRİLMESİ
Peygamber Efendimiz ve ashab-ı kiram sûreleri birbirlerinden ayırmak için, birbirlerine anlatmak için sûrelere isimler vermişlerdir. Bazen bu isim bir tanedir, bazen müteaddit, pek çok isimleri olabilir bir sûrenin. Bu isimler, ya sûrenin içindeki önemli konulardan dolayıdır. Meselâ, Bakara Sûresi'nde Benî İsrâil'in Allah-u Teâlâ tarafından kesilmesi emredilen bir kurbanı, ineği kesmekteki tereddütleri anlatıldığından Bakara Sûresi denilmiştir. Halbuki bu elli sayfalık, ikibuçuk cüzlük Kur'an-ı Kerim sûresinde, çok değişik konular da var.
Kur'an-ı Kerim'de bu surelerin isimleri konusuyla ilgili olabilir. Başladığı ilk kelime ile ilgili olabilir. Meselâ Tebâreke Sûresi diyoruz. Aynı sûrenin Mülk Sûresi diye de adlandırılması vardır.
Meselâ imanı bütün sâfiyetiyle anlattığı için, katıksız, hâlis muhlis imanı anlattığı için Kul huvallâhu ehad Sûresi'ne İhlâs Sûresi denmiştir. Kevser anlatıldığı için, Kevser Sûresi denmiştir.
Bu isimler Kur'an-ı Kerim deki sûre başında ayrı bir çerçeve içine, başlık çerçevesi içine yazılır. Ve bu çerçeve içindeki bu isimler Kur'an-ı Kerim'den değildir. Kur'an-ı Kerim'in o bölümünün bilinmesi içindir. Burada sûresinin adı, âyet sayısı, Mekkî veya Medenî oluşu yazılmıştır ama bilgi olsun diye yazılmıştır.
Tabii her başlığın ille bunları yazsın diye bir mecburiyeti yok. Sadece sûre ismini yazıp, öylece geçen baskılar da vardır. O başlıklar Kur'an-ı Kerim'den değildir.
KUR'AN-I KERİM'İN YAZILMASI
Kur'an-ı Kerim ayetleri hazerde veya seferde, yâni şehirde otururken veya seyahat halindeyken veya savaş halindeyken, nerde inmişse derhal o zamanda yazılmıştır. Peygamber Efendimiz'e vahiy gelince, vahiy kâtipleri onu hemen Efendimiz'in emri üzere yazıya geçirmişler ve hemen ezberlemişlerdir. Arapların o zekâsı, hafıza kuvvetiyle bir anda aşk ile, şevk ile, inen ayetler ezberlenmiştir. Böylece Kur'an-ı Kerim hafızları Peygamber Efendimiz'in zamanında çoktu.
Sonra kıraat ilminde maharet kazanmış bu hafızlar -o zaman kurrâ deniliyor- savaşlarda şehid olmaya başlayınca, bir tehlike belirdi. "Bunları bilenler azalırsa o zaman tehlike olur." diye. Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz (RA) zamanında ilmî bir heyet kuruldu ve bu heyet tarafından Kur'an-ı Kerim bir cild haline, bir mushaf hâline getirildi. Halka da okununca, herkes tarafından tasvib gördü.
Sonra Hazret-i Osman (RA) zamanında bu ana nüshadan, yâni bir cilt haline getirilmiş Kur'an-ı Kerim'den yeni nüshalar yazılarak, genişleyen İslâm diyarlarına, çeşitli vilayet merkezlerine bu Kur'an-ı Kerimler gönderildi.
Bunlardan bazıları hâlen elimizde mevcuttur, müzelerde muhafaza edilmektedir. Meselâ Hazret-i Osman Kur'an-ı Kerim okuyordu, o sırada şehid edilmişti. Şehid edilirken kanlarının sıçramış olduğu Kur'an-ı Kerim nüshası bile, o kan izleriyle şu anda müzede elimizdedir. Bizim Topkapı Emânât-ı Mukaddese dairemizde.
Çünkü Kur'an-ı Kerim hiç bozulmadan yazılmış ve tâ Peygamber Efendimiz'in zamanından bu zamana kadar korunmuştur. Çünkü Allah-u Teâlâ Hazretleri, kendisi vaad etmiştir: "Kur'an-ı Kerim'i biz indirmekteyiz, biz indiriyoruz, biz indirdik ve onu biz koruyacağız" diye.
Kıyamete kadar Kur'an-ı Kerim korunacak, ahkâmı bilinecek. Tâ ahir zaman geldiği zaman, yâni dünyanın bozulması, kıyametin kopma zamanı geldiği zaman, hadis- i şeriflerde bildiriliyor ki, "Kur'an-ı Kerim ayetleri böyle vızıldayarak uçacak." deniliyor. Bu bir hakikat de olabilir. Yâni Allah-u Teâlâ Hazretleri kâdirdir. Kur'an-ı Kerim'in ayetleri bozulmuş olan insanlığın arasından çekilip alınacak. Ya da Kur'an-ı Kerim'in ahkâmına hiç kimse kulak asmamağa, Allah'ın emirlerini dinlememeğe başlayacak diye bir işaret de olabilir.
Bu Kur'an-ı Kerimler ilk önce Ashâb-ı kiramın ellerindeki mevcut malzemeye yazılmıştır. Ellerinde bez varsa beze, deri varsa deriye; meselâ geniş bir hayvan kürek kemiği varsa, kürek kemiğinin -düz olduğu için- üstüne; çeşitli böyle kağıt diyebileceğimiz üzerine yazılabilen malzeme varsa, onlara yazılmıştır.
NOKTALANMASI, HAREKELENMESİ VE DİĞER İŞARETLER
Eski Kur'an-ı Kerim nüshalarında yazılar kûfî dediğimiz köşeli yazılardır. Tabii o metinlere baktığımız zaman şimdiki Kur'an-ı Kerimlerde gördüğümüz harf noktaları ve harekelerin olmadığını görürüz. Onları okumak mütehassısların işidir. Herkes okuyamaz.
Şimdiki metinlerde TE üstte iki noktalıdır, SE üç noktalıdır, CİM ortasında bir noktadır. Daha sonra bunları icad etmişler ve kullanmışlardır.
Tarihteki eski mushaflara baktığımız zaman, onların sayfa büyüklükleri ve bir sayfadaki satır sayısı çok değişiktir ve farklı farklıdır. Sonradan bunların tarih boyunca düzene sokulduğunu gözüyoruz. Eskiden de güzel yazılar vardır, sonradan da ama, yazılış düzene girmiştir. Ve tecrübeye dayanarak tertip mükemmelleştirilmiştir.
Okunma ve ezberlenme kolay olsun diye de Kur'an-ı Kerim çeşitli bölümlere bölünmüştür. Kur'an-ı Kerim'in kendisi bir çerçeve içine alınmış, bunlar çerçevenin dışında gösterilmiştir.
Kur'an-ı Kerim otuz cüze ayrılmıştır. Meselâ Amme cüzü diyoruz, Amme Sûresi'yle başlayan bu otuzuncu cüzdür. Fâtiha'yla başlayan ilk, birinci cüzdür.
Her gün bir bölümü okunsun da bir ayda tamamlansın, otuz günde Kur'an-ı Kerim okunması tamamlansın diye otuza bölmüşler. Bazen yedi bölümlü Kur'an-ı Kerimler vardır. Şimdiki Kur'an-ı Kerimlerin bir yerinde yedi tane bölüm işaret edilmiştir. Bu yedi bölüme menzil denilir. Bu da bir haftada okunmak maksadıyla bir bölümlenmedir.
Bizde bu otuz cüzden her cüz 4 rubûa ayrılmıştır. Rubu', biliyorsunuz, çeyrek demek, dörtte bir yâni. Bizim elimizdeki Kur'an-ı Kerim baskılarında yüz yirmi rübu' var.
Ayrıca sayfalara bakarsak, yâni bir okuma bütünlüğü, anlam bütünlüğü olan ayetler tamamlandığı zaman bir “AYIN” işareti konmuştur. "Kur'an-ı Kerim'i eğer imam namazda okuyorsa işte burada anlam tamam oluyor, burada rükû edebilir." diye rüku' kelimesinin son harfi olan “AYIN”dan gelmiş olabilir. Veyahut da aşr dediğimiz sözün “AYIN”ından gelmiş olabilir.
Araplara gelince, onlar otuz cüz bölümlenmesini kullanıyorlar, ama her cüzü iki hizbe ayırıyorlar. Yâni böylece onların bölümlenmesine göre Kur'an-ı Kerim'de atmış tane hizb var.
Her hizbi de dört parçaya ayırıyorlar. O zaman her birinin şöyle: rubuu hizb, nisfu hizb, selâsetü erbaa hizb diye geçiyor. Yâni ilk çeyrek, yarım, üç çeyrek ve tamamı olmak üzere. Böylece tabii atmış hizbi dörtle çarparsak iki yüz kırk tane hizb var. O da bir bölümleme. Demek onu ezberlemekte filân öyle bölümlemeyi uygun görmüşler. Onların Kur'an-ı Kerim çalışması, okuma âdetleri öyle.
Ayetler içlerinde anlam bakımından nerede durulursa iyi olur, nerede durulursa mânâ bozulur, nerede durmak câizdir, nerede durmamak lâzımdır? diye duraklama yerlerinin vasfını belirten işaretler de taşırlar. Bunlar meselâ; MİM mutlaka durulması gereken yerdir, TI durulabilen yerdir, CİM câiz olan yerdir; ama LÂ durulmaz. KAF ve GIF gibi şeyler vardır. Çeşitli duraklama işaretleri kullanılmıştır. Bunlara hurûfu secâvendiye deniliyor. Bunlar da Kur'an-ı Kerim'in güzel okunması, anlam bütünlüğü içinde okunması bakımından faydalı işaretlerdir.
Okunuş hatalarını engellemek için bizim bu zamanda kullandığımız Kur'an-ı Kerimlerde MED ve KASR işaretleri de kullanılmıştır. Aynı harflerle yazılan heceler bazen uzun, bazen kısa okunur. Bunu Arapça bilenler kendileri çıkartırlar ama Arapça bilmeden Kur'an-ı Kerim okuyanlar için böyle bir işaret gerekmiştir.
Baskı hatalarını engellemek için, keyfî baskılar, ticârî baskılar yapılıp da Kur'an-ı Kerim'in ciddiyetine halel gelmesin diye, bozuk nüshalara yer vermemek için, tedkîk-i mesâhif (Kur'an-ı Kerimleri tedkik eden) heyetler kurulmuştur. Bunlar çok titizlikle çalışmışlardır. Yâni en küçük bir işaret bozukluğunu, hareke bozukluğunu dahi hemen düzelttirirler, bastırtmazlar ve onu piyasaya sürdürmezler. Mühür vururlar. Bu da Kur'an-ı Kerim'e saygıdan kaynaklanan bir titizliktir.
Bir de Kur'an-ı Kerim'in hattının, yâni yazısının çok güzel yazılması meselesi vardır. Osmanlılar aşk ile şevk ile bu işi yapmışlardır, gelişmişlerdir. Bizde meselâ en çok tutulan Kur'an-ı Kerimler, Kayışzâde Hâfız Osman tarafından yazılmış Hâfız Osman hattı diyoruz. Sonra Kadırgalı Hasan Rızâ Efendi diyoruz. Bunların yazıları çok beğenilmiştir.
En makbul, hafızların kullandıkları nüshalar, baskılar med ve kasırlı, âyet ber kenâr meşhur hattatlar tarafından yazılmış nüshalardır. Yâni Kur'an-ı Kerim'in safya satırlarının düzenli tutulması, ayetin yarıya dek kesilip öbür sayfaya taşmaması, sayfanın sonunda bitirilmesi hususundaki titizliği gösterendir.
Ben yakın zamanda basılmış Kur'an-ı Kerim nüshalarına da bakıyorum. Genç hattatlar içinde de, Allah razı olsun, bana kendi yazdıklarını hediye edenler de vardır. Çok güzel yazanlar, çok başarılı hattatlar vardır. Uluslararası ödül kazanmış olanlar vardır, Allah razı olsun.
Hind kıtasında, Pakistan, Doğu Afganistan ve Hindistan’da yetişmiş çok büyük alimler tarih boyunca dinî ilimlere çok emek sarfetmişler. Oralarda çok değerli, tertipli, böyle yan mâlumâtı, takviye edici mâlumâtı çok güzel verilmiş mealler yazılmış. Baskıları gayet güzel. Fakat onların yazıları bizim alıştığımız, gözümüzün sevdiği yazı üslûbundan farklıdır. Bizimkiler sanki bize daha zârif, daha ince, daha güzel yazılmış gibi geliyor.
Suud'da basılan son nüshalar bizim geleneksel bazı işaretlerimizi kullanmadıkları için, bizim halkımız tarafından okunurken bazı zorluklar çıkartabiliyorlar. Meselâ meddi gösteren çekme işareti dediğimiz işaretler onlarda yoktur.
Ama onlar hatt-ı Osmânî dediğimiz, yâni Hazret-i Osman zamanında, kelimeler hangi harflerle yazılmışsa aynen o harflere riayet ederek Kur'an baskısına önem vermek bakımdan daha titiz davranmışlardır. Bizimkilerde, Hatt-ı Osmânî'ye ilâve bazı harfler ekleyerek okumayı kolaylaştırmak düşünülmüştür.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde çeşitli Kur'an baskıları oluyor. Bazıları da kafayı karıştırmak için, kendi fâsık, fâcir itikadlarına uygun olarak bazı kelimeleri çıkartarak Kur'an baskısına kalkışıyorlar, çeşitli iddialarla, yeni bir takım şeylerle. Tabii Kur'an konusunda müslümanların titiz olması lâzım! Mühürlü, güzel Kur'an-ı Kerim nüshaları kullanmaya çalışmaları lâzım! Alimlerin tavsiye ettiği Kur'an-ı Kerimleri okumaları lâzım.
AYETLERİN SEBEB-İ NÜZÛLÜ
Ayetler, bir takım olaylar, hadiseler üzerine nâzil olmuştur. Yâni ayetin tarihini bilmek bakımından, ne oldu da onun üzerine ayet indi? Bunları bilmekte büyük fayda vardır. Bu işin sebeplerine esbâb-ı nüzûl denir. Yâni ayetin iniş sebebi.
İniş sebepleri hakkında bilgi sahibi olmak, ayetin kelimelerinden çıkabilecek başka anlamları engelemekte faydalıdır. Onlar önemlidir. Onun için müfessirler onları yazmışlardır. Ayetin hangi sebeple indiğini anlatmışlardır. Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında fevkalâde faydalı olan bu bilgileri dikkatle toplamışlardır. İslâm tarihi içinde, Kur'an tarihinin bir bölümüdür bu esbâb-ı nüzul. Bu konuda büyük müstakil eserler yazmışlardır.
Tabii ayetin özel bir sebeple, bir hadise üzerine inmiş olması hükmünün genelliğini engellemez. Yâni hüküm umûmîdir, çünkü emir umûmîdir. Ama "şu olay üzerine inmiştir" deyince, daha iyi anlaşılır Kur'an-ı Kerim ve bazen de yanlış anlama engellenir.
Kur'an-ı Kerim'in sayfa çerçevesinin, yazı çerçevesinin dış tarafında, yanında bazı güzel işaretler vardır, süslü. Bunlar cüz başlarını gösterir. Kaçıncı cüzün başlangıcı orada yazar. Veya cüzün içindeki bölümlenmeleri, rubu'ları yâni, çeyrekleri gösterir. Bir de secde ayetlerini bildiren işaretler vardır. Orada Arapça olarak “SECDE” diye yazar. İçerde de secdenin sebebi olan ibareler çizgiyle belirtilmiştir. Bunlara dikkat etmek lâzım. O secde ayetlerinde secde etmek gerekiyor.
Kur'an-ı Kerim'in yazısı, görünüşle ilgili bu bilgileri bilmek lâzım geliyor. Bunlar Kur'an-ı Kerim'in incelikleridir.
Sizler ve bizler, hem kendimiz öğreneceğiz; hem de çoluk çocuğumuza, hükmümüz altında olan insanlara Kur'an-ı Kerim'in okunuşunu öğreteceğiz. Bir de anlamını, ahkâmını, tefsirini öğreneceğiz ki, mûcebince amel edelim. Allah-u Teâlâ Hazretleri ne buyurmuşsa, buyruğunu tutalım. Neden yasaklamışsa, yasakladığından kaçınalım. Böylece rızasını alalım, cennetine girelim, rıdvân-ı ekberine vâsıl olalım...
Allah-u Teâlâ Hazretleri tevfîkini refîk eylesin.
Cümlemizi iki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin.
Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû...
VAHİY
Kur'an-ı Kerim, yeri göğü yaratan, ins ü cinni var eden, âlemlerin rabbi Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin kelâm-ı kadîmidir. Bu bakımdan son derece önemlidir, konu son derecede ciddîdir.
Allah-u Teâlâ Hazretleri lütfuyla, keremiyle, rahmetiyle, insanoğlunu yarattığı zamandan beri rehbersiz, irşadsız bırakmamıştır. İlk insan Adem Aleyhisselam, aynı zamanda ilk peygamberdir.
Asırlar boyunca insanoğulları var oldukça, yaşadıkça, onlar doğru yolu görsünler, bulsunlar, iyi kulluk yapsınlar; birbirleriyle insânî münâsebetleri güzel olsun, hem dünyaları hem ahiretleri ma'mur olsun diye, Allah-u Teâlâ Hazretleri nice mübarek kullarını, seçkin kullarını, yüksek kullarını, pür-nûr kullarını peygamber göndermiştir. Bu peygamberlerin sonuncusu ahir zaman peygamberi, efendimiz, serverimiz, önderimiz Muhammed-i Mustafâ Sallallahu Aleyhi Vesellem'dir.
Asırlar boyu nice peygamberler gönderen Allah-u Teâlâ Hazretleri, en son peygamber olarak, ahir zaman peygamberi olarak Peygamber-i Zîşânımızı göndermiş ve bundan önceki peygamberlere inen melekler ona da inerek, vahiy yoluyla Allah'ın emirlerini, yasaklarını getirmiştir.
İşte bu çeşitli vahiy şekilleriyle, Cebrâil (AS) vasıtasıyla peygamberimiz, ahir zaman nebîsi Muhammed-i Mustafâ Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz'e de Kur'an-ı Kerim'i zümre zümre, küme küme 23 yılda, Allah-u Teâlâ Hazretleri indirmiştir. Bugün bizim kullandığımız milâdî tarihe vuracak olursak, 610 tarihinden Efendimiz'in vefat ettiği 632 tarihine kadar, Kur'an-ı Kerim'in inmesi devam etmiştir.
Böylece vahyin şiddetine dayanılması, Efendimiz'in gönlünün kuvvetlenmesi, hükümlerinin, konularının iyi anlaşılması, ayetlerinin ezberlenmesi ve hayata geçirilip uygulanması da kolay olmuştur. 23 yılda indirilmesi büyük bir hikmettir.
Tabii hemen hatırlatalım, 610'la 632 arası 22 eder ama, milâdî sene ile hicrî sene arasında fark olduğundan, birisi 365 gün diğeri 354 gün oduğundan, 11 günlük fark böyle senelerce birikince, ikisi arasında yıl farkı meydana getiriyor. Hicrî 23 yılda indirilmiş, yâni 40 yaşında peygamberlik gelmiş, 63 yaşında irtihâl-ı dâr-ı bekâ eyleyinceye kadar vahiy devam etmiştir.
Biliyorsunuz vahiy denilen olay, başkalarının da görebildiği, hissedebildiği, insanın duyularını zorlayan şiddetli bir olaydır. Vahiy geldiği zaman Peygamber Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz'e, arı vızılıtısına benzeyen bir ses duyulurdu. Bunları bilmek önemli, zamanımızın insanları bunları daha iyi anlarlar.
Peygamber Efendimiz'e değişik bir hal gelirdi, terlerdi. Mübarek terleri anlında boncuk boncuk görünürdü. Devenin üzerinde iken vahiy gelse, deve bu vahye dayanamaz ve çökmek zorunda kalırdı. O dayanıklı, kuvvetli çöl hayvanı deve yere çökerdi. Peygamber Efendimiz ashabı ile topluca sıkışık bir vaziyette otururken vahiy geldi. O zaman Peygamber Efendimiz'in dizinin değdiği bir kişi çok ızdırab çekti ve sanki dizi ezilecek, dağılacak, parçalanacak gibi oldu.
Yâni bu vahiy denilen, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin Cebrâil AS'la Peygamber Efendimiz'e gönderdiği ahkâmın gelişi, böyle çevreyi de etkileyebilen bir şekilde olurdu, görülebilen bir şekilde olurdu.
AYET
Kur'an-ı Kerim sûrelerden, sûreler de ayetlerden meydana gelmiştir. Müstakil bir varlığı olan Kur'an-ı Kerim parçalarına ayet denilir. Kur'an-ı Kerim ayetlerine, bu küçük harf veya kelime gruplarına ayet denilmesi, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin bizzat kendisi tarafındandır.
Kur'an-ı Kerim ayetleri çoklukla ibretli, hikmetli anlamlı bir cümledir. Fakat bazan anlamı iyi anlaşılamayan rümuzlu, müteşâbih birkaç harf de ayet olabilir. Meselâ: Elîf lâm mîm, Hâ mîm, Tâhâ. vb. Bunlar birer harf grubudur, ama sonuç itibariyle harftir ve ayettir. Bunlara hurûf-u mukattaa deniliyor. Esrârını, rumûzunu Peygamber-i Zîşânımız Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimiz biliyor. Ama herkes bilmiyor. Bazen ayet-i kerime bir tek kelime olur. Meselâ: ‘er-Rahmân’ kelimesi bir ayettir.
Ayet ille cümle olacak diye bir kural yok. Bazen ayet bir tek kelime olabilir, hattâ rümuzlu birkaç harf olabilir. Bazen de bir çok kelimeden veya cümleden oluşan uzun bir cümleler topluluğu olabilir. Meselâ Ayetel-Kürsî bir ayettir. Kur'an-ı Kerim'in en büyük ayeti, tek bir sayfa tutan, Bakara Sûresi'nin sonunda, Amenerrasûlü'den bir sayfa önceki Ayet-i Müdâyene'dir. Borçlanmanın ahkâmını, borçluların, alacaklıların bunu nasıl tesbit edeceğini bildiren uzun bir ayettir.
Ayetlerin birbirinden ayırım işaretleri vardır, fasılaları vardır. Kur'an-ı Kerim basmalarında ve yazmalarında, bazen buralara ayetin numarası yazılır.
Ayetlerin sayısı konusunda alimlerin görüşlerinde bazı küçük değişiklikler olabilir. Bizim kendi din tarihimizde, Orta Asya'dan Ortadoğu'ya, Hindistan kıtasına, Osmanlı bölgesine, bugünkü Türkiyemize kadar ehl-i sünnet ulemasının kullandığı Kur'an-ı Kerim baskıları ve yazmalarında ayetlerin sayısı, bugün okuduğumuz Kur'an-ı Kerim'deki numaralamaya göre 6236 dır.
Bazı arkadaşlara soruyorum, "Kur'an-ı Kerim kaç ayet?" diye; "6666" diye, dört tane altıyı sıralıyorlar. Bu doğru değildir, gerçekleri yansıtmıyor. Kur'an-ı Kerim'in ayet sayısı 6236'dır.
Biliyorsunuz inen ayetler, tarifleri kolay olsun diye çeşitli yönlerden sınıflandırılmışlardır. Peygamber SAS Efendimiz zamanından beri yapılan bir bölümlemeye göre, ayetler Mekkî ve Medenî olarak ikiye ayrılır. Kuvvetli, yaygın görüşe göre hicretten önce inen ayetlere Mekkî (Mekkeli) ayetler denir. Hicretten sonra inen ayetlere ise Medenî (Medine-i Münevvereli) denir. Bu ayetlerin illa Medine-i Münevvere'de inmesi şartı yoktur. Hicretten sonra inmiş olan ayetlere, Medine'de inmese bile Medenî, yâni Medine-i Münevvere bulunma devresinde inen ayetler denilmiştir.
Mekkî ayetlerin özellikleri, daha ziyade imana yönelik, kısa cümleli, heyecan dolu ayetlerdir. Medine-i Münevvere devresine ait ayetler ise, uzun ve hüküm bildiren; beşerî, siyâsî, ictimâî, ticârî ahkâmı bildiren, emir ve hüküm ayetleri oluyor diye biliyoruz.
Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinde önemli olan bir başka mesele de, Kur'an-ı Kerim'in bu ayetleri Kur'an-ı Kerim'de Peygamber Efendimiz'e nüzul, iniş sırasına göre sıralanmamıştır. Sıra ilâhî emre ve işarete göredir ve tevkıfîdir; yâni keyfî veya tarihî değil, tevkıfî sırası vardır. Bir ayet-i kerime kümesi, birkaç ayet-i kerimeden ibaret bir vahiy geldiği zaman, Peygamber Efendimiz bu gelen vahiylerin, ayetlerin nereye konulmasını gerektiğini, hangi ayetin arkasına, hangi sûrenin içine konulması gerektiğini bildirmiştir; öyle oraya konulmuştur.
SÛRE
Ayetlerden oluşan daha büyük Kur'an-ı Kerim bölümlerine sûre denilir. Eskiden şehirlerin etrafına müdafaa için duvarlar yapılırdı, bunlara sur denirdi. Sûre kelimesi de bununla ilgilidir. Sur demektir veya yüksek mevkî, şerefli menzile anlamına alınmıştır. Yâni bu sûreler şerefli olduğundan Kur'an-ı Kerim diyoruz, ayet-i kerime diyoruz. Kerim; soylu, asil demek. Sûre de bir müstakil Kur'an bölümü olmak şerefinden dolayı bu ismi almıştır.
Bir de Arap dilini bilenler, tarihini inceleyenler aşinâdır meseleye. Bir çok kavram hayattan alınmıştır, somut şeylerden alınmıştır. Sonra soyut kavramlara isim olmuştur.
Ayet, gözle görülen büyük alâmet demek. Büyük binalara, konak filân gibi çarpıcı binalara da ayet denir. İnsanın aklını etkileyen büyük olaylara da ayet denir. İşte bu büyük binâlara ayet denildiğinden, Kur'an-ı Kerim'in o parçalarına ayet ismi verildiğini düşünürsek; sur da şehri temsil ediyorsa; demek ki sûreler şehirler gibi, ayetler de o şehirdeki şerefli konaklar gibi.
Bu mânâlardan düşünülerek Kur'an-ı Kerim'in küçük kısımlarına ayet denmiş, büyük kısımlarına, kümelerine sûre denmiş oluyor. Böyle bir benzetmeden çıkmış olabilir.
En küçük sûre üç ayetten müteşekkildir. Kevser Sûresi, Asr Sûresi üç ayettir. En büyük sûre de, hemen Fâtiha'dan sonra (Elif, lâm, mîm.) diye başlayan Bakara Sûresi'dir. O da 286 ayettir, elli sayfa kadar devam eder. Yâni sûrelerin de muhteviyatları, hacimleri farklıdır, kimisi büyüktür, kimisi küçüktür. Bunlar da yine emre göre, ilâhî işarete göredir.
Peygamber Efendimiz gelen ayetleri, "Şu sûrenin falan yerine yerleştireceksiniz! Şu, şuraya konulacak!" diye açık ve kesinlikle bildirmiştir.
İlk inen ayetler, İkra Sûresinin tamamı değil, surenin başındaki beş ayettir. Peygamber Efendimiz Hıra Dağı'nda iken vahiyle ilk defa karşılaştı. Peygamber Efendimiz, Cebrâil AS'ı o devrede gördü.
Bunların önemi çok büyüktür. O bakımdan Kur'an'ın açıklaması yapılırken, ayet kümeleri, mânâ bakımından bir birlik teşkil eden ayetler izah edilir. Ama sûrenin devamında bir başka konuya geçebilir, sûrenin devamında konu değişebilir. Yâni ille bir sûrenin bir konuya ait olması diye bir durum mevcut değildir.
SÛRELERİN İSİMLENDİRİLMESİ
Peygamber Efendimiz ve ashab-ı kiram sûreleri birbirlerinden ayırmak için, birbirlerine anlatmak için sûrelere isimler vermişlerdir. Bazen bu isim bir tanedir, bazen müteaddit, pek çok isimleri olabilir bir sûrenin. Bu isimler, ya sûrenin içindeki önemli konulardan dolayıdır. Meselâ, Bakara Sûresi'nde Benî İsrâil'in Allah-u Teâlâ tarafından kesilmesi emredilen bir kurbanı, ineği kesmekteki tereddütleri anlatıldığından Bakara Sûresi denilmiştir. Halbuki bu elli sayfalık, ikibuçuk cüzlük Kur'an-ı Kerim sûresinde, çok değişik konular da var.
Kur'an-ı Kerim'de bu surelerin isimleri konusuyla ilgili olabilir. Başladığı ilk kelime ile ilgili olabilir. Meselâ Tebâreke Sûresi diyoruz. Aynı sûrenin Mülk Sûresi diye de adlandırılması vardır.
Meselâ imanı bütün sâfiyetiyle anlattığı için, katıksız, hâlis muhlis imanı anlattığı için Kul huvallâhu ehad Sûresi'ne İhlâs Sûresi denmiştir. Kevser anlatıldığı için, Kevser Sûresi denmiştir.
Bu isimler Kur'an-ı Kerim deki sûre başında ayrı bir çerçeve içine, başlık çerçevesi içine yazılır. Ve bu çerçeve içindeki bu isimler Kur'an-ı Kerim'den değildir. Kur'an-ı Kerim'in o bölümünün bilinmesi içindir. Burada sûresinin adı, âyet sayısı, Mekkî veya Medenî oluşu yazılmıştır ama bilgi olsun diye yazılmıştır.
Tabii her başlığın ille bunları yazsın diye bir mecburiyeti yok. Sadece sûre ismini yazıp, öylece geçen baskılar da vardır. O başlıklar Kur'an-ı Kerim'den değildir.
KUR'AN-I KERİM'İN YAZILMASI
Kur'an-ı Kerim ayetleri hazerde veya seferde, yâni şehirde otururken veya seyahat halindeyken veya savaş halindeyken, nerde inmişse derhal o zamanda yazılmıştır. Peygamber Efendimiz'e vahiy gelince, vahiy kâtipleri onu hemen Efendimiz'in emri üzere yazıya geçirmişler ve hemen ezberlemişlerdir. Arapların o zekâsı, hafıza kuvvetiyle bir anda aşk ile, şevk ile, inen ayetler ezberlenmiştir. Böylece Kur'an-ı Kerim hafızları Peygamber Efendimiz'in zamanında çoktu.
Sonra kıraat ilminde maharet kazanmış bu hafızlar -o zaman kurrâ deniliyor- savaşlarda şehid olmaya başlayınca, bir tehlike belirdi. "Bunları bilenler azalırsa o zaman tehlike olur." diye. Ebûbekr-i Sıddîk Efendimiz (RA) zamanında ilmî bir heyet kuruldu ve bu heyet tarafından Kur'an-ı Kerim bir cild haline, bir mushaf hâline getirildi. Halka da okununca, herkes tarafından tasvib gördü.
Sonra Hazret-i Osman (RA) zamanında bu ana nüshadan, yâni bir cilt haline getirilmiş Kur'an-ı Kerim'den yeni nüshalar yazılarak, genişleyen İslâm diyarlarına, çeşitli vilayet merkezlerine bu Kur'an-ı Kerimler gönderildi.
Bunlardan bazıları hâlen elimizde mevcuttur, müzelerde muhafaza edilmektedir. Meselâ Hazret-i Osman Kur'an-ı Kerim okuyordu, o sırada şehid edilmişti. Şehid edilirken kanlarının sıçramış olduğu Kur'an-ı Kerim nüshası bile, o kan izleriyle şu anda müzede elimizdedir. Bizim Topkapı Emânât-ı Mukaddese dairemizde.
Çünkü Kur'an-ı Kerim hiç bozulmadan yazılmış ve tâ Peygamber Efendimiz'in zamanından bu zamana kadar korunmuştur. Çünkü Allah-u Teâlâ Hazretleri, kendisi vaad etmiştir: "Kur'an-ı Kerim'i biz indirmekteyiz, biz indiriyoruz, biz indirdik ve onu biz koruyacağız" diye.
Kıyamete kadar Kur'an-ı Kerim korunacak, ahkâmı bilinecek. Tâ ahir zaman geldiği zaman, yâni dünyanın bozulması, kıyametin kopma zamanı geldiği zaman, hadis- i şeriflerde bildiriliyor ki, "Kur'an-ı Kerim ayetleri böyle vızıldayarak uçacak." deniliyor. Bu bir hakikat de olabilir. Yâni Allah-u Teâlâ Hazretleri kâdirdir. Kur'an-ı Kerim'in ayetleri bozulmuş olan insanlığın arasından çekilip alınacak. Ya da Kur'an-ı Kerim'in ahkâmına hiç kimse kulak asmamağa, Allah'ın emirlerini dinlememeğe başlayacak diye bir işaret de olabilir.
Bu Kur'an-ı Kerimler ilk önce Ashâb-ı kiramın ellerindeki mevcut malzemeye yazılmıştır. Ellerinde bez varsa beze, deri varsa deriye; meselâ geniş bir hayvan kürek kemiği varsa, kürek kemiğinin -düz olduğu için- üstüne; çeşitli böyle kağıt diyebileceğimiz üzerine yazılabilen malzeme varsa, onlara yazılmıştır.
NOKTALANMASI, HAREKELENMESİ VE DİĞER İŞARETLER
Eski Kur'an-ı Kerim nüshalarında yazılar kûfî dediğimiz köşeli yazılardır. Tabii o metinlere baktığımız zaman şimdiki Kur'an-ı Kerimlerde gördüğümüz harf noktaları ve harekelerin olmadığını görürüz. Onları okumak mütehassısların işidir. Herkes okuyamaz.
Şimdiki metinlerde TE üstte iki noktalıdır, SE üç noktalıdır, CİM ortasında bir noktadır. Daha sonra bunları icad etmişler ve kullanmışlardır.
Tarihteki eski mushaflara baktığımız zaman, onların sayfa büyüklükleri ve bir sayfadaki satır sayısı çok değişiktir ve farklı farklıdır. Sonradan bunların tarih boyunca düzene sokulduğunu gözüyoruz. Eskiden de güzel yazılar vardır, sonradan da ama, yazılış düzene girmiştir. Ve tecrübeye dayanarak tertip mükemmelleştirilmiştir.
Okunma ve ezberlenme kolay olsun diye de Kur'an-ı Kerim çeşitli bölümlere bölünmüştür. Kur'an-ı Kerim'in kendisi bir çerçeve içine alınmış, bunlar çerçevenin dışında gösterilmiştir.
Kur'an-ı Kerim otuz cüze ayrılmıştır. Meselâ Amme cüzü diyoruz, Amme Sûresi'yle başlayan bu otuzuncu cüzdür. Fâtiha'yla başlayan ilk, birinci cüzdür.
Her gün bir bölümü okunsun da bir ayda tamamlansın, otuz günde Kur'an-ı Kerim okunması tamamlansın diye otuza bölmüşler. Bazen yedi bölümlü Kur'an-ı Kerimler vardır. Şimdiki Kur'an-ı Kerimlerin bir yerinde yedi tane bölüm işaret edilmiştir. Bu yedi bölüme menzil denilir. Bu da bir haftada okunmak maksadıyla bir bölümlenmedir.
Bizde bu otuz cüzden her cüz 4 rubûa ayrılmıştır. Rubu', biliyorsunuz, çeyrek demek, dörtte bir yâni. Bizim elimizdeki Kur'an-ı Kerim baskılarında yüz yirmi rübu' var.
Ayrıca sayfalara bakarsak, yâni bir okuma bütünlüğü, anlam bütünlüğü olan ayetler tamamlandığı zaman bir “AYIN” işareti konmuştur. "Kur'an-ı Kerim'i eğer imam namazda okuyorsa işte burada anlam tamam oluyor, burada rükû edebilir." diye rüku' kelimesinin son harfi olan “AYIN”dan gelmiş olabilir. Veyahut da aşr dediğimiz sözün “AYIN”ından gelmiş olabilir.
Araplara gelince, onlar otuz cüz bölümlenmesini kullanıyorlar, ama her cüzü iki hizbe ayırıyorlar. Yâni böylece onların bölümlenmesine göre Kur'an-ı Kerim'de atmış tane hizb var.
Her hizbi de dört parçaya ayırıyorlar. O zaman her birinin şöyle: rubuu hizb, nisfu hizb, selâsetü erbaa hizb diye geçiyor. Yâni ilk çeyrek, yarım, üç çeyrek ve tamamı olmak üzere. Böylece tabii atmış hizbi dörtle çarparsak iki yüz kırk tane hizb var. O da bir bölümleme. Demek onu ezberlemekte filân öyle bölümlemeyi uygun görmüşler. Onların Kur'an-ı Kerim çalışması, okuma âdetleri öyle.
Ayetler içlerinde anlam bakımından nerede durulursa iyi olur, nerede durulursa mânâ bozulur, nerede durmak câizdir, nerede durmamak lâzımdır? diye duraklama yerlerinin vasfını belirten işaretler de taşırlar. Bunlar meselâ; MİM mutlaka durulması gereken yerdir, TI durulabilen yerdir, CİM câiz olan yerdir; ama LÂ durulmaz. KAF ve GIF gibi şeyler vardır. Çeşitli duraklama işaretleri kullanılmıştır. Bunlara hurûfu secâvendiye deniliyor. Bunlar da Kur'an-ı Kerim'in güzel okunması, anlam bütünlüğü içinde okunması bakımından faydalı işaretlerdir.
Okunuş hatalarını engellemek için bizim bu zamanda kullandığımız Kur'an-ı Kerimlerde MED ve KASR işaretleri de kullanılmıştır. Aynı harflerle yazılan heceler bazen uzun, bazen kısa okunur. Bunu Arapça bilenler kendileri çıkartırlar ama Arapça bilmeden Kur'an-ı Kerim okuyanlar için böyle bir işaret gerekmiştir.
Baskı hatalarını engellemek için, keyfî baskılar, ticârî baskılar yapılıp da Kur'an-ı Kerim'in ciddiyetine halel gelmesin diye, bozuk nüshalara yer vermemek için, tedkîk-i mesâhif (Kur'an-ı Kerimleri tedkik eden) heyetler kurulmuştur. Bunlar çok titizlikle çalışmışlardır. Yâni en küçük bir işaret bozukluğunu, hareke bozukluğunu dahi hemen düzelttirirler, bastırtmazlar ve onu piyasaya sürdürmezler. Mühür vururlar. Bu da Kur'an-ı Kerim'e saygıdan kaynaklanan bir titizliktir.
Bir de Kur'an-ı Kerim'in hattının, yâni yazısının çok güzel yazılması meselesi vardır. Osmanlılar aşk ile şevk ile bu işi yapmışlardır, gelişmişlerdir. Bizde meselâ en çok tutulan Kur'an-ı Kerimler, Kayışzâde Hâfız Osman tarafından yazılmış Hâfız Osman hattı diyoruz. Sonra Kadırgalı Hasan Rızâ Efendi diyoruz. Bunların yazıları çok beğenilmiştir.
En makbul, hafızların kullandıkları nüshalar, baskılar med ve kasırlı, âyet ber kenâr meşhur hattatlar tarafından yazılmış nüshalardır. Yâni Kur'an-ı Kerim'in safya satırlarının düzenli tutulması, ayetin yarıya dek kesilip öbür sayfaya taşmaması, sayfanın sonunda bitirilmesi hususundaki titizliği gösterendir.
Ben yakın zamanda basılmış Kur'an-ı Kerim nüshalarına da bakıyorum. Genç hattatlar içinde de, Allah razı olsun, bana kendi yazdıklarını hediye edenler de vardır. Çok güzel yazanlar, çok başarılı hattatlar vardır. Uluslararası ödül kazanmış olanlar vardır, Allah razı olsun.
Hind kıtasında, Pakistan, Doğu Afganistan ve Hindistan’da yetişmiş çok büyük alimler tarih boyunca dinî ilimlere çok emek sarfetmişler. Oralarda çok değerli, tertipli, böyle yan mâlumâtı, takviye edici mâlumâtı çok güzel verilmiş mealler yazılmış. Baskıları gayet güzel. Fakat onların yazıları bizim alıştığımız, gözümüzün sevdiği yazı üslûbundan farklıdır. Bizimkiler sanki bize daha zârif, daha ince, daha güzel yazılmış gibi geliyor.
Suud'da basılan son nüshalar bizim geleneksel bazı işaretlerimizi kullanmadıkları için, bizim halkımız tarafından okunurken bazı zorluklar çıkartabiliyorlar. Meselâ meddi gösteren çekme işareti dediğimiz işaretler onlarda yoktur.
Ama onlar hatt-ı Osmânî dediğimiz, yâni Hazret-i Osman zamanında, kelimeler hangi harflerle yazılmışsa aynen o harflere riayet ederek Kur'an baskısına önem vermek bakımdan daha titiz davranmışlardır. Bizimkilerde, Hatt-ı Osmânî'ye ilâve bazı harfler ekleyerek okumayı kolaylaştırmak düşünülmüştür.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde çeşitli Kur'an baskıları oluyor. Bazıları da kafayı karıştırmak için, kendi fâsık, fâcir itikadlarına uygun olarak bazı kelimeleri çıkartarak Kur'an baskısına kalkışıyorlar, çeşitli iddialarla, yeni bir takım şeylerle. Tabii Kur'an konusunda müslümanların titiz olması lâzım! Mühürlü, güzel Kur'an-ı Kerim nüshaları kullanmaya çalışmaları lâzım! Alimlerin tavsiye ettiği Kur'an-ı Kerimleri okumaları lâzım.
AYETLERİN SEBEB-İ NÜZÛLÜ
Ayetler, bir takım olaylar, hadiseler üzerine nâzil olmuştur. Yâni ayetin tarihini bilmek bakımından, ne oldu da onun üzerine ayet indi? Bunları bilmekte büyük fayda vardır. Bu işin sebeplerine esbâb-ı nüzûl denir. Yâni ayetin iniş sebebi.
İniş sebepleri hakkında bilgi sahibi olmak, ayetin kelimelerinden çıkabilecek başka anlamları engelemekte faydalıdır. Onlar önemlidir. Onun için müfessirler onları yazmışlardır. Ayetin hangi sebeple indiğini anlatmışlardır. Kur'an-ı Kerim'in anlaşılmasında fevkalâde faydalı olan bu bilgileri dikkatle toplamışlardır. İslâm tarihi içinde, Kur'an tarihinin bir bölümüdür bu esbâb-ı nüzul. Bu konuda büyük müstakil eserler yazmışlardır.
Tabii ayetin özel bir sebeple, bir hadise üzerine inmiş olması hükmünün genelliğini engellemez. Yâni hüküm umûmîdir, çünkü emir umûmîdir. Ama "şu olay üzerine inmiştir" deyince, daha iyi anlaşılır Kur'an-ı Kerim ve bazen de yanlış anlama engellenir.
Kur'an-ı Kerim'in sayfa çerçevesinin, yazı çerçevesinin dış tarafında, yanında bazı güzel işaretler vardır, süslü. Bunlar cüz başlarını gösterir. Kaçıncı cüzün başlangıcı orada yazar. Veya cüzün içindeki bölümlenmeleri, rubu'ları yâni, çeyrekleri gösterir. Bir de secde ayetlerini bildiren işaretler vardır. Orada Arapça olarak “SECDE” diye yazar. İçerde de secdenin sebebi olan ibareler çizgiyle belirtilmiştir. Bunlara dikkat etmek lâzım. O secde ayetlerinde secde etmek gerekiyor.
Kur'an-ı Kerim'in yazısı, görünüşle ilgili bu bilgileri bilmek lâzım geliyor. Bunlar Kur'an-ı Kerim'in incelikleridir.
Sizler ve bizler, hem kendimiz öğreneceğiz; hem de çoluk çocuğumuza, hükmümüz altında olan insanlara Kur'an-ı Kerim'in okunuşunu öğreteceğiz. Bir de anlamını, ahkâmını, tefsirini öğreneceğiz ki, mûcebince amel edelim. Allah-u Teâlâ Hazretleri ne buyurmuşsa, buyruğunu tutalım. Neden yasaklamışsa, yasakladığından kaçınalım. Böylece rızasını alalım, cennetine girelim, rıdvân-ı ekberine vâsıl olalım...
Allah-u Teâlâ Hazretleri tevfîkini refîk eylesin.
Cümlemizi iki cihanda aziz ve bahtiyar eylesin.
Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühû...