Namaz... Kurtuluş kapısının anahtarı elinde olan namaz...
Üniversitede okuduğumuz, 80'li yılların ortasıydı. Zeytini sayarak yediğimiz, merdiven altı farelerin cirit attığı bir evde 2-3 kişi yaşamaya çalışıyorduk. Bu şartlar altında, olmayan harçlığımızın en az üçte birini kitaba veren, idealleri olan, namazlarını kılan bir grup arkadaştık. Bu halimizi gören bazı namazsız arkadaşlarımız bize yakınlık duydu,bizlerle görüşmek, konuşmak isteklerini dile getirdiler.
Namaz kılamayan arkadaşlar zaman içerisinde kitaplığımıza ilgi gösterdiler, kitaplarımızdan okudular, kafalarından soru işaretleri oluştu. Ancak o zamanın popüler meseleleri maalesef başkaydı. İmanın temel konuları hiç konuşulmuyor, namaz alışkanlık gereği kılınıyordu.
Başörtüsü zamanın en önemli konusuydu; şimdi olduğu gibi. Dinin bireye yüklediği temel yükümlülüklerden ziyade afaki meselelerle uğraşmak nefse hoş geliyordu. Tasavvuf modası geçmiş ağza bile alınmaması gereken bir kelimeydi. Kur-an'ı Kerim'in ancak mealinden okunduğu, arapça metin okumanın anlamsız sayıldığı bir zamandı. Sabah namazlarına kalkmak arkadaşlarımızın çoğunda pek görülmeyen bir şeydi. Hatta tebliğ faaliyetleri namaza mani oluyorsa, namaz kazaya bırakılabiliyordu.
O dönemde ben diğer arkadaşlarımdan farklı olarak namazlarımı düzenli kılmaya çalışıyordum. Sabah namazına kalkmak için küçük çalar saatimde bir düzenekle teyp çalıyor, Mustafa İsmail'in Lokman Suresini okuduğu kaset dönmeye başlıyordu. Arkadaşlarımı ne kadar zorlasam bir türlü namaza kaldıramıyordum. Zaman zaman sabah namazından sonra Kur-an'ı Kerim'i açıp okuyordum. Bu süreçte yeni katılan arkadaşlarımdan birinin beni izlediğini yıllar sonra öğenecektim.
Böylece öğrenciliğimiz sona erdi. Yavaş yavaş herkes memleketine dönmeye , kendine yeni bir hayat kurmaya başlıyordu. Ayrılırken, benim namazımdan etkilenip namaza başlayan bir arkadaşla seccadelerimizi değişmiştik.
Aradan yıllar geçti. Zamanla arkadaşlarla aramızdaki bağlar zayıfladı, bir kaç yılda bir telefonla konuşur olduk. Bu dönemde kimin nasıl ilerleme yada gerileme kaydettiğini bilmiyordum. Ancak ben yaptığım işin yoğunluğu ve girdiğim sosyal ortamın zorlamasıyla yavaş yavaş namazlarımı aksatmaya başlamıştım. Bir süre sonra sabah namazlarını hiç kılmaz hale geldim. Zaman geçtikçe gençliğimde eleştirdiğim Ramazan müslümanlarına döndüm.
Yıllar böyle geçti. Yaşım 40'a yaklaşıyordu, yüklendiğim dünyevi sorumluluklar bir tarafa, dini hassasiyetlerimi neredeyse kaybetmiştim. Bie vesile ile yıllardır görüşmediğim, bizlerin Müslümanlığına bakarak dinle ilgilenen, beni takip eden, arkadaşımı evinde ziyaret ettim. Arkadaşım aşktan, Allah'tan, Allah Teala aşkından bahsediyor, imanın ancak aşkla elde edilebileceğini söylüyordu. Namaz vakti geldiğinde arkadaşımdan utanarak o namaz kıldığı için bende namaz kılmak zorunda kaldım. Ancak namaz kılmak için serilen iplikleri çıkmış, lime lime olmuş seccadenin yıllar önce bana ait izleri taşıdığını gördüm. Acaba bir seccade nasıl bu kadar yıpranabilirdi?
Evliya menkıbelerinde rastlanılan bir şeyi 20. asırda yaşıyordum. Bir yandan kendimden utanıyor, bir yandanda seccadeye bakıyordum. Arkadaşımla değiştiğim bende kalan seccadeyi düşünüyordum, sapasağlamdı. Acaba evin hangi dolabında kilitliydi, onu bile hatırlamıyorum. Hyatımda hiç namaz kılınarak parçalanan seccade görmemiştim. Bu beynimi kemirmeye başladı. Arkadaşıma sordum:
-Nasıl oldu bu iş, bu aşkı nerden buldun, dedim.
-Yıllar önce senin kıldığın namazları, okuduğun Kur-an'ı Kerim'i izledim. Hiç bir kitap senin halin gibi etkilemedi beni, cevabını verdi. Kendimden defalarca utandım.
Eve döndüğümde kabuslar içerisinde uykusuz geceler geçirmeye başlamıştım. Artık kendime gelmeli, Allah'a dönmeliydim, ama bunu yapmak o kadar zorduki.
Namaz kılmaya kalktığıma gösteriş için kıldığımı düşünüyor ve geri yerime oturuyordum. Yine kendimi zorlayıp sadece yatsı namazlarını düzenli kılmaya başladım. Bir gün tembellik üzerime o kadar çöktüki yatsı namazını kılmadan yattım. Uykuya geçer geçmez öyle bir kabus gördümki, sanırım bu cehennem zebanisiydi. Korkunç bir geceydi. Böyle bir korkuyu hayatım boyunca yaşamamış ve dünyaya ait bir korku değildi bu.
Yatsı namazını kıldım ve korku içerisinde yattım. Sonraki günlerde yıllardır elime almadığım Kur-an'ı Kerim'i aldım ve okumak istedim. Ancak sanki hayatımda hiç okumamışım gibi, hiç bu alfabeyi görmemişim gibi okuyamıyordum. Kur-an'ı Kerim beni terketmişti. Pişmanlık ve korkuyla Allah'a sığındım, yeniden bana namazı ve Kur-an'ı Kerim'i bahşetmesi için dualar ettim. Günde bir kaç satırdan başlayarak okumaya gayret etmeye başlamıştım. Hem Arapça metnini okuyor, hem mealini takip ediyordum. Sanki hiç okumadığım ayetleri görüyordum. Bakara Sure'sinde, "Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin." deniyor. Nisa Sure'sinde ise savaşta bile nasıl namaz kılınacağı tarif ediliyordu. Savaşta bile mazareti olmayan namazı nasıl olurda, maişet derdiyle ve tembellikle terkedebilirdim?
Düşündüm, arkadaşım seccadeyi eskitmiş, parçalamıştı. Bense tembelliğime mazeretler bulmuştum. Bende eskitmeliyidim seccademi,bende bunu başarmalıydım. Aşk ile kazaya bıraktığım namazlarımı kılmaya başladım, eski ancak eskimemiş seccademin üzerinde. Artık istesemde kolay değildi kaybetiklerimi kazanmak. 3-4 yıl geçti benim seccadem hala sağlam. Yalnız ayak bastığım yer solmuş.
Allah'ım arkadaşım nasıl bir aşkla, kim bilir geceler gündüzler boyu Allah'a yakarırken seccadeyi parça parça etmişti.
Alıntıdır.Muhammed Seyfi
Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat
Yalnız seccademin yününde şefkat
Beni kimsecikler okşamaz madem
Öp beni alınımdan öp seccadem
N.F.K.
Üniversitede okuduğumuz, 80'li yılların ortasıydı. Zeytini sayarak yediğimiz, merdiven altı farelerin cirit attığı bir evde 2-3 kişi yaşamaya çalışıyorduk. Bu şartlar altında, olmayan harçlığımızın en az üçte birini kitaba veren, idealleri olan, namazlarını kılan bir grup arkadaştık. Bu halimizi gören bazı namazsız arkadaşlarımız bize yakınlık duydu,bizlerle görüşmek, konuşmak isteklerini dile getirdiler.
Namaz kılamayan arkadaşlar zaman içerisinde kitaplığımıza ilgi gösterdiler, kitaplarımızdan okudular, kafalarından soru işaretleri oluştu. Ancak o zamanın popüler meseleleri maalesef başkaydı. İmanın temel konuları hiç konuşulmuyor, namaz alışkanlık gereği kılınıyordu.
Başörtüsü zamanın en önemli konusuydu; şimdi olduğu gibi. Dinin bireye yüklediği temel yükümlülüklerden ziyade afaki meselelerle uğraşmak nefse hoş geliyordu. Tasavvuf modası geçmiş ağza bile alınmaması gereken bir kelimeydi. Kur-an'ı Kerim'in ancak mealinden okunduğu, arapça metin okumanın anlamsız sayıldığı bir zamandı. Sabah namazlarına kalkmak arkadaşlarımızın çoğunda pek görülmeyen bir şeydi. Hatta tebliğ faaliyetleri namaza mani oluyorsa, namaz kazaya bırakılabiliyordu.
O dönemde ben diğer arkadaşlarımdan farklı olarak namazlarımı düzenli kılmaya çalışıyordum. Sabah namazına kalkmak için küçük çalar saatimde bir düzenekle teyp çalıyor, Mustafa İsmail'in Lokman Suresini okuduğu kaset dönmeye başlıyordu. Arkadaşlarımı ne kadar zorlasam bir türlü namaza kaldıramıyordum. Zaman zaman sabah namazından sonra Kur-an'ı Kerim'i açıp okuyordum. Bu süreçte yeni katılan arkadaşlarımdan birinin beni izlediğini yıllar sonra öğenecektim.
Böylece öğrenciliğimiz sona erdi. Yavaş yavaş herkes memleketine dönmeye , kendine yeni bir hayat kurmaya başlıyordu. Ayrılırken, benim namazımdan etkilenip namaza başlayan bir arkadaşla seccadelerimizi değişmiştik.
Aradan yıllar geçti. Zamanla arkadaşlarla aramızdaki bağlar zayıfladı, bir kaç yılda bir telefonla konuşur olduk. Bu dönemde kimin nasıl ilerleme yada gerileme kaydettiğini bilmiyordum. Ancak ben yaptığım işin yoğunluğu ve girdiğim sosyal ortamın zorlamasıyla yavaş yavaş namazlarımı aksatmaya başlamıştım. Bir süre sonra sabah namazlarını hiç kılmaz hale geldim. Zaman geçtikçe gençliğimde eleştirdiğim Ramazan müslümanlarına döndüm.
Yıllar böyle geçti. Yaşım 40'a yaklaşıyordu, yüklendiğim dünyevi sorumluluklar bir tarafa, dini hassasiyetlerimi neredeyse kaybetmiştim. Bie vesile ile yıllardır görüşmediğim, bizlerin Müslümanlığına bakarak dinle ilgilenen, beni takip eden, arkadaşımı evinde ziyaret ettim. Arkadaşım aşktan, Allah'tan, Allah Teala aşkından bahsediyor, imanın ancak aşkla elde edilebileceğini söylüyordu. Namaz vakti geldiğinde arkadaşımdan utanarak o namaz kıldığı için bende namaz kılmak zorunda kaldım. Ancak namaz kılmak için serilen iplikleri çıkmış, lime lime olmuş seccadenin yıllar önce bana ait izleri taşıdığını gördüm. Acaba bir seccade nasıl bu kadar yıpranabilirdi?
Evliya menkıbelerinde rastlanılan bir şeyi 20. asırda yaşıyordum. Bir yandan kendimden utanıyor, bir yandanda seccadeye bakıyordum. Arkadaşımla değiştiğim bende kalan seccadeyi düşünüyordum, sapasağlamdı. Acaba evin hangi dolabında kilitliydi, onu bile hatırlamıyorum. Hyatımda hiç namaz kılınarak parçalanan seccade görmemiştim. Bu beynimi kemirmeye başladı. Arkadaşıma sordum:
-Nasıl oldu bu iş, bu aşkı nerden buldun, dedim.
-Yıllar önce senin kıldığın namazları, okuduğun Kur-an'ı Kerim'i izledim. Hiç bir kitap senin halin gibi etkilemedi beni, cevabını verdi. Kendimden defalarca utandım.
Eve döndüğümde kabuslar içerisinde uykusuz geceler geçirmeye başlamıştım. Artık kendime gelmeli, Allah'a dönmeliydim, ama bunu yapmak o kadar zorduki.
Namaz kılmaya kalktığıma gösteriş için kıldığımı düşünüyor ve geri yerime oturuyordum. Yine kendimi zorlayıp sadece yatsı namazlarını düzenli kılmaya başladım. Bir gün tembellik üzerime o kadar çöktüki yatsı namazını kılmadan yattım. Uykuya geçer geçmez öyle bir kabus gördümki, sanırım bu cehennem zebanisiydi. Korkunç bir geceydi. Böyle bir korkuyu hayatım boyunca yaşamamış ve dünyaya ait bir korku değildi bu.
Yatsı namazını kıldım ve korku içerisinde yattım. Sonraki günlerde yıllardır elime almadığım Kur-an'ı Kerim'i aldım ve okumak istedim. Ancak sanki hayatımda hiç okumamışım gibi, hiç bu alfabeyi görmemişim gibi okuyamıyordum. Kur-an'ı Kerim beni terketmişti. Pişmanlık ve korkuyla Allah'a sığındım, yeniden bana namazı ve Kur-an'ı Kerim'i bahşetmesi için dualar ettim. Günde bir kaç satırdan başlayarak okumaya gayret etmeye başlamıştım. Hem Arapça metnini okuyor, hem mealini takip ediyordum. Sanki hiç okumadığım ayetleri görüyordum. Bakara Sure'sinde, "Sabır ve namaz ile Allah'tan yardım isteyin." deniyor. Nisa Sure'sinde ise savaşta bile nasıl namaz kılınacağı tarif ediliyordu. Savaşta bile mazareti olmayan namazı nasıl olurda, maişet derdiyle ve tembellikle terkedebilirdim?
Düşündüm, arkadaşım seccadeyi eskitmiş, parçalamıştı. Bense tembelliğime mazeretler bulmuştum. Bende eskitmeliyidim seccademi,bende bunu başarmalıydım. Aşk ile kazaya bıraktığım namazlarımı kılmaya başladım, eski ancak eskimemiş seccademin üzerinde. Artık istesemde kolay değildi kaybetiklerimi kazanmak. 3-4 yıl geçti benim seccadem hala sağlam. Yalnız ayak bastığım yer solmuş.
Allah'ım arkadaşım nasıl bir aşkla, kim bilir geceler gündüzler boyu Allah'a yakarırken seccadeyi parça parça etmişti.
Alıntıdır.Muhammed Seyfi
Somurtuş ki bıçak, nara ki tokat
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat
Yalnız seccademin yününde şefkat
Beni kimsecikler okşamaz madem
Öp beni alınımdan öp seccadem
N.F.K.